aliye_aliye
Altın Üye
- Katılım
- 25 Eki 2006
- Mesajlar
- 16,828
- Tepki puanı
- 4
- Puanları
- 38
- Konum
- ~* پایتخت آن بهشت *~
- Web Sitesi
- www.fizikist.com

İnsan fıtrat olarak, İslam dinini yaşamaya uygun yaratılmıştır. Zaten insan, İslam fıtratı üzerinde dünyaya geldiğine göre (Rum suresi /30 da belirtildiği gibi), bundan sonraki süreçte de ''İslam'' olmalıdır. İşte bu öz fıtratın devamlılığını sağlamak için Yüce Allah, kitap ve Resuller gönderiyor. İnsanoğlu dünya hayatının içerdikleri ile dikkatini dağıtmasın; doğru yoldan sapmasın, geçici işler ile vaktini bitirmesin diye, hikmetli kitap ve elçileri ile uyarıyor.
Demek ki, Yüce Allah, insanın temiz ve öz halini korumak için Kur’an’ın hükümlerini emanet ediyor. Peki, insan Kur’an emanetini kaldırmaya müsait mi?
Ahzab suresi / 72: “Biz emaneti, göklere ve dağlara sunduk. Onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular, endişeye düştüler. Onu insan yüklendi. İnsan, cidden çok zalim ve çok cahildir.”
Ayet-i Kerimede anlatılan emanet, Kur’an’dır. Gökler, yer ve dağlar bu emaneti kaldıramıyor. Çünkü emanet büyük bir sorumluluk gerektiriyor. Onu anlamak, yaşamak ve o emanetin sahibine karşı sorumluluğu yerine getirmek. Hepsi ağır bir ödev. Ama insan bu ağır görevin altından kalkabilecek potansiyelde yaratılmıştır. İnsan dışında kime halifelik unvanı veriliyor? Elbette hiç kimseye! (Bakara suresi /30) Yer ve gökler bu lütuf ile sıfatlanmamış. O halde insan, gökler ve dağlar arasında Kur’an emanetini hakkıyla kaldırabilecek potansiyeli olan tek varlıktır. Eğer isterse!
İnsanın yaradılışı, harika ve büyük bir mucize! Akıl denen emanet, gönül denen emanet, ne verimli kaynaklar! Örneğin, düşünce gücünüzü düşünün. Hangi varlıkta bu nimet var? Veya gönül hazinenizi düşünün. Örneğin, ne kadar severseniz, bir o kadar sevginiz çoğalır. Normalde kural olarak, kullanılan şey tükenir. Oysa insan fıtratında her bahşedilen nimet kullandıkça çoğalıyor. Tüm duygularımız böyledir. İnsan kaynakları kullandıkça artıyor. İnsan çok zengin bir âlemdir. Yetenekleri ve kendine özgü üretim gücü de cabası…
İnsanı anlatmaya kalkışsak, yeni bir kitap yazmamız gerekir. Asıl konu şu ki, insan bildiğimiz âlemler içerisinde, önündeki tüm engellere ve şeytan ile adamlarına rağmen, Kur’an emanetini kaldırabilecek bir varlıktır. Şimdi bir soru daha kafamızı karıştırabilir. O halde insanın bu durumu nedir? Yani neden cahil ve zalim bir duruma düşmüştür?
Çünkü bu emanetin sahibine karşı sorumluluğunu unutmuştur! Unuttuğu için de emanetin kıymetini bilmemiştir. Kur’an’ı Kerim’in bir ismi de zikir’dir. Zikir, mana itibariyle hatırlamak demektir. İnsan zikrini, yani hatırlaması gerekeni unutmuştur.
Zikir, insanın iradesinde bulunan bir şeyi sürekli gündeme ( ön plana) getirmesidir. Hatırda olanın sık sık açığa çıkarılmasıdır. Hatırda olanın hatırlanmasıdır! O halde Kur’an aracılığı ile emanetin sahibi olan yüce Allah’ın iradesini sık sık anmamız gerekmektedir. Böylece Yüce Allah’a olan sorumluluğumuzu biliriz. Eğer emaneti korursak; göklerden, yerden ve dağlardan farklı olan konumumuz ortaya çıkacaktır.
Şimdi, kendi kendimize soralım. Acaba insan bu emaneti kaldırabilir mi? Elbette ki, evet! Çünkü bizim bir benzerimiz olan insanlar kaldırabildiler. Elbette ki, biz de kaldırabiliriz. Peygamberler, kendilerine verilen halifelik” konumunun gereğini çok güzel yerine getirdiler. Ve Allahu Teala da onların bu çabalarından memnun kaldı. “Onlar peygamberdi!” diyecek olursanız; yine bazı müminlerden de Yüce Allah’ın hoşnut olduğunu biliyoruz. Üstelik o kadar razı oldu ki onlardan, isimleri Kur’an’da yer aldı. Ashab-ı Kehf, Hz. Hacer, Hz. Asiye, Hz. Meryem gibi.
Onlar Yüce Allah’tan aldıkları emanetin sorumluluklarını yerine getirdiler. Onlar Allah’ın rızasının tek hedef, rehberlerinin Peygamberler, kitaplarının vahy, yollarının İslam olduğundan emin oldular! Onlar ölümden sonra Rab’lerine kavuşacaklarına da emin oldular! Tek hidayet yolunun Rab’lerine teslim olmaktan geçtiğine de emin oldular. Bu yüzden onların adları “mümin” oldu!
Yüce Allah, tüm insanları sıradan, müminleri ise ''özel'' olarak kabul eder. Maalesef, insanların çoğu hedeflerini ve yollarını şaşırdılar. Dikkatlerini, Allah’tan başka şeylere çevirdiler. Böylece hatırda olması gerekeni hatırlamadılar! Allah’ın rızası ve istedikleri yerine, başka hedefler ve onların istekleri yer aldı. Doğru yolu şaşıran insanlar, konumlarından çıktıkları gibi, emanetlerine de ihanet ettiler ve Rab’lerinin yanındaki değerlerini kaybettiler!
Fakat konumlarına dikkat eden, her şeye rağmen hedef ve yolunu şaşırmayan insanlar, bu özel oluşlarını korumuş oldular. Bu yüzden Allah’ın yanında özel oldular!
Bu hayat imtihan ya! Her insanın hayatı boyunca çeşitli engeller önüne çıkabilir. Zaten engel çıkmasaydı, onlar da Melekler gibi hiçbir engel olmaksızın Rab’lerini tesbih ettikleri gibi tesbih ederlerdi. Ama imtihan gereği, insanın dikkatini dağıtacak çok şey var! Evi, yurdu, toprağı, eşi, işi, çocuğu, eğitimi, geleceği, hobisi, fobisi… Ve zaman.
Özel olmak güzel! Bir de özel olmayı devam ettirmek çok önemli! Mümin olmak bir aşama. Mümin olarak devam etmek ise ikinci aşama. Eğer insan, imtihanın son anına kadar hedef ve yoluna bağlı olursa, Allah katında ebedi olarak özel olur! Aynen; Yakup A.S’ın çocuklarına vasiyet ettiği gibi. “Oğullarım, Allah sizin için o dini beğenip seçti, başka dinlerden sakının, yalnız Müslümanlar olarak can verin.” Bakara- 132
Bunun için emanete kuvvetli ve sürekli sarılarak bu özel konumumuzu devam ettirebilmeliyiz. Böylece emanet bizi hep zinde ve uyanık tutacak. Bizi Rabbimize yakın tutacak tek vasıtamız. Hedefimiz belli, yolumuz açık. Düşmanımız belli, savunma araçlarımız hazır. Yapmamız gereken tek şey bizi, Rabbimize yakınlaştıracak şeylere sarılmamızdır. Emanetimiz olan Kur’an’a ve o emaneti getiren elçiye kuvvetle tutunmak!
Unutma! Müminler özeldir, mümin olduğu sürece!
Demek ki, Yüce Allah, insanın temiz ve öz halini korumak için Kur’an’ın hükümlerini emanet ediyor. Peki, insan Kur’an emanetini kaldırmaya müsait mi?
Ahzab suresi / 72: “Biz emaneti, göklere ve dağlara sunduk. Onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular, endişeye düştüler. Onu insan yüklendi. İnsan, cidden çok zalim ve çok cahildir.”
Ayet-i Kerimede anlatılan emanet, Kur’an’dır. Gökler, yer ve dağlar bu emaneti kaldıramıyor. Çünkü emanet büyük bir sorumluluk gerektiriyor. Onu anlamak, yaşamak ve o emanetin sahibine karşı sorumluluğu yerine getirmek. Hepsi ağır bir ödev. Ama insan bu ağır görevin altından kalkabilecek potansiyelde yaratılmıştır. İnsan dışında kime halifelik unvanı veriliyor? Elbette hiç kimseye! (Bakara suresi /30) Yer ve gökler bu lütuf ile sıfatlanmamış. O halde insan, gökler ve dağlar arasında Kur’an emanetini hakkıyla kaldırabilecek potansiyeli olan tek varlıktır. Eğer isterse!
İnsanın yaradılışı, harika ve büyük bir mucize! Akıl denen emanet, gönül denen emanet, ne verimli kaynaklar! Örneğin, düşünce gücünüzü düşünün. Hangi varlıkta bu nimet var? Veya gönül hazinenizi düşünün. Örneğin, ne kadar severseniz, bir o kadar sevginiz çoğalır. Normalde kural olarak, kullanılan şey tükenir. Oysa insan fıtratında her bahşedilen nimet kullandıkça çoğalıyor. Tüm duygularımız böyledir. İnsan kaynakları kullandıkça artıyor. İnsan çok zengin bir âlemdir. Yetenekleri ve kendine özgü üretim gücü de cabası…
İnsanı anlatmaya kalkışsak, yeni bir kitap yazmamız gerekir. Asıl konu şu ki, insan bildiğimiz âlemler içerisinde, önündeki tüm engellere ve şeytan ile adamlarına rağmen, Kur’an emanetini kaldırabilecek bir varlıktır. Şimdi bir soru daha kafamızı karıştırabilir. O halde insanın bu durumu nedir? Yani neden cahil ve zalim bir duruma düşmüştür?
Çünkü bu emanetin sahibine karşı sorumluluğunu unutmuştur! Unuttuğu için de emanetin kıymetini bilmemiştir. Kur’an’ı Kerim’in bir ismi de zikir’dir. Zikir, mana itibariyle hatırlamak demektir. İnsan zikrini, yani hatırlaması gerekeni unutmuştur.
Zikir, insanın iradesinde bulunan bir şeyi sürekli gündeme ( ön plana) getirmesidir. Hatırda olanın sık sık açığa çıkarılmasıdır. Hatırda olanın hatırlanmasıdır! O halde Kur’an aracılığı ile emanetin sahibi olan yüce Allah’ın iradesini sık sık anmamız gerekmektedir. Böylece Yüce Allah’a olan sorumluluğumuzu biliriz. Eğer emaneti korursak; göklerden, yerden ve dağlardan farklı olan konumumuz ortaya çıkacaktır.
Şimdi, kendi kendimize soralım. Acaba insan bu emaneti kaldırabilir mi? Elbette ki, evet! Çünkü bizim bir benzerimiz olan insanlar kaldırabildiler. Elbette ki, biz de kaldırabiliriz. Peygamberler, kendilerine verilen halifelik” konumunun gereğini çok güzel yerine getirdiler. Ve Allahu Teala da onların bu çabalarından memnun kaldı. “Onlar peygamberdi!” diyecek olursanız; yine bazı müminlerden de Yüce Allah’ın hoşnut olduğunu biliyoruz. Üstelik o kadar razı oldu ki onlardan, isimleri Kur’an’da yer aldı. Ashab-ı Kehf, Hz. Hacer, Hz. Asiye, Hz. Meryem gibi.
Onlar Yüce Allah’tan aldıkları emanetin sorumluluklarını yerine getirdiler. Onlar Allah’ın rızasının tek hedef, rehberlerinin Peygamberler, kitaplarının vahy, yollarının İslam olduğundan emin oldular! Onlar ölümden sonra Rab’lerine kavuşacaklarına da emin oldular! Tek hidayet yolunun Rab’lerine teslim olmaktan geçtiğine de emin oldular. Bu yüzden onların adları “mümin” oldu!
Yüce Allah, tüm insanları sıradan, müminleri ise ''özel'' olarak kabul eder. Maalesef, insanların çoğu hedeflerini ve yollarını şaşırdılar. Dikkatlerini, Allah’tan başka şeylere çevirdiler. Böylece hatırda olması gerekeni hatırlamadılar! Allah’ın rızası ve istedikleri yerine, başka hedefler ve onların istekleri yer aldı. Doğru yolu şaşıran insanlar, konumlarından çıktıkları gibi, emanetlerine de ihanet ettiler ve Rab’lerinin yanındaki değerlerini kaybettiler!
Fakat konumlarına dikkat eden, her şeye rağmen hedef ve yolunu şaşırmayan insanlar, bu özel oluşlarını korumuş oldular. Bu yüzden Allah’ın yanında özel oldular!
Bu hayat imtihan ya! Her insanın hayatı boyunca çeşitli engeller önüne çıkabilir. Zaten engel çıkmasaydı, onlar da Melekler gibi hiçbir engel olmaksızın Rab’lerini tesbih ettikleri gibi tesbih ederlerdi. Ama imtihan gereği, insanın dikkatini dağıtacak çok şey var! Evi, yurdu, toprağı, eşi, işi, çocuğu, eğitimi, geleceği, hobisi, fobisi… Ve zaman.
Özel olmak güzel! Bir de özel olmayı devam ettirmek çok önemli! Mümin olmak bir aşama. Mümin olarak devam etmek ise ikinci aşama. Eğer insan, imtihanın son anına kadar hedef ve yoluna bağlı olursa, Allah katında ebedi olarak özel olur! Aynen; Yakup A.S’ın çocuklarına vasiyet ettiği gibi. “Oğullarım, Allah sizin için o dini beğenip seçti, başka dinlerden sakının, yalnız Müslümanlar olarak can verin.” Bakara- 132
Bunun için emanete kuvvetli ve sürekli sarılarak bu özel konumumuzu devam ettirebilmeliyiz. Böylece emanet bizi hep zinde ve uyanık tutacak. Bizi Rabbimize yakın tutacak tek vasıtamız. Hedefimiz belli, yolumuz açık. Düşmanımız belli, savunma araçlarımız hazır. Yapmamız gereken tek şey bizi, Rabbimize yakınlaştıracak şeylere sarılmamızdır. Emanetimiz olan Kur’an’a ve o emaneti getiren elçiye kuvvetle tutunmak!
Unutma! Müminler özeldir, mümin olduğu sürece!
-Alıntı-
