Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Nefis terbiyesi (3 Kullanıcı)

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Kader–i ilahinin tecellisinde, rıza göstermeyip Cenab–ı Hakk (cc)’a karşı itirazda bulunmak hem dinin, hem tevhidin, hem tevekkülün ve hem de ihlasın henüz olması gerektiği gibi kalbizimde yer etmediği anlamına gelir. Oysa böyle bir anda müminin kalbinde “nasıl” ve “niçin” gibi sorulara yer yoktur.

Tam aksine o başına gelen bütün bu belalara karşı bir teslimiyet içinde olur. Oysa nefis böyle bir zamanda, Allah’ın takdirine hem karşı gelir hem de itiraz eder. Öyle ise onun düzelmesini arzulayan zararlı yönü kaybolana kadar onunla –nefsiyle– mücadele etsin, savaşsın. Nefsin kötülükleri kat be kattır, iç içedir. Ancak onunla yapılacak mücahede sonunda ve “mutmain olmuş nefis” makamına erişince ancak, faydalı yönü öne çıkar. Nefs–i mutmainne makamında ancak kulun ibadetleri eksiksiz yapması ve günahlardan uzaklaşması mümkün olur. Sen de ancak Mutmainne makamında kulluğunu layıkı ile yerine getirmeye ve bütün kötülüklerden uzaklaşmaya muvaffak olursun. “Mutmainne” makamına ulaşınca o nefse şöyle hitap edilir:

“Ey itminana ermiş olan nefis Rabb’ine dön! O senden razı sen ondan razı olarak” (Fecir: 89–28)

Nefsin Mutmainne makamına ermesi ve zararlı yönü ondan kaybolması ve mahlukata karşı hiçbir ilgisinin kalmaması ile ancak dedesi Hz. İbrahim (as)’la kurulması gereken ünsiyet tamamlanmış olur. Çünkü o, nefsini benliğinden çıkardı, nefsin arzularına karşı geldi de ondan sonra gönül huzuru içinde Nemrut’un hazırladığı ateşe koştu. Yaratılmışların bir çoğu kendisine yardım etmek istediklerinde o şöyle diyordu: Yardımınızı istemiyorum. Zira O’nun benim bu içinde bulunduğun hali biliyor olması bana yardım olarak yeter. Bu şekilde tam manası ile Allah (cc)’a teslimiyet ve tevekkül gösterince ateşe şöyle emredildi: “Ey ateş İbrahim için serin ve selamet ol” (Enbiya 21/69).

Allah’tan gelen bütün bela ve musibetlere karşı sabredenler için, hem dünya hayatında, hem de ahiret hayatında Allah’ın sayılamayacak kadar yardımı vardır. Bu manada Yüce Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Ancak sabredenlere mükafatları hesapsız verilecektir” (Zümer: 39/10).

Sıkıntılara sadece O’nun için katlananların halleri Allah (cc)’ın malumudur.

O’nun için olan bir anlık sabrın karşılığı olarak yıllarca Allah’ın lütfunu ve ihsanını görürsünüz. Zaten asıl yiğitlik bir anlık da olsa sabredebilmektir. Bunun için Yüce Allah şöyle buyurur:

“Mutlaka Allah (cc), sabredenlerle beraberdir” (Bakara 2/153).

Allah’ın kulu ile olan bu beraberliği, sıkıntılı anında ona yardım yapmakla ve en zor zamanda onu muzaffer kılmakla olur. Başınıza gelenlere Allah için sabredin ve ayık olun. Gafil olmayın. Ayıkmayı ölümden sonraya bırakmayın.

Zira ölümden sonra ayıkmanın size hiç bir faydası olmaz. Allah’ın huzuruna çıkmadan ayıkın. Sizin hiçbir tesiriniz olmadan ayıkacaksınız ya, ondan önce ayıkın. Pişmanlığın hiç fayda vermeyeceği o mahşer günü gelip çatmadan yaptığınız hatalara pişman olun. Kalplerinizi düzeltin. Zira kalpleriniz düzgün olunca diğer halleriniz de düzelir. Bunun için Nebi (as) şöyle buyuruyor: “İnsanoğlunda bir et parçası var, o düzgün olunca diğer azalar da düzelir, o bozulunca diğer azalar da bozulur. Dikkat edin o kalptir”.

Kalbin düzelmesi takva ve Allah (cc)’a tevekkül ile olur. O’na hiçbir şeyi ortak koşmamakla olur. İbadetlerde ihlaslı olmakla olur. Kalbin bozulması da bu saydıklarımın yokluğu ile olur. Kalp tıpkı beden kafesindeki bir kuş, kutudaki bir inci ve hazinenin içinde bulunan değerli bir mal gibidir.

Kıymetli olan kuştur, kafes değildir. İnciye değer verilir, kutuya değil.

Mal önemlidir hazinenin ambarı değil.

Ey Allah’ım! Azalarımızı sana ibadetle meşgul eyle. Kalplerimize senin marifetini yerleştir. Gecemiz ve gündüzümüz yani bütün ömrümüz hep bunlarla meşgul olsun. Bizden önce yaşamış olan salih kullarına bizi de kat. Onları ne ile nasiplendirdiysen bizi de onunla nasiplendir.

Ey insanlar, Arifler gibi sizin de bütün işleriniz Allah (cc) için olsun.

Böylelikle de onlara yardım ettiği gibi size de yardın etsin. Hakk (cc)’ın size yardımcı olmasını arzu ediyorsanız, O’na kulluk yapmakla ve O’ndan gelene sabretmekle meşgul olun. Gerek kendi nefsinize ve gerekse de malınıza veya mülkünüze O’ndan ne gelirse onlara rıza gösterin.

Arifler, hayatlarını zühd içinde yaşadılar. Rızklarını takvadan ayrılmadan ve haramdan korunarak elde ettiler. Bununla yetinmediler, sonra ahiret hayatını kazanmak için uğraştılar. Onun için de onu hak edecek işler yaptılar. Nefislerinin isteklerine asla boyun eğmediler. Sürekli Rablerine kulluk ettiler. Tabii nasihati önce kendi nefislerine yaptılar. Daha sonra başkalarına nasihat yaptılar.

Şeyh Abdulkadir Geylani (ks) sohbetlerinden
 

dolunayhilal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
287
Tepki puanı
0
Puanları
0
allah bizee nefsimizi terbiye etmeyi ve şeytanın şerrinden korusun
 

safiye

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Eki 2006
Mesajlar
1,584
Tepki puanı
0
Puanları
0
nefsimize uydurup şeytanı,düşmanımızı güldürtmesin
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
zamanımızda Allah yolundan saptıran o kadar çok insi şeytan var ki,
Kuran ve Sünneti az çok okuyan bir insan gözünü açıp baksa münafık olduklarını alnından çok rahat okuyabilir. sonra da nefis terbiyesi başlar.
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
İnsanoğlunun görünürdeki baş gözünün dışında mecazi manada da olsa iki gözü daha vardır. Bunlar, basiret gözü ve akıl gözüdür. Bir meselenin gerçek boyutlarıyla anlaşılması, basiret gözünün görmesine bağlıdır. Basiret gözü görenler, yaşanan olayın sadece görünen kısmını değil, perde arkası dediğimiz, hikmetini de görür ve anlar.

Akıl gözü gören insanlar, sadece gördükleriyle değil, gördüklerini belli bir ölçü dahilinde değerlendirirler. Bu özelliğe sahip kimseler de görmeyi sadece seyretme boyutundan çıkarıp, değerlendirme boyutunu da yaşarlar. Bu gruba girenler kısmi de olsa gerçekleri görür ve idrak ederler.


Ya olaylara baş gözü ile bakanlar; onlar sadece olayın kendi görme alanı içerisinde cereyan eden kısmına bakar ve geçer.Tahlil etme zahmetine bile katlanmazlar. Bu tip insanlar toplumsal olaylarda her zaman için kullanılmaya müsaittirler
.
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Nefsin mertebeleri

Nefsin mertebeleri

İslâm'ın mümeyyiz vasıflarının en önemlisi insanı olduğu gibi, gerçek hüviyeti ile kabul etmesi, beşer tabiatında bulunmayan şeyleri ona sun’î bir şekilde yüklememesidir. İslâm bu anlayışla insanı terbiye etmeyi amaçlamış, beşeriyeti fıtrî yapısı ile yüce gayeler arasında bocalatmamıştır. Bu gayenin gerçekleşebilmesi için de 'insanın kendi nefsini tanımasını' ana ilke olarak benimsemiştir.

Nefsin Mahiyeti ve Karakteri

'Nefs' kelimesi iki mânâya delâlet eder:
— Nefs, insanın hakikati ve kendisi demektir;
— Nefs, insanda gazap ve şehvet kuvvetini ifade eden bir terimdir. Tasavvuf erbabı ekseriya nefs terimini bu mânâda kullanır. Kendisiyle mücahede edilmesi istenen; kırılması, öldürülmesi tavsiye edilen nefis, bu nefistir. Bu hale göre, insanın sıfatı mahiyetindeki nefis, terbiye edilerek faydalı bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Nefis mücahedesinden anlaşılan da budur. Yani insanda bulunan gazap kuvveti, şehvet kuvveti, akıl kuvveti gibi temel güçleri ifrat ve tefritten koruyarak mu'tedil bir yapıda tutmaktır. Yoksa bu güçlerin inkârı veya ihmâli söz konusu olamaz. İnsanın asıl benliği (ruh) ile Rabb'i arasına giren nefis, bir cihetiyle tezkiye ve terbiye edilerek şeref kazanırken, diğer bir cihetiyle de hayatın istinat ettiği temel taşı, dinamik güç niteliğindedir. Eğer bu nefsî güçler tefrit haline düşerse hayat durur, intibaksızlıklar ve dengesizlikler başlar. Halbuki Allahü Teâlâ (cc) kullarını bu güçlerle hem hayata bağlamakta ve hem de imtihan etmektedir.

Nefsin Mertebeleri

İnsanın sıfatı mahiyetindeki nefsin birçok mertebesi vardır:

1. Nefs-i emmare
Sıfat-ı emmare de denir. Bu makamda nefis kötülüğü emreder, peşin dünya zevk ve menfaatlerini gaye edinir. Dünyasını dinine tercih eder. Hata kabul etmez, daima başkalarını suçlar. "Nefis, olanca şiddetiyle kötülüğü emreder" (Yûsuf: 53). Bu halde bulunan kişiler öğüt kabul etmez ve günah işlemekten de üzülmezler. Bu hal genel olarak kâfir, münafık ve fasıkların halidir.

2. Nefs-i Levvâme
Sıfat-ı Levvâme de denir. Bu makamda nefis kendi hatalarını görmeğe ve kabul etmeğe başlamıştır. Artık doğru ile yanlışı, Hak ile bâtılı seçer olmuştur. Yasakları bilip kaçınır, emirleri bilip yerine getirir. Fakat istikrarlı olamaz. Çelişkili bir hali varizan harama dalar, arkasından tevbe ederek pişman olur. daima kendini kınayan nefse ederim" (Kıyamet: 2). Bu halde Allahü Teâlâ'nm değer verdiği şereflendirdiği bir mertebeye erişılır. Fakat iman henüz taklit seviyesindedir.
3. Nefs-i Mülhime Sıfat-ı Mülhime de denir. Bu makamda zahir itibariyle mükemmel bir dini hayat gözlenir. Farzlar, vacipler, er tam olarak icra edilir. Haram, mekruh ve şüpheliler terk edilir, sır âlemine açılmaya başlar. Bazı ilhamlara muttali olur. Bu makam nefs için pek önemli bir makamdır. Zira bu hal zandan hakikate geçiş noktasıdır. Eğer kâmil bir rehber mevcut ise, geçiş kolay olur, aksi halde nefis benliği ve gurura düşüp teredebilir(1).
Nefsin bu üç makamında kul ile Rabbi arasında koyu bir zulmet perdesi olduğu için iman zannîdir, taklididir. Bu hallerin sür'atle geçilmesi gerekir. Yalnız başına bir şahsın varabileceği son nokta Mülhime Makamıdır. Bundan daha ileri geçebilmek ancak bir rehberin irşadı ile mümkün olabilir, ilim ve akıl bu makamın üstüne çıkmak için kâfi gelemez

4. Nefs-i mutmainne
Sıfat-ı Mutmainne de denir. Bu sıfat velâyet sıfatıdır. Bu halle sıfatlananlara veli denir (2). Artık kul ile Rabbi arasındaki zulmet perdesi aralanmış, iman zandan hakikate ulaşmıştır. Bu makama nail olanlar tahkiki iman sahibi olmuşlardır. "Ey huzura eren nefis, razı edici ve razı edilmiş olarak Rabb'ine dön. iyi kullarım arasına gir! Cennetime gir!" (Fecr. 27, , 30) âyetleriyle Allahü Teâlâ bu makam sahiplerine iltifat eder, "îyi bilin ki, Allahü Teala'nın velileri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir (Yûnus: 62) âyetiyle de onları müjdeler.
Nefsin itmi'nânı ancak Allahü Teâlâ'yı zikr ile hasıl olur. Kulların ihtiyaçları sonsuzdur. Allah'ın imdadı olmadıkça mâsivânın hepsinin bekası ve kuvveti mütenâhîdir. Sonsuz olan birşey sonlu olan birşey ile telâfi olunamaz. Onun için kulun nihayetsiz ihtiyacı mukabilinde Allah'ın nihayetsiz olan kemâli lâzımdır ki, istikrar hasıl olabilsin.
Bu makamdan sonra üç makam daha vardır ki, o zamanlar çok yüksek halleri anlattığı için biz sadece isimlerini zikredip keyfiyetlerini ehline havale edeceğiz.

5. Nefs-i Raziyye
Buna sıfat-ı Raziyye de denir.

6. Nefs-i Merziyye
Buna sıfat-ı Merziyye de denir.

7. Nefs-i Safiyye veya Nefs-i Kâmile
Buna Sıfat-ı Safiyye de denir.

Nefsin bu yedi makamı, onun terbiye edilişi esnasında kazandığı sıfatlardır. Sıfat-ı Emmâre'den, Sıfat-ı Mülhime'ye kadar iman zan üzeredir. Böyle insanların imanla göçmeleri pek zordur. Mülhime makamını sür'atle aşıp itmi'nan makamına geçmek her bir sâlikin gayesi olmalıdır. Bilinmelidir ki, itmi'nan makamı rehbersiz elde edilemez.

Nefs Terbiyesinde Usuller

İslami kaynakların beyanına göre her bir nefis terbiye edilerek bir karakter kazanabilir. Hadisi şerifte beyan edildiği üzrere "Her insanı annesi fıtrat üzere doğurur , sonra annesi babası onu Yahudileştirir ,Hristiyanlaştırır ve mecusileştirir " (3) bu haberin delâletinden anlıyoruz ki, insanlar çevrelerinin etkisiyle hayır veya şer istikâmetlerde yönlendirilebilirler. Bu itibarla nefis terbiyesinin lüzumu ve önemi açık bir şekilde anlaşılmış bulunmaktadır.


Nefis terbiyesinde ana ilkeler şunlardır:


1. Hakk'a vesile olacak, bir rehber edinmek: Allah'a varmış, Kurana ve Sünnete tam uyan ,seyr-i
sülûkunu tamamlamış, irşada memur kâmil bir rehber edinmek gerektir. Bu rehber gerek nefsimizin halini teşhis, gerekse onu tedavi konusunda ehliyetli olmalıdır. Böyle bir rehber sağlıklı bir yolculuk sonrası bizi maksada ulaştırır.


2. Emirlere imtisal ve yasaklardan kaçınmaktır: Dinin emrettiği
ibâdet ve taatlere aynen uymalı, yasaklardan da kaçınmalıdır. Bu vadide zâhir/bâtın tüm incelikler elden geldiği kadar gözetilmeli, tavsiye edilen virdler ve zikirler titizlikle tatbik edilmelidir.

3. Riyazet ve benzeri usullerle nefse muhalefet edilmelidir: Nefse
karşı muhalefet edilmeli, onun peşin dünya zevkleri kırılmalıdır. Bu konuda uyulması gereken başlıca esaslar şunlardır:

a) H a l v e t ; Yalnız kalmak demektir. Halktan uzaklaşmak bir bakıma masivadan uzaklaşmak anlamına gelir. Nefis ise yalnızlıktan hoşlanmaz, halkın arasına katılıp, onların halleriyle hallenmeyi arzu eder. Halvet metodu ömür boyu olmamalıdır. Nefs terbiyesinde geçici olarak uygulanan 'bir usuldür. Ramazan-ı şerifte yapılan itikâf bir bakıma halvetin örneğidir. ölçüdür. Sadece haram ve şüphelileri değil malâyani denilen boş sözler de terk edilmelidir. Zira çok konuşmak ve çok gülmek kalbi öldüren hastalıklardandır.

b) S ü k ü t: Killetü'l kelam da denir. Dili tutmak demektir. Dil ,sohbet, zikir ve yemek aleti olduğu kadar pek ciddi afetleri de vardır. Dili tutmak nefs terbiyesinde mühim bir ölçüdr. Sadece haram ve şüphelileri değil malayani denilen boş sözler de terk etmelidir. Zira çok konuşmak ve çok gülmek kalbi öldüren hastalıklardandır.

c) Yemeği azaltmak: Kılle-tü't-taam da denir. Yemek arzusuna muhalefet etmek, az yemek, nefsin hoşuna giden şeyleri yememek demektir. Zaman zaman helâl yiyecekleri bile, haram kabul etmemek şartıyla terk etmek sırf bu maksat için caiz olur. Nasıl ki, oruçta belli bir süre yemek-içmek terk ediliyorsa riyazet maksadıyla da yemeği azaltmak ve bazan terk etmek nefs terbiyesinde önemli usûldür. İrade terbiyesinin başlangıcında açlıktan daha faydalı bir ilâç yoktur. Zira dünya nimetlerinin helâlinin hesabı, haramının azabı ve şüphelilerin de itabı (kınama) gerektirdiği bilinmelidir.

d) Gece uykusundan feragat etmek: Kılletü'l-menâm da denir. Uykuyu hacet miktarı azaltmak, geceleyin teheccüd namazı kılmak, seher vaktini uyanık ve zikirle geçirmek nefse ağır gelmekle birlikte ecri ve bereketi pek ziyadedir. Gaflet içinde geçirilen bir gece mü'minin pek mühim bir yitiği sayılmalıdır.
Bu ölçülere sadık kalınarak rabıtalı bir halde zikir arttırılırsa lütfü ilâhî nefsin makamları birer birer geçilir. Velayet sırrına erilir. Ne mutlu nefsini bilenlere, ne mutlu Hakk'a vasıl olanlara, selâm onlara, selâm onlara tabi olanlara...
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
“Eğer birisinin havada uçtuğunu görürsen, onun gerek sözlerini gerekse fiillerini Allah’ın hüküm terazisinde tartıp uygunluğunu görmedikçe, kendisine itibar etme. Kim ki, İzzet ve Celal sahibi Allah ile teşerrüf ederse, izzet sahibi olur. Kim de, Allah’tan başkası ile izzet sahibi olmaya kalkışırsa zillet bulur” Ahmed er-Rifai
 

mansur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2008
Mesajlar
62
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
güzel anlatmışsın kardeşim ama benim açtığım konuya ekleseydin bunları çok daha güzel olur izninle ben ekleyeceğim konu 1 noktada toplanırsa bence daha başarılı olruz Allah'a emanet ol
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
İSTİĞFARIN FAZİLETİ


Bağışlayan esirgeleyen bizlere bol rızık veren Rabbimin adıyla! Sonsuz bir merhamete sahip olan, biz günahkar kullarını affetmek için bahaneler yaratan Rabbimiz, kullarına cenneti kazanmamız için birçok kapılar açmıştır. Bunların en başında günahlardan arınmak gelir, bunun içinde tevbe kapısını açmıştır. Kul cenabı hakka yaptığı günahtan hatadan pişman olursa tevbe kapısına sarılmalıdır. Cenabı hak birçok ayetinde (adeta ey kulum sen bana yeterki kulluk yap seni niye gönderdiğimi unutma, benden iste her istediğini veririm diyor) Tevbe ile ilgili bazı ayet ve hadisleri birlikte zikredelim.

Kim bir fenalık yapar veya nefsine zulum ederde Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok bağışlayan ve çok merhamet eden olarak bulur. (En’am110 ) Bir diğer ayette ise şöyle buyurur. Hemen Rabbini hamd ile tesbih et. Onun yarlığamasını iste şüphesizki o tevbeleri çok kabul edendir. (Nasr 3) Seherlerde Allah’tan mağfiret dileyenler (Al–i imran 17) Rasulullah (s.a.v.) Efedimiz cennetle müjdelendiği halde sık sık şöyle diyordu: Allahım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Sana hamd ederim. Allah’ım! beni bağışla kuşkusuz sen tevbeleri kabul eden ve pek merhametlisin ve şöyle devam ediyor.

Bol bol istiğfar eden için Allah’u teala her kederden bir ferahlık her darlıktan bir çıkış kapısı açar, ve kendisine ummadığı yerden rızık verir. Huzeyfe rah bir gün efendimize gelerek şöyle söyler ya rasulullah! Ben aileme karşı ağır laflar söyleyen biriyim Bunun için: Dilimin beni ateşe sokmasından endişe duyuyorum diye yakınır. Rasulullah (s.a.v.) istiğfar ne güne duruyor hani istiğfarın? Ben Allah’a günde yüz defa istiğfar ediyorum buyurdu. Aişe r.a.h’da şöyle buyuruyor. Rasulullah s.a.v. bana şunları söyledi eğer küçük günah işledinse Allah’tan mağfiret dileyip kendisine tevbe et pişmanlık göstermek ve istiğfar yapmakla gerçekleşir. Ve kendisi Rabbine istiğfar buyururken şu duayı okurlardı. İlahi! Hatalarımı, bilgisizliğimi işlerimdeki israfımı (aşırı hareketlerimi) senin benden daha iyi bildiğin kusurlarımı bağışla! Allahım! ciddi halimi, şakamı, hatamı, kasıtlı davranışlarımı bağışla. Bu kusurların hepsi bende var.

İlahi! Önden gönderdiğim önceden yaptığım ve sonraya bıraktığım sonradan yapabileceğim gizli ve açıktan işlediğim ve senin benden daha iyi bildiğin kusurlarımı bağışla. Çünkü sensin ileri götüren sensin geri bırakan, sensin herşeye gücü yeten! Cenabı hakkın özel olarak yarattığı ve sevgilim dediği bir insan Allah’tan bu kadar korkuyor ve tevbe ediyorsa bizim gibi günahkar kulların başını secdeden hiç kaldırmaması gerekir demekki Allah’tan ancak onu tanıyanlar ve gerçek anlamda sevenler korkar. Yine Ebu hureyreden bir rivayetle alemlerin sevgilisinin şöyle söylediği rivayet edilir. Mümin bir günah işlediğinde o günah kalbinde siyah bir leke olarak belirir. Tevbe ederse o leke çıkar. İstiğfarda bulunursa lekenin yeri parıldar. Eğer kişi daha fazla günah işlerse kalbinde beliren lekelerde gittikçe artar ve sonunda kalbinin tamamını istila eder. Ve şöyle devam ediyor cenabı hak kulunun cennette derecesini yükseltince kul: Rabbim bu nereden geldi? diye sorar Hak teala şöyle buyurur: Çocuğunun senin için yaptığı istiğfardan, annemiz Hz. Aişe peygamberimizin şöyle söylediğini bizlere aktarır. Allah’ım! beni iyilik yaptıklarında mutluluk duyan, günah işlediklerinde de istiğfarda bulunanlardan eyle ve şöyle devam eder kul günah işledikten sonra: – Allah’ım beni bağışla diye yalvardığında, aziz ve celil Allah: Kulum bir günah işledi ama bu günahından dolayı hem yakasına yapışacak hemde günahı bağışlayan bir rabbi bulunduğunu bildi. Kulum! dilediğini yap, ben seni bağışladım. Diğer bir hadisi şerifte peygamberimiz Allah teala şöyle buyurduğunu söyler. Kullarım benim koruduklarım dışında hepiniz günahkarsınız, öyle ise benden mağfiret dileyiniz ki bende sizleri bağışlayayım. Benim kendisini bağışlama gücüne sahip olduğumu bilenin hiçbir günahına aldırmam kendisini bağışlarım buyurmaktadır ve istiğfarın en efdalinin şu sözlerle yapılan istiğfar olduğunu rivayet etmiştir.
Allah’ım! Sen benim rabbimsin. Ben senin kulunum, beni sen yarattın. Gücüm yettiğince ezelde sana verdiğim söz ve andım üzerimde sebat etmekteyim. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınıyorum. Üzerimdeki nimetini sana itiraf ediyorum. Günah yaptığımda ikrarda bulunuyorum. Gerçekten kendime zulmettim günahımı itiraf ettim, yaptığım ve yapacağım günahlarımı bağışla Çünkü tüm günahları senden başka bağışlayacak yoktur. Bağışlayan kullardan olmak duası ile (amin)

Hayriye Bektaş
Yeni Mesaj gazetesi
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt