Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mürşid ile tevbeye mecburmuyuz (4 Kullanıcı)

belkısuzun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Tem 2008
Mesajlar
62
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
MÜRŞİD İLE TEVBEYE MECBURMUYUZ?

"Bir mümin, diğer mümin kardeşine: “Gel, bir Allah dostunun elinde tevbe et, istikamet bul.” diye tavsiyede bulunduğunda bazıları bu daveti hoş görmekte. Bazıları ise: “Ben tek başıma tevbe edemez miyim? Tevbe için başkasına ne hacet? Tevbe için tekkeye-Mekke’ye gitmenin ne gereği var? Ayrıca mürşidle tevbe dinde var mı? Allah ile kul arasına kimse giremez.” diye itiraz ve tenkitte bulunmaktalar. İlk bakışta çok makul gözüken bu itiraz ve tenkit gerçekte ne kadar haklı?...



Bir mürşidle tevbeye davet eden kimsenin davet ettiği mürşid kâmil ve kendisi de samimi ise, bu davetiyle sevap kazanır. Davetine uyan ve tevbe edip istikamet bulan kimsenin işlediği hayırlardan bir hisse de kendisi alır. İtiraz ve tenkid edenin ise ona bir zararı olmaz.

Böyle bir daveti kabul etmeyenlerin bir kısmı mazur, bir kısmı sorumlu olurlar.

Mazur olan kimse, tevbe etmeye karşı çıkmaz, tevbenin farz olduğunu bilir. Allah dostlarını sever, sevilmesi gerektiğini söyler ve onlarla beraber olmayı ister. Fakat bu zamanda gerçek mürşid kalmadı diye daveti ihtiyatla karşılar.

Bu kimsenin imandan değil, ihsandan zararı vardır. Yani kâmil mürşidle elde edeceği büyük menfaatları farkedemediği için birçok hayırdan mahrum kalır. Ancak güzel niyeti ve edebinin kendisini bir gün o cevherle buluşturması umulur.

Sorumlu olan kimse ise ya cahil, ya da bilen birisidir. Cahil kimse, dinde olan bir şeye yok demekle veya hayrı şer, şerri hayır görmekle mesul olur. Bilenin ise benlik ve kibri kalbini öldürür. Bu kimse yalnızca kendi bildiğini hak görür, başkasına hak vermez. Önüne konan ayeti kendince yorumlar, hadisi inkara gider, alimlerin sözlerini küçümser, hep ben bilirim der ve hayra yönelen kimsenin yolunu keser. Bundan dolayı mesuldür.


İstiğfar ve Tevbe aynı şey değil


Önce şunu belirtelim ki, hepimiz Yüce Allah’a istiğfar ve tevbe etmekle mükellefiz. İkisi de farzdır.

İstiğfar, Allahu Tealâ’dan affını istemek, bağışlanmayı istirham etmektir. Bu dil ile yapılır, sonuç Allah’a bırakılır. Tevbe ise değişmektir. Tevbe, ölü kalbi diriltmektir. Tevbe, bozuk hali ve kötü arkadaşı terketmektir. Tevbe, kötülüklere iyilik diye sarılmış nefsi ıslah etmektir. Tevbe, özü, sözü ve her yönüyle Allah’a dönmektir. Tevbe, nefis, şeytan ve kötü şartlarla mücadele etmektir. Tevbe, Yüce Allah’ın seveceği bir hale gelmektir. Bu ise hem dilin, hem kalbin, hem de bedenin işidir.

İstiğfar tek başına yapılabilir, fakat tek başına tevbe yapmak ve o tevbeyi korumak dünyanın en zor işidir. Bunun için Yüce Rabbimiz:

“Ey iman edenler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (Nûr/31) uyarısında bulunmuştur. Ayrıca Allahu Tealâ takvaya ulaşmak ve güzel edebi korumak için yardımlaşmamızı (Maide/2), kendi yolunda toplu halde, birlik ve dirlik içinde olmamızı istiyor. (Âl-i İmran/102-103) Takvaya ulaşmak ve istikameti korumak için sadık kulları ile beraber olmamızın gerektiğini belirtiyor. (Tevbe/119)


Tevbe, ancak cemaatle kolay

Mürşid deyince cemaat akla gelir. Mürşid-i kâmilin imam olduğu cemaatin niyeti ve hedefi dinin ihyası ve Allah’ın rızasıdır. ‘Gel mürşid elinde tevbe et!’ demek, ‘gel şeytana karşı cemaat kalesine gir, nefsin hücumuna karşı müminleri siper et, onların dua ve sevgisi ile kendini koruma altına al, Allah yolunda kardeşlerinle kuvvetlen, dağınıklık ve yalnızlıktan kurtul!’ demektir.

Müminlerin en temel işi, günahlardan temizlenmektir. Bu ortak bir vazifedir. Efendimiz (A.S.) bu vazifemizi şu temsille belirtiyor: “Müminler, iki el gibi devamlı birbirlerini temizlerler.” (Zebidî, İthafu’s-Sâde)

Ayrıca, hadis-i şeriflerde Allah yolunda birlik ve dirlğin insanı nasıl dirilttiği, yalnız kalanın ise nasıl felakete gittiği şöyle anlatılmıştır:

“Sizin cemaat halinde olmanız gerekir. Ayrılıp tek başına kalmaktan sakının. Şüphesiz şeytan, tek kalanla beraberdir (onu kolayca etkileyip, kalbine vesvese verir). İki kişiden ise çok uzak durur. Kim iman selâmeti ile ölüp cennetin tam ortasında olmak istiyorsa, cemaate yapışsın. Kimi iyilikler sevindiriyor, kötülükler üzüyorsa, o gerçek bir mümindir.” (Tirmizî, Ahmed, Hakim)

“Şüphesiz Allahu Tealâ, ümmetimi dalâlet (sapık fikir ve fitne) üzerinde bir araya getirmez. Allah’ın eli (rahmet ve desteği) cemaatle birliktedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe gider.” (Tirmizî, Tabaranî)

“Hiç şüphesiz şeytan, cemaatten ayrılan kimseyle beraberdir. Onun içine yerleşip, istediği yola çeker.” (Beyhakî,Tabaranî)

“Şüphesiz müminlerin birbirlerine yaptıkları dualar onları destekler.” (Ahmed, Darimî)


Günah çıkarma hezeyanı ve Mürşidle tevbe


Allahu Tealâ’dan başka kimseye el açılıp ‘günahımı affet’ denmez. Peygamberler dahil, kimsenin böyle bir yetkisi ve görevi yoktur. Eğer bir kimsenin şahsına karşı bir kusur işlemişsek kendisinden özür dileriz, bizi affetmesini istirham ederiz. Bu şahısla ilgili bir hak olduğu için böyle yapılır. Bunun ötesinde hiç kimsenin Allah’a karşı yapılan kusurları affetme, temizleme görevi ve yetkisi yoktur. Ancak, günahkâr bir insanın tevbesine yardımcı olmak vardır. Bu yardım, günaha düşeni uyarmak, gıyabında hayır dua etmek, onun için Allah’a istiğfar ve gözyaşı dökmek şeklinde olur. Cenab-ı Hak, günahla nefsine zulmeden kullarına en güzel tevbe şeklini şöyle tarif etmiştir:

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar etseydi, Allah’ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı.” (Nisa/64)

Demek ki ümmet için en hayırlı tevbe, Allah’ın Habibi Hz. Peygamber’in (A.S.) huzurunda yapılan, onun da şahitlik yaptığı, ayrıca dua ve istiğfarla desteklediği tevbedir. Büyük müfessir Fahruddin Razi (Rh.A.) bu ayetin tefsirinde der ki:

“Hz. Peygamber ile birlikte yapılan tevbenin bir faydası da, tevbe yapanın istiğfarındaki gaflet ve kusurlarının Hz. Peygamber’in istiğfarı ile giderilmesi ve ilâhî huzura sahih ve sağlam bir tevbe olarak ulaşmasıdır. Çünkü kendileri için istiğfar eden Peygamber’i Allahu Tealâ seçmiş, onu vahyi ile şereflendirmiş, kendisi ile kulları arasında bir elçi yapmıştır. Bundan dolayı, onun şefaat ve vesilesiyle huzuruna gelen bir şeyi geri çevirmemektedir.” (Tefsir-i Kebir)

Bugün yeryüzünde Allahu Tealâ’nın şahidi ve halifesi sıfatını taşıyan, Rasulullah’ın (A.S.) vârisi ve ümmetinin terbiyecisi olan kâmil mürşidler de, ümmetle yaptıkları tevbe ve istiğfarda Efendimiz’in ayette anlatılan sıfatını temsil etmektedir. Kâmil mürşidler, kulların Allah Tealâ’ya yönelişlerine şahid olmakta, tevbelerinin kabulü için ayrıca yüce huzurda yalvarmaktadırlar. Kâmil mürşidler naz makamında niyaz ettikleri için, onlarla birlikte yapılan tevbeler Allah katında daha sevimli ve daha temiz bir amel olarak kabul görmektedir.

Bir Allah dostunu şahit tutarak yapılan tevbede, tevazu ve yakaran kalp vardır. Bu durumda insan, kibrini kırmış, nefsini zelil etmiş, acizliğini anlamış, hiçliğini görmüş, ihtiyacını bilmiş ve ilacına koşmuş olmaktadır. Böyle bir tevbeyi hafife almak münafıkların sıfatıdır ve o kimsenin şu ayette anlatılan kimselerden olmasından korkulur:

“Onlara: ‘Gelin, Allah’ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin.’ denildiği zaman başlarını çevirip kaçarlar ve sen onların kibir içinde uzaklaştıklarını görürsün.” (Münafikun/5)


Hz. Rasulullah’ın vârisi kâmil bir mürşidin nezaretinde Allah’a yapılan tevbeyi hıristiyanların papaz önünde günah çıkarma hezeyanına benzetenler, tevhid dinini, Kur’an’ın hedefini, Sünnet’te uygulanan bey’atların hikmetini ve tasavvufun edebini bilmiyorlar demektir. Tasavvuf büyükleri, elinden tutan kimse ile şu şekilde tevbe etmektedir:


“Ya Rabbi! Bütün yapmış olduğum günahlardan ben pişmanım. Keşke yapmasaydım. İnşaallah bir daha ben yapmayacağım.”


“Müminlerin günahları için istiğfar et!”

Takvaya ulaşmak ve marifetullahı tahsil etmek için kendisine bey’at ve intisab edenlere mürşid-i kâmilin istiğfar etmesi, Kur’an-ı Hakim’in emri ve edebi gereğidir. Cenab-ı Hak, Rasulullah (A.S.) Efendimize şöyle emir vermiştir:

“Ey Peygamber! İnanmış kadınlar bey’at için sana geldiklerinde bey’atlarını kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Mümtehine/12)

“Rasulüm! Hem kendi kusurun, hem de erkek ve kadın müminlerin günahları için istiğfar et!” (Muhammed/19)


Hiç bir mümin, intisab ve tevbe için elini tuttuğu bir kâmil mürşide: ‘Ben şu şu günahları işledim; beni affet, günahlarımı temizle, beni cehennemden kurtar, cennete koy!’ demez, diyemez. Ancak: ‘Ben Rabbime dönmek, rızasına yönelmek istiyorum; seni bu yolda kendime delil ve imam seçiyorum. Sen de bu amelime Yüce Rabbim huzurunda şahit ol ve affım için O’na yalvar da kalbime nur, gönlüme sürur versin, günahımı affetsin. Beni taatında muvaffak etsin.’ der.

Başkası için yanmak ve ağlamak peygamber ahlâkıdır. Allah dostlarının en güzel ahlâkı budur. Onlar kendileri için yaşamazlar. Onlar yüce Allah’ın yoluna canlarını kurban etmişlerdir. O’nu tanımak, sevmek ve zikretmek isteyenlere her şeylerini verirler. Bu, kalbi ihya olmuş ariflerin mesleğidir.

Kendi perişan haline bir damla göz yaşı dökemeyen günümüz insanı, başkası için nasıl ağlasın ve niçin ağlanacağını ne bilsin? Bizim için ağlayacak bir göz bulmaya mecbur değil miyiz?

Dr. Dilaver Selvi
 

çağrı91

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
237
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Allah CC Razı olsun çok güzel bir yazı...
 

BERBATO

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Eki 2008
Mesajlar
11
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
mürşid ile tevbeye mecburuz. mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır.
 

sevgi dinc

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Şub 2007
Mesajlar
529
Tepki puanı
0
Puanları
0
allah bızlerı onların yolundan ayırmasın
 

aşksal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Kas 2008
Mesajlar
37
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Web Sitesi
www.facebook.com
Yaşadığımız zaman dilimi ahir zamandır. Çağ düşüşün doruğa ulaştığı çağdır. Öyle ki gelmiş geçmiş bütün ezoterik ilimler -kaldı ki bunların arasında tasavuf içlerinde, gizli kalmış öğeleri diğerlerine nazaran en fazla barındıranıdır- artık avami hale gelmiş zira avama ifşa edilmiştir. Herkes tasavvuf hakkıında konuşmakta, herkes ibn-i Arabi hakkında yorum yapmakta, havas ilimlerine sahaflar çarşısında bi kaç tl ödeyerek ulaşılabilmektedir. Bu işin vehametini göstermek açısından ciddi örneklerdir. Ancak konumuz bu değil, konumuz tasavvufun şu anda içinde bulunduğumuz modern dünyanın bakış açısıyla anlaşılamayacağı ve o dönemki tasavvufla şimdi ki tasavvuf arasında önemli farklar bulunduğudur.

Öncelikle yukarıdaki yazı da verilmiş olan kimi örnekler -eğer yazarın amacı mürşid-i kamil kavramını haklı çıkarmak yada savunmak ise, ki öyle gözüküyor-yetersizdir. Herşeyden önce mürşid-i kamil fikri bir kurgu, bu nedenle bir erektir(amaç). Mürşid-i kamil, yani daha anlaşılır bir ifadeyle hatasız insan düşüncesi onun ulaşılabilrliği açısından bir vehimden öte değil ise de esasında bu, onunla ilgili yapılan tanımlamaların eksikliğinden ileri gelir. Zira ilk önce mürşidi kamil in mümkün olmadığını ancak kişinin ruhsal olarak o seviyeye ulaşabileceğini bilmek gerekir. Çünkü beden ruh gibi ve ruh kadar tekamül edemez. Mürşidliği reddettiğimiz düşünülmesin, bizim reddettiğimiz hatasız insan tahayyülüdür. Zira mürşid bir zat çok iyi bilir ve zaten bilmelidir ki, eğer kişi hakikatin idrakinde ise O'na giden yolda araya bir aracı koymaz. Ancak bu bakış açısı aşağıdan değil, yukarıdan bakanlar içindir. En doğrusu budur ancak bunu görmeyenler mürşidle yetinir ve mürşidle yetinen mürşide takılıp kalır. Mürşide takılıp kalan, aslında haktan ayrı olmasa bile kopuktur. Çünkü saf ve samimi bir niyet, orta yol sınırları içerisindeki bir akletme kabiliyeti ile direk ilhamın kaynağından bilgiye ulaşılabilir. O kaynak ise elbetteki Allah'tır. Ancak bunun mürşidsiz olamayacağının düşünenler tasavvufu doğrudan ve direkt olarak anlayamamış kişilerdir. Bilinmelidir ki İslam dini haz. Peygamberin ölümünden itibaren hızlı bir bozuluş içine girmiş koyu dindarların, fıkıh ve kelamcıların baskısı ve fanatik bakış açılarına tepki olarak "tasavvuf" denilen ve kaynağı ilhama dayanan bilgi türü oluşmuştur. Tasavvuf hem dindeki (yaşantı) olarak bozuluşun bir sonucu hem de bu bozuluşun bir sonucu olarak yeni bir snierjinin sebebi olmuştur. Ve şu anda çağ tüm zamanlardan daha fazla karanlık-umudunu kaybetmeyenler için asla karanlık olmaz- niceliksel olarak ve görünenden yola çıkarak, ve bu nedenle dünya kıyamete her zamankinden daha fazla yakındır. Zira kıyametin sebebi yani tüm hayatın sonu olacak bir helakin sebebi insanlığın tüm zamanlardan daha fazla azmış ve çığrından çıkmış olmasından başka ne olabilir. İşte tüm bu olaylar vasıtasıyla çağı ve içindekileri analiz edersek gerçek sonuçlara daha sağlıklı verilerle ulaşmış oluruz.

Kısaca özetlemek gerekirse ahirzaman "Kuran'ın" yeniden ve en doğru bir şekilde tekrar yorumlanacağı zamandır. Bunu yapacak kişi ise Mehdi'dir ve Mehdi bunu yaptığında çağın bütün alimleri ona karşı gelecek ve reddedecektir. Bu gösterir ki eski ve bağnaz bakış açıları yıkılacak, Allah İslam'ın geri kalmasına sebep olan ve günümüze kadar gelmiş fanatik düşünceleri yıkıp, doğru ve Hak İslam'ı yeryüzüne etkin kılacaktır. Kılacaktır ki tüm insanlık böyle bir hakikat karşısında elbette ki boyun eğecektir, çünkü bu aşikar olandır.
 

islamoglu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Kas 2006
Mesajlar
233
Tepki puanı
0
Puanları
0
Esselamu aleykum,
Değerli kardeşim güzel bir paylaşım olmuş bu paylaşımından dolayı Allah senden razı olsun dilerim.
Bende bu konuyla ilgi bir anımı anlatmak istiyorum.
Erzurumdaydım 1990 yılları idi o zamanlar yaşım 17 vardı 4-5 arkadaş dini konular konuştukca içimiz açılıyor ve kur'an dan sünnetden bahsediyorduk,derken içimizden birisi varmısınız bir mürşid var ona gidelim hepimiz tövbe alalım dedi,herkes birbirine baktı neden olmasınki değişmek kötü alışkanlıkları bırakmak istiyorduk birde bir mürşid görmek vardı ne demektiki mürşid?ancak dedi arkadaş abdestsiz gidilmez herkes abdest aldı bileni var bilmeyeni vardı abdesti,vel hasıl çıktık yola yoldada konuşa konuşa yol alıyorduk mevzu-u hep aynı idi İSLAM.
Bir yere vardık arkadaş dedi burası işde!!!aman Allah' ım!!! 3m kare bile değil burası harabe bir dükkan içinde arpa-buğday gibi tahıllar satılan bir yer günümüz ambalaj yiyecklerinden hiç bir şey yok okadar sadeki,sanki maksat ticaret olsun diye,iki adam ayaktalar birisi pirivani bir şekilde diğeri ise onun yanında iki büklüm ve çok mazlum ve hürmetkar duruyor,
arkadaş dedi efendim müsade ederseniz arkadaşlarla tövbe almak istiyoruz.Sade bir sesle gelin dedi,ne yapacaktıkki şimdi?tövbede nasıl alınıyordu ?bir arkadaşa dedi tut elimi öp ve anlına koy sonrada söylediklerimi tekrarla,mürşid bir yandan Tövbe icab eden sözleri söylüyordu tövbe alan ise aynı sözleri tekrarlıyordu,Sıra bana gelmişdi hiç duraksamadan atıldım eline öptüm ve anlıma koydum,Aman Allah'ım ayaklarım vücudum heryerim zangır zangır titremeye başladı,içimden bir ateş nehri dışarıya çıkmak için boğazıma hücum diyor gibiydi,mürşidin dediklerini derken sesim titriyordu,ama ne baygındım ne bilinçsiz,üstelik kendimi tenkit ediyordum titrememe ne sebep oluyordu bu yangının sebebi neydi diye o anda hem sözleri söylüyor hemde aklımla ve gözlerimle bu araştırmayı yapıyordum.Allah(c.c) O mübarek zat dan razı olsun,tövbe işleminin bittiğini elimi bırakmasından anladım,içimde sanki ,et ,su kan gibi şeyler yoktuda beni tüyle veya hava ile doldurmuşlar gibiydim,herkesin işi bittiğinde oradan ayrıldık,merakımdan arkadaşlara sordum ''Yahu bende bir hal oldumu gördünüzmü diye?'' dedilerki ''Evet nerdeyse tavana vuracaktı ayakların'' okadar titremişim.Öyle oldum ki o günlerde kafamı yerden kaldıramıyordum,günaha girer harama bakarım diye bir hal kaplamışdı içimi,O mürşidi görmek arzusu yanmışdı içimde,bir bahane bulup yanına gitmek istiyordum,birgün gittim bulamadım,ikincide gittim namaz vaktine denk gelmiştim yoktu,üçüncü gidişimde buldum onu yine aynı halde ve aynı yerde idi,elini öptüm dedim ''efendim korkarım ben tövbemi bozdum''dedi ''Git falan ca yerde bir zat var kuru gıda satar onu bul, O sana gerekeni söyler'' gittim dediği zatı buldum,yüzüme baktı güldü dedi ''Git evine senin tövben daim devam ediyor''.O günden bir kaç yıl sonra dünyasını değişdi mübarek.Allah (c.c) böyle mürşidleri başımızdan eksik etmesin. AMİN.
 

Elemirem

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eki 2008
Mesajlar
201
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Cemaatle tevbe etme konusunu daha yeni okudum..Böyle birsey yapılıyor mu katılmak isterim..

Tevbenin;
İstiğfar, Allahu Tealâ’dan affını istemek, bağışlanmayı istirham etmektir. Bu dil ile yapılır, sonuç Allah’a bırakılır. Tevbe ise değişmektir. Tevbe, ölü kalbi diriltmektir. Tevbe, bozuk hali ve kötü arkadaşı terketmektir. Tevbe, kötülüklere iyilik diye sarılmış nefsi ıslah etmektir. Tevbe, özü, sözü ve her yönüyle Allah’a dönmektir. Tevbe, nefis, şeytan ve kötü şartlarla mücadele etmektir. Tevbe, Yüce Allah’ın seveceği bir hale gelmektir. Bu ise hem dilin, hem kalbin, hem de bedenin işidir.

İstiğfar tek başına yapılabilir, fakat tek başına tevbe yapmak ve o tevbeyi korumak dünyanın en zor işidir.

şeklinde açıklanmış.


Bilgisi olan varsa lütfen paylasabilir mi?
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt