haydar-kerrar
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 6 Ağu 2009
- Mesajlar
- 98
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 48
“YAHUDİLEŞME TEMAYÜLÜ” MÜ ?
YOKSA (!!!) ?
اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
الْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىٰ سَيِّدِيناَ مُحَمَّدٍ وَعَلىٰ اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ وَبَعدَ
Muhterem Okuyucu,
“Anadolu’da Vakit” Gazetesi’nin promosyon olarak vermiş olduğu Mustafa İslamoğlu’nun “Yahudileşme Temayülü” isimli kitabını okudum. Muhterem bir hocamın da tespitlerine ilaveten mezkur kitapta gerek ehl-i sünnet vel-cemaat akidesine ve fıkhına ve gerek bazı ayet-i kerimelerin muteber kaynaklardaki tefsirine ters düşen ve gerekse bazı nakillerde tahribatlar yapan bölümlerine rastladım. Bununla beraber dikkatimi çeken başka bir durum ise; yazarın iddialarını gayet edebî bir üslup ve ustaca bir anlatımla sunmuş olmasıdır. Dolayısıyla bu yanlış iddiaların farkına varabilmek ancak bir uzmanlık işi olduğundan, her Müslümanın bunun farkına varmasının zor olması hasebiyle; tehlike daha da büyümüş olmaktadır.
Değerli Okuyucu,
Bu reddiyeyi ele almamdaki amacım; gerek dünyevî ve gerekse uhrevî hayat felaketlerini doğuracak zehirlerin, altın tas içinde sunulduğu zamanımızda siz kıymetli kardeşlerimi bu tehlikelerden haberdar etmektir. Yoksa bizim hiç kimsenin şahsıyla işimiz yoktur. Üzerinde durduğumuz nokta; dinimizin temel kaynakları olan tefsir, hadis ve fıkıh ilmimize gerek yanlış yorumlarla ve gerekse iftira taktikleriyle uzanan dilleri sağlam delillerle kesmek ve bu kişileri sırat-ı müstakime yanaşmaya davet etmektir.
Adı geçen kitapta tespit ettiğim yanlışları sayfa numaralarını da vererek maddeler halinde izah etmeye başlıyorum inşaallah.
1. Yazar “Şahsiyetli Toplum Oluşturma Sanatı” başlığı ile verdiği açıklamaların 244’ten 247. sayfaya kadar devam eden bölümlerinde adet gören kadının toplumdaki nazarı ve ibadeti ile ilgili olarak; İslam Fıkhı’nın Yahudî etkisinde kaldığını iddia etmekte ve lâkin müracaat ettiği kaynak bilgilerini aslından uzak ve yanlış olarak vermektedir.
Şöyle ki: Yazar, Buharî şarihi İbn-u Hacer’in “denildi ki” ifadesiyle vermiş olduğu ve hadis usulünde zayıf bir görüşü aktarma şeklini İbn-u Hacer’e mal etmiş ve bunu kendi iddialarına bir delil olarak göstermiştir. Halbuki İbn-u Hacer “denildi ki” ile aktardığı görüşü verdikten sonra; tamamen bunun muhalifi olan kendi görüşünü beyan etmiş ve “cumhurun görüşü de böyledir” demiştir. Fakat yazarımız ya kasıtlı olarak kaynakta tahribatlar yaparak konuyu çarpıtmış ya da ibareyi anlamaktan uzak bir cehaletin içine düşmüştür. Bu arada ileri sürdüğü iddasına malzeme toplama babında, Tirmizi’deki bir hadis-şerif hakkında yazılmış olan dipnotta İmam Ahmed bin Hanbel (rh.a.)’e isnad edilip “bu hadis uydurmadır” sözüne dört elle tutunurken az aşağıdaki dipnotta ise yazarın iddialarını geçersiz kılan ve yine İmam Ahmed (rh.a.)’e ait olan görüşlerini görmezden gelmiştir. Ayrıca Tirmizi’nin metninde, İmam Ahmed (rh.a.) hadisin ravisi hakkında: “İsmail bin Ayyaş son salihlerdendir.” İfadesini beyan etmiş iken, yazar efendi her nedense zayıf olduğu dipnot sahibi tarafından da ispat edilen bir iddianın gölgesine sığınabilmiş ve İslam fıkhında otorite kabul edilen ehl-i sünnetin dört mezhebinin mutlak ve mukayyed müctehit imamlarına muhalefet etmenin peşine düşmüştür. (Mezahib-ul Erbaa c.1, s.123 Abdurrahman Ceziri)
Halbuki yazarın dipnotundan, yanlış iddiasına mesned getirmeye çalıştığı kitabın metninde, İmam Tirmizî’nin (rh.a.) Hz. Resulullah (s.a.v.)’den:
“Hayızlı (kadın) ve cünüp olan kişi -gerek az ve gerek çok olsun- (Tuhfet-ül Ahvazi, Tirmizi Şerhi c.1, s.346) Kur’an-ı Kerim’den hiçbir şeyi okumasın” (A.g.e. c.1, s.346) mealindeki hadis-i şerifini rivayet ettikten sonra bunun Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sahabeleri, tabiin ve onlardan sonra gelen; Süfyan-ı Sevrî, Abdullah ibn-i Mübarek, İmam-ı Şafii, İmam-ı Ahmed ve İshak gibi ilim ehlinin çoğunluğunun da görüşü olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca bu konu ile ilgili olarak İmam-ı Tirmizî (rh.a.) Hz. Ali (r.a.)’den:
“Hz. Resulullah (s.a.v.) cünüp olmadığı zaman bizlere Kur’an-ı Kerim’i okurdu (öğretirdi).” mealindeki hadis-i şerifini rivayet etmiş ve hadis hakkında da hasen ve sahih olduğu beyanatını vermiştir ( A.g.e. 111. Bab Hadis No: 146, s.385-386.)
Görülüyor ki mesele; yazar beyin münferid inancı gibi olmayıp sahih hadis-i şeriflerin açık beyanı ile hareket eden muhakkik ve mudakkik ulema-i kiram efendilerimizin dediği gibidir.
Yine yazar, yapmış olduğu çarpıtmalarla hızını alamamış ve kitabının 247. sayfasında daha da ileri giderek, kadının adetli durumu münasebetiyle dua, zikir ve ilim gibi ibadetlerden uzaklaştırıldığını ve bunun bir Yahudileşme temayülü olduğunu söyleyerek, fıkıh ulemasına çok çirkin bir iftira atmanın yoluna girmiştir. Halbuki İslam ulemasının meseleye yaklaşımı yazarın iftira içerikli iddiası gibi olmayıp, “kadın tavaf dışında haccın bütün menasikini yapabilir” manasındaki nebevî hadisin ışığında “adet gören kadın dua içerikli ayet-i kerimeleri de, hadis-i şerifleri de okuyabilir” (Mevsuat-ul İcma’ Fil Fıkh-il İslamî, c.1, s.357, Sa’di Ebu Ceyb) şeklindedir. Görülüyor ki, yazarın bir iftira terimi olarak ileri sürdüğü “erkeksi fıkıh” anlayışı, kitabında hedef tahtasına koyarak saldırdığı fıkhî ekollerin hiç birinde olmamıştır. Yazar böyle bir terimi öne çıkarmakla acaba feminist bir etkileşimin tesirine mi girmiştir! Hakikaten ben de bunu merak etmekteyim.
2. Yazar kitabının 164. sayfasında “Nesh ve Tashih Adı Altında Yapılan Tahrifat” başlığıyla vermiş olduğu ifadelerle Kur’an-ı Kerim’de neshin olmadığını iddia etmekte ve 166. sayfada da: “Kur’an’ın iki kapağı arasında yazılı olup da hükmü geçersiz olan hiçbir ayet yoktur” demektedir. Önce “nesh” nedir ona bakalım: “Nesh, şer’i bir hükmün yine sonradan gelen şer’i bir hükümle kaldırılmasına verilen isimdir.” (Revai-ül Beyan Tefsir-ul Ayat-il Kur’an, c.1, s.83, M. Ali Sabunî) Neshe başka bir anlayışla yaklaşan yazar, Cenab-ı Allah’ın (c.c.) Kur’an-ı Kerim’i inzal buyurmakla daha önce göndermiş olduğu şeriatları nesh ettiğini savunurken, Mevlay-ı Müteal’imizin bir hikmete binaen, İslam’a göre yaşamayı Müslümanlara tedricen öğretmek için, daha önce gönderdiği bir hükmünü sonradan yine kendisinin gönderdiği başka bir hükümle değiştirmesini kabul edememektedir.
Yazar, İslam’da neshin varlığı hakkında görüş ittifakı içinde olan müfessirler, müctehitler ve fukahanın tamamının hilafına hareket etmekle ikinci bir Ebu Müslim-i İsfahanî olmanın hayaline kapılmıştır.
Yazarın iddiasını gün gibi açık bir şekilde çürüten sadece iki delil sunacağım. Birinci delilimiz bir ayet-i kerimenin hükmünün başka bir ayet-i kerime ile nesh edilmesi hakkındadır. Malumdur ki, İslam’ın ilk devirlerinde içkinin içilmesini yasaklayan herhangi bir hüküm yoktu. Fakat başta Hz. Ömer (r.a.) olmak üzere bir çok sahabe-i kiram içki hakkında bir yasağın gelmesini arzu ediyorlardı. Bunun üzerine şu mealdeki ayet-i kerime nazil oldu:
“Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: “Her ikisinde de büyük günah vardır. Ve insanlar için (zahiri bazı) faydalar da vardır. Bunların günahı faydalarından çok (daha) büyüktür”( Bakara Suresi, Ayet: 219 )
Bunun üzerine içki içen bazı sahabeler “zararı faydasından daha fazladır” ifadesindeki tavsiyeye uyarak içkiyi terk ettiler. Bu ayet-i kerime içkinin bir cihetine dikkat çekmekle beraber her hangi yasaklayıcı bir hüküm taşımıyordu. Daha sonra bir sahabenin sarhoş olarak kıldırdığı namazda ayet-i kerimeyi manayı bozacak şekilde okuması üzerine şu mealdeki ayet-i kerime nazil oldu:
“Ey iman edenler, sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” ( Nisa Suresi, Ayet: 43 )
Bunun üzerine içki içmekte olan bazı sahabeler de bu ayetin emrine istinaden içkiyi terk ettiler. Nihayet:
“Ey iman edenler, içki, kumar, putlar ve fal okları şeytanın işinden olan birer pisliktirler. Artık ondan sakınınız ki, kurtuluş bulabilesiniz.”( Maide Suresi, Ayet: 90) Mealindeki ayet-i celile bu işe son noktayı koydu ve daha önceki bu konuyla ilgili ayet-i kerimeleri nesh ederek içki içmeyi kesin bir emirle yasaklamış oldu.
Şimdi yazarın iddia ettiği gibi Kur’an-ı Kerim’de eğer nesh yoksa, ve bu durumda; bir Müslüman’ın daha önceki ayet-i kerimelerin yasaklayıcı olmayan hükümlerine bakıp da, içki içmesi normal kabul edilebilir mi? Ve yine bir Müslüman’ın: “Madem Kur’an-ı Kerim’de nesh yoktur, öyleyse istediğim ayet-i kerime ile amel eder ve içkiyi bazen içer bazen de terk ederim” demesinin yolu var mıdır?
Evet, görüldüğü gibi yazar büyük bir gafletin içine düşmüştür. Kur’an-ı Hakim’de nesh vardır. Tabi ki bu konuda, yazarın kafasının almadığı ve anlamaktan aciz kaldığı birçok hikmet ve faydalar dahi vardır.
İkinci delilimiz sünnete dayalı bir hükmün Kur’an’a dayalı bir hükümle nesh edilmesi gerçeğidir. Yine malumdur ki; Hz. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz ve ashab-ı güzini Medine-i Münevvere’ye hicretlerinin ilk dönemlerinde Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya yönelerek namaz kılıyorlardı. Bunun böyle olmasını emreden her hangi bir ayet te olmadığı için, Efendimiz bunu kendi uygulaması olarak tatbik ediyordu. Çünkü kendisinden önceki peygamberlerin kıblesi de Mescid-i Aksa idi. Fakat böyle yapmakla birlikte gönlünde Mescid-i Haram’a yönelmek sevdası da yatmıyor değildi. Nitekim bu konuda bir emr-i ilahinin gelmesi intizarıyla bazen mübarek yüzünü semaya kaldırıyordu.( Bakara Suresi, Ayet: 144 ) Bunun üzerine namazda iken Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yönünü Mescid-i Haram’a çevirmesi emri (Bakara Suresi, Ayet: 144, 149-150) gelerek önceki kıblenin hükmü nesh edilmiş oldu. Görüldüğü gibi; İslam’da ayetin ayetle neshi olduğu gibi, sünnetin de ayetle neshi vardır.Ve hatta cumhur-u ulemanın görüşüne göre ayeti- kerimenin bile sünnet ile nesh olunduğu yerler dahi vardır. (Revai’ül Beyan, Tefsir-ül Ayat-il Kur’an, c.1, s.97-98)
3. Yazar, kitabının 158. sayfasında yine neshi diline dolamış ve en sahih hadis kitaplarına karşı şüphe ile bakılmasına yol açabilecek tarzda, bilinçli bir şekilde okuyucunun şuur altına göndermeler yapmaya yeltenmiş ve sırf neshin varlığını inkâr etmek için bazı iddialar ileri sürmüştür. Yazar, süt kardeşliğinin sübutu için süt emmenin sayısı ile ilgili olarak bilgi veren ve Sahih-i Müslim’de rivayet edilen bir hadis-i şerifi, görüş açısı dar olduğundan dolayı kabule yanaşmamış ve böylece yine neshi inkâr etmenin batağına saplanmıştır.
Olayın aslı şöyledir: Hz. Aişe (r.anha) annemiz; süt emme ile meydana gelen haramlığı beyan eden sayının daha önce 10 olduğunu; bunun, sayıyı 5’e indiren ayet ile nesh olduğunu ve Hz. Resulullah (s.a.v.)’in vefatına yakın nesh olunan bu ayetin bazı insanların yanında hâlâ Kur’an ayeti olarak okunduğunu haber vermişlerdir.( Sahih-i Müslim, İmam Nevevî Şerhi, c.10, s.29 )
İmam Nevevî (rh.a.) meseleyi şöyle izah etmektedir: “Bu ayet-i kerime Hz. Resulullah (s.a.v.)’in vefatına yakın nesh olunduğu ve bazı insanların da bundan haberleri olmadığı için onu Kur’an’dan bir ayet olarak okumuşlar, fakat bu ayetin neshi ile ilgili haber onlara ulaşınca artık okumayı terk etmişlerdir.” Bundan sonra İmam Nevevî (rh.a.) neshin çeşitlerini izah etmiş ve şöyle demiştir: Nesh Üç Kısımdır :
a) Hem hükmü ve hem de tilaveti nesh olunun: Sütün hürmetini 10 sayısı ile beyan eden ayet-i kerime gibi.
b) Sadece tilaveti nesh olup hükmü baki kalan: Süt emme hürmeti sayısını 5’e indiren ayet ile “Şeyh ile şeyhuhe (evli erkek ile evli kadın) zina ettikleri zaman onları recmedin” ayeti gibi.
c) Sadece hükmü nesh olup tilaveti baki kalanlar: Bakara suresinin 240 nolu ayet-i kerimesi başta olmak üzere Kur’an’da bunların örnekleri çoktur.( A.g.e. Aynı sayfa )
Görüldüğü üzere olay, yazarın iddiası gibi olmayıp sahih kaynaklarımızın anlattığı şekildedir.
YOKSA (!!!) ?
اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
الْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىٰ سَيِّدِيناَ مُحَمَّدٍ وَعَلىٰ اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ وَبَعدَ
Muhterem Okuyucu,
“Anadolu’da Vakit” Gazetesi’nin promosyon olarak vermiş olduğu Mustafa İslamoğlu’nun “Yahudileşme Temayülü” isimli kitabını okudum. Muhterem bir hocamın da tespitlerine ilaveten mezkur kitapta gerek ehl-i sünnet vel-cemaat akidesine ve fıkhına ve gerek bazı ayet-i kerimelerin muteber kaynaklardaki tefsirine ters düşen ve gerekse bazı nakillerde tahribatlar yapan bölümlerine rastladım. Bununla beraber dikkatimi çeken başka bir durum ise; yazarın iddialarını gayet edebî bir üslup ve ustaca bir anlatımla sunmuş olmasıdır. Dolayısıyla bu yanlış iddiaların farkına varabilmek ancak bir uzmanlık işi olduğundan, her Müslümanın bunun farkına varmasının zor olması hasebiyle; tehlike daha da büyümüş olmaktadır.
Değerli Okuyucu,
Bu reddiyeyi ele almamdaki amacım; gerek dünyevî ve gerekse uhrevî hayat felaketlerini doğuracak zehirlerin, altın tas içinde sunulduğu zamanımızda siz kıymetli kardeşlerimi bu tehlikelerden haberdar etmektir. Yoksa bizim hiç kimsenin şahsıyla işimiz yoktur. Üzerinde durduğumuz nokta; dinimizin temel kaynakları olan tefsir, hadis ve fıkıh ilmimize gerek yanlış yorumlarla ve gerekse iftira taktikleriyle uzanan dilleri sağlam delillerle kesmek ve bu kişileri sırat-ı müstakime yanaşmaya davet etmektir.
Adı geçen kitapta tespit ettiğim yanlışları sayfa numaralarını da vererek maddeler halinde izah etmeye başlıyorum inşaallah.
1. Yazar “Şahsiyetli Toplum Oluşturma Sanatı” başlığı ile verdiği açıklamaların 244’ten 247. sayfaya kadar devam eden bölümlerinde adet gören kadının toplumdaki nazarı ve ibadeti ile ilgili olarak; İslam Fıkhı’nın Yahudî etkisinde kaldığını iddia etmekte ve lâkin müracaat ettiği kaynak bilgilerini aslından uzak ve yanlış olarak vermektedir.
Şöyle ki: Yazar, Buharî şarihi İbn-u Hacer’in “denildi ki” ifadesiyle vermiş olduğu ve hadis usulünde zayıf bir görüşü aktarma şeklini İbn-u Hacer’e mal etmiş ve bunu kendi iddialarına bir delil olarak göstermiştir. Halbuki İbn-u Hacer “denildi ki” ile aktardığı görüşü verdikten sonra; tamamen bunun muhalifi olan kendi görüşünü beyan etmiş ve “cumhurun görüşü de böyledir” demiştir. Fakat yazarımız ya kasıtlı olarak kaynakta tahribatlar yaparak konuyu çarpıtmış ya da ibareyi anlamaktan uzak bir cehaletin içine düşmüştür. Bu arada ileri sürdüğü iddasına malzeme toplama babında, Tirmizi’deki bir hadis-şerif hakkında yazılmış olan dipnotta İmam Ahmed bin Hanbel (rh.a.)’e isnad edilip “bu hadis uydurmadır” sözüne dört elle tutunurken az aşağıdaki dipnotta ise yazarın iddialarını geçersiz kılan ve yine İmam Ahmed (rh.a.)’e ait olan görüşlerini görmezden gelmiştir. Ayrıca Tirmizi’nin metninde, İmam Ahmed (rh.a.) hadisin ravisi hakkında: “İsmail bin Ayyaş son salihlerdendir.” İfadesini beyan etmiş iken, yazar efendi her nedense zayıf olduğu dipnot sahibi tarafından da ispat edilen bir iddianın gölgesine sığınabilmiş ve İslam fıkhında otorite kabul edilen ehl-i sünnetin dört mezhebinin mutlak ve mukayyed müctehit imamlarına muhalefet etmenin peşine düşmüştür. (Mezahib-ul Erbaa c.1, s.123 Abdurrahman Ceziri)
Halbuki yazarın dipnotundan, yanlış iddiasına mesned getirmeye çalıştığı kitabın metninde, İmam Tirmizî’nin (rh.a.) Hz. Resulullah (s.a.v.)’den:
“Hayızlı (kadın) ve cünüp olan kişi -gerek az ve gerek çok olsun- (Tuhfet-ül Ahvazi, Tirmizi Şerhi c.1, s.346) Kur’an-ı Kerim’den hiçbir şeyi okumasın” (A.g.e. c.1, s.346) mealindeki hadis-i şerifini rivayet ettikten sonra bunun Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sahabeleri, tabiin ve onlardan sonra gelen; Süfyan-ı Sevrî, Abdullah ibn-i Mübarek, İmam-ı Şafii, İmam-ı Ahmed ve İshak gibi ilim ehlinin çoğunluğunun da görüşü olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca bu konu ile ilgili olarak İmam-ı Tirmizî (rh.a.) Hz. Ali (r.a.)’den:
“Hz. Resulullah (s.a.v.) cünüp olmadığı zaman bizlere Kur’an-ı Kerim’i okurdu (öğretirdi).” mealindeki hadis-i şerifini rivayet etmiş ve hadis hakkında da hasen ve sahih olduğu beyanatını vermiştir ( A.g.e. 111. Bab Hadis No: 146, s.385-386.)
Görülüyor ki mesele; yazar beyin münferid inancı gibi olmayıp sahih hadis-i şeriflerin açık beyanı ile hareket eden muhakkik ve mudakkik ulema-i kiram efendilerimizin dediği gibidir.
Yine yazar, yapmış olduğu çarpıtmalarla hızını alamamış ve kitabının 247. sayfasında daha da ileri giderek, kadının adetli durumu münasebetiyle dua, zikir ve ilim gibi ibadetlerden uzaklaştırıldığını ve bunun bir Yahudileşme temayülü olduğunu söyleyerek, fıkıh ulemasına çok çirkin bir iftira atmanın yoluna girmiştir. Halbuki İslam ulemasının meseleye yaklaşımı yazarın iftira içerikli iddiası gibi olmayıp, “kadın tavaf dışında haccın bütün menasikini yapabilir” manasındaki nebevî hadisin ışığında “adet gören kadın dua içerikli ayet-i kerimeleri de, hadis-i şerifleri de okuyabilir” (Mevsuat-ul İcma’ Fil Fıkh-il İslamî, c.1, s.357, Sa’di Ebu Ceyb) şeklindedir. Görülüyor ki, yazarın bir iftira terimi olarak ileri sürdüğü “erkeksi fıkıh” anlayışı, kitabında hedef tahtasına koyarak saldırdığı fıkhî ekollerin hiç birinde olmamıştır. Yazar böyle bir terimi öne çıkarmakla acaba feminist bir etkileşimin tesirine mi girmiştir! Hakikaten ben de bunu merak etmekteyim.
2. Yazar kitabının 164. sayfasında “Nesh ve Tashih Adı Altında Yapılan Tahrifat” başlığıyla vermiş olduğu ifadelerle Kur’an-ı Kerim’de neshin olmadığını iddia etmekte ve 166. sayfada da: “Kur’an’ın iki kapağı arasında yazılı olup da hükmü geçersiz olan hiçbir ayet yoktur” demektedir. Önce “nesh” nedir ona bakalım: “Nesh, şer’i bir hükmün yine sonradan gelen şer’i bir hükümle kaldırılmasına verilen isimdir.” (Revai-ül Beyan Tefsir-ul Ayat-il Kur’an, c.1, s.83, M. Ali Sabunî) Neshe başka bir anlayışla yaklaşan yazar, Cenab-ı Allah’ın (c.c.) Kur’an-ı Kerim’i inzal buyurmakla daha önce göndermiş olduğu şeriatları nesh ettiğini savunurken, Mevlay-ı Müteal’imizin bir hikmete binaen, İslam’a göre yaşamayı Müslümanlara tedricen öğretmek için, daha önce gönderdiği bir hükmünü sonradan yine kendisinin gönderdiği başka bir hükümle değiştirmesini kabul edememektedir.
Yazar, İslam’da neshin varlığı hakkında görüş ittifakı içinde olan müfessirler, müctehitler ve fukahanın tamamının hilafına hareket etmekle ikinci bir Ebu Müslim-i İsfahanî olmanın hayaline kapılmıştır.
Yazarın iddiasını gün gibi açık bir şekilde çürüten sadece iki delil sunacağım. Birinci delilimiz bir ayet-i kerimenin hükmünün başka bir ayet-i kerime ile nesh edilmesi hakkındadır. Malumdur ki, İslam’ın ilk devirlerinde içkinin içilmesini yasaklayan herhangi bir hüküm yoktu. Fakat başta Hz. Ömer (r.a.) olmak üzere bir çok sahabe-i kiram içki hakkında bir yasağın gelmesini arzu ediyorlardı. Bunun üzerine şu mealdeki ayet-i kerime nazil oldu:
“Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: “Her ikisinde de büyük günah vardır. Ve insanlar için (zahiri bazı) faydalar da vardır. Bunların günahı faydalarından çok (daha) büyüktür”( Bakara Suresi, Ayet: 219 )
Bunun üzerine içki içen bazı sahabeler “zararı faydasından daha fazladır” ifadesindeki tavsiyeye uyarak içkiyi terk ettiler. Bu ayet-i kerime içkinin bir cihetine dikkat çekmekle beraber her hangi yasaklayıcı bir hüküm taşımıyordu. Daha sonra bir sahabenin sarhoş olarak kıldırdığı namazda ayet-i kerimeyi manayı bozacak şekilde okuması üzerine şu mealdeki ayet-i kerime nazil oldu:
“Ey iman edenler, sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” ( Nisa Suresi, Ayet: 43 )
Bunun üzerine içki içmekte olan bazı sahabeler de bu ayetin emrine istinaden içkiyi terk ettiler. Nihayet:
“Ey iman edenler, içki, kumar, putlar ve fal okları şeytanın işinden olan birer pisliktirler. Artık ondan sakınınız ki, kurtuluş bulabilesiniz.”( Maide Suresi, Ayet: 90) Mealindeki ayet-i celile bu işe son noktayı koydu ve daha önceki bu konuyla ilgili ayet-i kerimeleri nesh ederek içki içmeyi kesin bir emirle yasaklamış oldu.
Şimdi yazarın iddia ettiği gibi Kur’an-ı Kerim’de eğer nesh yoksa, ve bu durumda; bir Müslüman’ın daha önceki ayet-i kerimelerin yasaklayıcı olmayan hükümlerine bakıp da, içki içmesi normal kabul edilebilir mi? Ve yine bir Müslüman’ın: “Madem Kur’an-ı Kerim’de nesh yoktur, öyleyse istediğim ayet-i kerime ile amel eder ve içkiyi bazen içer bazen de terk ederim” demesinin yolu var mıdır?
Evet, görüldüğü gibi yazar büyük bir gafletin içine düşmüştür. Kur’an-ı Hakim’de nesh vardır. Tabi ki bu konuda, yazarın kafasının almadığı ve anlamaktan aciz kaldığı birçok hikmet ve faydalar dahi vardır.
İkinci delilimiz sünnete dayalı bir hükmün Kur’an’a dayalı bir hükümle nesh edilmesi gerçeğidir. Yine malumdur ki; Hz. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz ve ashab-ı güzini Medine-i Münevvere’ye hicretlerinin ilk dönemlerinde Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya yönelerek namaz kılıyorlardı. Bunun böyle olmasını emreden her hangi bir ayet te olmadığı için, Efendimiz bunu kendi uygulaması olarak tatbik ediyordu. Çünkü kendisinden önceki peygamberlerin kıblesi de Mescid-i Aksa idi. Fakat böyle yapmakla birlikte gönlünde Mescid-i Haram’a yönelmek sevdası da yatmıyor değildi. Nitekim bu konuda bir emr-i ilahinin gelmesi intizarıyla bazen mübarek yüzünü semaya kaldırıyordu.( Bakara Suresi, Ayet: 144 ) Bunun üzerine namazda iken Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yönünü Mescid-i Haram’a çevirmesi emri (Bakara Suresi, Ayet: 144, 149-150) gelerek önceki kıblenin hükmü nesh edilmiş oldu. Görüldüğü gibi; İslam’da ayetin ayetle neshi olduğu gibi, sünnetin de ayetle neshi vardır.Ve hatta cumhur-u ulemanın görüşüne göre ayeti- kerimenin bile sünnet ile nesh olunduğu yerler dahi vardır. (Revai’ül Beyan, Tefsir-ül Ayat-il Kur’an, c.1, s.97-98)
3. Yazar, kitabının 158. sayfasında yine neshi diline dolamış ve en sahih hadis kitaplarına karşı şüphe ile bakılmasına yol açabilecek tarzda, bilinçli bir şekilde okuyucunun şuur altına göndermeler yapmaya yeltenmiş ve sırf neshin varlığını inkâr etmek için bazı iddialar ileri sürmüştür. Yazar, süt kardeşliğinin sübutu için süt emmenin sayısı ile ilgili olarak bilgi veren ve Sahih-i Müslim’de rivayet edilen bir hadis-i şerifi, görüş açısı dar olduğundan dolayı kabule yanaşmamış ve böylece yine neshi inkâr etmenin batağına saplanmıştır.
Olayın aslı şöyledir: Hz. Aişe (r.anha) annemiz; süt emme ile meydana gelen haramlığı beyan eden sayının daha önce 10 olduğunu; bunun, sayıyı 5’e indiren ayet ile nesh olduğunu ve Hz. Resulullah (s.a.v.)’in vefatına yakın nesh olunan bu ayetin bazı insanların yanında hâlâ Kur’an ayeti olarak okunduğunu haber vermişlerdir.( Sahih-i Müslim, İmam Nevevî Şerhi, c.10, s.29 )
İmam Nevevî (rh.a.) meseleyi şöyle izah etmektedir: “Bu ayet-i kerime Hz. Resulullah (s.a.v.)’in vefatına yakın nesh olunduğu ve bazı insanların da bundan haberleri olmadığı için onu Kur’an’dan bir ayet olarak okumuşlar, fakat bu ayetin neshi ile ilgili haber onlara ulaşınca artık okumayı terk etmişlerdir.” Bundan sonra İmam Nevevî (rh.a.) neshin çeşitlerini izah etmiş ve şöyle demiştir: Nesh Üç Kısımdır :
a) Hem hükmü ve hem de tilaveti nesh olunun: Sütün hürmetini 10 sayısı ile beyan eden ayet-i kerime gibi.
b) Sadece tilaveti nesh olup hükmü baki kalan: Süt emme hürmeti sayısını 5’e indiren ayet ile “Şeyh ile şeyhuhe (evli erkek ile evli kadın) zina ettikleri zaman onları recmedin” ayeti gibi.
c) Sadece hükmü nesh olup tilaveti baki kalanlar: Bakara suresinin 240 nolu ayet-i kerimesi başta olmak üzere Kur’an’da bunların örnekleri çoktur.( A.g.e. Aynı sayfa )
Görüldüğü üzere olay, yazarın iddiası gibi olmayıp sahih kaynaklarımızın anlattığı şekildedir.