Siyahgulsevdalisi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 Haz 2006
- Mesajlar
- 2,046
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
İslâm zînayı kesin olarak yasaklamış, kadın ile erkek arasında cinsî ilişkinin yegâne meşrû yolu olarak nikâhı (evlenme akdini) getirmiştir. Evlenmeden maksat yalnızca cinsî tatmin olsaydı bunun geçici (muvakkat) ve bir zamanla sınırlı olması da makûl ve meşrû olurdu. Diğer birçok sistemde olduğu gibi İslâm'da da evlenmenin birden fazla sebebi ve maksadı vardır. Bunların başında ruh ve beden sağlığı içinde, toplumun mânevî mirası ve değerleri ile bütünleşmiş nesiller yetiştirme maksadı gelmektedir. Ailenin bu fonksiyonunu yerine getirebilmesi devamlı olmasına, aile fertlerinin tabiî ve kazanılmış kabiliyetlerine uygun bulunan işbölümüne bağlıdır. İşte bu sebeple İslâm, evliliğin devamlı olması maksadıyla yapılmasını istemiş, bunu akdin sıhhat şartı kılmış, boşanmayı pek de hoş olmayan bir davranış olarak caiz görmüştür.
Beşerin çok önemli ve güçlü dürtü ve güdülerinden biri cinsî arzudur (şehvettir). İslâm bunun yok edilmesini istememiş, evlilik ilişkisi içinde ihtiyacın karşılanmasını teşvik etmiş, bunun için evliliği kolaylaştırmış, gerektiğinde birden fazla kadınla evlenmeye de cevaz vermiştir. Âdetlerin, dînin maksadını aştığı noktalardan biri de günümüzde evlenmenin güç hâle getirilmiş olması, gençlerin yirmi beş, otuz yaşlarına kadar evlenme imkânı bulamamalarıdır. Bu durumda genç, cinsî arzusunu nasıl def edecektir? Evet oruç, genel olarak ibâdetler, okuma vb. faydalı faaliyetler, güzel san'atlar büyük ölçüde cinsî baskıyı hafifletir, yasak yönelişleri engellemede yardımcı olur. Fakat bazı zaman ve zeminlerde tehlike var demektir. Bu günümüzde böyle olduğu gibi, Rasûlullah (sav) zamanında da buna yakın hallerle karşılaşılmıştır. İbn Mes'ûd (r.a.) anlatıyor: Yanımızda kadınlar bulunmadan Allah Rasûlü (sav) ile birlikte savaşlar yapıyorduk. Allah Rasûlü'ne (sav) "Kendimizi iğdiş ettirelim mi" (cinsî iktidârımızı yok edelim mi?) diye sorduk, bizi bundan menetti, sonra da elbise (vb.) karşılığında, belli bir zamana kadar kadınlarla evlenme akdi (nikâh) yapmamıza izin verdi. İbn Mes'ûd bu hadîsi naklettikten sonra "Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı tayyibatı (iyi, güzel, temiz şeyleri) kendinize haram kılmayın, sınırı da aşmayın, Allah sınırı aşanları sevmez."1 meâlindeki âyeti okumuştur.2
Ebû Hamza anlatıyor: İbn Abbas'a kadınların mut'asını (mut'a nikahı ile kadınlardan faydalanmayı) sordum, buna izin ve ruhsat verildiğini bildirdi. Bir hizmetçisi kendisine: "Bu sıkıntılı hallerde, kadının az olduğu durumlarda ve benzerlerinde söz konusu olsa gerek değil mi?" diye sorunca İbn Abbas "Evet öyledir" cevabını verdi.3
Hadîslerden, Hz. Peygamber (sav)'in, Mekke fethine kadar birkaç defa, gerektikçe mut'a nikâhına izin verdiği, sonra yasakladığı anlaşılmaktadır. Mut'a nikahını caiz görenleri iki gruba ayırmak gerekiyor:
a) Mutlak olarak caiz görenler; ehl-i sünnet mezhebleri ve müctehidleri içinde bu gruba giren kimse yok gibidir. Bu görüş bazı şiî gruplara aittir.
b) Zînaya düşme tehlikesinin bulunduğu hallerde caiz görenler. Bu görüş de dört mezhebin dışında bulunmakla beraber sahabe zamanından günümüze kadar bazı müctehidler tarafından benimsendiği olmuştur.
Mut'a nikâhını caiz görenlerin dayandığı bir hadîsi de Hz. Câbir rivâyet etmektedir. Bu hadîste Câbir (r.a.) şöyle diyor: Hz. Peygamber (sav), Ebû Bekir zamanları ile Ömer'in hilâfetinin ilk zamanlarında, bir avuç hurma, yahut un karşılığında, birkaç günlüğüne mut'a evliliği yapardık, nihayet Ömer bize bunu yasakladı...4
Mut'a nikâhını caiz görmeyenlerin dayandıkları en açık ve güçlü delil Rebî b. Sebra el-Cühenî'nin rivâyet ettiği hadîstir. Râvînin babası Sebra, Mekke fethinde Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber bulunmuş, mut'a nikâhı ruhsatından istifâde etmiş, böyle bir nikâh içinde yaşarken Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Ey insanlar! Sizin, kadınlardan mut'a nikâhı ile faydalanmanıza izin vermiştim; biliniz ki Allah Teâlâ bunu, kıyâmet gününe kadar haram kılmıştır, kimin yanında böyle bir kadın varsa bıraksın, onlara verdiğiniz mehirlerden hiçbir kısmını da geri almayın."5
İmam Şevkânî, bundan önce zikrettiğimiz Câbir hadîsi ile bu hadîsin çeliştiğini, ebediyyen yasaklanmış bir nikâhın Hz. Ömer devrine kadar devam etmiş olmasının önemli bir problem olarak karşımıza çıktığını zikrettikten sonra şu yorumu yapmıştır: "Öyle anlaşılıyor ki, bazı sahabiler, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bu nikâhı kesin ve ebedî olarak yasakladığını duymamışlar ve uygulamaya devam etmişlerdir; Hz. Ömer de bu durumu görünce yasağı tazelemiş ve uygulamaya kesin olarak son vermiştir. Gerçi bu yorumda bir zorlama vardır, fakat sahih olan ve ebedî yasaklamayı bildiren Sebra hadîsi karşısında bu yorumu yapmamız gereklidir."6
Sonuç olarak Sünnî fıkıh mezhebleri ittifakla mut'a nikâhının caiz olmadığı, önceki ruhsat ve izinlerin sonradan ebedî olarak kaldırıldığı, neshedildiği hükmünü benimsemişlerdir. Bu mezheblere mensup bulunan bir müftü, mut'a nikâhının cevazına durum ne olursa olsun fetvâ veremez. Ancak samimî olarak, ictihad veya taklit yoluyla farklı görüşte olanlara da fâsık diyemez.
--------------------------------------------------------------------------------
1. Mâide: 5/87.
2. Buhâri, Nikâh, 31.
3. Buhâri, aynı yer.
4. Müslim, Nikâh, 16/16.
5. Müslim, Nikâh, 16/20 vd.
6. Neylu'l-evtâr, c. VI, s.147.
Beşerin çok önemli ve güçlü dürtü ve güdülerinden biri cinsî arzudur (şehvettir). İslâm bunun yok edilmesini istememiş, evlilik ilişkisi içinde ihtiyacın karşılanmasını teşvik etmiş, bunun için evliliği kolaylaştırmış, gerektiğinde birden fazla kadınla evlenmeye de cevaz vermiştir. Âdetlerin, dînin maksadını aştığı noktalardan biri de günümüzde evlenmenin güç hâle getirilmiş olması, gençlerin yirmi beş, otuz yaşlarına kadar evlenme imkânı bulamamalarıdır. Bu durumda genç, cinsî arzusunu nasıl def edecektir? Evet oruç, genel olarak ibâdetler, okuma vb. faydalı faaliyetler, güzel san'atlar büyük ölçüde cinsî baskıyı hafifletir, yasak yönelişleri engellemede yardımcı olur. Fakat bazı zaman ve zeminlerde tehlike var demektir. Bu günümüzde böyle olduğu gibi, Rasûlullah (sav) zamanında da buna yakın hallerle karşılaşılmıştır. İbn Mes'ûd (r.a.) anlatıyor: Yanımızda kadınlar bulunmadan Allah Rasûlü (sav) ile birlikte savaşlar yapıyorduk. Allah Rasûlü'ne (sav) "Kendimizi iğdiş ettirelim mi" (cinsî iktidârımızı yok edelim mi?) diye sorduk, bizi bundan menetti, sonra da elbise (vb.) karşılığında, belli bir zamana kadar kadınlarla evlenme akdi (nikâh) yapmamıza izin verdi. İbn Mes'ûd bu hadîsi naklettikten sonra "Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı tayyibatı (iyi, güzel, temiz şeyleri) kendinize haram kılmayın, sınırı da aşmayın, Allah sınırı aşanları sevmez."1 meâlindeki âyeti okumuştur.2
Ebû Hamza anlatıyor: İbn Abbas'a kadınların mut'asını (mut'a nikahı ile kadınlardan faydalanmayı) sordum, buna izin ve ruhsat verildiğini bildirdi. Bir hizmetçisi kendisine: "Bu sıkıntılı hallerde, kadının az olduğu durumlarda ve benzerlerinde söz konusu olsa gerek değil mi?" diye sorunca İbn Abbas "Evet öyledir" cevabını verdi.3
Hadîslerden, Hz. Peygamber (sav)'in, Mekke fethine kadar birkaç defa, gerektikçe mut'a nikâhına izin verdiği, sonra yasakladığı anlaşılmaktadır. Mut'a nikahını caiz görenleri iki gruba ayırmak gerekiyor:
a) Mutlak olarak caiz görenler; ehl-i sünnet mezhebleri ve müctehidleri içinde bu gruba giren kimse yok gibidir. Bu görüş bazı şiî gruplara aittir.
b) Zînaya düşme tehlikesinin bulunduğu hallerde caiz görenler. Bu görüş de dört mezhebin dışında bulunmakla beraber sahabe zamanından günümüze kadar bazı müctehidler tarafından benimsendiği olmuştur.
Mut'a nikâhını caiz görenlerin dayandığı bir hadîsi de Hz. Câbir rivâyet etmektedir. Bu hadîste Câbir (r.a.) şöyle diyor: Hz. Peygamber (sav), Ebû Bekir zamanları ile Ömer'in hilâfetinin ilk zamanlarında, bir avuç hurma, yahut un karşılığında, birkaç günlüğüne mut'a evliliği yapardık, nihayet Ömer bize bunu yasakladı...4
Mut'a nikâhını caiz görmeyenlerin dayandıkları en açık ve güçlü delil Rebî b. Sebra el-Cühenî'nin rivâyet ettiği hadîstir. Râvînin babası Sebra, Mekke fethinde Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber bulunmuş, mut'a nikâhı ruhsatından istifâde etmiş, böyle bir nikâh içinde yaşarken Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Ey insanlar! Sizin, kadınlardan mut'a nikâhı ile faydalanmanıza izin vermiştim; biliniz ki Allah Teâlâ bunu, kıyâmet gününe kadar haram kılmıştır, kimin yanında böyle bir kadın varsa bıraksın, onlara verdiğiniz mehirlerden hiçbir kısmını da geri almayın."5
İmam Şevkânî, bundan önce zikrettiğimiz Câbir hadîsi ile bu hadîsin çeliştiğini, ebediyyen yasaklanmış bir nikâhın Hz. Ömer devrine kadar devam etmiş olmasının önemli bir problem olarak karşımıza çıktığını zikrettikten sonra şu yorumu yapmıştır: "Öyle anlaşılıyor ki, bazı sahabiler, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bu nikâhı kesin ve ebedî olarak yasakladığını duymamışlar ve uygulamaya devam etmişlerdir; Hz. Ömer de bu durumu görünce yasağı tazelemiş ve uygulamaya kesin olarak son vermiştir. Gerçi bu yorumda bir zorlama vardır, fakat sahih olan ve ebedî yasaklamayı bildiren Sebra hadîsi karşısında bu yorumu yapmamız gereklidir."6
Sonuç olarak Sünnî fıkıh mezhebleri ittifakla mut'a nikâhının caiz olmadığı, önceki ruhsat ve izinlerin sonradan ebedî olarak kaldırıldığı, neshedildiği hükmünü benimsemişlerdir. Bu mezheblere mensup bulunan bir müftü, mut'a nikâhının cevazına durum ne olursa olsun fetvâ veremez. Ancak samimî olarak, ictihad veya taklit yoluyla farklı görüşte olanlara da fâsık diyemez.
--------------------------------------------------------------------------------
1. Mâide: 5/87.
2. Buhâri, Nikâh, 31.
3. Buhâri, aynı yer.
4. Müslim, Nikâh, 16/16.
5. Müslim, Nikâh, 16/20 vd.
6. Neylu'l-evtâr, c. VI, s.147.