#fani_dünya#
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 2 Kas 2008
- Mesajlar
- 419
- Tepki puanı
- 2
- Puanları
- 0
- Yaş
- 36
Müstehcenlik Azdırılıyor
Günahın hemen her yeri kuşattığı asrımızda, özellikle “cinsellik”le ilgili günahlar bin koldan saldırıyor. Sokaklar, meydanlar, arabalar, evler, vapurlar, billboard’lar, gazeteler, dergiler, TV’ler, CD’ler, afişler, reklamlar, filmler, vitrinler, düğünler, dernekler, sergiler, internet derken, hemen her alan cinselliği tahrik edici tablolarla dopdolu. Yaşadığımız ortam, bir yanda kadını metalaştırıp ete ve tene indirgerken, öte yanda erkekleri nefisleri karşısında büyük ölçüde korunmasız bırakıyor.
TV ekranlarından sokaklardaki insan manzaralarına, gazete sayfalarından işyeri ortamına, internetten tatil beldelerine kadar uzanan pek çok alanda sürekli cinselliğin akla getirildiği bu genel tablo karşısında mü’minleri ise çoğunlukla bir karamsarlık hali kuşatıyor. Kendini bu kadar fahiş biçimde açığa vuran günaha karşı içte uyanan meyiller, göz kaymaları, haram bakışlar mü’minleri Rabbine karşı nisyan veya isyan haline düşmenin acısıyla kıvrandırırken, şeytan durumun ümitsizliğini fısıldıyor durmaksızın. “Bu ortamda” diyor, “etkilenmemen imkânsız. Sen bu durumdan kurtulamazsın.”
Şeytanı iyi tanıyalım
– İç, iç! Bir yudumdan bir şey olmaz…
– Sadece bir kere elinden tuttum, ne var bunda?
– Bir lokmadan bir şey çıkmaz! Ye sen... Günahı varsa benim boynuma…
– Sadece bir nefes çek! Merak etme, ölmezsin…
– Bir vakit namazdan bir şey olmaz! Kaza edersin olur biter...
– Abartıyorsun! Sadece göz ucuyla uzaktan şöyle bir baktım…
Bu ve buna benzer ifadelerle karşılaşmışızdır veya bu ifadelere muhatap olan insanlar görmüşüzdür. Esasen bunlar şeytanın insanı günah uçurumuna doğru ilk adımı attırma stratejileridir. Onun için önemli olan ilk adımı attırmaktır. Zira gerisi zaten gelecektir.
Şeytan, çok sinsi bir varlık. Yapacağı şeyleri, dobra dobra ortaya koymaz. Her şeyi sinsice, aheste aheste, adım adım bir plan dâhilinde yapar. Öyle ki şeytanın, o sinsiliği içinde ne yapmak istediğini hemen hissetmek katiyen mümkün olmaz. O, bir adım atar ve attırır. Ona tabi olan insan da bu adımı küçük görerek, “Ne olacak, sadece bir adım” der ve arkasından gider.
Oysaki şeytan, peşi peşine adımlarını artırır; iki-üç derken yavaş yavaş insanı bir kul ve köle haline getirir. Böylece insan, küçük görerek girdiği günahlarla, içinden çıkılmaz bir bataklığa saplanmış olur.
İşte, “Ey iman edenler! Sakın şeytanın izinden gitmeyin. Her kim şeytanın peşinden giderse bilsin ki o kendisinden hep fena, çirkin ve meşru olmayan şeyleri yapmasını ister” (Nur, 24/21) ayeti böyle bir takibi bize hatırlatır. Bu takip, adeta farkına varmadan gerçekleştirilen bir yürüyüş gibidir. Tabii neticede insanda bir huy ve tabiat haline gelen bir yürüyüştür.
İnsan, çok defa bunun farkına bile varamaz. Günaha girme yavaş yavaş cereyan ettiğinden, tepki verme de azalır. Belki en başta biraz yadırgama olur, ama daha sonra mesele kanıksanır, normalleşir.
Evet, şeytan dedik. Bizim baş belamız. Şunu aklımızdan hiç çıkarmayalım: Şeytan daha çok miskinlik, tembellik ve meşguliyetsizliğimizden istifade eder. İnsanlığa hizmet adına yanıp tutuşmamızdan hoşlanmaz ve boş durduğumuz sürece de içimize uygun olmayan düşünceler, kuruntular atar. O sırada hayırlı işlerle meşgul olmayan hayalimizi kendi namına meşgul eder ve çirkin şeyler düşündürüp günah işlemeye zorlar. Öyleyse biz de, daima meşguliyetle, aksiyonla, faaliyet ve hizmet yolunda terlemekle şeytanın burnunu sokabileceği yerleri doldurmalıyız ki, o da bizde umduğunu bulamasın.
Ahlaksızlık zamanla normalleşiyor
Son bir asır içinde, gazete ve dergi sayfaları, sinema filmleri, TV programları ile insanların giyimleri ve yaşayışları arasında, şöyle bir bağlantı karşımıza çıkıyor: Bütün sefahat, rezalet ve müstehcenlikler, ilk olarak dar bir kesimde kendini ifade imkânı buluyor. Dar kesimde sergilenen bir aşırılık, gazete ve dergi sayfalarıyla umuma arz ediliyor.
Diğer yandan, film karelerine de benzer dozajda bir aşırılık taşınıyor. Bu kitle iletişim araçlarıyla söz konusu aşırılığı seyreden insanlar, göre göre, zaman içinde bunu kanıksıyor. İlk anda ahlaksızlık olarak görüp tepki verdiği şey, sonradan normalleşiyor. Normalleşince, kendisi de öyle yapıyor.
Bu esnada, sözünü ettiğimiz dar kesimde daha ileri bir aşırılık sergileniyor; o, bu kez ona tepki vermemeye başlıyor. Üç-beş yıl sonra onu da normal görür hale gelip sonunda uyguluyor. Şunu unutmayalım: Bakan kanıksar, kanıksayan normal görür, normal gören uygular!
Mesela mini eteğe giden yolun başında, topuğun yalnızca bir karış üstüne çıkılan modeller vardır. Onu diz boyu modeller, onu da dizin beş parmak üstüne gelen modeller almıştır. Kısalma adım adım devam etmektedir. Kısacası, hususi bir hayâsızlığın umumileşmesi “görme” yoluyla gerçekleşir. Göz göre göre, kuraldışı olan kural haline gelir; anormal olan normalleşir.
Sanat adına müstehcenlik meşrulaştırılıyor
Gerçekten, İlahi emre ve insanın fıtratına aykırı düşen açık saçıklık, her zaman sanat adı altında meşruiyet kazanma çabasında olmuştur. Hatta buna erotizm gibi iç gıcıklayıcı ama dokunulmaz bir kılıf bulunmuştur.
Gariptir, sanat adına başlanan iş, çok geçmeden sanayiye dönüşüyor. Nitekim, bugün afişlerden gazete sayfalarına, film karelerinden TV reklamlarına, sahnelerden sokaklara, yayıncı raflarından mağaza vitrinlerine ve internete kadar her yeri istila eden açık saçıklık en başta sanatla gelmiş, sonra dev bir sanayi halini almıştır. Resim, heykel, fotoğraf, dans, sinema, tiyatro gibi sanatların son asırlardaki seyri, bu sürecin tarihini de ele verir.
Ve bugün, basın-yayın, TV, giyim, reklamcılık gibi pek çok sanayinin hâkim unsuru, açık saçıklıktır. Tekerlek yahut pirinç, hatta sadece erkeklerin kullandığı tıraş köpüğü gibi bir nesne dahi açık saçık bir kadın imajı eşliğinde sunulmaktadır. (Metin Karabaşoğlu)
Günahın hemen her yeri kuşattığı asrımızda, özellikle “cinsellik”le ilgili günahlar bin koldan saldırıyor. Sokaklar, meydanlar, arabalar, evler, vapurlar, billboard’lar, gazeteler, dergiler, TV’ler, CD’ler, afişler, reklamlar, filmler, vitrinler, düğünler, dernekler, sergiler, internet derken, hemen her alan cinselliği tahrik edici tablolarla dopdolu. Yaşadığımız ortam, bir yanda kadını metalaştırıp ete ve tene indirgerken, öte yanda erkekleri nefisleri karşısında büyük ölçüde korunmasız bırakıyor.
TV ekranlarından sokaklardaki insan manzaralarına, gazete sayfalarından işyeri ortamına, internetten tatil beldelerine kadar uzanan pek çok alanda sürekli cinselliğin akla getirildiği bu genel tablo karşısında mü’minleri ise çoğunlukla bir karamsarlık hali kuşatıyor. Kendini bu kadar fahiş biçimde açığa vuran günaha karşı içte uyanan meyiller, göz kaymaları, haram bakışlar mü’minleri Rabbine karşı nisyan veya isyan haline düşmenin acısıyla kıvrandırırken, şeytan durumun ümitsizliğini fısıldıyor durmaksızın. “Bu ortamda” diyor, “etkilenmemen imkânsız. Sen bu durumdan kurtulamazsın.”
Şeytanı iyi tanıyalım
– İç, iç! Bir yudumdan bir şey olmaz…
– Sadece bir kere elinden tuttum, ne var bunda?
– Bir lokmadan bir şey çıkmaz! Ye sen... Günahı varsa benim boynuma…
– Sadece bir nefes çek! Merak etme, ölmezsin…
– Bir vakit namazdan bir şey olmaz! Kaza edersin olur biter...
– Abartıyorsun! Sadece göz ucuyla uzaktan şöyle bir baktım…
Bu ve buna benzer ifadelerle karşılaşmışızdır veya bu ifadelere muhatap olan insanlar görmüşüzdür. Esasen bunlar şeytanın insanı günah uçurumuna doğru ilk adımı attırma stratejileridir. Onun için önemli olan ilk adımı attırmaktır. Zira gerisi zaten gelecektir.
Şeytan, çok sinsi bir varlık. Yapacağı şeyleri, dobra dobra ortaya koymaz. Her şeyi sinsice, aheste aheste, adım adım bir plan dâhilinde yapar. Öyle ki şeytanın, o sinsiliği içinde ne yapmak istediğini hemen hissetmek katiyen mümkün olmaz. O, bir adım atar ve attırır. Ona tabi olan insan da bu adımı küçük görerek, “Ne olacak, sadece bir adım” der ve arkasından gider.
Oysaki şeytan, peşi peşine adımlarını artırır; iki-üç derken yavaş yavaş insanı bir kul ve köle haline getirir. Böylece insan, küçük görerek girdiği günahlarla, içinden çıkılmaz bir bataklığa saplanmış olur.
İşte, “Ey iman edenler! Sakın şeytanın izinden gitmeyin. Her kim şeytanın peşinden giderse bilsin ki o kendisinden hep fena, çirkin ve meşru olmayan şeyleri yapmasını ister” (Nur, 24/21) ayeti böyle bir takibi bize hatırlatır. Bu takip, adeta farkına varmadan gerçekleştirilen bir yürüyüş gibidir. Tabii neticede insanda bir huy ve tabiat haline gelen bir yürüyüştür.
İnsan, çok defa bunun farkına bile varamaz. Günaha girme yavaş yavaş cereyan ettiğinden, tepki verme de azalır. Belki en başta biraz yadırgama olur, ama daha sonra mesele kanıksanır, normalleşir.
Evet, şeytan dedik. Bizim baş belamız. Şunu aklımızdan hiç çıkarmayalım: Şeytan daha çok miskinlik, tembellik ve meşguliyetsizliğimizden istifade eder. İnsanlığa hizmet adına yanıp tutuşmamızdan hoşlanmaz ve boş durduğumuz sürece de içimize uygun olmayan düşünceler, kuruntular atar. O sırada hayırlı işlerle meşgul olmayan hayalimizi kendi namına meşgul eder ve çirkin şeyler düşündürüp günah işlemeye zorlar. Öyleyse biz de, daima meşguliyetle, aksiyonla, faaliyet ve hizmet yolunda terlemekle şeytanın burnunu sokabileceği yerleri doldurmalıyız ki, o da bizde umduğunu bulamasın.
Ahlaksızlık zamanla normalleşiyor
Son bir asır içinde, gazete ve dergi sayfaları, sinema filmleri, TV programları ile insanların giyimleri ve yaşayışları arasında, şöyle bir bağlantı karşımıza çıkıyor: Bütün sefahat, rezalet ve müstehcenlikler, ilk olarak dar bir kesimde kendini ifade imkânı buluyor. Dar kesimde sergilenen bir aşırılık, gazete ve dergi sayfalarıyla umuma arz ediliyor.
Diğer yandan, film karelerine de benzer dozajda bir aşırılık taşınıyor. Bu kitle iletişim araçlarıyla söz konusu aşırılığı seyreden insanlar, göre göre, zaman içinde bunu kanıksıyor. İlk anda ahlaksızlık olarak görüp tepki verdiği şey, sonradan normalleşiyor. Normalleşince, kendisi de öyle yapıyor.
Bu esnada, sözünü ettiğimiz dar kesimde daha ileri bir aşırılık sergileniyor; o, bu kez ona tepki vermemeye başlıyor. Üç-beş yıl sonra onu da normal görür hale gelip sonunda uyguluyor. Şunu unutmayalım: Bakan kanıksar, kanıksayan normal görür, normal gören uygular!
Mesela mini eteğe giden yolun başında, topuğun yalnızca bir karış üstüne çıkılan modeller vardır. Onu diz boyu modeller, onu da dizin beş parmak üstüne gelen modeller almıştır. Kısalma adım adım devam etmektedir. Kısacası, hususi bir hayâsızlığın umumileşmesi “görme” yoluyla gerçekleşir. Göz göre göre, kuraldışı olan kural haline gelir; anormal olan normalleşir.
Sanat adına müstehcenlik meşrulaştırılıyor
Gerçekten, İlahi emre ve insanın fıtratına aykırı düşen açık saçıklık, her zaman sanat adı altında meşruiyet kazanma çabasında olmuştur. Hatta buna erotizm gibi iç gıcıklayıcı ama dokunulmaz bir kılıf bulunmuştur.
Gariptir, sanat adına başlanan iş, çok geçmeden sanayiye dönüşüyor. Nitekim, bugün afişlerden gazete sayfalarına, film karelerinden TV reklamlarına, sahnelerden sokaklara, yayıncı raflarından mağaza vitrinlerine ve internete kadar her yeri istila eden açık saçıklık en başta sanatla gelmiş, sonra dev bir sanayi halini almıştır. Resim, heykel, fotoğraf, dans, sinema, tiyatro gibi sanatların son asırlardaki seyri, bu sürecin tarihini de ele verir.
Ve bugün, basın-yayın, TV, giyim, reklamcılık gibi pek çok sanayinin hâkim unsuru, açık saçıklıktır. Tekerlek yahut pirinç, hatta sadece erkeklerin kullandığı tıraş köpüğü gibi bir nesne dahi açık saçık bir kadın imajı eşliğinde sunulmaktadır. (Metin Karabaşoğlu)