Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Namaz Kilmaya Gidiyoruz.Gaflette Olan,Nefsine Yenik Düşen Kalmasın. (1 Kullanıcı)

leyla-1

Altın Üye
Katılım
4 May 2007
Mesajlar
39,458
Tepki puanı
5,760
Puanları
163
Yaş
51
Vakit Namaz

Namaz.....vakti öğle namazı
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
Vakit TERAVİH.
Yüksek katılımlı olur. özellikler çocuklarımıza oranın havasını yaşatalım inşallah..
 

Aşk-ı Hicab

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Şub 2009
Mesajlar
12,148
Tepki puanı
25
Puanları
38
Yaş
40
BBv-1OJCYAEcxyi.jpg:large


Uyanın.. !

Yanın, Anın.. !

Kadrini Bilin Şu Ânın.. !


Namaz Uykudan Hayırlıdır !


 

leyla-1

Altın Üye
Katılım
4 May 2007
Mesajlar
39,458
Tepki puanı
5,760
Puanları
163
Yaş
51
haydi namaza haydi namaza haydi namaza

sarılın namaza
uymayın şeytana
bu yol hak yoludur
uyun Kuran'a

haydi namaza

namaz dinin direği
gönüllerin fethidir

haydi namaza
Vakit öğle namazı vaktidir bekletmeye gelmez
 

berat05

Yönetici
Katılım
26 Eki 2007
Mesajlar
7,764
Tepki puanı
1,036
Puanları
163
Yaş
49
Konum
Gönlün olduğu yerde
NAMAZ..

" Mescid kılındı mü'min'e,dünya-yeryüzü

Hatırla; evvel emirde,verdiğin sözü

Işıtan kulluğundur,geceyi gündüzü

Namaz'dır dinin direği,ağartan yüzü...”
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Namazın terki hakkındaki şiddetli tehditlerin sebebi

Bu makamda şöyle bir soru akla gelebilir:
“Cenab-ı Hakk’ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, çok şiddet ve ısrarla, ibadeti terk edeni cehennem gibi dehşetli bir cezayla tehdit ediyor? Ehemmiyetsiz küçük bir hataya karşı büyük bir şiddet gösteriyor? Bir namazı terk etmeye mukabil cehennemin en dehşetli vadilerine kulunu atıyor?” Bu sorunun cevabını Bediüzzaman hazretleri 23. Lem’a isimli eserinde vermektedir. Bizler cevabı biraz sadeleştirip şerh ederek naklediyoruz:

El-cevap:
Cenab-ı Hakk’ın, namazı ve ibadeti terk edenler hakkındaki şiddetli tehditleri ve dehşetli cezalarının sebebi şudur: Nasıl ki bir padişah, halkının hukukunu muhafaza etmek için, halkın hukukuna zarar veren bir adama, hatasına göre, şiddetli bir cezaya çarptırır. Ta adalet kaim olsun ve halkın hukuku muhafaza edilsin.

Aynen bu misal gibi, ibadeti ve namazı terk eden adam da, mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve manevi bir zulüm eder. Cenab-ı Hak da onun bu tecavüzüne ve manevi zulmüne bir ceza olarak cehennemde ona şiddetli azap eder. Ta ki mahlûkatının hakkı ve hukuku muhafaza edilsin ve adalet kaim olsun.

İbadeti ve namazı terk eden kişinin mahlûkatın hukukuna tecavüzü ve manevi zulmü şöyle olur: Mevcudatın kemali ve kıymeti, sanatkârları olan Allah’a bakan yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder. Yani her bir mahlûk kıymetini, Allah’ın sanatı olması ve Allah’ı tesbih edip O’nu zikretmesiyle kazanır.

İbadeti terk eden kişi ise, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder. O vakit, ibadet ve tesbih etme noktasında yüksek makamda bulunan o mahlûklar aşağıya düşerler ve birer başıbozuk derecesine inerler. Her biri, Rabbini tesbih eden birer müsebbih ve O’nu zikreden birer zâkir iken, kıymetsiz ve ehemmiyetsiz bir vaziyet alırlar. Ayrıca her biri birer ilahî mektup ve Allah’ın güzel isimlerinin birer aynası olan o mevcudatı, ehemmiyetsiz, vazifesiz, cansız ve perişan bir vaziyette telâkki eder. Bu telakki ile de mevcudatın kıymetini tahkir eder, onların kemalatını inkâr eder ve onların hukukuna tecavüz eder.

Zira ibadet etmeyen bir kişinin nazarında, “Hak, Hak” diyerek Rabbisini tesbih eden leyleğin kelimeleri “Lak, lak”tır. O, leyleğin “Hak, Hak” tesbihini “Lak, lak” zanneder. Çünkü herkes kâinatı kendi aynasıyla görür. Cenab-ı Hak her insana, bu âlemden hususî bir âlem vermiştir ki, o âlemin rengi, o insanın kalbi itikadına göre boyanır. Mesela, gayet hüzünlü ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve hüzünlü suretinde görür. Gayet sevinçli, neşeli ve neşesinden gülen bir adam ise, kâinatı neşeli ve güler görür. Tefekkür eden ve ciddi bir surette ibadet ve tesbih eden kişi ise, mevcudatı ibadette ve tesbihte görür; onların ibadet ve tesbihlerini bir derece keşfeder ve anlar. Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam ise, mevcudatı ibadetsiz, başıboş, vazifesiz ve perişan bir surette tevehhüm eder ki, işte bu tevehhüm, mahlûkatın hukuklarına bir tecavüz ve manen onlara bir zulümdür. Cenab-ı Hak da bu zulmün hesabını ahirette onlardan sorar ve mahlûkatının haklarını onlardan alır.

Şimdi şöyle bir düşünelim:
Siz camide namaz kılarken ya da elinizde tesbih Allah’ı zikrederken birisi gelse ve size bakarak şöyle dese: “Bu adam da burada boş boş ne diye duruyor? Hiçbir şey yapmadan zamanını zayi ediyor…” Bu sözler sizi ne kadar kızdırır ve hemen ona karşı dersiniz ki: “Ben boş boş durmuyorum, ben Rabbimi tesbih ediyor ve onun azameti karşısında secdeye gidiyorum. Onu zikrediyor ve emrettiği namazı kılıyorum…” Bu sözleri söyledikten sonra da ondan hakkınızı almak için adaletli sultanın kapısına gider ve sizin hakkınızdaki su-i zannı sebebiyle o kişiden hakkınızın alınmasını istersiniz.

Aynen bu misal gibi, namaz kılmayan ve ibadeti terk eden kişi de bütün mahlûkatı başıboş ve vazifesiz bilir. Onların zikir ve tesbihlerini inkâr eder; yaptıkları ibadetleri reddeder ve bu cihetle onların hukukuna tecavüz eder. Onlar da bu adam hakkında adeta Cenab-ı Hakk’a şöyle derler: “Ya Rabbi! Biz seni tesbih ve zikir ediyor idik, bu kişi bizi vazifesizlikle itham etti. Bizim zikrimizi ve ibadetimizi inkâr ederek bize iftira etti. Bizlerde tecelli eden güzel isimlerine göz kapayarak bizi kıymetsizlikle itham etti. Sen bizim hakkımızı bundan al.” Cenab-ı Hak da mahlûkatının bu duasına icabet eder ve onların hakkını o namazsız kişiden alır.

Şimdi şunu hayal edin:
Namaz kılmayan kişi, yaşadığı o dakikada ve o saniyede bütün mahlûkların hukukuna beyan ettiğimiz şekilde tecavüz ediyor. Ve o dakikadaki manevi zulme uğrayan bütün mahlûklar da ondan hak talep ediyorlar. Mahlûkatın sayısını ve namazsız kişinin aleyhinde açılan davaların çokluğunu bir hayal edin… Bir de namazsız ve ibadetsiz bu kişinin, bu tecavüzü ve manevi zulmü hayatının her dakikasında yaptığını ve işlediği suçu daima tekrar ettiğini düşünün. Suçların tekrarı ile davalar da elbette çoğalacaktır. Her bir zerre, her bir çiçek, her bir böcek ve sayılarla ifadesi mümkün olmayacak kadar çok mahlûkat, namazsız adamın, her dakikasında hatta her saniyesinde işlemiş olduğu bu zulümler sebebiyle onun aleyhinde dava açacak ve haklarının ondan alınmasını Mevla-yı Teâlâ’dan dileyeceklerdir. Acaba bu kadar çok dava neticesinde, namaz kılmayan kişinin göreceği şiddetli azap adaletin ta kendisi olmaz mı?

Namaz kılmayan kişinin dehşetli bir cezaya çarptırılmasının bir diğer sebebi de şudur:
Namaz kılmayan kişi kendi kendine malik değildir. O, kudreti nihayetsiz ve ilmi sonsuz olan Allah-u Teâlâ’nın bir kuludur ve mahlûkudur. Kişi namazı terk etmekle, Allah’ın mahlûku ve bir kulu olan kendi nefsine zulmeder. İbadet için yaratılan azalarını, ibadette kullanmadığı ve kıymetsiz fani işlere sarf ettiği için, Allah-u Teâlâ, o kulunun hakkını onun nefs-i emmaresinden almak ister ve bu sebeple onu dehşetli tehdit eder. Adeta Allah-u Teâlâ, kulunu nefs-i emmaresine karşı korur.

Namaz kılmayan kişinin dehşetli bir cezaya çarptırılmasının bir başka sebebi de şudur:
İnsan, yaratılışının neticesi ve fıtratının gayesi olan ibadeti terk ettiğinde, Allah-u Teâlâ’nın hikmetini inkâr etmiş ve O’nu abes iş yapmakla itham etmiş olur. Bu da şiddetli bir cezaya onu müstehak eder. Bu meseleyi bir misalle şöyle anlayalım:

Bir usta milyonlar masraf yaparak son model bir araba yapsa ve bu arabadan maksadı insanları seyahat ettirmek olsa, sonra sizler bu arabayı alarak onu tavuklara kümes yapsanız; acaba bu hareketinizin lisan-ı haliyle şöyle demiş olmaz mısınız: “Bu arabayı yapan usta boşuna bu kadar masraf yapmış. Bu araba kümes olmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Ben de onu layık olduğu işte kullandım ve kümes yaptım…” İşte sizin arabayı kümes yapmanız, hem arabanın kıymetini inkâr etme hem de arabayı yapan ustanın hikmetsizliğini kabul etme manasına gelmektedir. Arabayı kümes yapmak, lisan-ı haliyle bu manayı taşımaktadır.

Yine bir usta düşünelim…
Bu usta zamanı göstermesi için bir duvar saati yaptı ve size hediye etti. Saatin lisan-ı halinden anlaşılır ki, bu saati yapan ve size hediye eden usta, bu saatle zamanı bilmenizi istemektedir. Saati yapmasının maksadı ve gayesi budur. Eğer siz şimdi bu saati alarak, onu tepsi gibi kullansanız, saati yapan ustaya hakaret etmiş olmaz mısınız? Saati tepsi gibi kullanmanızın lisan-ı haliyle şöyle demiş olmaz mısınız: “Bu saat tepsi olmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Bu saati yapan usta abes bir şey yapmış ve boşuna bu kadar masraf etmiş…” İşte sizin saati tepsi yapmanız, hem saatin kıymetini inkâr etme hem de saati yapan ustanın hikmetsizliğini kabul etme manasına gelmektedir. Saati tepsi yapmanın lisan-ı hali bu manayı taşımaktadır.

Aynen bu misaller gibi, her biri milyonlar kıymetinde olan şu cihaz ve azalarımız da ibadet etmemiz için yaratılmıştır. Kim gözünü, dilini, kulağını ve diğer aza ve cihazlarını, ibadetten çevirir ve onları sadece şu fani dünyanın işlerinde kullanırsa, misalimizdeki adam gibi lisan-ı haliyle şöyle demiş olur: “Bu aza ve cihazlar boşuna verilmiş, bunların hiçbir vazifesi yok, bu yüzden ben de bunları kıymetsiz ve fani olan dünya işlerinde kullanıyorum. Bu cihazlara bu kadar masraf yapan usta da çok hikmetsiz bir iş yapmış, kısa bir ömür için bu kadar masraf yapmış…”

İşte kendisine verilen vücud, aza ve cihazlarını sadece bu fani dünyaya sarf eden kişi, Allah-u Teâlâ’nın hikmetine böyle ilişir, O’nu abes ve boş iş yapmakla itham eder. Elbette bu kusurun cezası da ancak cehennemim şiddetli azapları olabilir.

Elhasıl, ibadeti terk eden kişi ilk önce kendi nefsine zulmeder. Zira vücudu Cenab-ı Hakk’ın kulu ve mahlûkudur. Sonra kâinatın hukukuna karşı tecavüz eder. Onların kıymetini hiçe indirip, vazifesizlikle ve başıboşlukla onları itham eder. Ve daha sonra da hikmet-i ilahiyeye karşı saygısızlık ve edepsizlik eder. Bu kusurları sebebiyle de dehşetli bir tehdide ve şiddetli bir cezaya müstahak olur.
 

Aşk-ı Hicab

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Şub 2009
Mesajlar
12,148
Tepki puanı
25
Puanları
38
Yaş
40
images



Şimdi samimiyetimizi gösterme
zamanı inşaALLAH.


x1pjzF2-RYhxRWtSbRE9koX_eTa60xp862VaXJROMjy7gF-m3Cx5L1flydA9_seW1IJPYA6yPLECceXZeFyThQyou6hRB17q03WBtdldPoiBYc


ALLAH celle celaluhu farzımızı ve dualarımızı

cümlemizin yakarışlarını kabul eylesin..


x1pjzF2-RYhxRWtSbRE9koX_eTa60xp862VaXJROMjy7gF-m3Cx5L1flydA9_seW1IJPYA6yPLECceXZeFyThQyou6hRB17q03WBtdldPoiBYc



Akşam Namazı Yaklaşıyor..
(Mersin İçin)
 

~ Zeynep

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 May 2013
Mesajlar
334
Tepki puanı
1
Puanları
16
Yaş
31
Sana birisi randevu verse, arkadaşın mesela, yada patronun, veya başbakan : "yarin su saatte burada buluşalım" dese ?
Gitmemezlik yaparmısın ?

Peki alemlerin yaratıcısı olan Allah (C.C) her gün 5 defa belli vakitlerde seni çağırıyor.
"Seninle buluşmak istiyorum !" diyor.

24 saat içinde sadece 1 saat istiyor senden.
Ve geri kalan saatler içinde yaptığın bütün mübah islerin bir ibadet hükmünü alıyor, sana sevap yazılıyor namaz kılarsan eğer.

Namazı terkedersen neler kaybettiğini sen düşün. Büyük bir servet kaybedersin.

Aklini başına al, kafanı kullan, secdeye koy ::)

Allah hepimize hidayet versin.
 

leyla-1

Altın Üye
Katılım
4 May 2007
Mesajlar
39,458
Tepki puanı
5,760
Puanları
163
Yaş
51

"Allahü ekber, Allahü ekber!
"Allahü ekber, Allahü ekber!
"Eşhedü enlâilâhe illallah!
"Eşhedü en lâilâhe illallah!
"Eşhedü enne Muhammede'r-resûlullah!
"Eşhedü enne Muhammede'r-resûlullah!
"Hayye âle's-salâh, Hayye âle's-salâh!
"Hayye âle'l felâh, Hayye âle'l felâh!
"Allahü ekber, Allahü ekber!
"Lâilâhe illallah!"


vakit YATSI NAMAZI vakti.mevlam kabul buyursun.
 

leyla-1

Altın Üye
Katılım
4 May 2007
Mesajlar
39,458
Tepki puanı
5,760
Puanları
163
Yaş
51

"Allahü ekber, Allahü ekber!
"Allahü ekber, Allahü ekber!
"Eşhedü enlâilâhe illallah!
"Eşhedü en lâilâhe illallah!
"Eşhedü enne Muhammede'r-resûlullah!
"Eşhedü enne Muhammede'r-resûlullah!
"Hayye âle's-salâh, Hayye âle's-salâh!
"Hayye âle'l felâh, Hayye âle'l felâh!
"Allahü ekber, Allahü ekber!
"Lâilâhe illallah!"


vakit YATSI NAMAZI vakti.mevlam kabul buyursun.
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
20121101_cuma-namazi-saatinde-duzenleme.jpg


Haydi namaza

Haydi namaza
Vakit İKİNDİ ; namazimizi eda edelim...
Biz saflari gevşek birakali şeytan paramparça etti bizleri. Öyleki ummetin herbiri biryerde zulüm altında ve biz bütün leşemiyoruz bir türlü.
Safları sık tutma vaktidir.
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
Vakit buluşma vaktidir
Vakit dua vaktidir.
Vakit SABAH Namazı vaktidir
 

hira06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ağu 2012
Mesajlar
559
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
38
Utanıyorum vallahi utanıyorum Peygamber Efendimiz bir rekâtta Bakara Suresi ile namaz kılarken ben bir Kafirun bir Felak bir Nas Suresi ile namaz eda etmekten utanıyorum! Peygamber Efendimiz sav ve sahabilerinin gece boyu namaz kılmaktan ayakları şişmişken ben zorla sabah namazına kalktığım için utanıyorum!!
Kuran'dan hergün 5 ayet ezberlesek ve o ayetlerle namaz kılmaya gayret etsek? "Namaz Sureleri" isimli surelerin dışına çıksak güzel olmaz mı?
 

hira06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ağu 2012
Mesajlar
559
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
38
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.)'ın Namazı

"Nebiler Sultanı'nın güzel vasıflarını,
hiç durmadan devamlı olarak şerh etsem,
yüzlerce kıyamet geçer de yine bitmez."
Mevlana

Sevgili Peygamberimiz hiç günahı olmadığı halde, gündüzleri; devlet, millet ve din işlerini yürütüyor, geceleri mübarek ayakları şişinceye kadar namaz kılmakla meşgul oluyordu. Böylece rabbinin ihsan ve ikram ettiği nimetlerin şükrünü edaya ve onun rızasını tahsile çalışıyordu. Hâsılı, korku, hastalık, sefer, sıkıntı ve zorluklar... hiçbir şey onun namaz kılmasına mani olmuyordu.

Mirac'da beş vakit namazın farz kılınmasından itibaren iki cihan Güneşi Efendimiz ömürlerinin sonuna kadar namazı hiç terk etmemişlerdir. Vefatlarına yakın hasta olduklarında, Hz Ali ve Hz Abbas -radıyallahü anhümâ-'nın koltuğuna girerek cemaate devam etmiş, ashabına ve ümmetine namazın ehemmiyetini, devam lüzumunu ve şiddetli hastalık halinde bile hiçbir suretle asla terki câiz olmayacağını fiilen talim ve irşat buyurmuşlardır.

Hz. Aişe (r.a) anlatıyor: Rasulullah bizimle konuşur, biz de onunla konuşurduk. Ama namaz vakti gelince sanki bizi tanımıyor gibi bir hale gelir, bütün varlığıyla Allah'a yönelirdi. (Fezail-i A'mal s. 303)

Sahabe-i Kiram, Rasulullah -sallallahü aleyhi ve sellem-'e:

"- Fetih suresinde Allah Teala, sizi tamamen bağışladığı bildirmiştir. Öyleyse neden böylesine uzun ve ebedi bir ibadet yapıyorsunuz? dediklerinde, Fahr-ı Kainat -sallallahü aleyhi ve sellem-:

"- Allah'a şükreden bir kul neden ben olmayayım?" diye cevap vermiştir.

Bir Hadis-i Şerifte bildirildiğine göre; Rasul-i Ekrem -sallallahü aleyhi ve sellem- namaz kılarken, mübarek göğsünden sürekli el değirmenin sesi gibi hıçkırıklı ağlama sesi gelirdi.

Hazret-i Aişe -radıyallahü Anhâ-'den rivayete göre Rasul-i Ekrem -sallallahü aleyhi ve sellem-'in namazda göğsünden tencere tokurtusuna benzeyen tarzda sesler gelirdi. (İbn-i Mace, Mukaddime, 3.)

Hazret-i Aişe -radıyallahü Anhâ-' Validemizin anlattığına göre, Hazret-i Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem- Efendimiz, geceleri mübarek ayakları şişinceye kadar uzun müddet teheccüde devam ederlerdi. Durumdan müteessir olan muhterem zevcesi:

"-Ey Allah'ın resûlü, geçmiş ve gelecek günahların bağışlandığı halde niçin böyle yapıyorsun?" diye sorunca;

"-Ey Âişe! Rabbime çok şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını vermiştir. (Buhari, Teheccüd, 6)

Hazret-i Ata -radıyallahü Anh- şöyle anlatmıştır. Hazret-i Aişe -radıyallahü Anhâ-'ya :

"-Allah Resulünden şahit olduğun en şaşırtıcı hadiseyi bize haber ver." dedim. Hazret-i Aişe ağladı ve dedi ki:

"- Onun hangi hali şaşırtıcı değildi ki. Bir gece geldi. Benimle beraber yatağa girdi. Tenim tenine değdi ve sonra dedi ki:

"-Ey Ebû Bekir'in kızı, bırak beni! Rabbime ibadet edeyim." Ben dedim ki:

"-Senin yanında olmayı seviyorum, fakat senin arzuna uymayı tercih ederim."

Kendisine izin verdim, kalktı, su ibriğine gitti, abdest aldı. Suyu çok dökerek israf etmedi. sonra namaza durdu, ağlamaya başladı. Öyle ki, göz yaşları, mübarek göğsüne doğru aktı. sonra rükûya gitti, gene ağladı. sonra secdeye gitti, gene ağladı. sonra başını secdeden kaldırdı, gene ağladı. Bu ağlaması sabaha kadar devam etti. Sabah namazı vakti Bilal geldi. Ezan okudu. Ben o zaman dedim ki:

"-Ey Allah'ın rasûlü! Seni ağlatan sebep nedir? Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetti. Buyurdular ki:

"-Şükreden bir kul olmayayım mı? Bu şükrü ben neden yapmayayım?" (Sâdık Dânâ, Altınoluk sohbetleri, C.1, s. 193)

Fahr-ı Kainat -sallallahü aleyhi ve sellem- Efendimizin, ahir ömürlerinde ruhi saadetlerini teslim ederken yaptığı son nasihati, namaza dikkat etmek hususunda olup; bu, ondan rivayet edilen son Hadis-i Şeriftir. Hazret-i Enes -radıyallahü anh- anlatıyor:

"Rasûlullah Aleyhissalâtü Vesselama ölüm geldiği vakit, can çelişirken yaptığı vasiyetin hepsi:

"-Namaz(ı ihmal etmeyin) ve sağ ellerinizin sahip oldukları (nın yani kölelerinizin hukukuna riayet edin!) demek olmuştur." (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, c. 17, s. 338)

Bir kimseye en çok sevdiği insanlardan birinin geldiği müjdelendiğinde nasıl sevinir ve kendinden geçerse; Allâh Rasûlü de namaza duracağı zaman, bu sevinçten yüzlerce kat fazlasıyla sevinç ve coşkunluk duymaktaydı. Rabbine karşı huşû ve tevâzûun zirvesine çıkar ve O'na yalvarıp yakarmaktan ayrı bir kulluk zevki alırdı. Bir defâsında Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve selem- namazı şöyle târif buyurdular:

"Namaz ikişer ikişer kılınır. Her iki rek'atta bir teşehhüd vardır. Namaz huşû duymak ve temeskün (tezellül) izhâr etmektir... Ellerini, içleri yüzüne dönük olarak Yüce Rabbine kaldırırsın ve Yâ Rabb! Yâ Rabb! Yâ Rab! diye yalvarırsın. Kim bunu yapmazsa namazı eksiktir." (Tirmizî, Salât, 166) Yani namaz kulun Yaratanı karşısında aczini ve za'fını idrak ederek muhtaçlığını arz etmesi ve gönülden gelen feryatlarla iç âleminde kıyâmetler koparması, tazarrû ve niyazda bulunmasıdır.

Müslümanlar kendilerine farz olan beş vakit namazı kılarlardı, halbuki Rasûl-i Ekrem fazla olarak kuşluk, işrak, teheccüd gibi nâfile namazlar da kılardı. Bütün müslümanlar her gün üzerlerine farz olan on yedi rek'at farz namazı kılarlarken, Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve selem- geceli gündüzlü günde farz ve nâfile olarak 50-60 rek'at namaz kılardı. Bu namazlarda Allâh'a muhabbet manası Rasûlullâh'ın kalbindeki her şeyden ve her manadan daha üstündü. Rükûu uzatırdı, o derece ki uzaktan bakan onu secdeye kapanmayı unuttu zannederdi.

Huzeyfe -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor: Bir gece Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile berâber namaza durdum. Bakara sûresini okumaya başladı. Ben içimden:

- Yüzüncü ayete varınca rukûya varır, dedim. Yüzüncü ayete geldikten sonra da okumasını sürdürdü.

Ben: - Herhalde bu sûre ile iki rekat kılacak, diye zihnimden geçirdim. Okumasına devam etti. Sûreyi bitirince rükûya varır, diye düşündüm. Sonra Nisâ sûresini okumaya başladı. Bitirince Âl-i İmrân sûresini okumaya başladı. Ağır ağır okuyordu. Tesbih âyetleri geldiğinde 'sübhânallâh' diyor, dua âyeti geldiğinde duâ ediyor, istiâze ayeti geldiğinde de Allâh'a sığınıyordu. Sonra rükûya vardı. 'Sübhâne Rabbiye'l-Azîm' demeye başladı. Rükûu da kıyâmı kadar sürdü. Sonra 'Semiallâhu limen hamideh. Rabbenâ leke'l-hamd' diyerek (doğruldu). Rükûda durduğuna yakın bir müddet kıyamda durdu. Sonra secdeye vardı. Secdede 'Sübhâne Rabbiye'l-A'lâ' diyordu. Secdesi de kıyâmına yakın uzunlukta idi. (Müslim, Salâtü'l-Müsâfirîn, 203)

Vahyin başlangıcından itibaren namazını Beytullah'ın avlusunda kendisine düşman olan, insafsızca eza ve cefâ eden müşriklerin gözünün önünde kılardı. Namazda iken müşriklerden bazıları üzerine hücum etmişti de onlardan korkup da namazını bile bırakmamıştı. Savaş esnasında iki tarafın kuvvetleri karşılaşıp da kılıç seslerinin şakırdadığı, mızrakların vızıldadığı, kalplerin hızla çarptığı bir zamanda dahî namaz vakti geldiğinde, namazı kılmak için müslümanlar saf saf olurlar, önde Peygamberleri imam olurdu.

Ebû Hureyre radıyallâhu anh anlatıyor: Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir sefer esnâsında

Dacnân ile Usfan arasında konaklamıştı. Müşrikler:

- Onların bir namazları vardır ki onlar için babalarından ve evlatlarından çok daha kıymetlidir. Bu namaz ikindi namazıdır. Hazırlığınızı yapın, üzerlerine toptan bir kerede çullanın!'' dediler.

Cebrail aleyhisselam, Resulullah -aleyhi's-salâtü ve's-selâm-'a gelerek ashabını iki kısma ayırmasını, onlardan bir grupla namaz kılarken diğer grubun geri tarafta ayakta beklemesini, tedbirli olmalarını ve silahlarını beraberlerinde almalarını, birinci gruba bir rek'at kıldırmasını, bu kısmın birinci rekatten sonra geri çekilmesini, arkadaki grubun öne ilerlemesini, bu yeni gruba da bir rek 'at kıldırmasını, böylece her bir grubun Resulullah'la birlikte birer rek'atlerinin olmasını, Resulullah'ın da böylece iki rek'at kılmış olmasını emretti. (Tirmizî, Tefsîr, 4 (3035)

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve selem-'in âllâh'ın huzûruna durma iştiyâkı o kadar yüksekti ki savaşlarda sâdece farz namazları kılmakla yetinmez, geceleri sabahlara kadar doya doya ibâdet iklimini yudumlardı. Nitekim Ali -radıyallâhu anh- Bedir Gazvesi'ni anlatırken şöyle demektedir:

- Bedir günü aramızda Mikdâd'dan başka süvâri yoktu. İyi biliyorum o zaman Allâh Rasûlü hâric hepimiz uyumuştuk. Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- ise sabaha kadar bir ağaç altında namaz kılıp ağlamıştı.

İşte onun Alâh'a bağlılığı böyleydi. Namazlarını dâima vaktinde kılmıştır. Hatta vefat ettikleri hastalıklarının en şiddetli ânlarında dahî, bile bile namazı geçirmemişti. Bu hastalığı o kadar çok şiddetlenmişti ki kuvvet ve tâkatten kesilmişti. Öğle ve ikindide iki kişinin yardımıyla odasından çıkarak mescide kadar vardı ve namazı cemaatle kıldı. Ölüm acıları içinde kıvranmasına rağmen ümmetinin en çok istifâde edeceği husûsları hatırlatmaktan geri durmamış ve son sözleri: "Namaz! Namaz! Mâlik olduğunuz (köleler) hakkında Allâh'tan korkun!" olmuştu. (Ebû Dâvûd Edeb, 133)

Sevgili Peygamberimiz'in son nefesinde dahî hatırlatmayı lüzûmlu bulduğu mevzûlar herhalde insanın kulluk vazîfesi için en ehemmiyetli noktalar olmalıdır. Birincisi kulu Hâlıkına ve mahbûbuna ençok yaklaştıran, İslam'ın direği namaz, ikincisi de insanı cehennem çukurlarına yuvarlanmaktan koruyacak olan, zayıflara, Rabbimiz'in emânet olarak emrimize vediği işçilere ve kadınlara güzel muâmele.

Birgün Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ashâbı ile birlikte mescidde namaz vaktini beklerken adamın biri kalktı ve:

-Yâ Rasûlallâh! Ben bir günah işledim, dedi. Rasûl-i Ekrem adama cevap vermedi. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve selem- namazını bitirdikten sonra aynı adam yine kalktı ve önceki sözünü tekrarladı. Peygamberimiz sordu:

- "Sen şu namazı bizimle kılmadın mı? Ve onun için güzelce abdest almadın mı?"

Adam: - Evet yâ Rasulullah! dedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) bu defa:

- "İşte o namaz işlediğin günaha keffâret olur", buyurdu . (Heysemî, Mecmau'z-zevâid, I, 301)

Rasûl-i Ekrem Efendimiz'in kötülüklerden ve çirkinliklerden koruyacağını ve daha önce işlenmiş günahlara keffâret olacağını bildirdiği namazı O'nun kıldığı şekilde ve o şuur içerisinde kılmak gerekmektedir. Aksi takdirde en mühim faydaları ihtivâ eden namaz hayâtımızda hiçbir değişikliğe sebep olamaz ve biz içinde bulunduğumuz günah bataklıkları ve çirkinlikler içerisinde ebedî hüsrâna doğru yüzüp gideriz.

İnsanların en hayırlısının ömrü uzun ve ameli güzel olan kimse olduğunu bildiren Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve selem-, kısacık dünyâ hayâtında kalbini bütünüyle Allâh'a vererek olabildiğince çok namaz kılmaya çalışmıştır. Namaz için her fırsatı değerlendirirdi. Herhangi bir şey kendisini üzecek olursa hemen namaza koşardı. (Ebû Dâvûd, Salât, 312) Cennette kendisi ile birlikte olma aşkı ile yanıp kavrulan sahâbîsine, bu arzûsunun gerçekleşmesi için duâ etmeyi kabul ettikten sonra, onun da çok secde ederek kendisine yardımcı olmasını istemişti. Ebu Hureyre -radıyallâhu anh- anlatıyor: Rasûlullâh'ın sağlığında Kudâa kabilesinin Beliyy boyuna mensup iki zât birlikte İslam'a girmişlerdi. Bilâhare birisi şehid düşmüş, diğeri de bir sene daha yaşayıp öyle ölmüştü. Talha bin Ubeydullah:

- Rüyamda, bir sene sonra vefât edenin şehid düşenden daha önce cennete girdiğini gördüm ve hayret ettim, diye anlattı. Sabah olunca Talhâ'nın bu rüyâsı ben veya bir başkası tarafında

Rasûlullâh'a anlatıldı. Rasul-i Ekrem Efendimiz:

- "O, şehit olandan sonra ramazan orucunu tutmadı mı, bir senede altı bin şu kadar rekat namaz kılmadı mı? (O halde ikisi arasında bu kadar fark olacak!)" buyurdu. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 333)

Hayâtını İslam'ı en güzel bir şekilde tebliğ etmeye ve ashâbını ilâhî bir terbiye ile yetiştirmeye adamış olan Habîb-i Ekrem -aleyhi's-salâtü ve's-selâm- Efendimiz, insanlar için huzûr kaynağı olan bu namazın bütün insanlar tarafından en güzel bir şekilde kılınmasını isterdi. Mute gazâsına gitmek üzere hazırlanan Abdullah bin Revâha, Peygamberimiz'in yanına geldi. Gül yüzüne hasret kalacağı Efendisi ile vedâlaştıktan sonra:

- Yâ Rasûlallâh! Bana ezberleyeceğim ve aklımdan hiç çıkarmayacağım bir şey tavsiye buyur, dedi.

Peygamber Efendimiz:

- "Sen yarın Allâh'a pek az secde edilen bir ülkeye varacaksın. Orada secdeleri, namazları çoğalt." buyurdu. Abdullah bin Revâha:

- Yâ Rasûlallâh! Bana nasihatini artır! dedi. Sevgili Peygamberimiz bu defâ:

- "Allâh'ı dâimâ zikr et! Çünkü Allâh'ı zikir, umduğuna ermende sana yardımcı olur!" buyurdu. (Vâkidî- Megâzî II, 758)

Allâhu zü'l-celâl Hazretleri Rasûlüne şöyle emretmişti:

"Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Biz seni rızıklandırırız ve akıbet takvânındır." (Tâ-hâ/20 132)

Bu nedenle Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve selem- de ashâbına ve bütün insanlara namaz üzerinde hassasiyetle durmalarını ve bu husûsta sabırlı olmalarını emrederdi. Kendisini Peygamber Efendimiz'in halîfesi olarak telakkî eden Osmanlı sultânı VI. Mehmed Reşâd'ın, saraydaki hanedan çocuklarını yetiştirmek üzere "muallime-i selâtin" (sultan hocası) tayin ettiği Safiye Hanım'a ilk iradesi şu olmuştur:

"Namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara yedirdiğim tuz ve ekmeği haram ediyorum. Bu iradem hoca hanım tarafından talebe şehzade ve hanım sultanlara söylensin". (Ünüvar, Safiye; Saray Hatıralarım, İstanbul, 1964, s. 21)

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve selem-'in namaz ibâdeti üzerinde hassâsiyetle durduğunu gören ve bütün varlıklarını onun izinde yürüyebilmek için fedâ eden ashâb-ı kirâm hazerâtı da namaza durduklarında kendilerini kaybederler ve Allâh'ı en yakınlarında bulurlardı. Huzûr-ı İlâhîde okumaya başladığı bir sûreyi yarıda bırakmak istemeyen ve bir an da olsa alacağı feyz uğruna bütün ömrünü fedâ eden ashâba âit olan şu hâtıralar ne kadar dehşet vericidir:

Zâtü'r-Rikâ gazvesinde Peygamber Efendimiz Ammâr bin Yâsir ile Abbâd bin Bişr'i kendi istekleri üzerine bir konak mahallinde gece için muhâfız olarak tensib etmişti. Ammâr gecenin ilk vaktinde istirahat etmeyi tercih ettiği için uyudu. Abbâd bin Bişr de kalktı ve namaz kılmaya başladı. O sırada bir müşrik geldi. Bir karaltı görünce gözcü olduğunu anladı ve hemen bir ok attı. Abbâd'ın vücûduna isâbet etti. Abbâd oku çıkardı. Adam ikinci ve üçüncü kez ok atıp isâbet ettirdi. Her defâsında da Abbâd ayakta sâbit durarak okları çekip çıkarıyordu. Rükû ve secdesini yaptıktan sonra arkadaşını uyandırarak:

- Kalk! ben yaralandım, dedi. Ammâr sıçrayıp kalktı. Müşrik ikisini görünce arkadaşını uyardığını anladı ve kaçtı. Ammâr Abbâd'ın kanlar içinde olduğunu görünce:

- Sübhânallâh! İlk oku attığında beni uyandırsaydın ya! dedi. Abbâd ise namaza olan aşk ve şevkini gösteren şu muhteşem cevâbı verdi:

- Bir sûre okuyordum, onu bitirmeden namazı bozmak istemedim. Ama okları peşpeşe atınca namazı tamamlayıp seni uyandırdım. Allâh'a yemin ederim ki Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem'in korunmasını emrettiği bu gediği kaybetme endişesi olmasaydı, sûreyi yarıda bırakarak namazı kesmektense ölmeyi tercîh ederdim. (Bkz. Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 343-344)

Yaratanının emir ve isteklerini henüz duymamış olan diğer insanlara da en son ilâhî dinin ulaşabilmesi için kendisine tevdî edilen vazîfeyi ihmâl korkusu olmasa bu sahâbîyi Rabbinin huzûrundan ayırabilecek hiçbir kuvvet bulunmamaktadır. Ne var ki, umûmun istifâdesini düşünüyor olması kendi zevk ve lezzetini yarıda kesmesini gerektirmiştir. Çünkü İslam müntesiplerinden, ferdîlikten ziyâde içtimâî olmalarını istemektedir.

Misver bin Mahreme -radıyallâhu anh-, ashâbın namaza atfettikleri ehemmiyeti gösteren diğer bir ibretli hâdiseyi şöyle anlatıyor: Ömer bin Hattab radıyallâhu anh hançerlendiğinde, zaman zaman baygınlık geçiriyordu. Bir keresinde yanına girdiğimde üstüne bir örtü örtmüşler, kendinden geçmiş vaziyette yatıyordu. Yanındakilere:

- Kendisini nasıl buluyorsunuz? diye sordum.

- Gördüğün gibi (baygın) dediler.

- Namaza çağırdınız mı? Eğer yaşıyorsa onu namazdan başka bir şey korkutup uyandıramaz, dedim. Bu ikazım üzerine oradakiler:

- Ey Mü'minlerin Emîri Namaz! Namaz kılındı! dediler. Hemen uyandı ve:

- Öyle mi? Vallahi namazı terkedenin İslam'dan payı yoktur dedi. Kalktı, yarasından kan fışkıra fışkıra namaz kıldı. (Heysemî Mecmau'z-zevâid, I, 295; İbn-i Sa'd, III, 35)

Allâh'ın emri herşeyden azizdi. Mal ve can onun yanında bir hiç mesâbesindeydi. Toplumun bütün fertleri bu şuuru yakalamış ve namazın ibâdet hayâtının mihverini teşkil ettiğini kavramıştı. Sıhhat için ruhsat verilmiş olmasına rağmen hakîkat karşısındaki anlayış ve kabulleri sebebiyle azîmeti tercih etmek onlar için daha doğru idi. Müseyyib bin Râfî anlatıyor:

Abdullah bin Abbas -radıyallâhu anh-'ın gözlerine perde inince bir kimse geldi ve:

- Eğer yedi gün hiç kalkmadan sırtüstü yatmaya dayanabilirsen ve bu arada namazlarını îmâ ile kılmayı kabul edersen seni tedâvî edebilirim. İnşaallâh şifâ bulursun, dedi.

İbn-i Abbas, Hz. Âişe ile Ebû Hureyre'ye ve daha başka sahâbîlere haber gönderip mes'eleyi sordurdu. Hepsi de:

- Ya bu süre zarfında ölürsen namaz hususunda yöneltilecek soru karşısında ne cevap verirsin? dediler.

Bu cevaplar üzerine İbn-i Abbas -radıyallâhu anh- gözünü tedâvî ettirmekten vazgeçti. (Hâkim, Müstedrek, III, 629, 6319)

Bir kudsî hadîste; "Namazı benimle kulum arasında ikiye böldüm: Kulum için de istediği verilecektir." buyurulmuştur. Bu va'd gereğince usûlüne göre kılınan namazda, gönlü başka taraflara kaydırmadan okunan Fatiha'da çok müjdeli ilhamlar vardır. Gözde nûr, gönülde mânevî bir sürür hasıl olur. Namaz, insanın dâimâ Allâh'ı düşündüğü, O'ndan bir an bile gâfil olmadığı ihsân haline yükselmesinin yolunu gösterir. Bütün hareket, söz ve düşüncelerinde Yüce Yaratanını düşünün bir insan kâmil bir mü'min olma vasfını kazanmış olur.

Peygamber Efendimiz'in Medîne'yi teşriflerinde onu görmek için yanına gelen ve gül yüzünü görür görmez "Vallâhi bu yüz yalancı olamaz" diyerek hakîkatı haykıran Yahudî âlimi Abdullâh bin Selâm -radıyallâhu anh-, mübârek ağızlarından ilk olarak "Birbirinize selâm veriniz! Birbirinize ikrâmda bulununuz! Akrabânızın haklarını gözetiniz! Gece herkes uyurken namaz kılınız. Bunları yaparak selâmetle Cennet'e giriniz." (Tirmizi, Kıyamet, 42) sözlerini işittiğini söylemektedir. Herkesin uyuduğu bir vakitte veya çoğu kimsenin muvaffak olamadığı bir şekilde Allâh'a yönelmek hiç şüphesiz cennetin yollarını kolaylaştıran en mühim âmildir.

İbn-i Ömer -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır: Hz Peygamberin sağlığında rüya gören bir kimse onu Peygamberimiz'e anlatırlardı ben de bir rüya görmeyi ve onu Hz Peygamber'e anlatmayı çok isterdim. O zaman bekar bir delikanlı idim ve mescidde uyurdum. Bir defasında rüyamda iki melek beni cehenneme götürdüler. Baktım ki, o kuyu duvarı gibi örülmüş olup kuyununki gibi iki boynuzu vardı; o da ne, orada kendilerini tanıdığım insanlar da vardı. Ben şöyle haykırdım: "Cehennemden Allah'a sığınırım! Cehennemden Allah'a sığınırım!" O sırada bir başka melek diğer iki meleğe katıldı ve bana şöyla dedi: "Korkutulmayacaksın!"

Abdullah ibni Amr ibni Âs -radıyallâhu anhümâ-'ya da Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle tavsiyede bulunmuştu:

- "Abdullah! Falan adam gibi olma! Çünkü o, gece ibâdetine devâm ederken artık kalkmaz oldu." (Buhârî, Teheccüd 19; Müslim, Sıyâm, 185) Hayırlı bir ibâdete başladıktan ve onun feyzini aldıktan sonra terk etmek Allâh ve Rasûlünün tasvîb edeceği bir şey değildir elbette. O güzel hasleti daha da geliştirmek ve artırmak gerekmektedir.

Gece ibâdeti, insanın gündüz hayâtının bereketli ve feyizli geçmesinin temel şartıdır. Gündüz yapacağı işlerin ve hizmetlerin semereli olabilmesi teheccüd vaktinde kalbin doldurulmasına bağlıdır. Cenâb-ı Hak, Rasûl-i Ekrem Efendimiz'e emrederken şöyle buyurmaktadır:

"Ey örtünen (Peygamber!) Gecenin birazı hariç olmak üzere geceleyin kalk (namaz kıl). Gecenin yarısında kalk, yahut yarısından biraz eksilt. Veya bunu artır ve yavaş yavaş güzel güzel tertil ile Kur'ân oku. Çünkü biz, senin üzerine ağır, (sorumluluk gerektiren) bir söz indireceğiz. Çünkü gece kalkışı hem daha etkili, hem de söz bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz senin için uzun bir meşguliyet vardır." (el-Müzzemmil/73, 1-7)

Kendisini söz konusu olduğunda kimsenin dayanamayacağı kadar ağırlığa ve meşakkate katlanan Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve selem-, ümmetine tavsiyede bulunurken engin bir merhamet ve şefkât âbidesi olurdu. "Allâh Teâlâ'nın en çok beğendiği namaz Dâvûd aleyhisselâm'ın namazı, Allâh Teâlâ'nın en çok beğendiği oruç da yine Dâvûd aleyhisselâm'ın orucudur. Dâvûd aleyhisselâm gecenin ilk yarısında uyur, üçte birinde namaz kılardı. Gecenin altıda birinde yine uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı." (Buhârî, Teheccüd, 7; Enbiyâ, 37, 38) buyurarak insanların sıkıntıya düşmemelerini isterdi. Bununla birlikte bütün geceyi uyku ile geçirmeye de hiç razı olmazlardı.

Nitekim Resulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in yanında bir adamın zikri geçti ve sabaha kadar uyuduğu, namaz kılmadığı söylendiğinde Aleyhi's-salâtü ve's-selâm- Efendimiz:

- "Bu adamın kulağına şeytan bevletmiştir." buyurmuşlardır. (Buhari, Teheccüd 13, Bed'u'l-Halk 11)

Uzun geceleri uyku ile geçiren gaflet ehlinin durumunu tasvir ve hakîkaten teheccüde kalkmak isteyenlere de yol gösterme sadedinde Rasûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Biriniz uyuyunca ensesine şeytan üç düğüm atar. Her düğümü atarken, düğüm yerine eliyle vurarak 'üzerine uzun bir gece olsun, yat, uyu' der. Adam uyanır ve Allah'ı zikrederse bir düğüm çözülür, abdest alacak olursa bir düğüm daha çözülür namaz kılarsa bütün düğümler çözülür ve böylece canlı ve hoş bir halet-i ruhiye ile sabaha erer. Aksi halde habis ruhlu (içi kararmış) ve uyuşuk bir halde sabahlar." (Buhari Teheccud 12, Bed'u'l-Halk 11; Muslim, Musafirin 207)

Teheccüd namazı ve geceleri ihyâ etmenin maddî ve mânevî faydasını dost düşman herkes kabul etmiş ve itirâfta bulunmuştur. Gece ibâdetinin bu faydalarını ifâde eden şu misaller ne kadar ibret vericidir:

Yermük savaşında iki ordu birbirlerine yaklaşınca, Rum askerî komutanı, bir Arap câsusu, İslam askerlerinin durumunu tedkîkle görevlendirir. Adam dönüp gelince:

- Durumları nasıl? Ne yapıyorlar? diye sorar. Câsus da gördüklerini şöyle anlatır:

- Onlar geceleri râhip, gündüzleri süvâri bir millet! (Gecenin büyük bir kısmını ibâdetle geçiriyorlar)

Kendi aralarında birbirlerinin kölesi gibi iken başkalarına karşı aslan kesiliyorlar. Konuştuklarında doğruyu söylüyorlar ve vaadde bulunduklarında sözlerini yerine getiriyorlar... Meliklerinin oğlu birşey çalsa muhakkak elini kesiyorlar, zinâ etse hakkı ikâme için onu recmediyorlar.

Bunun üzerine komutan şu cevâbı verir:

- Şâyet doğru söylüyorsan yerin altında olmak, onlarla yerin üstünde karşılaşmaktan daha hayırlıdır...(Taberî, Târih, II, 347)

İbn-i İshak da şunları nakleder:

Hiçbir düşman savaşlarda Rasûlullâh Efendimiz'in ashâbına karşı üstün gelemiyordu. Aynı şekilde müslümanlara yenilen Hırakl, askerlerine hiddetle

- Yazıklar olsun size! Şu savaştığınız kavim nasıl insanlardır? Onlar da sizin gibi beşer değiller mi? diye sordu.

- Evet, dediler.

- Peki siz mi çoksunuz yoksa onlar mı?

- Evet Efendim biz her hususta onlardan kat kat üstünüz.

- O halde size ne oluyor ki onlarla her karşılaştığınızda hezîmete uğruyorsunuz? diye sorduğunda Rum büyüklerinden bir bilge ihtiyar şu tesbitlerde bulunur:

- Çünkü onlar, geceleri kıyâmda ibâdetle geçiriyorlar, gündüzleri oruç tutuyorlar, ahdlerini yerine getiriyorlar, iyiliği emredip kötülükten sakındırıyorlar ve aralarında herşeylerini paylaşıyorlar. Ve bir de şunun için yeniliyoruz ki; biz içki içiyor, zinâ yapıyor, haramlar içinde yüzüyor, ahdimizi bozuyor, gasbediyor ve zulümde bulunuyoruz. Allâh'ın gadabını celbedecek şeyleri emredip, râzı olduğu şeyleri yasaklıyoruz ve yeryüzünde fesâd çıkarıyoruz. Bu cevap üzerine Hirakl:

- Sen gerçekten doğruyu söyledin, dedi. (İbn-i Asâkîr, Târîhu Dımeşk, II, 97)

Gece kalkıp Allâh'a ibâdet eden mü'minlere, kalkamadıkları günler için de kendilerine mükâfaat verilecektir. Çünkü onların niyetleri samîmî idi ve teheccüde kalkma düşüncesi ile uyumuşlardı. Bu durumu Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle müjdeler:

"(Mûtad olarak) geceleyin namaz kılan bir kimse, uykunun galebe çalmasıyla (bir gece uyuyakalsa ve namazını kılamasa) Allâh Teâlâ Hazretleri onun namazının sevâbını yine de yazar. Uykusu da kendisine (Allâh tarafından ikram edilen) bir sadakâdır. (İmam-ı Mâlik, Muvatta', Salâtu'l-Leyl, 1)
 

leyla-1

Altın Üye
Katılım
4 May 2007
Mesajlar
39,458
Tepki puanı
5,760
Puanları
163
Yaş
51
Vakit buluşma vaktidir
Vakit dua vaktidir.
Vakit yatsı Namazı vaktidir
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt