Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

nefs (5 Kullanıcı)

mansur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2008
Mesajlar
62
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
şüphesiz nefs kötülüğü emreder

bu başlık altında nesfsi ele alalım kardeşlerim
ve nefsimizle nasıl mücadele edeceğimizi ve mütmain (kurtulmuş ) nefs nasıl olunur onu öğrenelim
 

mansur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2008
Mesajlar
62
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
Nefs yaratılışda iyi işlerden kaçıcı, kötülüklere koşucudur ve hep tenbellik etmek ve şehvetlerine kavuşmak ister. Allahü teâlâ, bizlere, nefslerimizi, bu huyundan vaz geçirmeği, yanlış yoldan, doğru yola çevirmeği emr buyuruyor. Bu vazîfemizi başarabilmek için, onu bazan okşamamız, bazan zorlamamız ve bazan söz ile, bazan da iş ile, idâre etmemiz lâzımdır. Çünki, nefs, öyle yaratılmışdır ki, kendine iyi gelen şeylere koşar ve buna kavuşmakda iken rastlıyacağı güçlüklere sabr eder. Nefsin, seâdete kavuşmasına mâni olan en büyük perde, gafleti ve cehâletidir. Gafletden uyandırılır, seâdetinin nelerde olduğu gösterilirse, kabûl eder. Bunun içindir ki, Allahü teâlâ, Zâriyât sûresinde, meâlen, (Onlara nasîhat et! Nasîhat, müminlere elbette fâide verir) buyurdu. Senin nefsin de, herkesin nefsi gibidir. Nasîhat ona tesîr eder. O hâlde önce kendi nefsine nasîhat et ve onu azarla! Hattâ, onu azarlamakdan hiç geri kalma! Ona de ki: Ey nefsim! Akllı olduğunu iddiâ ediyorsun ve sana ahmak diyenlere kızıyorsun. Hâlbuki, senden dahâ ahmak kim var ki, ömrünü boş şeylerle, gülüp eğlenmekle geçiriyorsun. Senin hâlin, şu kâtile benzer ki, polislerin, kendisini aradıklarını ve yakalayınca, idâm edeceklerini bildiği hâlde, zemânını eğlence ile geçiriyor. Bundan dahâ ahmak kimse olur mu? Ey nefsim! Ecel sana yaklaşmakda, Cennet ve Cehennemden biri, seni beklemekdedir. Ecelinin, bugün gelmiyeceği ne malûm? Bugün gelmezse, bir gün elbette gelecek. Başına gelecek şeyi, geldi bil! Çünki, ölüm kimseye vakt tayîn etmemiş ve gece veyâ gündüz, çabuk veyâ geç, yazın veyâ kışın gelirim dememişdir. Herkese ânsızın gelir ve hiç ummadığı zemânda gelir. İşte ona hâzırlanmadın ise, bundan dahâ büyük ahmaklık olur mu? O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Günâhlara dalmışsın. Allahü teâlâ, bu hâlini görmüyor sanıyorsan, kâfirsin! Eğer gördüğüne inanıyorsan, çok cüretkâr ve hayâsızsın ki, Onun görmesine ehemmiyyet vermiyorsun! O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Hizmetçin sana itâat etmezse, ona nasıl kızarsın! O hâlde, Allahü teâlânın sana kızmıyacağından nasıl emîn oluyorsun! Eğer Onun azâbını hafîf görüyorsan, parmağını aleve tut! Yâhud, kızgın güneş altında bir sâat otur! Yâhud da, hamam halvetinde fazlaca kal da, zavallılığını, dayanamıyacağını anla! Yok eğer, dünyâda yapdıklarına cezâ vermiyecek sanıyorsan, Kurân-ı kerîme ve yüzyirmidörtbinden ziyâde Peygambere aleyhimüssalevâtü vetteslîmât inanmamış oluyorsun ve hepsini yalancı yapmış oluyorsun. Çünki, Allahü teâlâ, Nisâ sûresinin yüzyirmiikinci âyetinde meâlen, (Günâh işliyen, cezâsını çekecekdir) buyuruyor. Kötülük eden, kötülük görür. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Günâh işleyince, O kerîmdir, rahîmdir, beni afv eder diyorsan, dünyâda, yüzbinlerce kişiye niçin zahmet, açlık ve hastalık çekdiriyor ve tarlasını ekmiyenlere mahsûlünü vermiyor! Şehvetlerine kavuşmak için, her hîleye baş vuruyorsun ve o vakt Allahü teâlâ kerîmdir, rahîmdir, istediklerimi zahmetsiz bana gönderir demiyorsun. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Belki inandığını, fekat sıkıntıya gelemiyeceğini söyliyeceksin. Fazla sıkıntıya dayanamıyanların, az bir zahmet ile, bu sıkıntıyı önlemeleri lâzım olduğunu, Cehennem azâbından kurtulmak için, dünyâda zahmete katlanmanın farz olduğunu, demek ki bilmiyorsun. Bugün dünyânın bir mikdâr zahmetine dayanamazsan, yarın Cehennem azâbına ve âhıretdeki zillet ve alçaklığa ve tard olmağa, kovulmağa nasıl dayanacaksın? O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Para kazanmak için çok zahmet ve aşağılıklara katlanıyor ve hastalıkdan kurtulmak için, bir yehûdî doktorun sözü ile, bütün şehvetlerinden vaz geçiyorsun da, Cehennem azâbının, hastalıkdan ve fakîrlikden dahâ acı olduğunu ve âhıretin dünyâdan çok uzun olduğunu bilmiyorsun. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım diyorsan, ölüm dahâ önce gelebilir, pişmân olup kalırsın. Yarın tevbe etmeği, bugün etmekden kolay sanıyorsan, aldanıyorsun. Çünki tevbe, gecikdikçe zorlaşır ve ölüm yaklaşınca, hayvana yokuş önünde yem vermeğe benzer ki, fâidesi olmaz. Senin bu hâlin, şu talebeye benzer ki, dersine çalışmayıp, imtihân günü hepsini öğrenirim sanır ve ilm öğrenmek için, uzun zemân lâzım olduğunu bilemez. Bunun gibi, pis nefsi temizlemek için de, uzun zemân mücâhede etmek lâzımdır. Ömür, boşuna geçince, bir ânda, bunu nasıl yapabilirsin? İhtiyârlamadan önce gençliğin, hasta olmadan önce sıhhatin ve sıkıntı çekmeden önce râhatlığın ve ölmeden önce hayâtın kıymetini niçin bilmiyorsun? O hâlde yazıklar olsun sana ey nefsim!

Kışın muhtâc olacağın şeylerin hepsini, niçin yazdan hâzırlayıp hiç gecikdirmiyorsun ve bunları elde etmek için, Allahü teâlânın merhametine, ihsânına güvenmiyorsun? Hâlbuki Cehennemin zemherîri, kışın soğuğundan az değildir ve ateşinin sıcaklığı, temmuz güneşinden aşağı değildir. Bunların hâzırlığında, hiç kusûr etmiyorsun da, âhıret işlerinde gevşek davranıyorsun. Bunun sebebi nedir? Yoksa âhıret ve kıyâmet gününe inanmıyor musun ve kalbindeki bu küfrü, kendinden de mi saklıyorsun? Bu ise, ebedî felâketine sebebdir. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Marifet nûrunun himâyesine sığınmayıp da, öldükden sonra, şehvet ateşinin, cânını yakmasından, Allahü teâlânın lütfü ve merhameti ile kurtulacağını sanan bir kimse, kalın elbisesinin himâyesine girmeden, kışın soğuğunun, Allahü teâlânın lütfü ile kendisini üşütmiyeceğini sanan kimseye benzer. Bu kimse, bilemiyor ki, Allahü teâlâ, birçok fâideleri sağlamak için, kışı yaratmış ise de, lutf ve merhamet ederek, elbise yapılacak şeyleri de yaratmış ve insanlara, elbise yapmak için akl ve düşünce vermişdir. Yanî, Onun ihsânı, elbise temînini kolaylaşdırmakda olup, elbisesiz üşümemek şeklinde değildir. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Günâhların Allahü teâlâyı kızdırdığı için, azâb çekeceğini zan etme ve günâhlarımın Ona ne zararı var ki, bana kızıyor deme! Zan etdiğin gibi değil. Seni yakacak olan Cehennem azâbı, senin içinde ve şehvetlerinden meydâna gelmekdedir. Nitekim, insanın hastalığı, yidiği zehrden ve içine giren zararlı şeylerden meydâna gelmekde olup, tabîbin sözlerini dinlemediği için, onun kızmasından hâsıl olmuyor. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Ey nefsim! Anladım ki, dünyânın nimetlerine ve lezzetlerine alışmışsın ve kendini onlara kapdırmışsın! Cennete ve Cehenneme inanmıyorsan, bâri ölümü inkâr etme! Bu nimet ve lezzetlerin hepsini senden alacaklar ve bunların ayrılık ateşi ile yanacaksın! Bunları istediğin kadar sev, istediğin kadar sıkı sarıl ki, ayrılık ateşi, sevgin kadar çok olur. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Dünyâya niye sarılıyorsun? Bütün dünyâ senin olsa ve dünyâdaki insanların hepsi sana secde etse, az zemân sonra sen de, onlar da toprak olacaksınız! İsmleriniz unutulacak, hâtırlardan silinecek. Geçmiş pâdişâhları hâtırlayan var mı? Hâlbuki sana dünyâdan az birşey vermişler. O da bozulmakda, değişmekdedir. Bunlar için, sonsuz Cennet nimetlerini fedâ ediyorsun. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Bir kimse, kıymetli ve sonsuz dayanıklı bir mücevheri verip, bununla, kırık bir saksı satın alırsa, ona nasıl gülersin? İşte dünyâ, alınan saksı gibidir. Onu kırıldı bil ve ebedî cevheri, elinden çıkdı bil ve sana pişmânlık ve azâb kaldı bil!

Bunlar ile ve bunlar gibi sözlerle, herkes nefsini azarlıyarak, kendi hakkını ödemeli ve nasîhate, önce kendinden başlamalıdır! Allahü teâlâ, doğru yolda gidenlere selâmet ihsân buyursun! Âmîn.

İMAM GAZALİ
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
selamün alyküm, faydalı bir konu Allah razı olsun..
nefisle mücadele etmek her müslümana vaciptir
 

sultan toklucu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2008
Mesajlar
6
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
selamün aleykümm gerçekten bu zamanda nefsimizle uğraşmak çok zor ALLAHU TALA HEPİMİZİN YARDIMCISI OLSUN İNŞALLAH .ÇOK GÜZEL Bİ KONUYA DEĞİNMİŞSİNİZ. ALLAH RAZI OLSUN.
 

mansur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2008
Mesajlar
62
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
نعىمة;649665' Alıntı:
selamün alyküm, faydalı bir konu Allah razı olsun..
nefisle mücadele etmek her müslümana vaciptir

aleyküm selam kardeşim
Rabbim hepimizinden razı olsun
ben şuna inanıyorum negatif egonun (nefs) esaretinden kurtula bilirsek eğer inanın kardeşlerim insan uçabilir
ve hem bu dünyada hemde ebedi alemde saadete kavuşur
 

mansur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2008
Mesajlar
62
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
selamün aleykümm gerçekten bu zamanda nefsimizle uğraşmak çok zor ALLAHU TALA HEPİMİZİN YARDIMCISI OLSUN İNŞALLAH .ÇOK GÜZEL Bİ KONUYA DEĞİNMİŞSİNİZ. ALLAH RAZI OLSUN.

aleyküm selam kardeşim evet nefsle uğraşmak zor ama
ipin ucunu bir yakalayınca olay zorluktan çıkıp huzurlu bir uğraş oluyor
rabbim hepimizin yardımcısı olsun
 

mansur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2008
Mesajlar
62
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
NEFS VE RUH

Cenâbı Allah'ın özenle ölümsüz olarak yarattığı ve halifelik görevi verdiği insan, iki unsurdan ibarettir. Madde yönü ile bedeni ve madde ötesi tarafı ile benliği. Benlik yani can; ilâhî (Allah'a özgü) bir oluş sırrı ile yaratılan madde ötesi manevî şahsiyetimiz, kişiliğimizdir. Hayat, tabiat, huy, akıl, gönül, irade, düşünce gibi çeşitli unsurlarıyla bizdeki benlik duygusu ve insanın özü. Benlik iki kısmıdır. Bir parçasını nefs, diğer bir parçasını da ruh teşkil etmektedir. İşte birbirinin zıddı bu iki yönümüzle Dünya planında ya aşağılara ineceğiz veya yükseklere çıkarak yüceleceğiz.

Nefs; benliğin çirkin, kötü ve isyankar davranışlarına denir. Bedensel istek ve arzuların tümünü kapsar. Nefsin özellikleri; yalancılık, zulüm, gurur, şehvete aşırı düşkünlük, öfke, kin, cimrilik, v.s.dir. Yüce Yaratıcı'sını tanımayan, nankör, kendi varlığını herşeyin üstünde tutan hep kötülüklere çalışan tutumuyla yanılgıların kaynağıdır. Sonunda Yüce Allah'ı hissederek O'na dönebilmektedir. Nefs, yaratılışın negatif kutbunun temsilcisi ve Cenâbı Allah'ın Celâl görüntüsüdür.

Ruh; Cenâbı Hakk'ın dilemesi ile insana yansıyan ve ona hayat veren ilâhî bir kudret, Yaratıcı ile insan arasında ilâhî bir ceryandır. Benliğe güzel ve iyi sıfatların kazanılması için, ona gerçekleri hissettiren ilâhî bir güç. Dünyadaki görevini nefsle birlikte sürdürmektedir. Cenâbı Allah'tan gelen, ölümsüz olan ruhun yücelmesi söz konusu olmayacağından, o hep yücedir. Nefs; ruh ceryanını hissettikçe, onunla ilgisi arttıkça da yücelmektedir. Ruh, yaratılışın pozitif kutbu ve Cenâbı Hakk'ın Cemal görüntüsüdür.

NEFS VE RUH SIRRI

50/16: ... İnsanı Biz yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler verdiğini biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.
12/53: ... Nefs, kötülüğü şiddetle emreder...
17/85: ... Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bilgi verilmiştir.

Nefsin vesvesesi; insanın içinden geçirdiği aslı olmayan fakat var sandığı şüphe, kuşku, kuruntu gibi duygulardır. Bunları insanı devamlı kemirir onu isyana, kötü yollara sevk eder. Egoist, gururlu, aşırı hırslı, dünyanın geçici menfaatlerini tanrı edinir. Nefs; bedene dönük arzu ve isteklerin esiri davranışlara bürünür. Kur'ân'da adları geçen ve kötülüğün en üst noktasını temsil eden Nemrûd, Firavûn, Ebu Cehil'in nefisleri her devirde yaşamaktadır. Nefsde; ferdiyetçilik, benlik duygusu ön plandadır. Yaratılmışlığına, ruh-hayat sırrına rağmen kendi varlığını adeta tanrılaştırması nefsin büyük yanılgısıdır. Cenâbı Allah'ın Tek'liğini, Samed'liğini ve O'ndan başka bir kudretin olmadığı gerçeğini kabul etmemesi, şirk (Allah'a ortak koşma) ve inkarı getirir. Allah'ı bulma da ona perde olur. Nefsinin boş ve zararlı arzularının egemen olduğu bir insan da Allah ile kul ilişkileri gerçekleşemez. Nefsin çok önemli bir özelliği de iyiliğe de kötülüğe de dönebilen seyyal ve değişken olmasıdır. Bunun için nefsten ümit kesilmez ve her zaman Rabbini hissedebilme kabiliyeti vardır.

" Biz ona şah damarından daha yakınız. " ayeti, Yüce Yaratıcı'nın kuluna ne kadar yakın olduğunu vurgulamaktadır. Ona hayatını, canını Kendi Ruhun'dan üfleyerek vermesi, bu yakın ilişkinin sırlarıdır.Kul, Mutlak Kaynak'tan gelen ruh cereyanı ile Yaratıcı'sını hisseder, O'ndan kuvvet alır ve yücelir. Ruh; Emir Aleminden " yani Allah'tan geldiği için ölümsüzdür, sezildiği oranda da kulu yüceltir.

Ruh nefsi, nefs de ruhu hakimiyeti altına alabilir. Nefsin ruha galibiyetinde negatif kuvvetlerin eline geçen nefs, azab çekerek cehennemi hak edecek; nefsin ruh gerçeğini hissederek ona sahip çıkması halinde ise pozitif kuvvetlerin kaplaması ile o kul, sonsuz kurtuluşu ve cenneti kazanacaktır. Yaratılış yasası gereği nefs; acı çekerek, yoğrularak adım adım olgunlaşır ve kemale erer. Ruh için olgunlaşma düşünülemez, o Allah'tan gelen ilâhî bir yönümüzdür.
 

ESİLA NUR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Nis 2008
Mesajlar
159
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
EMEĞİNE SAĞLIK çok güzel bir paylaşım :)
 

edebiyat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Nis 2008
Mesajlar
25
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
selamun aleyküm çok güzel bi konuya değinmişsiniz allah hepimize yardım etsin nefs ile uğraşmak çok zor aeo...
 

edebiyat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Nis 2008
Mesajlar
25
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
yeni üye ...

yeni üye ...

herkese selamun aleyküm siteye yeni üye oldum inşallah hayırlı olur benide aranıza kabul edersiniz inşallah ALLAHA emanet olun hayırlı günler :)
 

mansur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2008
Mesajlar
62
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
nefs aşıktır,
ve aşkına kavuşmak için insana sürekli kötülüğü emreder.insan her kötülük yaptığında nesf'in aşkı dahada büyür.ve yaptırdığı eylemleri öyle süslü gösterirki insana o eylemi yaptığı zaman mutlu olcağına emindir.nefs dünyaya aşıktır.
la ilahe illa ente süphaneke
inni küntü minel zalimin
doğrusunu Allah bilir.
 

mansur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2008
Mesajlar
62
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
İslâm'ın mümeyyiz vasıflarının en önemlisi insanı olduğu gibi, gerçek hüviyeti ile kabul etmesi, beşer tabiatında bulunmayan şeyleri ona sun’î bir şekilde yüklememesidir. İslâm bu anlayışla insanı terbiye etmeyi amaçlamış, beşeriyeti fıtrî yapısı ile yüce gayeler arasında bocalatmamıştır. Bu gayenin gerçekleşebilmesi için de 'insanın kendi nefsini tanımasını' ana ilke olarak benimsemiştir.

Nefsin Mahiyeti ve Karakteri

'Nefs' kelimesi iki mânâya delâlet eder:
— Nefs, insanın hakikati ve kendisi demektir;
— Nefs, insanda gazap ve şehvet kuvvetini ifade eden bir terimdir. Tasavvuf erbabı ekseriya nefs terimini bu mânâda kullanır. Kendisiyle mücahede edilmesi istenen; kırılması, öldürülmesi tavsiye edilen nefis, bu nefistir. Bu hale göre, insanın sıfatı mahiyetindeki nefis, terbiye edilerek faydalı bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Nefis mücahedesinden anlaşılan da budur. Yani insanda bulunan gazap kuvveti, şehvet kuvveti, akıl kuvveti gibi temel güçleri ifrat ve tefritten koruyarak mu'tedil bir yapıda tutmaktır. Yoksa bu güçlerin inkârı veya ihmâli söz konusu olamaz. İnsanın asıl benliği (ruh) ile Rabb'i arasına giren nefis, bir cihetiyle tezkiye ve terbiye edilerek şeref kazanırken, diğer bir cihetiyle de hayatın istinat ettiği temel taşı, dinamik güç niteliğindedir. Eğer bu nefsî güçler tefrit haline düşerse hayat durur, intibaksızlıklar ve dengesizlikler başlar. Halbuki Allahü Teâlâ (cc) kullarını bu güçlerle hem hayata bağlamakta ve hem de imtihan etmektedir.

Nefsin Mertebeleri

İnsanın sıfatı mahiyetindeki nefsin birçok mertebesi vardır:

1. Nefs-i emmare
Sıfat-ı emmare de denir. Bu makamda nefis kötülüğü emreder, peşin dünya zevk ve menfaatlerini gaye edinir. Dünyasını dinine tercih eder. Hata kabul etmez, daima başkalarını suçlar. "Nefis, olanca şiddetiyle kötülüğü emreder" (Yûsuf: 53). Bu halde bulunan kişiler öğüt kabul etmez ve günah işlemekten de üzülmezler. Bu hal genel olarak kâfir, münafık ve fasıkların halidir.

2. Nefs-i Levvâme
Sıfat-ı Levvâme de denir. Bu makamda nefis kendi hatalarını görmeğe ve kabul etmeğe başlamıştır. Artık doğru ile yanlışı, Hak ile bâtılı seçer olmuştur. Yasakları bilip kaçınır, emirleri bilip yerine getirir. Fakat istikrarlı olamaz. Çelişkili bir hali varizan harama dalar, arkasından tevbe ederek pişman olur. daima kendini kınayan nefse ederim" (Kıyamet: 2). Bu halde Allahü Teâlâ'nm değer verdiği şereflendirdiği bir mertebeye erişılır. Fakat iman henüz taklit seviyesindedir.
3. Nefs-i Mülhime Sıfat-ı Mülhime de denir. Bu makamda zahir itibariyle mükemmel bir dini hayat gözlenir. Farzlar, vacipler, er tam olarak icra edilir. Haram, mekruh ve şüpheliler terk edilir, sır âlemine açılmaya başlar. Bazı ilhamlara muttali olur. Bu makam nefs için pek önemli bir makamdır. Zira bu hal zandan hakikate geçiş noktasıdır. Eğer kâmil bir rehber mevcut ise, geçiş kolay olur, aksi halde nefis benliği ve gurura düşüp teredebilir(1).
Nefsin bu üç makamında kul ile Rabbi arasında koyu bir zulmet perdesi olduğu için iman zannîdir, taklididir. Bu hallerin sür'atle geçilmesi gerekir. Yalnız başına bir şahsın varabileceği son nokta Mülhime Makamıdır. Bundan daha ileri geçebilmek ancak bir rehberin irşadı ile mümkün olabilir, ilim ve akıl bu makamın üstüne çıkmak için kâfi gelemez

4. Nefs-i mutmainne
Sıfat-ı Mutmainne de denir. Bu sıfat velâyet sıfatıdır. Bu halle sıfatlananlara veli denir (2). Artık kul ile Rabbi arasındaki zulmet perdesi aralanmış, iman zandan hakikate ulaşmıştır. Bu makama nail olanlar tahkiki iman sahibi olmuşlardır. "Ey huzura eren nefis, razı edici ve razı edilmiş olarak Rabb'ine dön. iyi kullarım arasına gir! Cennetime gir!" (Fecr. 27, , 30) âyetleriyle Allahü Teâlâ bu makam sahiplerine iltifat eder, "îyi bilin ki, Allahü Teala'nın velileri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir (Yûnus: 62) âyetiyle de onları müjdeler.
Nefsin itmi'nânı ancak Allahü Teâlâ'yı zikr ile hasıl olur. Kulların ihtiyaçları sonsuzdur. Allah'ın imdadı olmadıkça mâsivânın hepsinin bekası ve kuvveti mütenâhîdir. Sonsuz olan birşey sonlu olan birşey ile telâfi olunamaz. Onun için kulun nihayetsiz ihtiyacı mukabilinde Allah'ın nihayetsiz olan kemâli lâzımdır ki, istikrar hasıl olabilsin.
Bu makamdan sonra üç makam daha vardır ki, o zamanlar çok yüksek halleri anlattığı için biz sadece isimlerini zikredip keyfiyetlerini ehline havale edeceğiz.

5. Nefs-i Raziyye
Buna sıfat-ı Raziyye de denir.

6. Nefs-i Merziyye
Buna sıfat-ı Merziyye de denir.

7. Nefs-i Safiyye veya Nefs-i Kâmile
Buna Sıfat-ı Safiyye de denir.

Nefsin bu yedi makamı, onun terbiye edilişi esnasında kazandığı sıfatlardır. Sıfat-ı Emmâre'den, Sıfat-ı Mülhime'ye kadar iman zan üzeredir. Böyle insanların imanla göçmeleri pek zordur. Mülhime makamını sür'atle aşıp itmi'nan makamına geçmek her bir sâlikin gayesi olmalıdır. Bilinmelidir ki, itmi'nan makamı rehbersiz elde edilemez.

Nefs Terbiyesinde Usuller

İslami kaynakların beyanına göre her bir nefis terbiye edilerek bir karakter kazanabilir. Hadisi şerifte beyan edildiği üzrere "Her insanı annesi fıtrat üzere doğurur , sonra annesi babası onu Yahudileştirir ,Hristiyanlaştırır ve mecusileştirir " (3) bu haberin delâletinden anlıyoruz ki, insanlar çevrelerinin etkisiyle hayır veya şer istikâmetlerde yönlendirilebilirler. Bu itibarla nefis terbiyesinin lüzumu ve önemi açık bir şekilde anlaşılmış bulunmaktadır.


Nefis terbiyesinde ana ilkeler şunlardır:


1. Hakk'a vesile olacak, bir rehber edinmek: Allah'a varmış, Kurana ve Sünnete tam uyan ,seyr-i
sülûkunu tamamlamış, irşada memur kâmil bir rehber edinmek gerektir. Bu rehber gerek nefsimizin halini teşhis, gerekse onu tedavi konusunda ehliyetli olmalıdır. Böyle bir rehber sağlıklı bir yolculuk sonrası bizi maksada ulaştırır.


2. Emirlere imtisal ve yasaklardan kaçınmaktır: Dinin emrettiği
ibâdet ve taatlere aynen uymalı, yasaklardan da kaçınmalıdır. Bu vadide zâhir/bâtın tüm incelikler elden geldiği kadar gözetilmeli, tavsiye edilen virdler ve zikirler titizlikle tatbik edilmelidir.

3. Riyazet ve benzeri usullerle nefse muhalefet edilmelidir: Nefse
karşı muhalefet edilmeli, onun peşin dünya zevkleri kırılmalıdır. Bu konuda uyulması gereken başlıca esaslar şunlardır:

a) H a l v e t ; Yalnız kalmak demektir. Halktan uzaklaşmak bir bakıma masivadan uzaklaşmak anlamına gelir. Nefis ise yalnızlıktan hoşlanmaz, halkın arasına katılıp, onların halleriyle hallenmeyi arzu eder. Halvet metodu ömür boyu olmamalıdır. Nefs terbiyesinde geçici olarak uygulanan 'bir usuldür. Ramazan-ı şerifte yapılan itikâf bir bakıma halvetin örneğidir. ölçüdür. Sadece haram ve şüphelileri değil malâyani denilen boş sözler de terk edilmelidir. Zira çok konuşmak ve çok gülmek kalbi öldüren hastalıklardandır.

b) S ü k ü t: Killetü'l kelam da denir. Dili tutmak demektir. Dil ,sohbet, zikir ve yemek aleti olduğu kadar pek ciddi afetleri de vardır. Dili tutmak nefs terbiyesinde mühim bir ölçüdr. Sadece haram ve şüphelileri değil malayani denilen boş sözler de terk etmelidir. Zira çok konuşmak ve çok gülmek kalbi öldüren hastalıklardandır.

c) Yemeği azaltmak: Kılle-tü't-taam da denir. Yemek arzusuna muhalefet etmek, az yemek, nefsin hoşuna giden şeyleri yememek demektir. Zaman zaman helâl yiyecekleri bile, haram kabul etmemek şartıyla terk etmek sırf bu maksat için caiz olur. Nasıl ki, oruçta belli bir süre yemek-içmek terk ediliyorsa riyazet maksadıyla da yemeği azaltmak ve bazan terk etmek nefs terbiyesinde önemli usûldür. İrade terbiyesinin başlangıcında açlıktan daha faydalı bir ilâç yoktur. Zira dünya nimetlerinin helâlinin hesabı, haramının azabı ve şüphelilerin de itabı (kınama) gerektirdiği bilinmelidir.

d) Gece uykusundan feragat etmek: Kılletü'l-menâm da denir. Uykuyu hacet miktarı azaltmak, geceleyin teheccüd namazı kılmak, seher vaktini uyanık ve zikirle geçirmek nefse ağır gelmekle birlikte ecri ve bereketi pek ziyadedir. Gaflet içinde geçirilen bir gece mü'minin pek mühim bir yitiği sayılmalıdır.
Bu ölçülere sadık kalınarak rabıtalı bir halde zikir arttırılırsa lütfü ilâhî nefsin makamları birer birer geçilir. Velayet sırrına erilir. Ne mutlu nefsini bilenlere, ne mutlu Hakk'a vasıl olanlara, selâm onlara, selâm onlara tabi olanlara...

--------------------------------------------------------------------------------
 

mansur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2008
Mesajlar
62
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
Nefis terbiyesi

--------------------------------------------------------------------------------

Kader–i ilahinin tecellisinde, rıza göstermeyip Cenab–ı Hakk (cc)’a karşı itirazda bulunmak hem dinin, hem tevhidin, hem tevekkülün ve hem de ihlasın henüz olması gerektiği gibi kalbizimde yer etmediği anlamına gelir. Oysa böyle bir anda müminin kalbinde “nasıl” ve “niçin” gibi sorulara yer yoktur.

Tam aksine o başına gelen bütün bu belalara karşı bir teslimiyet içinde olur. Oysa nefis böyle bir zamanda, Allah’ın takdirine hem karşı gelir hem de itiraz eder. Öyle ise onun düzelmesini arzulayan zararlı yönü kaybolana kadar onunla –nefsiyle– mücadele etsin, savaşsın. Nefsin kötülükleri kat be kattır, iç içedir. Ancak onunla yapılacak mücahede sonunda ve “mutmain olmuş nefis” makamına erişince ancak, faydalı yönü öne çıkar. Nefs–i mutmainne makamında ancak kulun ibadetleri eksiksiz yapması ve günahlardan uzaklaşması mümkün olur. Sen de ancak Mutmainne makamında kulluğunu layıkı ile yerine getirmeye ve bütün kötülüklerden uzaklaşmaya muvaffak olursun. “Mutmainne” makamına ulaşınca o nefse şöyle hitap edilir:

“Ey itminana ermiş olan nefis Rabb’ine dön! O senden razı sen ondan razı olarak” (Fecir: 89–28)

Nefsin Mutmainne makamına ermesi ve zararlı yönü ondan kaybolması ve mahlukata karşı hiçbir ilgisinin kalmaması ile ancak dedesi Hz. İbrahim (as)’la kurulması gereken ünsiyet tamamlanmış olur. Çünkü o, nefsini benliğinden çıkardı, nefsin arzularına karşı geldi de ondan sonra gönül huzuru içinde Nemrut’un hazırladığı ateşe koştu. Yaratılmışların bir çoğu kendisine yardım etmek istediklerinde o şöyle diyordu: Yardımınızı istemiyorum. Zira O’nun benim bu içinde bulunduğun hali biliyor olması bana yardım olarak yeter. Bu şekilde tam manası ile Allah (cc)’a teslimiyet ve tevekkül gösterince ateşe şöyle emredildi: “Ey ateş İbrahim için serin ve selamet ol” (Enbiya 21/69).

Allah’tan gelen bütün bela ve musibetlere karşı sabredenler için, hem dünya hayatında, hem de ahiret hayatında Allah’ın sayılamayacak kadar yardımı vardır. Bu manada Yüce Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Ancak sabredenlere mükafatları hesapsız verilecektir” (Zümer: 39/10).

Sıkıntılara sadece O’nun için katlananların halleri Allah (cc)’ın malumudur.

O’nun için olan bir anlık sabrın karşılığı olarak yıllarca Allah’ın lütfunu ve ihsanını görürsünüz. Zaten asıl yiğitlik bir anlık da olsa sabredebilmektir. Bunun için Yüce Allah şöyle buyurur:

“Mutlaka Allah (cc), sabredenlerle beraberdir” (Bakara 2/153).

Allah’ın kulu ile olan bu beraberliği, sıkıntılı anında ona yardım yapmakla ve en zor zamanda onu muzaffer kılmakla olur. Başınıza gelenlere Allah için sabredin ve ayık olun. Gafil olmayın. Ayıkmayı ölümden sonraya bırakmayın.

Zira ölümden sonra ayıkmanın size hiç bir faydası olmaz. Allah’ın huzuruna çıkmadan ayıkın. Sizin hiçbir tesiriniz olmadan ayıkacaksınız ya, ondan önce ayıkın. Pişmanlığın hiç fayda vermeyeceği o mahşer günü gelip çatmadan yaptığınız hatalara pişman olun. Kalplerinizi düzeltin. Zira kalpleriniz düzgün olunca diğer halleriniz de düzelir. Bunun için Nebi (as) şöyle buyuruyor: “İnsanoğlunda bir et parçası var, o düzgün olunca diğer azalar da düzelir, o bozulunca diğer azalar da bozulur. Dikkat edin o kalptir”.

Kalbin düzelmesi takva ve Allah (cc)’a tevekkül ile olur. O’na hiçbir şeyi ortak koşmamakla olur. İbadetlerde ihlaslı olmakla olur. Kalbin bozulması da bu saydıklarımın yokluğu ile olur. Kalp tıpkı beden kafesindeki bir kuş, kutudaki bir inci ve hazinenin içinde bulunan değerli bir mal gibidir.

Kıymetli olan kuştur, kafes değildir. İnciye değer verilir, kutuya değil.

Mal önemlidir hazinenin ambarı değil.

Ey Allah’ım! Azalarımızı sana ibadetle meşgul eyle. Kalplerimize senin marifetini yerleştir. Gecemiz ve gündüzümüz yani bütün ömrümüz hep bunlarla meşgul olsun. Bizden önce yaşamış olan salih kullarına bizi de kat. Onları ne ile nasiplendirdiysen bizi de onunla nasiplendir.

Ey insanlar, Arifler gibi sizin de bütün işleriniz Allah (cc) için olsun.

Böylelikle de onlara yardım ettiği gibi size de yardın etsin. Hakk (cc)’ın size yardımcı olmasını arzu ediyorsanız, O’na kulluk yapmakla ve O’ndan gelene sabretmekle meşgul olun. Gerek kendi nefsinize ve gerekse de malınıza veya mülkünüze O’ndan ne gelirse onlara rıza gösterin.

Arifler, hayatlarını zühd içinde yaşadılar. Rızklarını takvadan ayrılmadan ve haramdan korunarak elde ettiler. Bununla yetinmediler, sonra ahiret hayatını kazanmak için uğraştılar. Onun için de onu hak edecek işler yaptılar. Nefislerinin isteklerine asla boyun eğmediler. Sürekli Rablerine kulluk ettiler. Tabii nasihati önce kendi nefislerine yaptılar. Daha sonra başkalarına nasihat yaptılar.

Şeyh Abdulkadir Geylani (ks) sohbetlerinden
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt