Tövbeye hayatın hangi safhasında başlanır?
Tövbe ile ilgili soruda deniyor ki:
Can boğazdan çıkmadan tövbe kabul olur, diyorlar.
Gerçekten de son nefesimizi vermek üzere iken dahi tövbemiz kabul olur mu?
Tövbeyi son ana kadar tehir caiz mi?
Tövbe gibi mühim bir görevimize, hayatın sonunda değil de başında başlamayı esas alırız, bir hayat boyu tövbe fırsatlarını kaçırdıktan sonra aklı başına gelenlerin çaresizliğine düşmekten de Rabb'imize sığınırız..
Bu itibarla insan, hayatının daha başında, buluğ çağından itibaren hata ve kusurlarını hatırlamalı, her an tövbe istiğfar halinde olmalı, hadisin ifadesiyle, günde yüz defa da olsa tövbe istiğfar duygusu içinde yaşamalı, tövbe duygusundan mahrum bir an bile geçmemelidir.. .
Tövbe istiğfar duygusu içinde olmak, yaptığı yanlışları tövbe ile hemen temizleyip yeni yanlışlar yapmama azmiyle hayatını değerlendirmek demektir.
Şurası da unutulmamalı ki, böyle tövbe istiğfar duygusu içinde hayatını değerlendiren insanı şeytan kendi haline bırakmaz.
'Can boğazdan çıkmadıkça tövbe kapısı da kapanmaz, öyle ise tövbe için aceleye gerek yoktur, daha erken..' diye vesvese verip tövbesini tehir ettirmek ister.
Şeytanın bu vesvesesine uyup da tövbemizi tehir etmek gibi bir yanılgıya düşmemeliyiz.
Zira canın boğaza kadar çıktığı son anda, heyecan da son hadde çıkar, böylesine telaşlı ve korkulu anlarda rahatça tövbe etmek ne kadar mümkün olur?
Son andaki bu tövbeye de (yeis) çaresizlik tövbesi denir.
Sanki istekle değil de tünelin ucu göründüğü için yapılan tövbe gibi olur.
Kaldı ki bazı ölümler ani olur, ne tövbeye vakit kalır ne de istiğfara.
Allah korusun, tövbesiz yaşayan insan böylesi ani ölümlerde hazırlıksız gider gideceği yere..
Onun için tövbe asla tehir edilmez.
Hayatın başında, buluğa erdiği anda başlar, hayatın sonuna kadar her an ve saniyede tövbe, istiğfar halinde olmaya gayret edilir, son nefesine kadar da Rabb'imizden af ve mağfiret dilenilir...
Buna rağmen şeytan, insanı yine de kendi haline bırakmaz, hep ümitsizlik telkin eden vesveselerini sürdürür:
- Senin günahın çok, böyle tövbelerle, istiğfarlarla affedilmezsin, boşuna ümitlenme!.. demek ister.
Tövbe etme duygusunu zayıflatmaya çalışır..
Şeytanın ümitsizlik telkin eden bu türlü vesvesesini etkisiz hale getirmek için Hazreti Ali Efendimiz de şöyle soru sorar vesveseye maruz kalan insanlara.
Der ki:
- Senin günahın mı çok, yoksa Rabb'imizin af ve merhameti mi?
Elbette Rabb'imizin af ve merhameti çok değil mi?
Öyle ise affı, merhameti senin günahından çok olan Rabbi'nin affından ümidini kesme, şeytanın verdiği vesveseye uyup da tövbeni tehir etme..
Evet, kulun günah ve hatası ne kadar çok olursa olsun Rabb'imizin af ve mağfireti ondan daha büyük ve çoktur.
Öyle ise tövbe, istiğfarı asla ihmal etmemeli, şeytanın ümitsizlik telkin eden vesvesesine değer vermemelidir.
İmam-ı Şarani Hazretleri, tövbe eden insanın Allah yanındaki değerini anlatırken şöyle fevkalade değerli bir misal verir..
Rabb'imiz Musa Aleyhisselam'a buyurmuş ki:
- Mahalle halkı bir kulumun cenazesine sahip çıkmayıp ortada bıraktı.
Git ona sen sahip çık, cenazesini sen defnet! Musa Aleyhisselam:
- Ya Rabbi der, halkın sahip çıkmayacak kadar kötü gördüğü bir cenazeye neden ben sahip çıkmalıyım, hikmeti nedir?
Buyurur ki:
- İnsanlar o kulumun açıktaki günahlarını biliyor, sahip çıkmıyorlar, ben ise, 'Daha fazla geç kalmamayım' diyerek yaptığı gizli tövbesini biliyor, o tövbesinin hatırı için ona sahip çıkmanı istiyorum.
Tövbe ederek tertemiz bir hayata yöneldikten sonra gelen o kulum benim misafirimdir. Sen sahip çık tövbe ile gelen misafirime!.
Evet, tövbesini ihmal etmeyen kuluna Rabb'imiz sahip çıkıyor, 'benim misafirim' diyor.
Öyle ise Rabb'inin hatırlı bir misafiri olmak isteyenler, tövbesini asla ihmal etmesinler...
Alıntı: Ahmet Şahin