Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Nazlım ,Niyazlım ,Namazlım... (1 Kullanıcı)

muhammed25

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Kas 2008
Mesajlar
879
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Bekledim.
Baktım ki geldiğin yok.
Dedim hele şuna bir mektup
yazayım. Hâlimi anlatıp, "Gel!" diye yalvarayım.
De hele, neye gücendin? De hele, niye bıraktın beni?
Hakkını veremedim hiç tamam. Bir zamanlar
hiç unutmazken buluşacağımız vakti, sonraları unutur oldum.
Bazen yük geldiğin oldu bana. Seni beklerken,
eski heyecanım kalmadı. Sana aşkla bakamadım.
Seni ilgisiz bıraktım. Ama be canım, ne demeye
uydun sen bana! Ne demeye çekip gittin!?
Gerçi, haksız değilsin. Ne desen, ne etsen haktır bana.
Oyalanmazsın elbet ben gibi dökük bir handa. Herkes gibi
sen de pek, sağlam yerler ararsın. Çürükle halvetlikten,
elbette hoşlanmazsın. De ki mecnûn ararım, beni unutmayacak. Benimçün işin gücün bir kenara koyacak. Ne diyeyim,
doğrudur, gün geldi, işim için seni ihmal ettim.
Bilenler, farzını, sünnetini, hükmünü anlatıyor.
Edebinden bahsediyor. Seni huşû ile ifâ etmekten,
sana dalıp, dünyayı unutmaktan bahsediyor. A canım,
ben ne anlarım o işlerden. Ben senin az biraz huyunu
bilirim o kadar. Ve sanırım, huyuna suyuna gidemedim.
Az biraz dedimse, küçümseme!.. Aslında tanırım seni.
Bilirim ne nazlı olduğunu. Bilirim incelik beklediğini.
Şimdi, aramızda yabancı yok, bak, hadi söyle, niye bıraktın beni?
Derdin ki bana, abdestini al. Güzel elbiselerini giyin.
Kokularını sürün. El âleme giderken süslenmeyi biliyorsun!
Hadi, benimle buluşacağında da şık ol. Ama ben,
bazen pek güzel geldim sana. Bazen pek darmadağın.
Acep diyorum, bu mu zoruna gitti? Kılığımı kıyafetimi,
kokumu mu beğenmedin? Hani suyla, sabunla, miskle
gidermeye çalıştım da, yine de o hassas burnun,
kalbimdeki necâsetin kokusunu aldı, beni ondan mı terk ettin?
İsterdin ki, buluşacağımız yer tertemiz olsun. Ne bileyim,
temizdi zannederim. Öyle pek sevmem iş yapmayı bilirsin.
Ama be canım; toz, necâset değil ki. Yine de, acep diyorum,
ona mı gücendin?
Ört derdin. Ört kendini. Tek teli görünmesin saçlarının.
Topuklarını kapatsın çorapların. Bana edeple gel. Nizamla gel.
Ama ben, üşendim bazen, çorap giymeye bile. Bazen,
özensiz olurdu başörtüm. Yoksa, buna mı içerledin?
Yoksa hiçbiri değil de. Sana hakkıyla yönelemeyişim
mi üzdü seni? Yönümü, bir silüet olarak sana dönmüşken,
aklımın nice başka yönlere koşturması mı zoruna gitti.
Hani, sana doğruymuş gibi dururken, aslında, nice yerlerde
gezinir gelirdim. Bedenim seninleyken, kalbim, ruhum,
dolaşır dururdu uzaklarda. Seninle hemhâl olmuş görüntümün
altında, nice keder, nice şüphe, nice vesvese yaşayışım
mı mâlûm oldu ki, bırakıp gittin?
Nazlım! Yoksa, dediğin saatte gelmediğim için miydi sitemin?
Hani, sana yönelmem gerekirken, işlerimi bitirmeye çalıştığım,
hattâ bazen, seni her şeyden sonraya bırakıp mahzun ettiğim
zamanların acısını mı çıkartıyorsun? De hele, ne olur! Tâ ezelden verdiğim: 'Vaktinde gelmek' sözünü tutamadığım için mi kırıldın?
Tamam haklısın. Vakitli olursa güzeldir, her iş. Ve elbet sen,
vaktinde hazır olunmaya pek lâyıksın.
Ya da belki, o firâsetli gözlerinle, kim bilir nasıl derûnuna
baktın da, gördün, kalbimin harap vaziyetini. Hani, sana
niyetlenirken dilimle, kalbimin nasıl da başka başka arzulara
dalıp gittiğini fark ettin. Ne bileyim, belki, sana niyet ederken,
nice gaflet yaşadı da kalbim, riyaya, kibre sürüklendim,
bunun için terk ettin.
Ah be nazlım! Ne yapayım, kalbimin bir ipi yok, ki tutsam
da çeksem, uzağa kaçtığı zaman. İşte, sana bunları
yazarken bile, sırf gidişinin değil, başka düşlerin kederiyle
içi yanmada. Ne yapayım ki, sadece sana değil, bu sebeple,
kalbim herkese yaban kalmada.
A nazlım! Sana niyetlenip de, başkalarına dalışım üzdüyse
seni. Sende gibi görünüp de, uzaklarda oluşum üzdüyse,
ne diyebilirim?
Ama kim bilir, belki de, seninleyken, dünyayı ellerimin
arkasında bırakamayışımdan rahatsız olmuşsundur.
Başım secdede iken, az mıydı sanki, kaybettiğim bir
eşyayı düşünmelerim? İsterdin bilirim. Seninleyken,
bütün kâr-zarar hesaplarından sıyrılıp, sadece sana bakayım,
bakışlarınla sarhoş olayım isterdin. Seni seveyim, o kadar ki,
sana durmuşken, ne sağımı, ne solumu göreyim. Hani,
aşkın gözü kördür derler. Bilirim sana aşk ile durmamı
beklerdin.
Kim bilir ne de çok özlüyorsun, sahabenin kıldığı o
namazları.
Hani, baldırlarına bir ok saplansa, kendilerini unutmak
için sana niyetlenir de. Okun çıktığını hissetmezlermiş bile.
Ah be nazlım! Şimdi âhir zaman bilmez misin? Bilmez misin ki,
imanımız elimizde kor gibi durmada! Zaten o kor dahî hikâye!
Zaten her şeyim şüpheli, her hâlim defolu! Ne olduğum belli
değil zaten! Sırası mıydı yani, bir de sen bıraktın gittin!?
Belki de, sadece sendeyken ayakta durup, haksızlıklar
karşısında pısmışlığımdır, seni kızdıran. Hani, sendeyken,
başım, sırtım dimdik kıyama durup, sağda solda ezilmekte
olan nicesi için, parmağımı bile kımıldatmayışıma kızmışsındır belki.
Öyle ya. Kıyam, sadece senin bir parçan olarak kalmamalıydı.
Tüm hayatıma yayılan ve cesurca, haksızlıklar karşısında
da dimdik durabilmemi sağlayan bir idman olmalıydı. Kıyam.
Evet ya. Kıyamı sadece sana mahsus bir basit harekete
dönüştürüp, korkaklığa ve yılgınlığa düşüşümden rahatsız
olmuşsundur belki. Nefsimin azgınlığı ve yersiz istekleri
karşısında da. Şeytanın fısıltıları karşısında da kıyama
geçebilmeliydim. Tabi yaa. Seni, bütün hayatımı
kaplayan bir sevda gibi yaşayamadığıma içerledin!
Ya da, belki sadece dilde kalan duâlarımdı seni üzen.
Doğru düzgün hissetmekten geçtim, anlamlarından
bile gâfil olduğum âyetleri, sadece, ağız alışkanlığıyla,
hızlı hızlı okuyup da, bunu da okumadan sayışıma mı bozuldun?
Ki dile gelişleri bile yarım yamalak, eksik gedikti.
Hâlbuki Hak'la konuşmak olmalıydı, sende okumak!
Bulaşık yıkarken türkü mırıldanmaya benzememeliydi.
Ne yalan söyleyeyim, çoğu zaman, sendeyken alamadığım
hazzı, bir türkü söylerken hissettim. E tabiî bakmazsın yüzüme!
Ben sana âşık olamadım!
Eğildim. Kıyamlarımın beni dik başlı yapmaması için,
eğilmemi öğütlerdin çünkü. Yoksa, diyorum,
rukûlarda söylediğim o, "Sübhâne Rabbiye'l-Azîm'lerin
içi mi boştu ki? Hani hem, O'nun bütün eksikliklerden
münezzeh bir güç olduğunu söyleyip, hem de yine
O'nun yaptıklarında kusur buluşlarım mıydı seni küstüren?
Öyle ya, mademki eksiklikten münezzehti, her yaptığı da
mutlaka, bir sebeple, bir hikmetleydi. Sabredemeyip,
şikâyet ettim. Bel çalıştırmaktan ibaret bir beden
hareketinden öteye geçmeyince. Ubûdiyete götürmeyince
rukûlar beni, dedin ki belki: Boşa kürek sallıyorum,
burada vakit kaybetmeyeyim!
Âhh, neler neler geliyor aklıma. Yoksa diyorum,
alnım yere değmişken, aklım havada olduğu için mi darıldın?
Kalıbım, sevgilisinin ayaklarına kapanmış, mahcup ve
yanık birininkini andırırken, kalbim, ukalaca ve âsice
çarptığı için mi? Hani "Subhâne Rabbiye'l-A'lâ!" sözleriyle
yüceltirken Rabbini, bir yandan, o en Yüce'nin râzı
olmayacağı laflar edişine mi kızdın dilimin? Âhh, o dil var ya,
o dil! Kemiği yok işte mübâreğin! Hem canım, sen ne
diye takıldın ki, o densize?!
Ya da ona takılmadın da belki, yerinde duramayan,
jet hızıyla bir çukura, bir zirveye gidip gelen hâllerimdi
seni üzen. Ânı yaşayamadım doğru-düzgün, evet.
Sadece, anlık yaşadım her şeyi. Samimiyet ve istikrar
bekledin. Veremedim.
Selamlarım, Kirâmen Kâtibîn'e idi ama.
Beş vakit selam verip, yine de onların varlığından
gaflete düşüşümdü belki, gidişinin sebebi. Her
yaptığımı. Ve yapmam gerekirken yapmadıklarımı yazan.
Her söylediğimi. Ve söylemem gerekirken sustuklarımı yazan.
Her kaçtığımı. Ve kaçmam gerekirken yakalanıp kaldıklarımı
belgeleyen o yazıcılar mı şikâyet etti beni sana?
Bilmiyorum ki.
Şimdi söyle! Sıradan bir kumaş parçası, işe yarar bir
elbise olana kadar, kaç iğne darbesi alıyor, kaç kez ateş
altına yatıyor bilir misin?! Sitem yüklü gidişini,
hasret çektirişini, işte buna yoracağım! Zira, sen
benimleyken, ben benimleydim. Seni benden ötürü
zannederdim. Ben sana sahibim, sen bana tâbîsin sanırdım.
Meğer ben, başıma bile sahip değilmişim nazlım!
Meğer tâbî olmak öyle kolay mesele değilmiş! «Kıldım»
demesi kolay da seni. «Kılması» zor imiş.
Diyorlar ki: O gittiyse gelir. Sen ondan gittiysen,
seni beklemededir. Ben işte burada, eli-kolu kırık,
gücü bitik, kendine pek yenik ve ezik bir hâlde,
gelişini bekliyorum. Bir yere gitmedim. Şimdi, dersin ki belki,
ben seni nasıl duyayım, uzaklara gittim, seni terk ettim.
İnanmam be güzelim! Hissediyorum, yakınlarımdasın.
Sana bunca ihtiyaçlıyken, seni bunca dibimde hissederken,
Fîzan'da olsan ne çıkar?
Bilmem mi seni! Terk etmiş gibi yapıp, beni peşine
düşürmek niyetin. Ama işte. Peşine düşüp de
yakalayacağımı ve seni hiç bırakmayacağımı söyleme
zamanlarım gerilerde kaldı. Büyük konuşmamayı öğrendim.
Anladım ki, sen benim hakkıyla beklemeye ve karşılamaya güç yetiremeyeceğim, ancak, bana lûtfedilen ve şükründen
âciz kaldığım bir nimetsin. Emirsin. Boynumun borcusun.
Fakat o kadar miskin ve öylesine fakirim ki. VALLAHi,
senden ancak, âmirler âmiri seni bana hediye ederse,
istifade edebilirim. Hakkında, "Ben namaz kıldım!" demekle,
ancak gafletteymişim. Bütün hayatıma yayılmayan kıyamlar,
kıraatlar, secdeler ve rukûlardan ötürü, seni de sahte etmişim.
Şimdi, işte tüm bunlara rağmen, gel!.. Ben böyle çürükken,
sen sapasağlam lûtfet, bana kendini. Ben böyle hastayken,
sen sıhhatle lûtfet seni. Ben yaşayan bir ölüyken, sen, dipdiri,
capcanlı ve coşkulu bir âşık gibi, bana gel! Hakkını
veremeyeceğimi bil, râzıysan gel! Yok, işte ne yapayım,
yok, sarhoş olamıyorum! Ben böyle yarı ayık ve kayıkken,
sen mest ü hayran ol, bana rağmen bana gel! Ben eksikken,
bütün varlığınla sen koş bana. Zira 'Ben' sana koştuğunu
zannedince, burnu havaya dikiliyor. Burnumu sürtercesine
utandır da, tüm pişkinliğime karşın, hadi, gel! 'Ben' i beklersen,
işte, dokuz canlı bir nefisle, keçi gibi inat edip, ayak diremede!
Yahu ne olur ki, uyma da ona, yola çık, gel!
İşte dedim diyeceğimi! Daha bundan sonra da uğramazsan,
senden sorsun hesâbını! A benim nazlım! A benim niyazlım! Sana, "Gözümün nûrudur" diyenin hatırına, yalnızca beş vakit
değil, ah keşke, vakitli vakitsiz, çat kapı çık gel! Yetsin artık,
küskün durduğun bana.
Hem, beni sakın cehennemle korkutma! Yokluğun zaten yangın!
Yokluğun zaten musibet! Cehennemden kurtulayım diye değil!
Hem bırak, isteyenine kalsın üstelik cennet!! Çok naz,
âşık usandırır derler. 'Gafil Ben'in zaten canına minnet.
Ne olur, uzatma artık hasreti. Ne olur, insâf et!
gel! Mâbudun aşkına çık gel! Kucaklaşalım.

Neslihan Nur Türk
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt