Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

özel misafir (1 Kullanıcı)

kardelen_misali_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Ağu 2006
Mesajlar
90
Tepki puanı
0
Puanları
0
İki gün önce, evimizin çevresinde dolaşan minik kedileri sevdiğim bir sırada annem yanıma gelerek alışverişe gideceğimizi haber verdi ve hemen hazırlanmamı söyledi. Bu haber karşısında biraz şaşırmıştım; çünkü, Ayyüzlü’nün çarşı-pazarla alâkalı sözlerinden sonra, biz sadece Pazartesi günleri zaruri ihtiyaçlar için çarşıya gidip çok kısa bir sürede eksiklerimizi alarak geri dönmeyi adet haline getirmiştik. Her ihtiyaç için ayrı ayrı dışarı çıkmaz; haftalık liste yapıp birkaç işi bir arada halletmeye çalışırdık. Hep en yakın marketi tercih eder ve en kısa sürede listemizi tamamlayıp eve dönerdik. Daha alışveriş günümüz gelmeden çarşıya çıkacak olmamız beni meraklandırmıştı: Misafir mi gelecekti acaba?

Bir gün öncesinde de annem özenle turşu kurmuş ve reçel yapmıştı. Bu da aklıma gelince merakım iyice arttı ve sormadan edemedim: “Anneciğim, misafir mi gelecek, niye bugün gidiyoruz?”

“Evet oğlum, çoook çok özel bir misafirimiz gelecek. Aslında senin de haberin vardı, ama galiba unutmuşsun. Hani eli dolu gelen ve giderken de bir düzine tatlı hatıra ve pek çok kıymetli hediye bırakan bir misafir.” dedi annem.

Zihnimi yokladım ama öyle bir misafiri bir türlü hatırlayamadım. Bu kadar önemli bir kişi olsa olsa Ayyüzlü olabilirdi. Bunu düşününce çok heyecanlandım. Anneme, “Anladım kim olduğunu, ama bana hiç söylememiştiniz ki! Söyleseydiniz Onun geleceği günü unutur muydum hiç?” dedim.

Annem gülümsedi. Benim tahminimin yanlış olduğunu anlamıştı sözlerimden. Beni biraz daha düşündürmek için olsa gerek sözlerine şöyle devam etti: “Biliyor musun, bu misafirimiz bizde bir ay kalacak.” Anlaşılan gelecek olan misafir Ayyüzlü değildi. Zira, o bize gelse de o kadar uzun süre kalamazdı ki! Tahmin etmem gitgide zorlaşıyordu, kimdi acaba bu gelen?

“Kim olduğunu söylemeyecek misin anneciğim? Çok merak ettim...” deyince, annem yüzündeki gülümsemeyle, “Hayır, senin söylemeni bekleyeceğim. Hatta bilirsen de bir hediye vereceğim.” dedi. Bu hoşuma gitmişti. Annemden aldığım ipuçlarını değerlendirecek, yapılan hazırlıkları da takip ederek bir sonuca varmaya çalışacaktım. Bir tane isim söyleme hakkım vardı. Bu yüzden çok iyi düşünmeliydim.

Alışveriş için bu defa biraz uzaktaki bir Türk bakkalına gittik. Neredeyse bir ay yetecek kadar yiyecek satın aldık. “Anne bu aldıklarımız bir orduya yeter, bir kişi için çok değil mi?” dedim. Şaşkınlığıma gülen annem, misafirimizin tek başına gelmeyeceğini, bazı günler bize başkalarını da getireceğini söyledi. Onun vesilesiyle bazı akşamlar dost ve arkadaşlarla biraraya gelip beraberce yemek yeyip sohbet edeceğimizi, hatta toplu namaz kılacağımızı, dolayısıyla evimizin çok bereketleneceğini söyledi. Annem öyle bir anlattı ki, Asr-ı Saadet’te yaşıyor olsaydık gelenin Peygamber Efendimiz olduğunu bile zannedebilirdim.

Ne zaman geleceğini sordum. “Bir-iki gün sonra..” dedi annem. “Bize ilk defa mı geliyor?” dediğimde, her yıl gelip bir ay kaldığı cevabını alınca çok şaşırdım. Bize gelip giden bütün amcaları, teyzeleri tek tek saymaya çalıştım kendi kendime ama nafile, annemin söylediği şartlarda hiçkimseyi bulamadım.

Otuz Okka Üzüm

Eve döndüğümüzde annem aldıklarımızı yerleştirdi, sonra da yufka açmak için komşu teyzeden oklava istedi. Yan komşumuza gittiğimde onların da bir hazırlık içinde olduğunu gördüm. Sanki misafir sadece bize değil bütün tanıdıklarımıza birden geliyor gibiydi. Çırpınışlarımı gören anneciğim bana bir bilmece soracağını ve bilmecenin cevabında bunca hazırlığın sebebinin de gizli olduğunu söyledi:

“Senede verir otuz okka üzüm, siyahını yersen helaldir, beyazını yersen haramdır.”

Sanırım siz benden önce buldunuz gelen misafirimizin adını; nasıl daha önce anlayamadım bilmiyorum: Ramazan... Aslında bir sürü şey biliyordum Ramazan hakkında. Fakat nedense annemin tariflerinden hep bir insan ismi çıkarmaya çalıştım ve başka ihtimaller hiç aklıma gelmedi.

Tabii Türkiye’de olmayınca ayları birbirine karıştırmıştım. Evvelki senelerde, Din Kültürü Öğretmenimiz en az iki hafta öncesinden bizi Ramazan’a hazırlar, orucun faydalarından bahsederdi. Bizim camide de her yere Ramazanla ilgili yazılar asılırdı. Büyükler karşılaştıkları her çocuğa, o sene kaç gün oruç tutacağını sorar ve hatta bazı oruçların sevabını onlardan satın almaya çalışırlardı; bana bile bir günlük orucumun sevabına karşılık bir okul çantası teklif eden olmuştu. Bir seferinde az kalsın satıyordum orucumu bizim mahalledeki bakkal amcaya, ama orucun mükafatının çok özel olduğunu, bu yüzden de sadece Allah tarafından tayin edilebileceğini öğrenince, zararına olan bu satıştan vazgeçmiştim.

Aslında, Muharrem, Recep, Şaban, Şevval... gibi başka aylar da var kameri takvim denilen dini takvimde, ama sadece Ramazan ayının çok özel bir misafir olduğunu söylüyor çevremdeki herkes. Bu ayı diğerlerinden bu kadar farklı kılan ne diye sordum anneme. O da elinde oklava, un içinde benim sorularıma tek tek cevap verdi.

Bereketli Günler

“Talibim, bildiğin gibi Kuran-ı Kerim’in ayetleri ilk kez bu ayda inmeye başlamıştı. Bununla birlikte mü’minler, Cennet’e girmeleri ve ebedi saadete nail olabilmeleri için ihtiyaçları olan kıvama bu ayda yaptıkları toplu ibadetlerle yaklaşıyorlar. Teravihler başta olmak üzere cemaat halinde namaz kılıyorlar; ailece gece uykularını bölüp sırf Allah’ın rızası için sahura kalkıyor, teheccüdlerini kılıyor ve bütün mü’minler için dua ediyorlar; Peygamber Efendimiz’le Hazreti Cebrail’in özellikle Ramazan ayında Kuran-ı Kerim’i karşılıklı okuyup dinlemelerini örnek alarak “Mukabele”lere gidip bir ayda en az bir kere Kur’an’ı hatmediyorlar. Oruç tutarken fakirlerin, açların halini daha iyi anladıkları için muhtaçlara daha çok yardımda, ikramda bulunuyor; durumları iyi ise sadakalarını, zekatlarını vermek için daha çok sevap kazanabilmek ümidiyle sürpriz mükafatların geleceği bu rahmet ayını bekliyorlar.”

“Peki niye bu ay?”

“Mü’minlerin sevdiklerinde de, uzak durduklarında da ölçüleri Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’dir. Cenab-ı Allah, bu ayı nazara vermiş; Rasûl-ü Ekrem Efendimiz de Ramazan günlerini diğer zamanlardan farklı değerlendirmiştir. İnsanlığın İftihar Tablosu, Allah’ın yarattıkları içerisinde en çok ibadet edeni ve en cömerti olmasına rağmen, özellikle bu ayda ibadetlerini, yardımlarını çok çok arttırırmış. Hadis-i şeriflerde, Ramazan’la gelen berekete tam inanan, ihlas ve samimiyetle oruç tutup bu mübarek ayı ibadet ü taatle değerlendiren ve sevabını da yalnızca Allah’tan bekleyen mü’minlerin geçmişte işledikleri günahlarının dahi affedileceğini ve Cennet’in kapılarının açılıp Cehennem’in kapılarının kapanacağını müjdelemiştir.

Ramazan öyle bir imkan ayıdır ki, bu zamanda sırf Allah’ın rızası için aç ve susuz kalan mü’minler için Allah şeytanları zincire vurur. İsminin manası da bu ayın önemini vurgular gibi; ‘Yaz sonunda, güz mevsiminin başında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur’un adıymış Ramazan.. bu isim, güz yağmurlarıyla her tarafın yıkanması gibi insanların da bu mübarek günlerdeki duaları ve tevbeleriyle günahlarından yıkanıp temizlenmesini ima etmektedir.”

“Anneciğim, okulda Din Kültürü Öğretmenimiz orucun sevabını meleklerin bile yazamayacağını ve oruçlunun asıl mükafatını Allah’ın özel olarak vereceğini söylemişti; neden başka ibadetler değil de oruç?”

“Oruç İslam’ın en önemli alametlerindendir. Bir kutsi hadiste Allahu Teâlâ “Oruç tutan kulum, yemesini-içmesini Benim için terk ediyor” buyuruyor. İnsan başka zamanlarda iş, okul, yol, ders, vazife, gezi, eğlence derken bu meşgaleler içerisinde gaflete düşer, kendisine gelen nimetleri göremez ve bazen de o nimetleri asıl gönderen Rabbini unutuverir. Ama Ramazan’da sabahtan akşama da olsa bir süreliğine aç kalan insan, iftar sofrasındaki bir lokma ekmeğin, bir yudum suyun kıymetini daha iyi anlar ve onları gönderen Rabb-i Rahim’ine karşı minnet duygularıyla dolar. Kendisinin ne kadar aciz olduğunu hisseder. Şükür duygusuyla oruç tutar. İnsan namazda başkalarının görmesini, duymasını düşünerek yapmacık tavırlara girebilir. Zekat verirken “Ne cömert adammış” desinler gibi bir düşünce taşıyabilir. Fakat, oruçta diğer ibadetlerdeki kadar riya olmaz. İnsan orucun kıymetine tam inanmıyorsa gizli bir yerde orucunu bozabilir. Şayet, bir insan yalnız başınayken bile orucunu bozmuyorsa, demek ki o, sadece Allah’ın rızası için oruç tutuyor. Dolayısıyla Allah o kulun niyetini bilir ve onu niyetindeki derinliğe göre ödüllendirir.”

Gerçek Oruç Nasıl Olmalı?

Annem sözlerine kısa bir ara verdikten sonra “Peki ben sana bir soru sorayım. Oruç tutmak nedir?” dedi. Cevabını bildiğim bir soruyu duyunca, hemen atıldım,

“Bunu kim bilmez ki anne? Sabah imsak vaktinden akşam ezanına kadar hiçbir şey yememek ve içmemektir.”

“Güzel ama cevabın biraz eksik gibi.. geçen gün Ayyüzlü’nün oruçla ilgili sorulan soruya verdiği cevabı duymadın galiba?”

Birkaç gün önce bir amca, Ayyüzlü’nün sohbetini dinleyebilmek için iki saatliğine oğlunu parkta oynatıp oynatamayacığımı sormuştu. Çok uzaklardan bir günlüğüne geldikleri için hem kendisinin hem de eşinin o günkü sohbeti kaçırmasını istemiyordu. Ben de bir fedakârlık yapma düşüncesiyle minik Ahmet’e bakmayı kabul etmiştim. Anlaşılan çok şey kaçırmıştım, merakla Ayyüzlü’nün cevabının ne olduğunu sordum anneme, o da aldığı notları aktardı:

“Orucu sadece aç durma ve susuz kalma şeklinde anlamamalıyız. Aynı zamanda gözümüze, kulağımıza, ağzımıza da oruç tutturmalıyız. Oruca başlarken yememeye, içmemeye niyet ettiğimiz gibi orucun ruhuna dokunacak ve onun özünü çatlatabilecek şeylere karşı kapanmaya da niyet etmeliyiz. Bu hususta ümmetini ikaz eden Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Nice oruç tutan vardır ki tuttuğu oruçtan onun yanına kalan sadece açlık ve susuzluktur.” buyurmuştur.

Oruç bir yandan kötüye ve kötülüklere kapanmak olduğu gibi, diğer yandan da iyiye ve iyiliklere açık durmak demektir. Sadece ağzı, gözü ve kulağı boş şeylere karşı kapama değil, aynı zamanda onları doluya açma.. kötülüklerden kaçarken güzel şeylerin peşinde olma ve güzellikleri görmeye çalışma.. ve böylece Ramazan’ın her gününü dolu dolu yaşama.. işte oruç tutma bu demektir.

Ramazan, bizim için bir fırsat ve bir kazanma mevsimidir. Nazıl ki, siz bir ticaret yapsanız, belli mevsimleri ve belli mekanları kollarsınız; bazı zamanlarda bazı pazarlara koşarsınız. Aynen öyle de, Ramazan’da, bir yönüyle, Cenab-ı Hakk’ın lütuf, ihsan ve kerem güneşi doğar ve “Yağmadır, alan alsın!” çağrısı yapılır. O çağrıya koşan herkes mutlaka bazı şeyler bulur, alır ve kazanır.”

Cennet Sofralarında İftar İçin...

Annem Ayyüzlü’nün sözlerini naklederken bir yandan da yufka açıyordu. Cümlesini tamamlayınca, “Mektûbat” adlı kitabı getirmemi istedi. O, sofranın kenarındaki ıslak bezle ellerini silerken ben de hemen koşup istediği kitabı getirdim. Çok okunmaktan yıpranmış sayfalardan birisini açtı ve bir yeri göstererek sesli okumam için işaret etti. O sayfada şunlar yazılıydı:

“Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?”

Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”

Allah Teâlâ nefse azap etmiş; onu Cehenneme atmış, sonra yine sormuş. O demiş:

“Ene ene, ente ente. (Ben benim, Sen sensin)”

Cenâb-ı Allah, nefsi ne ile cezalandırırsa cezalandırsın o bir türlü enâniyetten vazgeçmemiş.

Sonra, Allah açlıkla azap vermiş; yani nefsi aç bırakmış. Açlıktan kıvranan nefse yine sormuş: "Men ene? Ve mâ ente? (Ben kimim, sen nesin?)”

Bu defa nefis demiş: “Ente Rabbiye’r-Rahîm, Ve ene abdüke’l-âciz.” Yani, “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.”

Bu ibretli hadiseyi okuyunca orucun nefis terbiyesi için çok önemli bir yol olduğunu daha iyi anlamıştım. Ramazanla ve oruçla alâkalı sorularım henüz bitmemişti ama annem elindeki son yufkayı da açınca artık sofranın başından kalkma anı geldiğini farketmiştim. Onu daha fazla meşgul etmemek için oradan ayrılsam da kırmızı kitap hâlâ elimdeydi ve bu konuyla alâkalı sayfaları ileri geri çevirip duruyordum. Belki oradaki her şeyi anlayamayabilirdim; fakat, anlamakta zorluk çektiğim hususları da inşaallah akşam yemeğinden sonra babama sormaya karar vermiştim.

Annemle yaptığımız konuşma sonrasında çok heyecanlanmış, evimize gelecek bu kutlu misafiri daha büyük bir özlemle beklemeye koyulmuştum. Gerçi, burada ne cami, ne ezan, ne o coşkulu teravih namazları, ne top sesi, ne de önünden geçerken iştahımızın kabaracağı pide kokulu fırınlar var. Şimdi onların hepsi gözümde nasıl tütüyor bir bilseniz! Fakat, güzel insanların arasında olmak bir ölçüde bütün hasretlere merhem oluyor...

Bir de oruç emrine uyarak burada biraz aç ve susuz kalan, kulluğuna dikkat eden insanların ötede, asıl iftar vaktinde Rahmân’ın kevser-misal sözlerine muhatap olacaklarını düşünmek insanın gönlüne su serpiyor. İnşaallah biz de, “Kullarım, ben çok defa sizi renginiz kaçmış, benziniz sararmış-solmuş, gözleriniz içine çökmüş ve avurtlarınız çukurlaşmış olarak görüyordum. Buna benim için katlanıyordunuz. O geçmiş günlerde takdim ettiklerinize bedel haydi bugün afiyetle yiyin, için.” iltifatına mazhar olarak Cennet sofralarında iftar eden kullardan oluruz.

Hayırlı ve bereketli bir Ramazan geçirebilmemiz duası ve kabul olacağına inandığım dualarınızda bu arkadaşınızı da yâd etmeniz recâsıyla...

Arkadaşınız Talip Rıza :)
HERKUL.ORG :.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt