Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

•˚Haram Lokma, Günahları TATTIRIR ˚• (1 Kullanıcı)

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Peki İslâm nasıl bir hassasiyet çerçevesi telkin eder?

Peki İslâm nasıl bir hassasiyet çerçevesi telkin eder?

Peki İslâm nasıl bir hassasiyet çerçevesi telkin eder?

– İslâm, her meselede olduğu gibi servet karşısında da kulu, Allâh’a karşı mes’ul addeder. Zira Allâh, her şeyi insana emânet olarak vermiştir. Âyet-i kerimede:

“Nihâyet o gün (dünyada faydalandığınız) nimetlerden muhakkak hesâba çekileceksiniz!..” (Tekâsür, 8) buyurulmaktadır.

İşte servet, bu hesap ve mes’ûliyet ölçüleri içerisinde elde edilmelidir. Hiçbir yanlış adımın, doğru bir mazeret ve niyeti olamaz. Hele “ben ileride hayır yapmak için kazanıyorum” diyerek haram-helâl ölçülerini çiğnemek, en hayırsız yönelişler ve nefsin aldatmacalarıdır. Çünkü İslâm; «İstediğin gibi kazan, istediğin gibi harca!» şeklinde bir anlayışı aslâ kabul etmez. Kapitalizmin temelini teşkil eden «Bırakınız yapsın, bırakınız geçsin!» mantığını da İslâm, kesin olarak reddeder.

İnsanların maddeye râm olduğu günümüzde her müslümanın, her zamankinden daha ziyade yüksek bir ahlâkî yapıya sahip olması, Allah korkusuyla hareket etmesi ve kul hakkına son derecede mes’uliyet hissi içinde bulunması, zarûrîdir.

Meselâ yaşanan ticârî zorluklar ve tıkanmalar karşısında, haksız finansman teminine bulaşmamalı, bu tür sıkıntıları, finans kurumları vasıtasıyla bertaraf etmelidir. Ne olursa olsun faize bulaşmamak, hem dünyevî, hem de uhrevî mesuliyetlerimiz ve huzurumuz bakımından en büyük meselemizdir.

Ayrıca kendimizi ve mülkümüzü temiz tutabilmek için dikkat edeceğimiz bir başka husus, ihalelerde bahşiş diye verilen rüşvetlerden kaçınmaktır. İsimler ne kadar değişirse değişsin, mâhiyetler değişmez. Haramlara konulan farklı ve sıcak isimler, iç muhasebemizi körelten, boş tesellîler ve cehennem yaldızlarıdır. Hadîs-i şerifte buyurulur:

“Rüşvet alan da veren de ateştedir.”

Maalesef bugün servetlere, bu ve benzeri şekillerde her taraftan zehirler saçılmaktadır. Müslüman, bir mayın tarlasında yürüyormuş gibi bilgili, dikkatli, hassas ve ihtimamlı olmadıkça, servetini bu zehirlerin şerrinden koruyamaz.


OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Nasıl bir ihtimam, dikkat ve hassasiyet tavsiye edilebilir?

Nasıl bir ihtimam, dikkat ve hassasiyet tavsiye edilebilir?

Nasıl bir ihtimam, dikkat ve hassasiyet tavsiye edilebilir?

– Bunun için ticarî hayatımızı, kapitalizmin istismar ve hodgâmlığı değil, mutlaka helâl ve haram hududlarına dikkat etmekle belirlemeliyiz.

Yine israf ekonomisine yönelik ticaretten de kendimizi muhafaza etmeliyiz. Çünkü israf, konfor ve lüksün artması, toplumu perişan etmektedir. Bu yönde dengesiz harcamaları artıran kredi kartları da iktisâdî tuzaklardır. Sömürmedir. İhtiyaçlar buna mazeret olamaz.

Çünkü ihtiyaç durumlarında İslâm’ın ölçüsü bellidir: Karz-ı hasen (Allah için güzel borç). Bu borç, batmışları ferahlatan bir mahiyettedir. Ancak kredi kartları ise daha da batıran borçlandırmadır. Harcayanlar değil, sadece harcatanların kazandığı bir sistemdir.

Öyle bir harcatma ki, birileri kazansın diye fakirleri bile acımasızca bu tuzağın içine güle oynaya düşürmektedir. Yapılan yaldızlı reklâmlar sayesinde nice zavallılar bu yüzden gayr-i meşru yollarda kurban oluyorlar. Meselâ fakir bir kızcağıza binbir cilâlı reklâmla: «Sen ancak şunlarla daha güzel olursun, şöyle yapar ve yaşarsan daha cazibeli olur ve topluma kendini kabul ettirirsin!» gibi iğvalı telkinler ede ede dünyası alt-üst ediliyor. Neticede zavallı kızcağız, keselerinin yetmeyeceği bir hayatın hasreti ve hırsına kapılıyor. Fakat dileğini elde edemedikçe ihtirası daha da körükleniyor ve en sonunda ne hazindir ki, kötü yollara düşerek mahvoluyor…

Bu bakımdan her şeyden önce “hâle rıza ve kanaat hazînesi” gönüllerimizde en büyük zenginlik olarak yerini almalıdır. Cenâb-ı Hakk’ın bize “Maddî yönden daha çok zengin olun!” diye bir emri yoktur. Sadece “Helâlinden kazanın, helâl ölçüleri içerisinde yaşayın ve infak edin!.. Yani muhtaçları unutmayın!..” diye emri vardır.

O hâlde hayatımızı, ticaretimizi helâller üzerine bina etmeliyiz.


OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Bu noktada kimi İslâmî emirleri yerine getiren insanlarda da zihnî kaymalar olabiliyo

Bu noktada kimi İslâmî emirleri yerine getiren insanlarda da zihnî kaymalar olabiliyo

Bu noktada kimi İslâmî emirleri yerine getiren insanlarda da zihnî kaymalar olabiliyor.

– Maalesef günümüzde kapitalizm, mânevî dünyamızı o kadar harap etti ki, dînî firmalarda bile İslâm ahlâk ve şiarına uygun olmayan işler tabiî hâle geldi. Hacca giden ve namaz kılan: «Ben daha çok hayır yapmak için daha çok kazanmalıyım!» diyerek pek çok kabul edilmez yanlışlara adım atabiliyorlar. Yani helâl ile haram iç içe yaşanıyor. Meselâ gayr-i ahlâkî reklâmlar, iş hayatında cazibeleriyle müşteri çekecek sekreterler, en göze çarpan hususlardan bazılarıdır. Dünya kazancı, âhiret kârının önünce geçmiş olduğundan, nefis: «Bu işler böyle yürür!» diye mazeretler hazırlayarak işin haram tarafına hiç aldırış etmiyor. Maalesef bu, kazanç değil, âhirette infilâk edecek iflâs mayınlarıdır.

Bu bakımdan ticarette her meseleye yeniden ayrı ayrı eğilmek lâzımdır. Yanımızda çalıştırdıklarımıza kadar her şeye dikkat etmeli ve İslâmî hassasiyetleri şu veya bu sebeple çiğnememeliyiz. Kadını, erkek işinde; erkeği, kadın işinde istihdam ederek fıtratlarına ters bir hâle mecbur etmemeliyiz. Bu hususta ölçüleri en güzel şekilde belirleyen İslâm ahlâkı ve prensipleri, yegâne düsturumuz olmalıdır. Kulluğumuza ve kul hakkına ilâhî ihtarlar ışığında îtina göstermeliyiz. Peygamber Efendimiz vefat etmeden önce buyurmuştur ki:

“Namaza, namaza dikkat ediniz! Bir de emriniz altındakilerin hakkına riayet ediniz…”

Hayatı boyunca bütün mahlûkâtın hakkına, beşer gücünün üstünde itina gösteren Peygamber Efendimiz, vefâtı esnasında bile kul hakkını gündeminde tutmuş ve mecalsiz olmasına rağmen evinden mescide çıkarak şu hitapta bulunmuştur:

“Ashâbım, kimin malını farkında olmadan almış isem, işte malım, gelsin alsın!.. Kime haksız bir yere vurduysam, işte sırtım, gelsin vursun!..”

Ashâb-ı kirâmı gözyaşlarına garkeden bu cümleler; hakîkatte bize, kul hakkının ehemmiyetini gösteren veciz ve mânidar bir talimattır. Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şerîfleriyle kıyâmete kadar devam edecek ümmet-i Muhammed’e kendi şahsında fiilî bir misal vermiştir. Artık bize düşen, kendimizi bu ölçüler ışığında mîzan edebilmektir.

Çünkü kul hakkı, kıyamete kalan ve ebedî felâkete dûçâr eden bir cehâlet ve zulümdür. Bugün kapitalizm, kul hakkı tanımıyor. Ezilen daha fazla eziliyor. Her şeye mubah gözüyle bakılıyor. Oysa İslâm’da harama gidecek adımlar da haramdır.

Hâsılı bugün, çok güçlü bir vicdan muhasebesi lâzımdır. Bizi kendimize getirecek güçlü bir silkiniş!... Çünkü sermaye, fertlere damga vuruyor. Hâlbuki sermaye fertlere damgasını vuramamalı, fertler, sermayeye damgasını vurmalıdır…


OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Efendim, nasıl sağlanabilir bu, para kapitalizmin özü ve her şey onun etrafında dönüy

Efendim, nasıl sağlanabilir bu, para kapitalizmin özü ve her şey onun etrafında dönüy

Efendim, nasıl sağlanabilir bu, para kapitalizmin özü ve her şey onun etrafında dönüyor.

– Bunun için paranın mahkûmu değil, hâkimi olmak lâzımdır. Bu da hâkimler Hâkiminin emrine uymakla olur. Tembelliğe kaçmayan bir kanaâtle olur.

Cemiyete bir bakın: Niceleri maddî bakımdan alabildiğine imkânlar elde etmiş, fakat hâlâ huzursuz. Kimisi cinnet geçiriyor. Eskiye nazaran zenginlik ve refah seviyesi hayli arttı, ancak buhranlar ve cinnetler daha da fazlalaştı. Âile hayatları tarumar oldu. Boşanmalar arttı. Yavrular perişan. Bir nesil, âile sıcaklığından mahrum kaldığından saadeti sokaklarda arar hâle geldi ve sokakların insafına itildi. Yani haram helâl tanımayan bencil kapitalizm, toplumumuza huzur getirmedi.

İmam-Hatip Lisesi’nde derslerimize gelen hocalarımızdan Nurettin Topçu, bazen sorardı:

“-Bugünkü insan mı mes’ud, dünkü insan mı mes’uddu?”

Sonra da dünkü insanın ne kadar mes’ud ve huzurlu, buna mukabil bugünkü insanın ne kadar huzursuz ve acımasız olduğunu madde madde anlatırdı.


OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Zenginlik zor imtihan gibi görünüyor efendim.

Zenginlik zor imtihan gibi görünüyor efendim.

Zenginlik zor imtihan gibi görünüyor efendim.

– Şartlarına göre zenginlik de zor, fakirlik de zor imtihanlardır. Zorluk itibarıyla biri diğerinden daha kolay olmamıştır hiçbir zaman. Dolayısıyla yukarıda söylediklerimizden yola çıkıp da huzur için fakirleşmek gerekir gibi yanlış bir kanaat zuhur etmesin. Yani mal ve mülk hakkında mes’uliyetlerimizi ve ilâhî ölçüler ışığında yaşamayı dile getirmek, o hâlde fakirlik ön plâna çıkarılmalıdır şeklinde bir yanlış anlamaya yöneltmesin. Bilmeli ki İslâm, insanın zengin olmasını aslâ yasaklamaz. Aksine Kur’ân-ı Kerim’de 200’den fazla “İnfâk edin!” emri geçer ki, bu da bir bakıma insanların infak edecek kadar zengin olmalarını tavsiye mâhiyetindedir. Ancak bizim üzerinde durmak istediğimiz husus, ilâhî taksimin/kaderin sınırlarını zorlamamak ve zenginlik için her yolu meşru saymamak noktasıdır. Yani Cenâb-ı Hakk’ın nasip ettiği ölçüde helâlinden kazanmak ve infak etmek özelliğine sahip olmaktır.

Zîra dün olduğu gibi bugün de fakir-fukara ve gariblere sığınak ve barınak olacak meşrû kazançlı, merhametli, varlıklı insanlara ihtiyaç vardır.

Mesele, maddî refah uğruna gönül huzurunu öldürmemek… İslâm’ın güzellikleri içerinde meydana gelecek kalp saadetine kıymamak… Diğergâm bir gönül insanı olabilmek… Asıl ve sonsuz zenginliğin kalbî hayatta olduğunu unutmamak…


OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Ticaretle uğraşan ve aynı zamanda büyük bir İslâm alimi olan Ebû Hanife bu konuda bir

Ticaretle uğraşan ve aynı zamanda büyük bir İslâm alimi olan Ebû Hanife bu konuda bir

Ticaretle uğraşan ve aynı zamanda büyük bir İslâm alimi olan Ebû Hanife bu konuda bir örnek olarak zikredilebilir mi?

– Elbette. Ebû Hanîfe Hazretleri ki, ilimde olduğu kadar amel-i sâlihte de hakîkaten yegâne örnek sîmâlardandır. Hele onun ticaret hayatındaki ahlâkı ve nümûne davranışları, İslâm şahsiyetinin destânî özellikleriyle doludur. Diyebiliriz ki kardeşlik duygularının zayıfladığı, içtimâî huzur ve sükûnun kaybolduğu, kin ve husûmetin çoğaldığı toplumumuzda, Ebû Hanîfe Hazretleri misâli ciddî bir ticâret ahlâkı seferberliğine ihtiyaç vardır. Bunun sayısız örneklerinden birisi de şudur:

Ebû Hanîfe Hazretleri, ticaretle geçinen hayli servet sahibi zengin bir kimse idi. Ancak ilimle meşgul olduğundan ticârî işlerini vekili vasıtasıyla yürütür, kendisi de yapılan ticaretin helâl dâiresi içinde olup olmadığını kontrol ederdi. Bu hususta o derece hassastı ki, bir defasında ortağı Hafs bin Abdurrahman’ı kumaş satmaya göndermiş ve ona:

“– Ey Hafs! Malda şu şu özürler var. Onun için bunu müşteriye söyle ve şu kadar ucuza sat!” demişti.

Hafs da, malı İmâm’ın belirttiği fiyata satmış, ancak ondaki özrü müşteriye söylemeyi unutmuştu. Durumu öğrenen Ebû Hanîfe Hazretleri, Hafs bin Abdurrahmân’a:

“– Kumaşı alan müşteriyi tanıyor musun?” diye sordu.

Hafs’ın, müşteriyi tanımadığını belirtmesi üzerine İmâm, helâl kazancının lekeleneceği endişesiyle, satılan maldan elde edilen kazancın tamamını sadaka olarak dağıttı. İşte onun bu takvâsı, maddî-mânevî ticaretine ziyâdesiyle bereket oldu.

Bir kimsenin temiz gönüllü, ihlâs sahibi ve ehl-i istikâmet olduğunu anlamak için onun, yaptığı ibâdetlerinden ziyade o ibâdetleri hangi kalbî seviye ve hâl ile yaptığına bakılmalıdır. Yâni bilhassa davranışlarının, İslâm ahlâkına uygun ve kazancının helâl olup olmadığına dikkat edilmelidir. Bu meyanda Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bir kimse methedildiği zaman, metheden şahsa, üç şeyi sormuştu:

“– Sen onunla hiç komşuluk, yolculuk, veya ticâret yaptın mı?”

Muhâtabı üçünü de yapmadığını söyleyince:

“– Öyleyse onu methetmeyin, çünkü siz onu lâyıkıyla tanımıyorsunuz!” buyurdu.

Onun için Süfyân-ı Sevrî -kuddise sirruh-:

“Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir.” buyurmuştur.

Birgün kendisine:

“– Efendim! Namazı birinci safta kılmanın fazîletini anlatır mısınız?” dediklerinde de helâl lokmaya dikkat çekmiş ve:

“– Kardeşim! Sen ekmeğini nereden kazanıyorsun, ona bak! Kazancın helâl olduktan sonra, hangi safta dilersen orada namazını kıl; bu hususta sana güçlük yoktur.” cevabını vermiştir.

Ticarette helâlinden kazanmaya dikkat edip, ona haram karıştırmamanın ehemmiyet ve bereketini, merhum pederim Mûsâ Efendi -kuddise sirruh- şu hâdise ile anlatırdı:

“Gayr-i müslim bir komşumuz vardı. Sonradan müslüman olmuştu. Birgün kendisine hidâyete eriş sebebini sorduğumda şunları söyledi:

“– Acıbadem’de tarla komşum Rebî Molla’nın ticâretteki güzel ahlâkı vesilesiyle müslüman oldum. Molla Rebî, süt satarak geçimini temin eden bir zâttı. Bir akşam vakti bize geldi ve:

“– Buyurun, bu süt sizin!” dedi.

Şaşırdım:

“– Nasıl olur? Ben sizden süt istemedim ki!” dedim.

O hassas ve zarif insan:

“– Ben farkında olmadan hayvanlarımdan birinin sizin bahçeye girip otladığını gördüm. Onun için bu süt sizindir. Ayrıca o hayvanın tahavvülât devresi (yediği otların vücudundan tamamen izâlesi) bitinceye kadar sütünü size getireceğim...” dedi.

Ben:

“– Lâfı mı olur komşu? Yediği ot değil mi? Helâl olsun!..” dediysem de Molla Rebî:

“– Yok yok, öyle olmaz! Onun sütü sizin hakkınız!..” deyip hayvanın tahavvülât devresi bitene kadar sütünü bize getirdi.

İşte o mübârek insanın bu davranışı beni ziyâdesiyle etkiledi. Neticede gözümdeki gaflet perdelerini kaldırdı ve hidâyet güneşi içime doğdu. Kendi kendime:

“– Böyle yüce ahlâklı bir insanın dîni, muhakkak ki en yüce bir dîndir. Böylesine zarîf, hak-şinâs, mükemmel ve tertemiz insanlar yetiştiren dînin doğruluğundan şüphe edilemez!” dedim ve kelime-i şehâdet getirip müslüman oldum.»”

– Bunlar, para merkezli bir dünyada ulaşılamaz davranışlar gibi gözüküyor. Ama yaşanmış pek çok güzel örnekler de var. Son olarak zât-ı âlinizden “Ne yapmalı?”nın cevabını alsak.

– Bu hikmetli kıssalar, helâl kazanç ve haram meselesi hususunda ne kadar titiz ve ihtiyatlı olmamız gerektiğini pek bâriz bir şekilde ortaya koymaktadır. Zîrâ helâl kazanç, takvânın temel esaslarındandır. Buna binâen hadîs-i şerîfte:

“Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tâcir; nebîler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.” (Tirmizî, Büyû, 4) buyurulmuştur.

Çünkü nebîler, sıddıklar ve şehitlerle beraberlik vasfını kazanan gönlü hassas bir tüccar, etrafı için huzur ve berekete vesîle olurken, kendisi için de dünyevî ve uhrevî iki saâdete de mazhariyet elde eder. Ancak dünya ihtirâsına mağlup olanlar, bu âlemde saltanat sürer gibi görünseler de, sonsuz âlemin ebedî birer sefîli ve yoksulu olmaktan kendilerini kurtaramazlar.

Ticarette ihtiras ve aldatmaya yönelenleri Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, kendisinden saymamakta, dışlamaktadır. Hadîs-i şerifte buyurulur:

Bir gün Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- çarşıda bir satıcıya uğradı. Önündeki buğday yığınının içine elini daldırdı. Islak olduğunu hissedince: “–Nedir bu?” diye sordu. Adam:

“–Yağmur ıslattı ey Allâh’ın Rasûlü!” dedi.

Efendimiz -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

“–Bu ıslak kısmı üstte bırakıp insanların görmesini sağlayamaz mıydın? Aldatan benden değildir…”
buyurdu. (Müslim, Îman, 164)

Yine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyururlar ki:

“Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır.” (Ahmed bin Hanbel)

“Öyle bir zaman gelir ki, kişi malını helâlden mi, haramdan mı kazandığına hiç aldırış etmez.” (Buhârî, Büyû, 7, 23)

“Benden sonra size dünyanın çiçeklerinin (nîmetlerinin) ve zînetlerinin açılmasından ve onlara gönlünüzü kaptırmanızdan korkuyorum!” (Buhârî ve Müslim)

Bir defasında da Peygamber Efendimiz ashâb-ı kirâma hitaben:

“Siz yoksulluktan imtihanı verdiniz. Varlıkta ise yanlış yollara sapacağınızdan korkuyorum!” buyurmuşlardır.

Bu hadîs-i şerîf, tam da günümüzün meselelerini hulâsa eder mâhiyettedir. Hâsılı, hadîs-i şerîflerde işâret edilen gafletlerin fazlaca zuhûr ettiği ve gönüller, haramları terk etmeye çalışsa da, onların gönülleri bırakmadığı günümüzde, helâle riâyet edebilmek, en mühim mesele ve en büyük ibâdettir.

Bugün müslüman, kendisini kapitalizmin her türlü şerrinden korumaya çalışmalı, parayı hırs ve ihtiras hâline getirmekten kaçmalı, hangi hâl ve şartlar içinde olursa olsun Allah korkusu, Allah rızâsı, topluma merhamet, İslâm ahlâkı, kul hakkına riayet, haram-helâl sınırlarını içi boş mazeretlerle çiğnememek gibi sâlih bir mü’minde bulunması gereken özelliklere sahip olmalıdır…

Günümüzün şartlarında şunu hatırlatmak icab eder ki, zayıfa, fakire, sahipsize ve mâtemlerin içinde yaşayanlara acımak, her insaf ve merhamet sahibi kalbin duyuşu olmalıdır.

Lâkin esas acınmaya muhtaç bedbahtlar:

Mazlûmdan ziyâde zâlimin vicdanı,

Saltanat içinde yaşayıp nefislerine esir olanların ruhu,

İstismar rejimi olan kapitalist sistemde, muhtaçlardan önce gâsıb zenginlerin kirli kalpleridir ki, bu gerçek zavallılar, merhamete daha uygundur. Bu acıma ve merhamet ise, onları içine düştükleri kötü hâlden kurtarmanın ve hidâyetlerine vesîle olmanın adıdır.

Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır:

“Allah’ım, fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten ve kabul olunmayacak duâdan sana sığınırım.” (Müslim, Zikir, 73)

“Yâ Rabbi, unutturan fakirlikle birlikte azdıran zenginlikten.... sana sığınırım.” (Tirmizî)

Son hadîs-i şerîfte de buyurulduğu üzere Allah’ı unutturan fakirlik ve azdıran zenginlik, birbirine muâdil kabul edilmiştir.

Cenâb-ı Hak, hepimizi ilâhî güzellikler içinde yaşatsın! Her türlü haramdan ve şüpheliden kaçınmayı nasip eylesin!

Âmîn!…


OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
HELAL LOKMA

Kuralsız, başıboş hayatı kabul etmemek, ferdi ve sosyal kuralların gereğine inanmak, bu gerekçe ile bir hayat felsefesi belirlemek, kendi üzerinde bir otorite kabul edip etmemek insana has özelliklerdir.

O, ya kendisini her şeyin merkezi kabul eder ve yasak ve serbestiyetleri (helal-haram) kendisi belirler, ya da bir yaradana inanır ve onun emir ve tavsiyelerine göre hayatını idame ettirir.

Yüce Mevla:

"Biz dilesek onların üzerine gökten bir mucize indiririz de, ona boyunları eğilip kalır.”(1) buyurur.

İnsanlar özgür iradeleri ve kendi tercihleriyle Rablerini seçmişler, helal ve haramı da ona göre kabul etmişlerdir. Bugün helal ve haram da neymiş diyenlere müslüman olduklarını hatırlatırız. İslam dini başıboşların dini değildir. Yiyecek, içecekler konusunda esas kural serbestlik (ibâha)’tir.

"O Allah ki, yerde olanların hepsini sizin için yarattı.”(2)

Ayet ya da hadisle yasaklanmamış her şey genel olarak helaldir. Yenilir, içilir ve insanlar için de yararlıdır. Haramlar ise zararlı şeylerdir.

Helal ve haramlar koymak, zevke göre serbestiyetler ilan etmek, İslam dini ile bağdaşmaz.

"De ki:

- Baksanıza, Allah sizin için nice rızıklar indirdi. Siz onlardan bir kısmını haram, bir kısmını helal yaptınız.

De ki:

- Size Allah mı izin verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?

- Allah’a yalanı iftira edenler kıyamet gününü ne sanıyorlar? Allah insanlara çok ihsanda bulunmuştur, lakin insanların çoğu şükretmezler.”(3)

"Dillerinizin yalan vasfetmesiyle şu helaldir, şu haramdır, demeyin. Aksi halde Allah’a iftira etmiş oluyorsunuz. Şüphesiz Allah’a yalan uyduranlar asla kurtulmazlar.”(4)

"Sana kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar, de ki:

- Size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Allah’ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın (besmele çekin). Allah’tan korkun. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.

Bugün size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helal olduğu gibi, sizin yiyecekleriniz de onlara helaldir.”(5)

Kötü ve çirkin şeyler helal değildir. Nitekim, "Onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.”(6) buyurulmuştur.

Şu halde İslam midesine, İslam sofrasına, İslam çarşı ve pazarına pis şeyler değil hoş şeyler girer. Ayetlerde ifade edilen “tayyib” kelimesi, hoşlanılan, temiz, haram olma şüphesi bulunmayan ve izin verilen anlamlarına gelir. Burada her iştah duyulanın, her hoşa gidenin helal olduğu anlaşılmamalıdır. Elbette kötü alışkanlıklarla huy ve ahlakı bozulmuş kimselerin zevk ve takdirine itibar edilmez. Selim tabiatlı kimselerin tiksinmeyip hoşlandıkları şeylerdir. Açlık nedeniyle neyi bulduysa yiyen çöl halkıyla neden zevk alacağını şaşırmış sapkın bir anlayışın tercihleri helal değildir. Helallik temizliğe bağlıdır.

Kur'an-ı Kerim’de haram yiyecekler şöyle sıralanmıştır:

"Leş (kendi ölen),

Kan,

Domuz eti,

Kesilirken üzerine Allah’tan başkasının ismi çekilen,

Boğulan,

Vurulup ölen (Darbe ile vurulup öldürülmüş olan),

Tosuşan (Hayvanların sürtüşmesi ile ölen),

Canavarın yediği,

Dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlananlar,

Zorla kısmet istemeniz veya almanız, size haram kılındı.”(7)

Alkol şarap v.s. uyuşturucular da haramdır ve şeytanın pis işlerindendir.(8)

Bu sayılanlar, bizzat kendisi haram olanlardır. Bunlar mükemmel bir organizma, güzellik ve fonksiyonlarını kelimelerin ifadede yetersiz kaldığı eşsiz bir motor diye bileceğimiz insan vücuduna alındığında organizmayı bozar. Ferdi hastalıklara neden olur hatta bazen çocuk ve torunlarına kadar sirayet edebilecek kalıtsal hastalıklara neden olabilir.

Helal rızık, helal lokma tevhidi inançların temelidir. Nefsi korumak, nesli korumak, malı, canı ve aklı korumak hep helal rızıkla mümkündür. Bu temel değerler sadece maddi gıdaların yanlış alınması ile bozulmaz, bunlara Cenab-ı Hakk’ın yüklediği manevi sınırlar aşılarak da bozulur.

- Çalıntı malların kullanımı,

- Faizli muameleden gelen menfaatler,

- Yetim malları,

- Hakimleri yanıltarak ya da rüşvet vererek elde edilenler,

- Gasp v.s. yolu ile -bizzat kendileri helal olsa dahi- Allah’a ve kulların hakları çiğnenerek elde edilen mallar lokma olarak boğazımızdan geçtiğinde ya da kullandığımızda bizi nasıl bir akıbet bekliyor, önce ayetlerden takip edelim:

"Yetimlerin mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi malınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır.”(9)

"...Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf ile tez elden yemeyin...”(10)

"Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkmış olurlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.”(11)

"Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere vermeyin.”(12)

"Faiz yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkar. Bu ceza onlara "alışveriş de faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Oysa Allah alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır. Bundan böyle her kim Rabbinden gelen bir öğüt üzerine faizciliği bırakırsa, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a kalmıştır. Her kim de faize yeniden dönerse işte onlar cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır. ...Eğer böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Rasulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin...”(13)

Her şey ama her şey helal lokmadan geçer. Temel helal olmalıdır. Malımızı, mülkümüzü helalden kazanmalı, çoluk-çocuğumuzu helal lokma ile beslemeliyiz. Bu, hem bizim bu dünyadaki ferdi ve sosyal hayatımızın, hem de ahiret hayatımızın teminatıdır.

Haram gıdalar, kişinin maddesiyle kalmaz, manasını, dolayısıyla psikolojisini de bozar. Kaba, vicdansız, bencil, nemelazımcı, paragöz... bir karakter oluşturur. Bu kişiler de İslam toplumuna atılan bir bomba gibidir. Derhal kişileri bu haramlara iten sebeplerle ve bu kişilerle mücadeleye hız verilmelidir. Aksi halde batan aynı geminin yolcuları oluruz.

"Emir budur, Allah’ın yasaklarına kim saygı gösterirse bu, kendisi için Rabbinin katında şüphesiz hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar helal kılınmıştır. O halde pis putlardan kaçının ve yalan sözden sakının. Allah için ona eş koşmayan, O’nun birliğine inanmış kimseler olun.”(14) n


SELİM ARMAĞAN

Kaynaklar

(1)- Şuara/4, (2)- Bakara/29, (3)- Yunus/59-60, (4)- Nahl/116, (5)- Maide/4-5, (6)- Araf/157, (7)- Maide/3, (8)- Maide/90, (9)- Nisa/2, (10)- Nisa/6, (11)-/Nisa/10, (12)- Bakara/188, (13)- Bakara/275-279, (14)- Hacc/30-31.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Gönüldaşlar..Allahcc razı olsun...BESMELE...SELAM...DUA...
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Peki İslâm nasıl bir hassasiyet çerçevesi telkin eder?

– İslâm, her meselede olduğu gibi servet karşısında da kulu, Allâh’a karşı mes’ul addeder. Zira Allâh, her şeyi insana emânet olarak vermiştir. Âyet-i kerimede:

“Nihâyet o gün (dünyada faydalandığınız) nimetlerden muhakkak hesâba çekileceksiniz!..” (Tekâsür, 8) buyurulmaktadır.

İşte servet, bu hesap ve mes’ûliyet ölçüleri içerisinde elde edilmelidir. Hiçbir yanlış adımın, doğru bir mazeret ve niyeti olamaz. Hele “ben ileride hayır yapmak için kazanıyorum” diyerek haram-helâl ölçülerini çiğnemek, en hayırsız yönelişler ve nefsin aldatmacalarıdır. Çünkü İslâm; «İstediğin gibi kazan, istediğin gibi harca!» şeklinde bir anlayışı aslâ kabul etmez. Kapitalizmin temelini teşkil eden «Bırakınız yapsın, bırakınız geçsin!» mantığını da İslâm, kesin olarak reddeder.

İnsanların maddeye râm olduğu günümüzde her müslümanın, her zamankinden daha ziyade yüksek bir ahlâkî yapıya sahip olması, Allah korkusuyla hareket etmesi ve kul hakkına son derecede mes’uliyet hissi içinde bulunması, zarûrîdir.

Meselâ yaşanan ticârî zorluklar ve tıkanmalar karşısında, haksız finansman teminine bulaşmamalı, bu tür sıkıntıları, finans kurumları vasıtasıyla bertaraf etmelidir. Ne olursa olsun faize bulaşmamak, hem dünyevî, hem de uhrevî mesuliyetlerimiz ve huzurumuz bakımından en büyük meselemizdir.

Ayrıca kendimizi ve mülkümüzü temiz tutabilmek için dikkat edeceğimiz bir başka husus, ihalelerde bahşiş diye verilen rüşvetlerden kaçınmaktır. İsimler ne kadar değişirse değişsin, mâhiyetler değişmez. Haramlara konulan farklı ve sıcak isimler, iç muhasebemizi körelten, boş tesellîler ve cehennem yaldızlarıdır. Hadîs-i şerifte buyurulur:

“Rüşvet alan da veren de ateştedir.”

Maalesef bugün servetlere, bu ve benzeri şekillerde her taraftan zehirler saçılmaktadır. Müslüman, bir mayın tarlasında yürüyormuş gibi bilgili, dikkatli, hassas ve ihtimamlı olmadıkça, servetini bu zehirlerin şerrinden koruyamaz.


OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)

Nasıl bir ihtimam, dikkat ve hassasiyet tavsiye edilebilir?

– Bunun için ticarî hayatımızı, kapitalizmin istismar ve hodgâmlığı değil, mutlaka helâl ve haram hududlarına dikkat etmekle belirlemeliyiz.

Yine israf ekonomisine yönelik ticaretten de kendimizi muhafaza etmeliyiz. Çünkü israf, konfor ve lüksün artması, toplumu perişan etmektedir. Bu yönde dengesiz harcamaları artıran kredi kartları da iktisâdî tuzaklardır. Sömürmedir. İhtiyaçlar buna mazeret olamaz.

Çünkü ihtiyaç durumlarında İslâm’ın ölçüsü bellidir: Karz-ı hasen (Allah için güzel borç). Bu borç, batmışları ferahlatan bir mahiyettedir. Ancak kredi kartları ise daha da batıran borçlandırmadır. Harcayanlar değil, sadece harcatanların kazandığı bir sistemdir.

Öyle bir harcatma ki, birileri kazansın diye fakirleri bile acımasızca bu tuzağın içine güle oynaya düşürmektedir. Yapılan yaldızlı reklâmlar sayesinde nice zavallılar bu yüzden gayr-i meşru yollarda kurban oluyorlar. Meselâ fakir bir kızcağıza binbir cilâlı reklâmla: «Sen ancak şunlarla daha güzel olursun, şöyle yapar ve yaşarsan daha cazibeli olur ve topluma kendini kabul ettirirsin!» gibi iğvalı telkinler ede ede dünyası alt-üst ediliyor. Neticede zavallı kızcağız, keselerinin yetmeyeceği bir hayatın hasreti ve hırsına kapılıyor. Fakat dileğini elde edemedikçe ihtirası daha da körükleniyor ve en sonunda ne hazindir ki, kötü yollara düşerek mahvoluyor…

Bu bakımdan her şeyden önce “hâle rıza ve kanaat hazînesi” gönüllerimizde en büyük zenginlik olarak yerini almalıdır. Cenâb-ı Hakk’ın bize “Maddî yönden daha çok zengin olun!” diye bir emri yoktur. Sadece “Helâlinden kazanın, helâl ölçüleri içerisinde yaşayın ve infak edin!.. Yani muhtaçları unutmayın!..” diye emri vardır.

O hâlde hayatımızı, ticaretimizi helâller üzerine bina etmeliyiz.


OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)

Bu noktada kimi İslâmî emirleri yerine getiren insanlarda da zihnî kaymalar olabiliyor.

– Maalesef günümüzde kapitalizm, mânevî dünyamızı o kadar harap etti ki, dînî firmalarda bile İslâm ahlâk ve şiarına uygun olmayan işler tabiî hâle geldi. Hacca giden ve namaz kılan: «Ben daha çok hayır yapmak için daha çok kazanmalıyım!» diyerek pek çok kabul edilmez yanlışlara adım atabiliyorlar. Yani helâl ile haram iç içe yaşanıyor. Meselâ gayr-i ahlâkî reklâmlar, iş hayatında cazibeleriyle müşteri çekecek sekreterler, en göze çarpan hususlardan bazılarıdır. Dünya kazancı, âhiret kârının önünce geçmiş olduğundan, nefis: «Bu işler böyle yürür!» diye mazeretler hazırlayarak işin haram tarafına hiç aldırış etmiyor. Maalesef bu, kazanç değil, âhirette infilâk edecek iflâs mayınlarıdır.

Bu bakımdan ticarette her meseleye yeniden ayrı ayrı eğilmek lâzımdır. Yanımızda çalıştırdıklarımıza kadar her şeye dikkat etmeli ve İslâmî hassasiyetleri şu veya bu sebeple çiğnememeliyiz. Kadını, erkek işinde; erkeği, kadın işinde istihdam ederek fıtratlarına ters bir hâle mecbur etmemeliyiz. Bu hususta ölçüleri en güzel şekilde belirleyen İslâm ahlâkı ve prensipleri, yegâne düsturumuz olmalıdır. Kulluğumuza ve kul hakkına ilâhî ihtarlar ışığında îtina göstermeliyiz. Peygamber Efendimiz vefat etmeden önce buyurmuştur ki:

“Namaza, namaza dikkat ediniz! Bir de emriniz altındakilerin hakkına riayet ediniz…”

Hayatı boyunca bütün mahlûkâtın hakkına, beşer gücünün üstünde itina gösteren Peygamber Efendimiz, vefâtı esnasında bile kul hakkını gündeminde tutmuş ve mecalsiz olmasına rağmen evinden mescide çıkarak şu hitapta bulunmuştur:

“Ashâbım, kimin malını farkında olmadan almış isem, işte malım, gelsin alsın!.. Kime haksız bir yere vurduysam, işte sırtım, gelsin vursun!..”

Ashâb-ı kirâmı gözyaşlarına garkeden bu cümleler; hakîkatte bize, kul hakkının ehemmiyetini gösteren veciz ve mânidar bir talimattır. Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şerîfleriyle kıyâmete kadar devam edecek ümmet-i Muhammed’e kendi şahsında fiilî bir misal vermiştir. Artık bize düşen, kendimizi bu ölçüler ışığında mîzan edebilmektir.

Çünkü kul hakkı, kıyamete kalan ve ebedî felâkete dûçâr eden bir cehâlet ve zulümdür. Bugün kapitalizm, kul hakkı tanımıyor. Ezilen daha fazla eziliyor. Her şeye mubah gözüyle bakılıyor. Oysa İslâm’da harama gidecek adımlar da haramdır.

Hâsılı bugün, çok güçlü bir vicdan muhasebesi lâzımdır. Bizi kendimize getirecek güçlü bir silkiniş!... Çünkü sermaye, fertlere damga vuruyor. Hâlbuki sermaye fertlere damgasını vuramamalı, fertler, sermayeye damgasını vurmalıdır…


OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)


Yüce Rabbimiz c.c razı olsun inşallah Canım kardeşim..
Vesilenle ben de tekrar tekrar istifadelendim.. Çok teşekkür ederim, ecrin ziyade olsun..B)B)
Cuma'mız mübarek olsun.. Kalbi dualarda buluşmak duası ile..
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
(Helal Kazanç Hassasiyeti)


İnsanın en başta gelen vazifelerinden biri helal dairede yaşamak, helal kazanmak ve helal yolda harcamaktır. Allah bizi imtihan etmek için bazı şeyleri haram, bazılarını da helal kılmıştır. Fakat helal dairesini o kadar geniş tutmuştur ki, harama girmeye ne ihtiyaç, ne de mecburiyet vardır. Sonra haram daireyi mayınlı bölge gibi tehlikelerle doldurmuş, helal daireyi de meyvelerle dolu güllük gülistanlık bir bahçeye döndürmüştür. Birçok emir ve yasağı da sırf bizim iyiliğimiz, dünya ve ahiret mutluluğumuz için koymuştur.

Rasülullah (sav) şöyle buyurdular:

"Ey insanlar! Şüphesiz ki Allah 'Tayyib'tir (temiz, güzel ve hoştur) bu yüzden güzel ve hoş olan (Tayyib) şeylerden başkasını kabul etmez. Allah mü'minlere de Peygamberlere emrettiği şeyleri emretti ve şöyle buyurdu:

"Ey Rasüller! Helal olan şeylerden yeyin ve salih ameller işleyin. Çünkü Ben sizin yaptıklarınızı pekala bilirim." (23 Mü'minun, 51)

Bir başka ayette de:

"Ey iman edenler! Size verdiğimiz azıkların helal ve hoş (tayyib) olanlarından yeyin." (2 Ba-kara,172)
(Rasülullah devamla) şöyle buyurdu:


"Bir kimse (Allah için) uzun bir yolculuğa çıkmıştır. Saçları darma dağınık, toza toprağa bulanmış bir vaziyette ellerini semaya uzatarak: "Ya RabbüYa RabbiL.diye dua eder. Halbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram kısacası kendisi haramla beslenmiş olursa böylesinin duası nasıl kabul edilir?" (1)

"Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını, yalan yemin ve şehadet ile yemeniz için o malları hakimlere (reislere, yetkili idarecilere, mahkeme hakimlerine el altından) vermeyin. "(2 Bakara, 188)

"Yerde sizin için geçim vasıtalan yarattık." (15 Hicr, 20)
"Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin." (62 Cuma, 10)

Bu ayetler bize helal ve temiz nzıklan kullanmamızı, haram yollara, haramlara başvurmamamızı, yeryüzünde bir çok helal ve geçim vasıtalarının bulunduğunu, yeryüzüne dağılıp Allah'ın lütfundan bunları istememizi emretmektedir.
Haramlardan kaçınmak gibi helal kazanç sağlamak da farz bir emirdir. Hadis-i şeriflerde şöyle buyurulmuştur:
"En faziletli amel helal kazançtır." (2)
"En temiz ve üstün kazanç, kişinin el emeği ve her türlü dürüst alış-verişten kazandığıdır." (3)
"Helali aramak cihattır." (4)

"Helalin ne olduğunu öğrenip onu kazanmaya çalışmak her müslümana vacip (gerekli) dir." (5)


"Ey insanlar! Allah'tan korkunuz ve (dünyalığı) isteme hususunda mutedil olunuz (her türlü aşınlıktan ifrad ve tefritten sakınınız). Çünkü nzkı gecikse bile tamamını almadıkça hiçbir nefis ölmeyecektir. O halde (rızık talebinde) Allah'tan korkunuz.. Ve (dünyalığı) istemekte mutedil olunuz. Helal olanı alınız ve haram olanı terkediniz." (6)

Hadis, dünya malını ve nzkı elde ederken mutedil olmayı, yani talepte (çalışmada, istemede, kazanmada) kusur etmemeyi ve aşın hırsa da ka-pılmamayı, bunu meşru ve helal yoldan kazanmaya çalışmayı emretmektedir.

Yüce Kitabımız'da Allah Teala' nın faizi batıracağı, sadakalan arttıracağı (2 Bakara, 276) bildirilmiştir. Hadis-i şerifte ise ancak helal maldan verilen sadakaların kabul edileceği ve değerlendirileceği, haramlann kabul edilmeyeceği şöyle ifade edilmiştir: "Kim helal kazancından bir hurma kadar sadaka verirse, -ki, Allah,helalden başkasını kabul etmez- Allah o sadakayı kabul eder. Sonra onu dağ gibi oluncaya kadar herhangi birinizin tayını büyüttüğü gibi, sahibi adına ihtimamla büyütür." (7)

"Canım kudret elinde olan (Allah)'a yemin ederim ki, haram yoldan mal kazandıktan sonra kişinin onu harcamasının kendisine hiç bir hayrı ve bereketi yoktur, verdiği sadaka kabul edilmez. O maldan geriye kalan da onun ancak cehennemdeki azığı olur. Allah kötülüğü kötülükle yok etmez (aksine) kötülüğü iyilikle yok eder. Pisliği pislikle gidermez." (8)

"Helal (rızık) aramak dini yükümlülüklerden bir farzdır." (9)
"Şüphesiz Allah Teala, helal nzık arama yolunda kulunu yorgun düşmüş görmekten hoşlanır." (10)
Ayeti kerimede de şöyle buyrulmuştur:


"Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sının aşmayın. Allah sının aşanlan sevmez Allah'ın size vermiş olduğu helal ve temiz olarak verdiği nzıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun." (5 Maide, 87-88)

Hz.Peygamber şöyle uyarmıştır: "Öyle bir zaman gelecektir ki, kişi malını helalden mi haramdan mı elde ettiğini önemsemeyecek." (11)

Esas mesele para kazanmak değil, helal kazanmak olmalıdır. Haramda hayır yoktur, bereket yoktur. İbrahim Ethem Hz.leri: "Midelerine girenlerin helal mi, haram mı olduğunu araştıranlar iman bakımından yükselirler. Kazançlannın helalliğini düşünmeden dünyalık peşinde koşanlar ise önce mide fesadına uğrarlar, sonra da huzurları kaçar, manen yükselemez, alçalırlar. Ne ibadetle-rinin,ne de yaptıkları iyiliklerin zevkine varabilirler." Abdullah bin Ömer (ra) : "Namaz kılmaktan yay gibi, oruç tutmaktan çivi gibi olsanız da haram ve şüpheli şeylerden kaçınmazsanız, Allah o ibadetleri kabul etmez." demiştir.

Sehl (ra): "Haram lokma yiyenin azalan - bilsin bilmesin, istesin istemesin- isyan eder ve yediği helal olan kimsenin de azalan kendisine itaat eder ve hayırlı işleri yapmaya muvaffak olur." demiştir.

Hz. Ebu Bekir (ra) kölesinin getirdiği bir sütten içti ve hemen kölesine dönerek: "Bunu nereden aldın?" diye sordu. Köle: "Kehanette bulundum, yani gaybden bazı haberler verdim de ücret olarak bu sütü aldım." dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir (ra), içtiği sütü midesinden çıkarmak için boğazına parmak saldı ve boğulacak şekilde istifra ederek, çıkarmaya çalıştı, sonra da: "Allah'ım, midemde kalıp damarlanma karışan kısmından sana sığınınm." dedi. (12)

Cahız, helal kazancın muhakkak helale harcandığını, kötü kazançlann kötü şeylere kaydığını, temiz kazançlann da temize yöneldiğini ifade ettikten sonra Hasan Basri'nin bir sözüne yer verir. Hasan Basri der ki: "Bir adamın servetinin nereden geldiğini öğrenmek istiyorsanız, nereye harcadığına bakınız. Çünkü kötü kazançlar israfa harcanır." (13)

Haramlar, Allah Teala ile kullarının arasına girer ve dualarının kabulünü önler, engel olur. Bunun için Allah Teala, önce helal yemeyi emretmekte, arkasından da salih amelleri işlemeyi emretmektedir (23 Mü'minun, 51).

Hz. Peygamber şöyle buyurarak uyarmıştır: "Besleneceğin şeyleri helal ve temiz yap ki, duaların kabul olunsun." (14)

"Bedenine haram gıda giren bir kimsenin duasını kırk gün müddetle bârigâh-ı uluhiyyete ulaşmayacağı" yolundaki bir hüküm tevatüren zamanımıza kadar gelmiştir. Bunun sebebi, vücuda giren bir lokmanın tamamen tasfiyesinin biyolojik olarak kırk günde gerçekleşebilmesi keyfiyetidir.

Müfessir Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın: "İsm-i Azam duası, 'helal lokma'dır." tarzında bir beyanı olduğu söylenir. Yani ibadet ve duaların makbuliyeti yenilen lokmaların manevi durumuyla da yakından alakalıdır. Zira helal lokma vücutta kulluk enerjisini meydana getirir. İnsanların isyanının sebebini haram lokmada aramak gerekir. Çünkü haram lokmayla beslenen bir vücudun ibadete meyilli olması mümkün değildir.Haramla beslenen bir vücut, ibadetlere değil, şehvete meyillidir. Haramla beslenenler şehvet tüccarıdır.

Şeytan haram yiyenlerin dostudur onların, yoldaşları şeytandır. Şeytan onları gaflete, günaha sevkeder, ibadetlerden uzaklaştırır. Hz.Mevlana'nın diliyle : (15)

"Bilgi de hikmet de helal lokmadan doğar; aşk da, merhamet de helal lokmadan meydana gelir. Bir lokmadan haset, hile doğarsa, bilgisizlik, gaflet meydana gelirse sen o lokmanın haram olduğunu bil. Hiç buğdayını ektin de arpa çıktığını gördün mü?"

İbrahim bin Edhem'de şöyle demiştir: "Kemale erenler, ancak midelerini gireni kontrol etmekle kemale erebilmişlerdir."
"Kişinin dindarlığı ekmeğinin helalliği nispetindedir." (Süfyan-i Sevri)


Gönül ehli: yerken ağzınıza girene, konuşurken ağzınızdan çıkana dikkat edin..! tavsiyesini yapmışlardır.

Öyleyse hem helal kazanmalı, helal yemeli, hem de helal yolda harcamalıdır. Zira Rasülullah (sav) hadislerinde helal yemeyi, cennete girmenin şartları arasında saymış (16), helalden kazanan kimseyi müjdelemiştir (17). Buna karşılık, vücudu haramla beslenen kimsenin cehenneme layık olduğunu (18), böylelerinin dualarının ve amellerinin kabul edilmeyeceğini bildirmiştir.




--------------------------------------------------------------------------------




1- Müslim, Zekat, 65; Tirmizi, Tefsir, 3 (37); Darimi, Rikak, 9; Ahmed, Müsned, 2/328.
2- Milnavi, Feyzul-Kadir, 2/26.
3- Ahmed, a.g.e., 2/334,357; Münavi, a.g.e., 1/547.
4- MUnavi, a.g.e, 4/270; Zebidi. İthafus-Sadetil-Mtittegin, 1/131, 4/137; Aclu-ni, Keşfül-Hafa, 2/162.
5- Heysemi, Mecmauz-Zevaid, 10/291; Zebidi, a.g.e., 1/131,4/37,6/46; Münzi-ri, Et-Terğib vet-Terhib, 2/546.
6-lbniMace,Tıcarat,3;Hakim,Müstedrek,2/4. .
7- Buhari, Zekat, 8, Tevhid, 23; Müslim, Zekat, 63,64; Tirmizi, Zekat, 28; Ne-sai, Zekat, 48; lbni Mace, Zekat, 28.
8- Ahmed, a.g.e., 1/387.
9- Taberani, Mu'cemul-Kebir, 10/90; Zebidi, a.g.e., 1/131; Acluni, a.g.e.,2/59,162.
10-Zebidi, a.g.e., 5/415.
11- Buhari, Ticaret, 58; Nesai, Zekat, 64; MUnavi, a.g.e., 9/346.
12- Gazali, İhya, 2/238-240.
13- Yeniçeri, Celal, İslam İktisadının Esasları, 205.
14- Münziri.Et-Terğib vet-Terhib,2-547.Tecrid-i Sarih,6/357.
15- Tahirul-Mevlevi, Şerhi Mesnevi,3/832-834
16- Hakim, a.g.e., 4/104; Tirmizi, Zühd, 47.
17- Heysemi, a.g.e., 10/229.
18- Müslim, Taharet, 1; İbni Mace, Taharet, 5; Ahmed, a.g.e., 5/342-343.


Halil Atalay

 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Helalin Hesabı Haramın Azabı Var!



Abdurrahman İbni Avf (ra) anlatır: Rasülullah (sav) şöyle buyurdular:

"Allah'ın lanetine uğrayan şeytan, mal sahipleri (zenginler) hakkında şöyle seslenir: (Allah'tan ve ibadetlerden gafil) mal sahibi mutlaka şu üç zararın biriyle benden kurtulamaz. Sabah ve akşam yanına gider, ona vesvese veririm.

a- Haram yoldan kazanmasını (helal olmayanı almasını) sağlamaya çalışırım.
b- Meşru olmayan kötü yollara harcamasını sağlarım.
c- Ve ona malı öyle sevdiririm ki, hakkıyla; yerli yerince harcayamaz.


Zekat, sadaka veremez, hayır yollara harcayamaz. (19)

Cenab-ı Hakk'ın bir ismi de Rezzak'tır. Rez-zak.bol bol rızık veren anlamına gelir. "Şüphesiz ki, Allah bizzat rızkı veren kuvvet ve kudret sahibidir." (51 Zariyat, 58)

"Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın." (11 Hud, 6).
Eskiden işyerlerinde çokça asılan levhalardan biriside 'Rızkı veren Allah'tır' anlamına gelen 'Er-rızku Alellah'ibaresiydi. Bu gerçek ruhlara, kalplere hükmettiği içindir ki, mü'minler helal rızık talebinde bulunurlar, çocuklarına haram lokma yedirmedikleriyle iftihar ederlerdi.


Birçok ayet ve hadislerde temiz ve helal rızka teşvikler yapılmaktadır. Buna rağmen sanki aç kalacakmışçasına nice insan haram yola sapabil-mektedir. İnsan asli görevlerini unutmadan, rızkını temin için meşru dairenin dışına taşmadan çalışmalıdır. Çünkü ekmek için ekmek gerek, ateş için çakmak gerek, durmadan kıpırdamamız, çalışmamız gerekir. Çalışırız, zengin olursak şükreder zekatla, sadakayla, hayır yoluna dağıtır, harcarız. Fakir olursak sabreder, şükreder, kimseye yük olmamaya devam ederiz. Kimse gönül rızasıyla fakir olmak istemez. Ama olunuyor, çalışıyor, çabalıyor ve yine fakir kalıyor.

Rabbimiz bunun hikmetini: "Onların dünya hayatındaki geçimlerini Biz taksim ettik. Birbirlerine iş gördürsünler diye bir kısmını diğerlerinin üzerine derecelerle üstün kıldık." buyurarak haber veriyor. (43 Zuhruf, 32).

"Her akıl bir olsa, koyuna çoban bulunmazdı." diye bir atasözümüz var. İnsanlık ailesinin, terziye, marangoza, ustaya, doktora, hocaya.... ihtiyacı var. Akıllar, zevkler, kuvvetler denk olsaydı herkes aynı şeyi yapar ve dünya çekilmez olurdu.
Çalışmaya devam edelim. Rabbimizin taksimine razı olalım. Yine çalışalım. Çünkü helal mal kazanmak için çalışmak, bir mü'min için ibadettir. Bülbülün, kartalın, karıncanın, filin, hamsinin, balinanın vücutlarına uygun olarak rızıklarını taksim eden Rabbimiz bütün insanlığa yetecek rızkı da yaratmaktadır. (20)


Şeytan da Boş Durmuyor!
İnsan yaşamak için rızka muhtaçtır. Fakat o nereden, kimden ve nasıl geldiğine bakmaksızın her önüne geleni alamaz, kullanamaz, yiyemez. Kur'an-ı Kerim'de, "Allah'ın size helal ettiği o temiz ve güzel şeyleri kendinize haram kılmayın. Haddi aşmayın; çünkü Allah haddi aşanları sevmez." (5 Maide, 87) ayetiyle mü'minler ikaz edilmişlerdir.


Eğer Allah'ın çizdiği sınır ile yetinmeyip bu sının daha daraltmaya çalışmak ayet ve hadisler ile 'haddi aşmak' şeklinde vasıflandırılırsa, Allah'ın çizdiği sının hiç tanımadan başıboş bir şekilde hareket etmek, elbette ondan çok daha büyük bir hadbilmezlik, hadsizlik olur. Bunun cezası ise, dünyada ferdin ve toplumun huzursuzluğu, ahi-rette de cehennem azabıdır.
Helal dairedeki rızkıyla yetinmeyip harama kaçan bir kimse, şeytana uymuş olur. Her harama giriş,her farzı terkediş, şeytana uymaktır. İslam'ı yaşamayan şeytana uymuş demektir.


Halbuki şeytan haramlan hoş gösterir, günahları süsler (7 A'raf, 16-17). İzahına çalıştığımız hadiste de belirtildiği gibi, Şeytan öncelikle insanların haram yoldan kazanmasını sağlamaya, haram işletmeye çalışır. Harama sevkedemezse, kazancı meşru olmayan kötü yollarda harcamaya sevkeder. İsraf ettirir, çünkü israf edenler, şeytan-lann kardeşleridir (17 İsra,27). Gereksiz yerlerde harcatır, lükse, İslam'a uygun olmayan yerlerde harcama yaptırır. Zengin olmak, israf hakkını doğurmaz. İsraf hem kişilere ve hem de ülkelere göre değişen bir şeydir. Dikkatli olunmalıdır.

Şeytan, fakirlikle korkutur, Çirkin şeyleri emreder. (2 Bakara, 268) İnsanların mallanna ortak olmaya ve onlan haram yollardan mal kazanmaya ve biriktirmeye, haram yollara harcamaya, israfa teşvik eder. (17 İsra, 64) Hadisi şerifte şöyle buyurulur: "Ey tüccarlar! Şeytan ve günah alışverişte hazır bulunur, alış-verişe katılırlar. Alışverişinize sadaka kanştınn. (21)
Besmelesiz, İslamsız her işe şeytan kanşır ve bulaşır. Kendisi pis olan şeytanın amelleri de pistir. Onun için tedbirli bulunmalı, şeytana, şeytan-laşanlara kanmamalıdır. ;


Neler yapılmalıdır? İbretler - Dersler:
1) İslam'da her hak ve imkan, bir sorumluluk ve görevin karşılığıdır. Hem helal kazanmalı, hem helal yolda harcamalıdır. Zira kişi, servetini nereden ve nasıl kazandığından sorguya çekileceği gibi, nereye harcadığından da hesaba çekilecektir. (20)
2) Müslüman her hususta olduğu gibi iktisadi faaliyetlerde de inancının, dininin gereklerini göz önünde bulundurmalıdır. Haram-helal konusunda dikkatli olmalı, şüpheli şeyleri terk etmelidir. Zira şüpheli şeyleri terk eden dinini,ırzmı ve hassasiyetini korumuş olur. (22)
3) Müslüman yaptığı işte mesleki ehliyete ve bilgiye sahip olmalıdır, işini bilerek yapmalıdır. Helal rızık için çalışmak ibadettir, cihattır.
4) İşçi ve işveren haklarını gözetmelidir.
5) Harcama ve tüketimde israftan kaçınmalıdır.
6) Zekat, infak, sadaka gibi görevlerini yapmalı, infak etmeli, cömert davranmalıdır.
7) İslam'ı yaşamayan, İslam'a uymayan, şeytana uymuş demektir.


İslam'a tam inanıp uyanlar, Rablerine güvenip ihlaslı olanlar üzerinde şeytanın bir tesiri yoktur. (23) Allah'a kul ve asker olan kurtulur. Haram yıkım sebebidir. Evet; helalin hesabı, haramın azabı vardır.

--------------------------------------------------------------------------------

19- Taberani, Mu'cemül-Kebir, 1/136; MUnziri, Et-Terğib vet-Terhib, 4/182; Heysemi, Mec-mauz-Zevaid, 10/245.
20- Toptaş Mahmut, El-Esmaül-Hüsna şerhi, 59. 21-Tirmizi, Büyü, 4.
22- Tirmizi, Kıyamet, 1; Münziri, Et-Terğib vet Terhib, 1/125.
23- Buhari, tman, 39, Büyü, 2; Müslim, Musâkât, 107; Ebu Davud, Büyû, 3; Tirmizi, Büyü, 1; Nesai, Büyû, 2, Eşribe, 50; lbni Mace, Fıten, 14; Darimi, BUyû, 1; Ahmed, Müsned, 4/267,270,271,275.


Halil Atalay

 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Ebû Hanîfe Hazretleri, ticaretle geçinen hayli servet sahibi zengin bir kimse idi. Ancak ilimle meşgul olduğundan ticarî işlerini vekili vasıtasıyla yürütür, kendisi de yapılan ticaretin helâl dâiresi içinde olup olmadığını kontrol ederdi. Bu hususta o derece hassastı ki, bir defasında ortağı Hafs bin Abdurrahman'ı kumaş satmaya göndermiş ve ona:
"- Ey Hafs! Malda şu şu özürler var. Onun için bunu müşteriye söyle ve şu kadar ucuza sat!" demişti.
Hafs da, malı İmâm'ın belirttiği fiyata satmış, ancak ondaki özrü müşteriye söylemeyi unutmuştu. Durumu öğrenen Ebû Hanîfe Hazretleri, Hafs bin Abdurrahmân'a:
"- Kumaşı alan müşteriyi tanıyor musun?" diye sordu.
Hafs'ın, müşteriyi tanımadığını belirtmesi üzerine İmâm, helâl kazancının lekeleneceği endişesiyle, satılan maldan elde edilen kazancın tamamını sadaka olarak dağıttı. İşte onun bu takvası, maddî-mânevî ticaretine ziyadesiyle bereket oldu.
HiSSE:
Bir kimsenin temiz gönüllü, ihlâs sahibi ve ehl-i istikâmet olduğunu anlamak için onun, yaptığı ibâdetlerinden ziyade o ibâdetleri hangi kalbî seviye ve hâl ile yaptığına bakılmalıdır. Yâni bilhassa davranışlarının İslâm ahlâkına uygun ve kazancının helâl olup olmadığına dikkat edilmelidir. Bu meyanda Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bir kimse methedildiği zaman, metheden şahsa, üç şeyi sormuştu:
"- Sen onunla hiç komşuluk, yolculuk, veya ticâret yaptın mı?" Muhatabı üçünü de yapmadığını söyleyince:
"- Öyleyse onu methetmeyin, çünkü siz onu lâyıkıyla tanımıyorsunuz!" buyurdu.
Onun için Süfyân-ı Sevrî -kuddise sirruh-:
"Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir." buyurmuştur.
Birgün kendisine:
"- Efendim! Namazı birinci safta kılmanın faziletini anlatır mısınız?" dediklerinde de helâl lokmaya dikkat çekmiş ve:
"- Kardeşim! Sen ekmeğini nereden kazanıyorsun, ona bak! Kazancın helâl olduktan sonra, hangi safta dilersen orada namazını kıl; bu hususta sana güçlük yoktur." cevabını vermiştir.
Ticarette helâlinden kazanmaya dikkat edip, ona haram karıştırmamanın ehemmiyet ve bereketini, merhum pederim Musa Efendi -kuddise sirruh- şu hâdise ile anlatırdı:
"Gayr-i müslim bir komşumuz vardı. Sonradan müslüman olmuştu. Birgün kendisine hidâyete eriş sebebini sorduğumda şunları söyledi:
«- Acıbadem'de tarla komşum Rebî Molla'nın ticâretteki güzel ahlâkı vesilesiyle müslüman oldum. Molla Rebî, süt satarak geçimini temin eden bir zâttı. Bir akşam vakti bize geldi ve:
"- Buyurun, bu süt sizin!" dedi.
Şaşırdım:
"- Nasıl olur? Ben sizden süt istemedim ki!" dedim.
O hassas ve zarif insan:
"- Ben farkında olmadan hayvanlarımdan birinin sizin bahçeye girip otladığını gördüm. Onun için bu süt sizindir. Ayrıca o hayvanın tahavvülât devresi (yediği otların vücudundan tamamen izâlesi) bitinceye kadar sütünü size getireceğim..." dedi.
Ben:
"- Lâfı mı olur komşu? Yediği ot değil mi? Helâl olsun!.." dediysem de Molla Rebî:
"- Yok yok, öyle olmaz! Onun sütü sizin hakkınız!.." deyip hayvanın tahavvülât devresi bitene kadar sütünü bize getirdi.
İşte o mübarek insanın bu davranışı beni ziyadesiyle etkiledi. Neticede gözümdeki gaflet perdelerini kaldırdı ve hidâyet güneşi içime doğdu. Kendi kendime:
"- Böyle yüce ahlâklı bir insanın dîni, muhakkak ki en yüce bir dîndir. Böylesine zarif, hak-şinâs, mükemmel ve tertemiz insanlar yetiştiren dînin doğruluğundan şüphe edilemez!" dedim ve kelime-i şehâdet getirip müslüman oldum.»"
Bu hikmetli kıssalar, helâl kazanç ve haram meselesi hususunda ne kadar titiz ve ihtiyatlı olmamız gerektiğini pek bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Zîrâ helâl kazanç, takvanın temel esaslarındandır. Buna binâen hadîs-i şerifte:
"Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tacir; nebiler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir." (Timizi Büyü, 4) buyurulmuştur.
Çünkü nebîler, sıddıklar ve şehitlerle beraberlik vasfını kazanan gönlü hassas bir tüccar, etrafı için huzur ve berekete vesîle olurken, kendisi için de dünyevî ve uhrevî iki saadete de mazhariyet elde eder. Ancak dünya ihtirasına mağlup olanlar, bu âlemde saltanat sürer gibi görünseler de, sonsuz âlemin ebedî birer sefîli ve yoksulu olmaktan kendilerini kurtaramazlar.
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Öyle bir zaman gelir ki, kişi malını helâlden mi, haramdan mı kazandığına hiç aldırış etmez," (Buhârî, Büyü, 7, 23)
Hâsılı, hadîs-i şerîfte işaret edilen gafletlerin fazlaca zuhur ettiği ve gönüller haramları terk etmeye çalışsa da, onların gönülleri bırakmadığı günümüzde, helâle riâyet edebilmek, en mühim mesele ve en büyük ibâdettir.
Bu büyük ibâdeti îfâ ederek Allah'ın emrine itaat, teslîmiyet ve rızâ hâlinde bulunabilen kalbler, dikenlerin arasından sıyrılıp renk renk açmaya mazhar olan güller misâli, birer hayır ve feyiz menbaı olurlar. Bunun aksine, haram ve şüpheli şeylere dalmış kalbler de, güllerin aksi olan dikenlerin arasına katılıp binbir kötülük kaynağı ve hattâ ahlâksızlık yuvası hâline gelirler. Cenâb-ı Hak muhafaza buyursun! Âmîn!..

Osman Nûri TOPBAŞ, "Îmândan İhsâna Tasavvuf", Altınoluk, İstanbul 2002, s.450-490
 

CANAN25

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Kas 2007
Mesajlar
294
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
56
çok güzel bir konuyu dile getirmişsiniz. Rabbim hepimizin boğazından helal lokma geçirmesini nasip etsin.
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
lale1.jpg
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt