Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
Bir şeyin değeri hayata kazındırdığı değerler nispetindedir. Ona verilen emekse bu değerler nispetinde olmalıdır. Emek verilen şey büyükse büyük, küçükse küçük, hiçse hiç olmalıdır. Küçük olana büyük emek, büyük olana da küçük emekler vermek sıradan, basit ve menfaatperest insanların işidir.
Emeğin sözcük anlamı; bir işin yapılması için sarfedilen maddi ve zihni güçtür. Bu gayreti gösterene ise "Hizmetçi" denir. Emek vermek hizmet etmek, hizmet etmekse bir amacı gerçekleştirmek için çalışmak anlamına gelmektedir.
Meseleyi genel anlamda ele aldığımızda görüyoruz ki her insan birer hizmetçidir. Görüyoruz ki herkesin kendine göre idealleri, hedefleri ve zorunlulukları var. Bunları gerçekleştirmek için ise çalışmak, gayret göstermek ve emek vermek zorundadır. Bu gayretin anlamı hizmettir. Hizmet ise hizmetçilerin işidir. Demek ki herkes her an bir şeylere hizmet etmek suretiyle hizmetçilik yapmaktadır.
Hizmet edenin değeri hizmetini yaptığı şeyin değeriyle eş oranlıdır. Kapitalizmin (yalnızca maddenin) hayata hakim olması için çalışan bir komünistin değeriyle, güzel ahlakın (insanı insan yapan değerlerin) hakimiyeti için çalışan bir Müslüman'ın değeri aynı değildir. Kişiye verilen şeref onun uğruna ter döktüğü şeyin şerefi nispetinde olmalıdır.
En şerefli kişi en değerli olana hizmet eden kişidir. Hizmetçi vardır, hizmet ettiği şeyin değerine göre "rezildir", hizmetçi vardır yine bu anlamda "vezirdir". Rezillik yaparak ta hizmet mümkün vezirlik yaparak ta…
Allah tarafından gönderilen dinin adı "İslam"dır. İslam'ın gayesi yaşanılabilir her yerde "temiz bir toplum" meydana getirebilmektir. Bu nihai (en son) hedeftir. Bu hedef için çalışmak kadar yüce bir şeref olamaz. Kişiye kazandırılan bu şeref onu iki cihanda da aziz eder. Bu hizmetçiler (İslam'ın hadimleri) yeryüzünün "en şerefli" hizmetçileridir. Hizmet ettikleri değerler rabbani değerler olduğu için değerleri de rabbani olacaktır. (İnşaallah).
Hiçbir ideolojik hareket toplumu İslam kadar düşünmemiştir. Hiçbir kurum, kuruluş, dernek, vakıf ve lokal insana onun kadar önem vermemiştir. Bu sebeple ona hizmet edenler en yüksek ideale hizmet ettikleri için değerin en yüksek olanına layık olacaklardır. Ona hizmet edilsin de nasıl ve ne şekilde edilirse edilsin şeref sahibi olmayı gerektirecek bir hizmettir.
İslam'a hizmet edenlerin hizmet biçimleri birbirilerinden farklı olabilir. Kimileri ilmi bir cemaatin içerisinde Cenab-ı Hakk'ın "el-Alim (Her şeyi bilen)" isminin topluma hakimiyeti için çalışırlarken, bir başkası bir tasavvuf hareketi içerisinde "el-Vedud (seven ve sevilen)" isminin tecellisi için çalışabilir. Kimileri hizmette fiili cihadı esas alırken, kimileride siyasi bir oluşumun içerisinde bu hizmeti yerine getirmeye çalışabilirler. Bütün bunlar olması gereken şeylerdir. Çünkü "temiz toplum" dediğimiz toplum ancak bütün bu parçacıkların bir araya getirilmesiyle ortaya çıkar.
Ama hizmet samimiyet ister, özveri ister, akıl ve gönül sancısı ister. Çünkü gayret "özveri, akıl ve gönül" çilesiyle olgunlaşabilir. Ancak böyle istenilen hizmet ortaya konulabilir. Maalesef bu gün hizmet kadrosunun içinde bulunan kişilerin bir kısmı bu samimiyeti yakalayamamış ve kendisine verilen "kutsal" vazifeyi gelecek endişesiyle çıkar amaçlı olarak kullanabilmektedirler. Bunların bir kısmı kadronun içerisinde ki ehliyetsiz kişiler (cahiller) olduğu gibi, bir kısmı da ehliyetli yada ehliyetsiz içten hesap simsarlardır.
Bu tip insanların asıl amacı vazifeyi hakkıyla yerine getirerek ilah-i rızayı kazanmak değil beşeri rızayı kazanmaktır. Çevresi tarafından sevilen birisi haline gelmek, onların teveccühlerine mahzar olmaya çalışmak bu tip insanların kalplerinde taşıdıkları düşüncelerden sadece bir kaçıdır.
"Desinler ki şu adam çok iyi hizmet ediyor tam bir aksiyon adamıdır. Şu adam çok iyi beyit söylüyor tam bir aşıktır. Şu adam iyi sohbet ediyor tam bir hatiptir. Şu adamın çok iyi bir bilgisi var, tam bir alimdir".
Bütün bunlar en çok hoşlandığı sözlerin başında gelir. Bu tip konuşmaların toplum içerisinde yaygınlaşması için koşturur, konuşur, söyler ve sohbet eder. Bunlar insanların arasına karıştıkları zaman ehl-i takva görünürken, yalnız kaldığında bırakır her şeyi de gevşeyip gider. Yalnızken namazların Tadil-i Erkanına hiç dikkat etmezken, toplum içerisinde kılmış olduğu namazlarına gayet dikkatli derin ve hassastır. Ağır ağır kılar, tane tane okur.
Huzurla tekbir alır, huşu ile secdeye varır. Nice kez ilahi cezbenin tecellisiyle çırpınmaktan ve gözyaşı dökmekten geri durmaz. Ama tek kaldığında ne hikmettir ki bu emmare(işaret)leri üzerinde görmen mümkün değildir. Bütün bunları içsel çırpınışından dolayı değil insanlara samimi olduğunu göstermesi açısından yapmaktadır. Çevresinin hayranlığını kazanmak onlardan "afferin" almak onun için en büyük mükafattır. Çünkü hayran kitlesi ne kadar çok olursa kariyer ve karizması o kadar yüce(!) olacaktır.
Bir gün, sırf kariyer yapma uğruna, gösteriş için hizmet edenlerin hizmetlerinin karşılığı ancak "yazıklar olsun" (Maun Suresi:4) olabilir dediğimde, bana; "O kadarda değil, hizmet edilen insanların onun için ettiği dua ve hüsn-ü şehadet onu temize çıkarır" denmişti de iliklerime kadar ürpermiştim.
Şayet burada ki "temize çıkarır" ifadesi "belki bir gün dua edenlerin duası kabul olurda Allah'ü Te'ala onu ıslah eder ve kurtulur" anlamında ise mümkün (olabilir), buna diyecek bir şey yok. Yok ama öyle değil de İslam'ı iğrenç idealleri için kullanıyorsa ona değil bir cemaat, koca bir ülke hüsn-ü şehadette bulunsa yine kurtulamaz. Bir mümin, bu denli bozuk ve gayr-i İslami bir anlayışa sahip olamaz.
Şayet niyet kötüde olsa maksat hizmet etmekse "Ameller niyetlere göredir" (Kütübi sitte/ 5715. Buhâri, Müslim, Tirmizi) hadis-i şerifini nereye koyacağız? Ya; "İşte (şu) namaz kılanların vay haline, ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar…" (Maun Suresi: 4-5-6) ayetlerini? Allah'ü Te'ala ne diye sadece namaz kılmak için gösterilen gayreti yeterli saymadı da, niyet ve samimiyeti kabulün şartı olarak getirdi? Peki efendimiz neden amelin geçerliliğini niyete bağladı? Bile bile yapmış olduğumuz çirkinliklerimizin üzerini başkalarının duaları örtecekmiş öylemi!
Aldığımız çok dua bizim cennete gitmemize yeterli sebep olacakmış öylemi! İhtimali varmış öylemi!.. Nerede kaldı niyet, ihlas, samimiyet? Ya uhud savaşında yaşanan Kuzman olayını nereye koyacağız? (İbnu Hişam, III, 93-94; Ayrıca bkz. Buhari, Cihad, 77) Peki Abdullah ibn Revaha'nın tahtının eğik olmasını, onu nasıl yorumlayacağız!? (Hazreti Muhammed Mustafa, S. 372)
Bizi cennete taşıyacak olan şey hizmet ettiğimiz insanların çokluğu değil, kalplerimizde taşıdığımız samimiyetimizin çokluğudur. Samimi olduktan sonra hizmet ettiğin kişinin sayısı "bir"de olsa cennete girmek mümkündür. Ama o samimiyet yokta hinlik çoksa hizmet ettiğin insanların sayısı on binde olsa bir hiç olmaktan kurtulamazsın.
Bu tür insanlar, dünyevi çıkarlarına ulaşabilmek için önünde ki engel kim olursa olsun onu eritmekten de çekinmemektedirler. Bu arkadaşları dahi olsa… Kendi kariyerini koruma ve yükseltme adına cemaat içerisinde sivrilip çıkan, yada çıkma ihtimali olan her kişi onlar için parazittir. O kişiler hakkında olumsuz beyanatlarda bulunma, horlama, kirleme onların özelliklerinden sadece bir kaçıdır.
Bakıyorsun ki arkadaşları hakkında atıp tutuyor da, doğrudan yada dolaylı onun işe yaramaz adamın teki olduğunu ima etmeye çalışıyor. Yaptığı hizmetin güzel taraflarını ön plana çıkarma yerine beceremediği taraflarını çıkarıyor. Yüzde doksan sekiz güzellikleri göremeyip de yüzde iki kötü tarafı görerek onu dillendirmek, ham, basit, simsar ve samimiyetsizlerin işidir.
Amacı hizmet değil de kariyer olan kişi yüzde yüz güzel hizmet eden arkadaşları hakkında da iftira atmaktan geri durmaz. Hiç yapmadığı bir şeyi yapmış gibi göstermek, işlemediği bir günahı işledi gibi göstermek, söylemediği bir sözü söylemiş gibi anlatmak bu tüp insanların özelliklerindendir.
Mümine düşen vazife kendisine verilen hizmeti hakkıyla yerine getirmeye çalışmaktır. Samimiyet onun azığı, gayret atı, bilgide kamçısı olduktan sonra yolda kalacağına dair endişeler taşımasın. Mümin hizmetini kariyer sahibi olmak için değil cemal sahibi olmak için yapar. O arkadaşlarına köstek olan değil tümsekte kalan bir tekerlek varsa onu çıkarmaya çalışmak için yürür. Arkadaşının yıkayan eli, tebrik eden dili, koku veren gülü olur. Düşmanlar hadden aşkınken köpekler gibi bir parça kemik uğruna arkadaşlarına saldırmaz.
Herkes İslam'a hizmet için yola çıkıyor da kaç kişi ona istediği düzeyde hizmeti sunabiliyor Allah bilir. Bu gün Müslümanların en önemli sorunlarından biri budur; Samimiyet… Şayet Cenab-ı Hak hizmet edenleri bir eleğe koyup ta elemiş olsaydı acaba kaç kişi eleğin üstünde kalmayı başarabilirdi. Ah bir bilebilsem… Onu bilemem, bilememde, hazreti Ömer'in dediği gibi "bizim adam gibi adamlara" ihtiyacımız olduğunu iyi bilirim.
O'nsuz kendisine hayat verilse tepecek olan yiğitlere ihtiyacımız var. Bir eline güneşi bir eline ayı verseniz "yar"dan yüzünü çevirmeyecek olan erlere… Samimiyet ve yokluğu yegane sermaye ve kariyer sayan aslanlara ihtiyacımız var.
Hazreti Ömer (radıyallahu anh) arkadaşlarına sorar bir gün: "Ey İslam'a hizmet etmek isteyen arkadaşlarım Cenab-ı Hak sizin duanızı kabul edecek olsa ondan ne isterdiniz?" Biri: "Ya Emire'l-mü'minin, Allah duamı kabul edecek olsaydı, Ondan bir sandık dolusu altın isterdim de onunla İslam'a hizmet ederdim." diyor.
Bir başkası: "Ben de hizmet için bir sandık dolusu gümüş isterdim" diye cevaplıyor. Bir başkası ise: "Ben Cenab-ı Haktan sahralar dolusu koyun isterdim ki o koyunların yününü, etini, sütünü Müslümanlara vereyim de İslam'ın hizmetkarı olayım…" Herkes bir şeyler söylüyor…
En son hazreti Ömer'in cevabı merak edilmektedir. Ve ona sorarlar: "Sen ne isterdin ey Ömer" O şu unutulmaz cevabı veriyor: "Eğer Cenab-ı Hak benim duamı kabul edip de istediğimi verecek olsaydı, hizmet için ne sizin gibi sandık dolusu altın ve gümüş, nede sahralar dolusu koyun, sığır ve deve isterdim. Ben "adam gibi adam isterdim" buyuruyor. "Ebu Ubeyde, Ebu Zer ve Muaz ibni Cebel gibi adamlar…"
İşte bize hava kadar su kadar lazım olan şey, ehliyet sahibi adamlar. Ne zaman ki ehliyetsiz insanları iş başına getirdik o gün bu gün kan kaybeder olduk. Biz ehliyetsiz insanların iş başın gelmelerini sadece siyasi anlamda algıladığımız için diğer makamları ihmal ettik. Ehliyetli olsun olmasın orayı doldursun da deyip yığdıkça yığdık.
Ehliyetsiz mutasavvıf, ehliyetsiz alim, Ehliyetsiz sohbet eden, ehliyetsiz ilahi söyleyen, ehliyetsiz ezan okuyan, ehliyetsiz radyo programı, televizyon programı yapan vs. bunları hiç önemsemedik. Buralarda da ehliyetin gerekli olduğunu düşünemedik.
Yani oraları adam olmayan adamcıklarla doldurduk. Derken bu yüzden bu gün, sabahı bir türlü gelmeyen geceye mahkum olduk. "Hizmetlerimizde samimi olmadığımız için zulüm var." Eğer bu samimiyet bilincini yakalayamazsak daha çok kendi basit egolarımızın kıskacında inim inim inlemeye devam ederiz.
Emeğin sözcük anlamı; bir işin yapılması için sarfedilen maddi ve zihni güçtür. Bu gayreti gösterene ise "Hizmetçi" denir. Emek vermek hizmet etmek, hizmet etmekse bir amacı gerçekleştirmek için çalışmak anlamına gelmektedir.
Meseleyi genel anlamda ele aldığımızda görüyoruz ki her insan birer hizmetçidir. Görüyoruz ki herkesin kendine göre idealleri, hedefleri ve zorunlulukları var. Bunları gerçekleştirmek için ise çalışmak, gayret göstermek ve emek vermek zorundadır. Bu gayretin anlamı hizmettir. Hizmet ise hizmetçilerin işidir. Demek ki herkes her an bir şeylere hizmet etmek suretiyle hizmetçilik yapmaktadır.
Hizmet edenin değeri hizmetini yaptığı şeyin değeriyle eş oranlıdır. Kapitalizmin (yalnızca maddenin) hayata hakim olması için çalışan bir komünistin değeriyle, güzel ahlakın (insanı insan yapan değerlerin) hakimiyeti için çalışan bir Müslüman'ın değeri aynı değildir. Kişiye verilen şeref onun uğruna ter döktüğü şeyin şerefi nispetinde olmalıdır.
En şerefli kişi en değerli olana hizmet eden kişidir. Hizmetçi vardır, hizmet ettiği şeyin değerine göre "rezildir", hizmetçi vardır yine bu anlamda "vezirdir". Rezillik yaparak ta hizmet mümkün vezirlik yaparak ta…
Allah tarafından gönderilen dinin adı "İslam"dır. İslam'ın gayesi yaşanılabilir her yerde "temiz bir toplum" meydana getirebilmektir. Bu nihai (en son) hedeftir. Bu hedef için çalışmak kadar yüce bir şeref olamaz. Kişiye kazandırılan bu şeref onu iki cihanda da aziz eder. Bu hizmetçiler (İslam'ın hadimleri) yeryüzünün "en şerefli" hizmetçileridir. Hizmet ettikleri değerler rabbani değerler olduğu için değerleri de rabbani olacaktır. (İnşaallah).
Hiçbir ideolojik hareket toplumu İslam kadar düşünmemiştir. Hiçbir kurum, kuruluş, dernek, vakıf ve lokal insana onun kadar önem vermemiştir. Bu sebeple ona hizmet edenler en yüksek ideale hizmet ettikleri için değerin en yüksek olanına layık olacaklardır. Ona hizmet edilsin de nasıl ve ne şekilde edilirse edilsin şeref sahibi olmayı gerektirecek bir hizmettir.
İslam'a hizmet edenlerin hizmet biçimleri birbirilerinden farklı olabilir. Kimileri ilmi bir cemaatin içerisinde Cenab-ı Hakk'ın "el-Alim (Her şeyi bilen)" isminin topluma hakimiyeti için çalışırlarken, bir başkası bir tasavvuf hareketi içerisinde "el-Vedud (seven ve sevilen)" isminin tecellisi için çalışabilir. Kimileri hizmette fiili cihadı esas alırken, kimileride siyasi bir oluşumun içerisinde bu hizmeti yerine getirmeye çalışabilirler. Bütün bunlar olması gereken şeylerdir. Çünkü "temiz toplum" dediğimiz toplum ancak bütün bu parçacıkların bir araya getirilmesiyle ortaya çıkar.
Ama hizmet samimiyet ister, özveri ister, akıl ve gönül sancısı ister. Çünkü gayret "özveri, akıl ve gönül" çilesiyle olgunlaşabilir. Ancak böyle istenilen hizmet ortaya konulabilir. Maalesef bu gün hizmet kadrosunun içinde bulunan kişilerin bir kısmı bu samimiyeti yakalayamamış ve kendisine verilen "kutsal" vazifeyi gelecek endişesiyle çıkar amaçlı olarak kullanabilmektedirler. Bunların bir kısmı kadronun içerisinde ki ehliyetsiz kişiler (cahiller) olduğu gibi, bir kısmı da ehliyetli yada ehliyetsiz içten hesap simsarlardır.
Bu tip insanların asıl amacı vazifeyi hakkıyla yerine getirerek ilah-i rızayı kazanmak değil beşeri rızayı kazanmaktır. Çevresi tarafından sevilen birisi haline gelmek, onların teveccühlerine mahzar olmaya çalışmak bu tip insanların kalplerinde taşıdıkları düşüncelerden sadece bir kaçıdır.
"Desinler ki şu adam çok iyi hizmet ediyor tam bir aksiyon adamıdır. Şu adam çok iyi beyit söylüyor tam bir aşıktır. Şu adam iyi sohbet ediyor tam bir hatiptir. Şu adamın çok iyi bir bilgisi var, tam bir alimdir".
Bütün bunlar en çok hoşlandığı sözlerin başında gelir. Bu tip konuşmaların toplum içerisinde yaygınlaşması için koşturur, konuşur, söyler ve sohbet eder. Bunlar insanların arasına karıştıkları zaman ehl-i takva görünürken, yalnız kaldığında bırakır her şeyi de gevşeyip gider. Yalnızken namazların Tadil-i Erkanına hiç dikkat etmezken, toplum içerisinde kılmış olduğu namazlarına gayet dikkatli derin ve hassastır. Ağır ağır kılar, tane tane okur.
Huzurla tekbir alır, huşu ile secdeye varır. Nice kez ilahi cezbenin tecellisiyle çırpınmaktan ve gözyaşı dökmekten geri durmaz. Ama tek kaldığında ne hikmettir ki bu emmare(işaret)leri üzerinde görmen mümkün değildir. Bütün bunları içsel çırpınışından dolayı değil insanlara samimi olduğunu göstermesi açısından yapmaktadır. Çevresinin hayranlığını kazanmak onlardan "afferin" almak onun için en büyük mükafattır. Çünkü hayran kitlesi ne kadar çok olursa kariyer ve karizması o kadar yüce(!) olacaktır.
Bir gün, sırf kariyer yapma uğruna, gösteriş için hizmet edenlerin hizmetlerinin karşılığı ancak "yazıklar olsun" (Maun Suresi:4) olabilir dediğimde, bana; "O kadarda değil, hizmet edilen insanların onun için ettiği dua ve hüsn-ü şehadet onu temize çıkarır" denmişti de iliklerime kadar ürpermiştim.
Şayet burada ki "temize çıkarır" ifadesi "belki bir gün dua edenlerin duası kabul olurda Allah'ü Te'ala onu ıslah eder ve kurtulur" anlamında ise mümkün (olabilir), buna diyecek bir şey yok. Yok ama öyle değil de İslam'ı iğrenç idealleri için kullanıyorsa ona değil bir cemaat, koca bir ülke hüsn-ü şehadette bulunsa yine kurtulamaz. Bir mümin, bu denli bozuk ve gayr-i İslami bir anlayışa sahip olamaz.
Şayet niyet kötüde olsa maksat hizmet etmekse "Ameller niyetlere göredir" (Kütübi sitte/ 5715. Buhâri, Müslim, Tirmizi) hadis-i şerifini nereye koyacağız? Ya; "İşte (şu) namaz kılanların vay haline, ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar…" (Maun Suresi: 4-5-6) ayetlerini? Allah'ü Te'ala ne diye sadece namaz kılmak için gösterilen gayreti yeterli saymadı da, niyet ve samimiyeti kabulün şartı olarak getirdi? Peki efendimiz neden amelin geçerliliğini niyete bağladı? Bile bile yapmış olduğumuz çirkinliklerimizin üzerini başkalarının duaları örtecekmiş öylemi!
Aldığımız çok dua bizim cennete gitmemize yeterli sebep olacakmış öylemi! İhtimali varmış öylemi!.. Nerede kaldı niyet, ihlas, samimiyet? Ya uhud savaşında yaşanan Kuzman olayını nereye koyacağız? (İbnu Hişam, III, 93-94; Ayrıca bkz. Buhari, Cihad, 77) Peki Abdullah ibn Revaha'nın tahtının eğik olmasını, onu nasıl yorumlayacağız!? (Hazreti Muhammed Mustafa, S. 372)
Bizi cennete taşıyacak olan şey hizmet ettiğimiz insanların çokluğu değil, kalplerimizde taşıdığımız samimiyetimizin çokluğudur. Samimi olduktan sonra hizmet ettiğin kişinin sayısı "bir"de olsa cennete girmek mümkündür. Ama o samimiyet yokta hinlik çoksa hizmet ettiğin insanların sayısı on binde olsa bir hiç olmaktan kurtulamazsın.
Bu tür insanlar, dünyevi çıkarlarına ulaşabilmek için önünde ki engel kim olursa olsun onu eritmekten de çekinmemektedirler. Bu arkadaşları dahi olsa… Kendi kariyerini koruma ve yükseltme adına cemaat içerisinde sivrilip çıkan, yada çıkma ihtimali olan her kişi onlar için parazittir. O kişiler hakkında olumsuz beyanatlarda bulunma, horlama, kirleme onların özelliklerinden sadece bir kaçıdır.
Bakıyorsun ki arkadaşları hakkında atıp tutuyor da, doğrudan yada dolaylı onun işe yaramaz adamın teki olduğunu ima etmeye çalışıyor. Yaptığı hizmetin güzel taraflarını ön plana çıkarma yerine beceremediği taraflarını çıkarıyor. Yüzde doksan sekiz güzellikleri göremeyip de yüzde iki kötü tarafı görerek onu dillendirmek, ham, basit, simsar ve samimiyetsizlerin işidir.
Amacı hizmet değil de kariyer olan kişi yüzde yüz güzel hizmet eden arkadaşları hakkında da iftira atmaktan geri durmaz. Hiç yapmadığı bir şeyi yapmış gibi göstermek, işlemediği bir günahı işledi gibi göstermek, söylemediği bir sözü söylemiş gibi anlatmak bu tüp insanların özelliklerindendir.
Mümine düşen vazife kendisine verilen hizmeti hakkıyla yerine getirmeye çalışmaktır. Samimiyet onun azığı, gayret atı, bilgide kamçısı olduktan sonra yolda kalacağına dair endişeler taşımasın. Mümin hizmetini kariyer sahibi olmak için değil cemal sahibi olmak için yapar. O arkadaşlarına köstek olan değil tümsekte kalan bir tekerlek varsa onu çıkarmaya çalışmak için yürür. Arkadaşının yıkayan eli, tebrik eden dili, koku veren gülü olur. Düşmanlar hadden aşkınken köpekler gibi bir parça kemik uğruna arkadaşlarına saldırmaz.
Herkes İslam'a hizmet için yola çıkıyor da kaç kişi ona istediği düzeyde hizmeti sunabiliyor Allah bilir. Bu gün Müslümanların en önemli sorunlarından biri budur; Samimiyet… Şayet Cenab-ı Hak hizmet edenleri bir eleğe koyup ta elemiş olsaydı acaba kaç kişi eleğin üstünde kalmayı başarabilirdi. Ah bir bilebilsem… Onu bilemem, bilememde, hazreti Ömer'in dediği gibi "bizim adam gibi adamlara" ihtiyacımız olduğunu iyi bilirim.
O'nsuz kendisine hayat verilse tepecek olan yiğitlere ihtiyacımız var. Bir eline güneşi bir eline ayı verseniz "yar"dan yüzünü çevirmeyecek olan erlere… Samimiyet ve yokluğu yegane sermaye ve kariyer sayan aslanlara ihtiyacımız var.
Hazreti Ömer (radıyallahu anh) arkadaşlarına sorar bir gün: "Ey İslam'a hizmet etmek isteyen arkadaşlarım Cenab-ı Hak sizin duanızı kabul edecek olsa ondan ne isterdiniz?" Biri: "Ya Emire'l-mü'minin, Allah duamı kabul edecek olsaydı, Ondan bir sandık dolusu altın isterdim de onunla İslam'a hizmet ederdim." diyor.
Bir başkası: "Ben de hizmet için bir sandık dolusu gümüş isterdim" diye cevaplıyor. Bir başkası ise: "Ben Cenab-ı Haktan sahralar dolusu koyun isterdim ki o koyunların yününü, etini, sütünü Müslümanlara vereyim de İslam'ın hizmetkarı olayım…" Herkes bir şeyler söylüyor…
En son hazreti Ömer'in cevabı merak edilmektedir. Ve ona sorarlar: "Sen ne isterdin ey Ömer" O şu unutulmaz cevabı veriyor: "Eğer Cenab-ı Hak benim duamı kabul edip de istediğimi verecek olsaydı, hizmet için ne sizin gibi sandık dolusu altın ve gümüş, nede sahralar dolusu koyun, sığır ve deve isterdim. Ben "adam gibi adam isterdim" buyuruyor. "Ebu Ubeyde, Ebu Zer ve Muaz ibni Cebel gibi adamlar…"
İşte bize hava kadar su kadar lazım olan şey, ehliyet sahibi adamlar. Ne zaman ki ehliyetsiz insanları iş başına getirdik o gün bu gün kan kaybeder olduk. Biz ehliyetsiz insanların iş başın gelmelerini sadece siyasi anlamda algıladığımız için diğer makamları ihmal ettik. Ehliyetli olsun olmasın orayı doldursun da deyip yığdıkça yığdık.
Ehliyetsiz mutasavvıf, ehliyetsiz alim, Ehliyetsiz sohbet eden, ehliyetsiz ilahi söyleyen, ehliyetsiz ezan okuyan, ehliyetsiz radyo programı, televizyon programı yapan vs. bunları hiç önemsemedik. Buralarda da ehliyetin gerekli olduğunu düşünemedik.
Yani oraları adam olmayan adamcıklarla doldurduk. Derken bu yüzden bu gün, sabahı bir türlü gelmeyen geceye mahkum olduk. "Hizmetlerimizde samimi olmadığımız için zulüm var." Eğer bu samimiyet bilincini yakalayamazsak daha çok kendi basit egolarımızın kıskacında inim inim inlemeye devam ederiz.