mektubat
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 4 Eki 2006
- Mesajlar
- 2,308
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 43
- Konum
- İstanbul
- Web Sitesi
- www.caglarnetwork.com
“İslâmiyeti ayakta tutan, din bilgileri olmuştur. Âlimleri, ilmi yok edip, halkı cahil bırakmadıkça, onların dinlerini bozmak mümkün değildir.”
Onsekizinci yüzyılın başlarında, İngiltere’nin İslâm ülkelerine gönderdiği binlerce gizli servis elemanlarından biri olan Hempher, üzgün bir şekilde memleketine döner. Derhal daire başkanının makamına çıkarak der ki:
- Yıllardır, Osmanlı ülkelerinde, yerine göre sıradan bir müslüman, yerine göre tarikat şeyhi, yerine göre medrese hocası bir âlim gibi görünerek dolaşıyorum. Canla başla çalıştığım hâlde, gözle görülür bir netice alamadım. Müslümanların aralarına fitne sokamadım, dinlerini bozamadım. Beni bu işten almanızı istirham ediyorum.
Tecrübeli daire başkanı, bu konuşmanın sonunda, sinsi bir tebessümle ayağa kalkar. Karşısında ayakta duran servis elemanının sırtını okşayıp, oturması için yer gösterir. Kendisi de karşısına oturup, “Evladım şu konuşmamı iyi dinle” diyerek, başlar anlatmaya:
İslâmiyeti ayakta tutan
- Sen bu işlerin, birkaç senelik çalışma ile neticeleneceğini mi zannediyorsun? Bırak birkaç seneyi, bu ektiğimiz tohumların meyvelerini, ben de sen de göremeyeceğiz, belki de senin, benim torunlarımız bile göremeyecek. Bu tohumların meyvelerini en az yüz senede, belki de 200 senede ancak alabileceğiz. Çünkü, bugüne kadar İslâmiyeti ayakta tutan, din bilgileri olmuştur. Âlimleri, ilmi yok edip, halkı cahil bırakmadıkça, onların dinlerini bozmak mümkün değildir. Bunun için, âlimleri, mezhepleri hissettirmeden kötüleyeceğiz. Bir müddet sonra da, peygamber sözleri hakkında, “Uydurmaydı, değildi” diyerek şüpheye düşüreceğiz. Ancak bunları başarıp, halkı cahil bıraktığımız zaman, meyveleri toplamaya başlayacağız. Bir kültürü, hele asırların birikimi olan din kültürünü yıkmak, kısa zamanda olacak şey değildir.
Bugün İslâm ülkelerinin darmadağın olması, birbirleri ile uğraşmaları, hep bu faaliyetlerin neticesidir.
Bu karışıklıklara bakıldığında, meyvelerin artık olgunlaşıp, toplama zamanının geldiği açık seçik anlaşılıyor. Meydan boş kalınca, cehalet diz boyu olunca, din adına konuşulanlar akla hafsalaya sığmıyor. Zaten hadis-i şerifte, “Nerede ilim varsa, orada İslâmiyet vardır, nerede ilim yoksa orada İslâmiyet de yoktur” buyurulmuştur.
İslâmiyeti bozmada da daha çok felsefeye kayan, sadece akla önem veren, nakle önem vermeyen kimseler kullanılmıştır. Çünkü felsefeciler, asırlar önce de peygamberlere önem vermemişler, küfür bataklığından kurtulamamışlardır. Şu hadise ibret vericidir:
Her felsefeci gibi Eflatun, kendine çok güvenirdi. Her işin, her düşüncenin en doğrusunun kendisine ait olduğunu söylerdi. Birbirlerini beğenmeme, kötüleme hastalığı bütün felsefecilerde vardır. Mesela, Eflatun, hocası Sokrat’ın fikirlerini beğenmezdi. Talebesi Aristo da Eflatun’un fikirlerini beğenmezdi.
Eflatun, İsa aleyhisselamın zamanında bulunmak şerefine kavuşmuştu. Kendisine, İsa aleyhisselamdan bahsedip, görüşmesini tavsiye ettiklerinde, onlara sordu:
- Bahsettiğiniz kimse neler anlatıyor?
- Hakikatı anlatıyor, hakikata nasıl ulaşılacağını anlatıyor.
- Benim başkasının aklına ihtiyacım yoktur.
Böylece, O yüce peygamberin ümmeti olmak ve sonsuz olarak cennete gitmek nimetinden mahrum kaldı.
Mehmetoruc.com
Onsekizinci yüzyılın başlarında, İngiltere’nin İslâm ülkelerine gönderdiği binlerce gizli servis elemanlarından biri olan Hempher, üzgün bir şekilde memleketine döner. Derhal daire başkanının makamına çıkarak der ki:
- Yıllardır, Osmanlı ülkelerinde, yerine göre sıradan bir müslüman, yerine göre tarikat şeyhi, yerine göre medrese hocası bir âlim gibi görünerek dolaşıyorum. Canla başla çalıştığım hâlde, gözle görülür bir netice alamadım. Müslümanların aralarına fitne sokamadım, dinlerini bozamadım. Beni bu işten almanızı istirham ediyorum.
Tecrübeli daire başkanı, bu konuşmanın sonunda, sinsi bir tebessümle ayağa kalkar. Karşısında ayakta duran servis elemanının sırtını okşayıp, oturması için yer gösterir. Kendisi de karşısına oturup, “Evladım şu konuşmamı iyi dinle” diyerek, başlar anlatmaya:
İslâmiyeti ayakta tutan
- Sen bu işlerin, birkaç senelik çalışma ile neticeleneceğini mi zannediyorsun? Bırak birkaç seneyi, bu ektiğimiz tohumların meyvelerini, ben de sen de göremeyeceğiz, belki de senin, benim torunlarımız bile göremeyecek. Bu tohumların meyvelerini en az yüz senede, belki de 200 senede ancak alabileceğiz. Çünkü, bugüne kadar İslâmiyeti ayakta tutan, din bilgileri olmuştur. Âlimleri, ilmi yok edip, halkı cahil bırakmadıkça, onların dinlerini bozmak mümkün değildir. Bunun için, âlimleri, mezhepleri hissettirmeden kötüleyeceğiz. Bir müddet sonra da, peygamber sözleri hakkında, “Uydurmaydı, değildi” diyerek şüpheye düşüreceğiz. Ancak bunları başarıp, halkı cahil bıraktığımız zaman, meyveleri toplamaya başlayacağız. Bir kültürü, hele asırların birikimi olan din kültürünü yıkmak, kısa zamanda olacak şey değildir.
Bugün İslâm ülkelerinin darmadağın olması, birbirleri ile uğraşmaları, hep bu faaliyetlerin neticesidir.
Bu karışıklıklara bakıldığında, meyvelerin artık olgunlaşıp, toplama zamanının geldiği açık seçik anlaşılıyor. Meydan boş kalınca, cehalet diz boyu olunca, din adına konuşulanlar akla hafsalaya sığmıyor. Zaten hadis-i şerifte, “Nerede ilim varsa, orada İslâmiyet vardır, nerede ilim yoksa orada İslâmiyet de yoktur” buyurulmuştur.
İslâmiyeti bozmada da daha çok felsefeye kayan, sadece akla önem veren, nakle önem vermeyen kimseler kullanılmıştır. Çünkü felsefeciler, asırlar önce de peygamberlere önem vermemişler, küfür bataklığından kurtulamamışlardır. Şu hadise ibret vericidir:
Her felsefeci gibi Eflatun, kendine çok güvenirdi. Her işin, her düşüncenin en doğrusunun kendisine ait olduğunu söylerdi. Birbirlerini beğenmeme, kötüleme hastalığı bütün felsefecilerde vardır. Mesela, Eflatun, hocası Sokrat’ın fikirlerini beğenmezdi. Talebesi Aristo da Eflatun’un fikirlerini beğenmezdi.
Eflatun, İsa aleyhisselamın zamanında bulunmak şerefine kavuşmuştu. Kendisine, İsa aleyhisselamdan bahsedip, görüşmesini tavsiye ettiklerinde, onlara sordu:
- Bahsettiğiniz kimse neler anlatıyor?
- Hakikatı anlatıyor, hakikata nasıl ulaşılacağını anlatıyor.
- Benim başkasının aklına ihtiyacım yoktur.
Böylece, O yüce peygamberin ümmeti olmak ve sonsuz olarak cennete gitmek nimetinden mahrum kaldı.
Mehmetoruc.com