Bismillahirrahmânirrahîm
1. Ey örtünüp bürünen 2. Kalk da uyar. 3. Rabbini yücelt. 4. Nefsini arındır.
5. Şirkten uzak dur.
""""Geçmişte ulemanın, muhtelif zaman, biçim ve seviyelerde yaşanan travmaları teşhis ve tedavide benimsediği anlayış şuydu: Dinî/toplumsal hayatta yozlaşmaya yol açan her oluşum, düşüncede, zihniyette, inanç ve icraatta bir “bid’at”ın revaç bulmasındandır. Hz. Peygamber (s.a.v)’den ve Selef’ten tevarüs edilenlerle çelişen her anlayış “bid’at”tır ve Din’den bir unsuru devre dışı bırakarak onun yerini almıştır.[11] eş-Şâtıbî’nin el-İ’tisâm’ından et-Turtûşî’nin Kitâbu’l-Havâdis ve’l-Bida’’ına, Ebû Şâme’nin el-Bâ’is’inden es-Süyûtî’nin el-Emr bi’l-İttibâ’’ına kadar pek çok monografi, bu teşhis ve tedavi anlayışıyla kaleme alınmıştır. Hatta İmam el-Gazzâlî’nin İhyâ’sından, Birgivî Muhammed Efendi’nin Tarîkat-ı Muhammediyye’sine kadar “genel maksatlı” görünen pek çok çalışmaya vücut veren esas amil de yine bireysel ve toplumsal istikameti temin ve muhafaza gayretidir.
Modern dönemde yaşanan bozgunun sebepleri de elbette sorgulanmalıydı; sorgulandı da. Ancak mağlubiyet psikolojisi ile yapılan bu sorgulamayı benzerlerinden ayıran önemli noktalar vardı. Bunların başında Ümmet’in, “kendisini” değil de “dinini” sorgulamaya heveslendirilmesi gelir.[12] Zira şartlar ne ilk dönem fırkalaşma hareketlerinin zuhur ettiği, ne de Moğol ve Haçlı saldırılarının yaşandığı şartlarla benzeşmektedir. Hem içimizden (beynimizden) hem de dışımızdan kuşatıldığımız bu “yeni durum”da bulduğumuz (ya da bize telkin edilen?!), İslam’ın kendisinde veya Ümmet’in din telakkisinde mevcut olduğu düşünülen “arıza” idi!
Ernest Renan tarafından 19. yüzyılın son çeyreğinde dile getirilen ve aslında bütün Batı’ya hakim olan “İslam’ın mani-i terakki” olduğu düşüncesinin, “mağluplar” cenahından gördüğü mukabele şu oldu: İslam mani-i terakki değildir; bir suç varsa miskin, tembel, “mütevekkil” ve İslam’ı yanlış anlayan Müslümanlar’ındır![13] Bu savunma tarzının arka planında yatan “terakkiyi mutlaklaştırma” anlayışını görmek için belki de 21. yüzyıla kadar beklemek, terakkiyi mümkün kılan teknoloji devriminin insanlığa ve dünyaya nelere mal olduğunu bizzat müşahede etmek gerekecekti.[14] Elbette mesele sadece “terakkinin mutlaklaştırılması” ile kalmayacaktı. Zira terakkinin arka planında, ona hayat veren bir “zihniyet” vardı, yani terakki “sebep” değil, “sonuç”tu; dolayısıyla mesele, “sebeb”e irca edilmeliydi.
Muhammed Zâhid el-Kevserî merhum, o ünlü makalesinin “darb-ı mesel” haline gelen başlığında, İslam dünyasında yaşanan işbu “din sorgulaması” macerasının serencamını nefis özetlemişti: “el-Lâmezhebiyye Kantaratu’l-Lâdiniyye” yani “Mezhepsizlik Dinsizliğin Köprüsüdür.” Nitekim modern dönem “din sorgulaması” işe öncelikle mezhepleri sanık sandalyesine oturtmakla başladı; mezhepleri birleştirme fikri ortaya atıldı, taklid lanetlendi, yeni içtihad çağrıları yapılmaya başladı."""" ebubekir sifil..
1. Ey örtünüp bürünen 2. Kalk da uyar. 3. Rabbini yücelt. 4. Nefsini arındır.
5. Şirkten uzak dur.
""""Geçmişte ulemanın, muhtelif zaman, biçim ve seviyelerde yaşanan travmaları teşhis ve tedavide benimsediği anlayış şuydu: Dinî/toplumsal hayatta yozlaşmaya yol açan her oluşum, düşüncede, zihniyette, inanç ve icraatta bir “bid’at”ın revaç bulmasındandır. Hz. Peygamber (s.a.v)’den ve Selef’ten tevarüs edilenlerle çelişen her anlayış “bid’at”tır ve Din’den bir unsuru devre dışı bırakarak onun yerini almıştır.[11] eş-Şâtıbî’nin el-İ’tisâm’ından et-Turtûşî’nin Kitâbu’l-Havâdis ve’l-Bida’’ına, Ebû Şâme’nin el-Bâ’is’inden es-Süyûtî’nin el-Emr bi’l-İttibâ’’ına kadar pek çok monografi, bu teşhis ve tedavi anlayışıyla kaleme alınmıştır. Hatta İmam el-Gazzâlî’nin İhyâ’sından, Birgivî Muhammed Efendi’nin Tarîkat-ı Muhammediyye’sine kadar “genel maksatlı” görünen pek çok çalışmaya vücut veren esas amil de yine bireysel ve toplumsal istikameti temin ve muhafaza gayretidir.
Modern dönemde yaşanan bozgunun sebepleri de elbette sorgulanmalıydı; sorgulandı da. Ancak mağlubiyet psikolojisi ile yapılan bu sorgulamayı benzerlerinden ayıran önemli noktalar vardı. Bunların başında Ümmet’in, “kendisini” değil de “dinini” sorgulamaya heveslendirilmesi gelir.[12] Zira şartlar ne ilk dönem fırkalaşma hareketlerinin zuhur ettiği, ne de Moğol ve Haçlı saldırılarının yaşandığı şartlarla benzeşmektedir. Hem içimizden (beynimizden) hem de dışımızdan kuşatıldığımız bu “yeni durum”da bulduğumuz (ya da bize telkin edilen?!), İslam’ın kendisinde veya Ümmet’in din telakkisinde mevcut olduğu düşünülen “arıza” idi!
Ernest Renan tarafından 19. yüzyılın son çeyreğinde dile getirilen ve aslında bütün Batı’ya hakim olan “İslam’ın mani-i terakki” olduğu düşüncesinin, “mağluplar” cenahından gördüğü mukabele şu oldu: İslam mani-i terakki değildir; bir suç varsa miskin, tembel, “mütevekkil” ve İslam’ı yanlış anlayan Müslümanlar’ındır![13] Bu savunma tarzının arka planında yatan “terakkiyi mutlaklaştırma” anlayışını görmek için belki de 21. yüzyıla kadar beklemek, terakkiyi mümkün kılan teknoloji devriminin insanlığa ve dünyaya nelere mal olduğunu bizzat müşahede etmek gerekecekti.[14] Elbette mesele sadece “terakkinin mutlaklaştırılması” ile kalmayacaktı. Zira terakkinin arka planında, ona hayat veren bir “zihniyet” vardı, yani terakki “sebep” değil, “sonuç”tu; dolayısıyla mesele, “sebeb”e irca edilmeliydi.
Muhammed Zâhid el-Kevserî merhum, o ünlü makalesinin “darb-ı mesel” haline gelen başlığında, İslam dünyasında yaşanan işbu “din sorgulaması” macerasının serencamını nefis özetlemişti: “el-Lâmezhebiyye Kantaratu’l-Lâdiniyye” yani “Mezhepsizlik Dinsizliğin Köprüsüdür.” Nitekim modern dönem “din sorgulaması” işe öncelikle mezhepleri sanık sandalyesine oturtmakla başladı; mezhepleri birleştirme fikri ortaya atıldı, taklid lanetlendi, yeni içtihad çağrıları yapılmaya başladı."""" ebubekir sifil..