Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
Küresel sistemin ideolojik ve politik hesaplar sebebiyle, insanlık acıları, yalnızlıkları, hüzünleri, yoksunlukları dünya gündeminde gereği gibi yer almıyor. Uluslar arası sermaye hareketlerine ve iletişim hareketlerine egemen olanlar, küresel ölçekte bir etkileme gücüne sahip oldukları için, hemen hemen her ülkede siyasete de etkili olabiliyor.
Her alanda Amerikan mutlakıyetçiliğinin belirleyici olduğu günümüzde, hukuk keyfi bir şekilde sınırlandırılıyor, kısıtlanıyor. Bütün zamanlar boyunca uygarlığın ölçüsü hukuk olmuştur. Hukuk’un yürürlükten kaldırıldığı bir dünyada uygarlıktan söz edilemez, ancak, barbarlıktan söz edilebilir. Hukuk’un hafife alındığı bir dünyada, bugün olduğu gibi her alanda keyfi uygulamalar yürürlüğe girer. Zenginlerin, güçlülerin sahip olduğu hak ve hukuka, yoksul ve güçsüzlerin sahip olmadığı bir dünya zulmün ve şiddetin egemen olduğu bir dünyadır.
Rasyonalizm ve pragmatizmi yücelten modern Batı uygarlığı, bütün toplumlarda nihilizmi, anarşizmi ve karmaşayı büyütüyor. Modern uygarlığın kutsalları, insanlığı yıkıma sürüklüyor. Modern uygarlığın kutsalları nitelik ve derinlik erozyonunu kronik hale getiriyor.
Rasyonalizm ve pragmatizm insanları anlam kaynaklarından, aidiyet ve kimlik kaynaklarından, sosyal yapılardan ve ilişkilerden uzaklaştırarak, büyük bir boşluğa bırakıyor. İnsani, ahlaki, vicdani, ruhi gereksinimlere, alanlara, anlamlara hitap edemeyen, yanıt veremeyen, rasyonalizm ve pragmatizm, insanlığın psikolojik, duygusal ve sosyal dünyasını büyük bir çöle dönüştürüyor. Modern toplumlarda sosyal parçalanma ürküntü veren boyutlara ulaşıyor.
Çıkar düşüncesiyle biçimlenen modern dünya, toplum ve hayat görüşleri ahlaktan, vicdandan bağımsızlaştırıldıkları için, evrensel insanlık değerlerinin tahribine yol açıyor. Modern akılcılık çıkara tapınışı bir hayat tarzına dönüştürdü. Yalnızca çıkara dayalı bir hayat anlayışı, bireyle toplum arasındaki uyumu bütünüyle bozdu ve bu suretle bireyle toplum birbirinden uzaklaştı. Çıkara tapınana modern akılcılığın günümüzde görüldüğü üzere, keyfi zulümleri, adaletsizlikleri, keyfi tahakkümü, sömürücülüğü önleme yeteneği ve potansiyeli yoktur.
Günümüz dünyasında ekonomik siyaset anlayışı; kültürel, ahlaki, entelektüel siyasetlere yer bırakmıyor. Hukukun ve vicdanın evrenselci ilkeleri, küresel militarizm tarafından yok sayılıyor. Küresel militarizm, yoksul/güçsüz ülkeleri her alanda bağımlı hale getiriyor. Özellikle bu dönemde İslam dünyası ülkeleri, siyasal, ekonomik ve kültürel çöplük olarak kullanılıyor. Küreselleşmenin hukuki temelinin, boyutunun, bağlamının bulunmadığını görüyoruz. Hukuku olmayan bir küresellik nedeniyle, günümüz dünyasında müslümanlara karşı kurumsallaştırılmış ve yapısal bir ayırımcılık uygulanıyor.
Dünya hep değişiyor, ancak, Filistinliler’in, Keşmirliler’in, Afganistanlılar’ın, Çeçenistanlılar’ın acıları, mahrumiyetleri hiç değişmiyor. Filistinliler’e, Keşmirliler’e, Afganistanlılar’a, Çeçenistanlılar’a yönelik katliamlar, soykırımlar durdurulamıyor. Milliyet ile din arasında, din ile devlet arasında bir ayrım olmayan, dini ve milli kimliğin bir bütün olduğu İsrail’de bu durum hiç kimse için hiçbir şekilde bir sorun teşkil etmezken, aynı durumun bir İslam dünyası ülkesinde ortaya çıkışı durumunda, o ülke en ağır saldırılara, en ağır sorgulamalar ve baskılara muhatap kılınıyor.
Yeni emperyalizm, yeni militarizmin neden olduğu derin insanlık acıları karşısında İslam Dünyası yönetimlerinin ve toplumlarının içerisinde bulunduğu sessizlik, onursuz bir sessizliktir. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, düşüncelerimizin, pratiklerimizin, çabalarımızın, ilişkilerimizin anlamını içtenlikle sorgulayabilmeliyiz. Her zamandan daha çok bugün, anlamlı hayatlar kurmak ve ahlaki yargılarımızı somutlaştırmak zorundayız. Kötü olan hata yapmak değil, yapılan hatalardan ders çıkarmamaktır.
Birikmiş ve kronik hale gelmiş sorunlarımız olduğunu kabul ederek bunları tartışmaya açmayı başarmalıyız. Kültürel olarak, ahlaki olarak, entelektüel olarak çekici ve etkileyici hale gelmeliyiz. Kitleleri pasifize eden hamasete ve popülizme itibar etmemeliyiz. Kendimize özgülüğümüzü koruyarak, kimliğimizi, düşüncelerimizi, kültürümüzü evrenselciliğe açık bir çerçeve içerisinde sunmalıyız.
Sorunlarının bilincinde olmayan bir toplulukla bir gelecek projesi tasarlanamaz. Yeni bir inşa’ya, tartışmaya, özeleştiriye yol açması, imkan vermesi halinde, yenilgilerden olumlu içerikler ve işlevler üretilebileceği unutulmamalıdır.
Bütün kültürlerin bir şekilde küreselleşme süreçlerinden etkilendiği bu dönemde, teslimiyetçi yanıtlara, reaksiyoner yanıtlara yaslanmamalıyız. Ölçüsüz iyimserlikleri terk ederek, gerçekçi iyimserliklere yönelmeliyiz. Zihni varlığımız, kalbi varlığımız, ahlaki varlığımızı büyük bir özveri ile bir kez daha seferber edebilmeliyiz.
Anlam ve amaç duygularımızı yenileyebilmeliyiz.
Umutlarımızın, heyecanlarımızın, hüzünlerimizin istismar edilmesine izin vermemeliyiz.
Manipüle eden bir dil yerine, davet eden, ikna eden bir dil kurmalıyız. Sadece redde ve savunmaya dayalı bir dilin ve söylemin kalıcılığı olamaz.
Hayatımızın bağlı bulunduğumuz temel değerlerle uyum içerisinde olmasına özen göstermeliyiz.
Eski alışkanlıklarımızı tekrar eder ve bu alışkanlıklara kilitlenirsek, umutlarımızı kaybedebiliriz. Umutlarımızı yenileyebilmemiz için yeni düşünceler, bakışlar ve arayışlar içerisine girmeliyiz.
Her durumda itaat fikri, bağımsız bir kişiliğin ortaya çıkmasına imkan vermez. Bu tür bir itaat fikrini benimseyenlerin, katıldıkları toplulukların/cemaatlerin zenginleşmesine katkıda bulundukları görülmemiştir. Bütün durumlara kolaylıkla intibak edenler, hiçbir durumu sorgulayamaz, sınayamaz ve aşamazlar. İslam Dünyası toplumlarında kavramlar, kurumlar, ilkeler ve değerlere dayalı bir tercih ve duyarlık yerine; kişilere yönelik, kişilerin ufkuyla sınırlı tercihler ve duyarlılıkların bir gelenek haline gelmiş olması nedeniyle, İslami bilinci evrensel anlamda somutlaştırma çabaları bir sonuç vermiyor.
İslam Dünyası toplumları, cemaat liderleri konumunda bulunan kişilerin ürettiği hayali iyimserliklerle yirminci yüzyılı kötü bir şekilde kaybettiler. Bugün de karşı karşıya bulunduğumuz küresel kuşatma nedeniyle, hayali kötümserliklere, romantik düşlere ve fantezilere kapılmadan, her zaman yeni bir seçenek olduğunu düşünerek, gerçek çabalara tutunarak kendimize yeni bir yol açabiliriz.
İnsanlığın acılarını, sorumluluklarını içtenlikle paylaşmadıkça, kimsenin vicdanını rahatlatma imkanı bulunamayacağını unutmamalıyız.
Her alanda Amerikan mutlakıyetçiliğinin belirleyici olduğu günümüzde, hukuk keyfi bir şekilde sınırlandırılıyor, kısıtlanıyor. Bütün zamanlar boyunca uygarlığın ölçüsü hukuk olmuştur. Hukuk’un yürürlükten kaldırıldığı bir dünyada uygarlıktan söz edilemez, ancak, barbarlıktan söz edilebilir. Hukuk’un hafife alındığı bir dünyada, bugün olduğu gibi her alanda keyfi uygulamalar yürürlüğe girer. Zenginlerin, güçlülerin sahip olduğu hak ve hukuka, yoksul ve güçsüzlerin sahip olmadığı bir dünya zulmün ve şiddetin egemen olduğu bir dünyadır.
Rasyonalizm ve pragmatizmi yücelten modern Batı uygarlığı, bütün toplumlarda nihilizmi, anarşizmi ve karmaşayı büyütüyor. Modern uygarlığın kutsalları, insanlığı yıkıma sürüklüyor. Modern uygarlığın kutsalları nitelik ve derinlik erozyonunu kronik hale getiriyor.
Rasyonalizm ve pragmatizm insanları anlam kaynaklarından, aidiyet ve kimlik kaynaklarından, sosyal yapılardan ve ilişkilerden uzaklaştırarak, büyük bir boşluğa bırakıyor. İnsani, ahlaki, vicdani, ruhi gereksinimlere, alanlara, anlamlara hitap edemeyen, yanıt veremeyen, rasyonalizm ve pragmatizm, insanlığın psikolojik, duygusal ve sosyal dünyasını büyük bir çöle dönüştürüyor. Modern toplumlarda sosyal parçalanma ürküntü veren boyutlara ulaşıyor.
Çıkar düşüncesiyle biçimlenen modern dünya, toplum ve hayat görüşleri ahlaktan, vicdandan bağımsızlaştırıldıkları için, evrensel insanlık değerlerinin tahribine yol açıyor. Modern akılcılık çıkara tapınışı bir hayat tarzına dönüştürdü. Yalnızca çıkara dayalı bir hayat anlayışı, bireyle toplum arasındaki uyumu bütünüyle bozdu ve bu suretle bireyle toplum birbirinden uzaklaştı. Çıkara tapınana modern akılcılığın günümüzde görüldüğü üzere, keyfi zulümleri, adaletsizlikleri, keyfi tahakkümü, sömürücülüğü önleme yeteneği ve potansiyeli yoktur.
Günümüz dünyasında ekonomik siyaset anlayışı; kültürel, ahlaki, entelektüel siyasetlere yer bırakmıyor. Hukukun ve vicdanın evrenselci ilkeleri, küresel militarizm tarafından yok sayılıyor. Küresel militarizm, yoksul/güçsüz ülkeleri her alanda bağımlı hale getiriyor. Özellikle bu dönemde İslam dünyası ülkeleri, siyasal, ekonomik ve kültürel çöplük olarak kullanılıyor. Küreselleşmenin hukuki temelinin, boyutunun, bağlamının bulunmadığını görüyoruz. Hukuku olmayan bir küresellik nedeniyle, günümüz dünyasında müslümanlara karşı kurumsallaştırılmış ve yapısal bir ayırımcılık uygulanıyor.
Dünya hep değişiyor, ancak, Filistinliler’in, Keşmirliler’in, Afganistanlılar’ın, Çeçenistanlılar’ın acıları, mahrumiyetleri hiç değişmiyor. Filistinliler’e, Keşmirliler’e, Afganistanlılar’a, Çeçenistanlılar’a yönelik katliamlar, soykırımlar durdurulamıyor. Milliyet ile din arasında, din ile devlet arasında bir ayrım olmayan, dini ve milli kimliğin bir bütün olduğu İsrail’de bu durum hiç kimse için hiçbir şekilde bir sorun teşkil etmezken, aynı durumun bir İslam dünyası ülkesinde ortaya çıkışı durumunda, o ülke en ağır saldırılara, en ağır sorgulamalar ve baskılara muhatap kılınıyor.
Yeni emperyalizm, yeni militarizmin neden olduğu derin insanlık acıları karşısında İslam Dünyası yönetimlerinin ve toplumlarının içerisinde bulunduğu sessizlik, onursuz bir sessizliktir. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, düşüncelerimizin, pratiklerimizin, çabalarımızın, ilişkilerimizin anlamını içtenlikle sorgulayabilmeliyiz. Her zamandan daha çok bugün, anlamlı hayatlar kurmak ve ahlaki yargılarımızı somutlaştırmak zorundayız. Kötü olan hata yapmak değil, yapılan hatalardan ders çıkarmamaktır.
Birikmiş ve kronik hale gelmiş sorunlarımız olduğunu kabul ederek bunları tartışmaya açmayı başarmalıyız. Kültürel olarak, ahlaki olarak, entelektüel olarak çekici ve etkileyici hale gelmeliyiz. Kitleleri pasifize eden hamasete ve popülizme itibar etmemeliyiz. Kendimize özgülüğümüzü koruyarak, kimliğimizi, düşüncelerimizi, kültürümüzü evrenselciliğe açık bir çerçeve içerisinde sunmalıyız.
Sorunlarının bilincinde olmayan bir toplulukla bir gelecek projesi tasarlanamaz. Yeni bir inşa’ya, tartışmaya, özeleştiriye yol açması, imkan vermesi halinde, yenilgilerden olumlu içerikler ve işlevler üretilebileceği unutulmamalıdır.
Bütün kültürlerin bir şekilde küreselleşme süreçlerinden etkilendiği bu dönemde, teslimiyetçi yanıtlara, reaksiyoner yanıtlara yaslanmamalıyız. Ölçüsüz iyimserlikleri terk ederek, gerçekçi iyimserliklere yönelmeliyiz. Zihni varlığımız, kalbi varlığımız, ahlaki varlığımızı büyük bir özveri ile bir kez daha seferber edebilmeliyiz.
Anlam ve amaç duygularımızı yenileyebilmeliyiz.
Umutlarımızın, heyecanlarımızın, hüzünlerimizin istismar edilmesine izin vermemeliyiz.
Manipüle eden bir dil yerine, davet eden, ikna eden bir dil kurmalıyız. Sadece redde ve savunmaya dayalı bir dilin ve söylemin kalıcılığı olamaz.
Hayatımızın bağlı bulunduğumuz temel değerlerle uyum içerisinde olmasına özen göstermeliyiz.
Eski alışkanlıklarımızı tekrar eder ve bu alışkanlıklara kilitlenirsek, umutlarımızı kaybedebiliriz. Umutlarımızı yenileyebilmemiz için yeni düşünceler, bakışlar ve arayışlar içerisine girmeliyiz.
Her durumda itaat fikri, bağımsız bir kişiliğin ortaya çıkmasına imkan vermez. Bu tür bir itaat fikrini benimseyenlerin, katıldıkları toplulukların/cemaatlerin zenginleşmesine katkıda bulundukları görülmemiştir. Bütün durumlara kolaylıkla intibak edenler, hiçbir durumu sorgulayamaz, sınayamaz ve aşamazlar. İslam Dünyası toplumlarında kavramlar, kurumlar, ilkeler ve değerlere dayalı bir tercih ve duyarlık yerine; kişilere yönelik, kişilerin ufkuyla sınırlı tercihler ve duyarlılıkların bir gelenek haline gelmiş olması nedeniyle, İslami bilinci evrensel anlamda somutlaştırma çabaları bir sonuç vermiyor.
İslam Dünyası toplumları, cemaat liderleri konumunda bulunan kişilerin ürettiği hayali iyimserliklerle yirminci yüzyılı kötü bir şekilde kaybettiler. Bugün de karşı karşıya bulunduğumuz küresel kuşatma nedeniyle, hayali kötümserliklere, romantik düşlere ve fantezilere kapılmadan, her zaman yeni bir seçenek olduğunu düşünerek, gerçek çabalara tutunarak kendimize yeni bir yol açabiliriz.
İnsanlığın acılarını, sorumluluklarını içtenlikle paylaşmadıkça, kimsenin vicdanını rahatlatma imkanı bulunamayacağını unutmamalıyız.