Doç. Dr. Osman CİLÂCI
S.D.Ü İlâhiyat Fak. Öğr. Üyesi
Ülkemize yönelik misyonerlik faaliyetlerine girmeden önce, mission, misyoner ve misyonerlik kavramlarını açıklamak gerekmektedir.
Kilise hukuku ve literatüründe mission, bir vazifeyi ifa etmek gayesiyle gönderilen delegasyon, daha şûmullü anlamıyla İncil'i Hristiyan olmayan kitlelere yaymaktır. Misyoner, (Fr. missionnaire) Hristiyanlığı yaymaya uğraşan kimse, dini yaymaya çalışan papaz, hem yabancı ülkelerde, hem de ülke içinde görev alabilen râhip, papaz veya din adamı vb. manalara
gelmektedir.
Misyon ise, yine lügâtlerde, bir kimseye verilen özel yükümlülük, özel görev, bir hükümetin, bir kuruluşun, genellikle uzak bir bölgede veya yabancı bir ülkede bir topluluk veya kimseye verdiği belirli ve geçici görev vb. manalar ifade etmektedir.
Misyon ve misyoner terimlerinin ne manalara geldiği tesbit edildikten sonra misyonerlik faaliyetlerinin ne anlam taşıdığı kendiliğinden anlaşılmaktadır. Özet olarak misyonerlik faaliyetleri, gerek İslâm ümmetine, gerek İslâm dünyasına varis olmak için plânlar, projeler hazırlamanın genel adıdır.
Şu bir gerçektir ki, her ülke, coğrafi varlığını ve toprak bütünlüğünü devam ettirebilmek için bir takım değerlere sahip olmak ve bu değerlerin müdafaasını yapmak mecburiyetindedir. Aksi takdirde ayakta kalması ve varlığını sürdürmesi tehlikeye düşer.
Ülke bütünlüğünün sağlanması ve korunması kavramı, özellikle coğrafî konumu fevkalâde nazik bir bölgede olan Türkiye için ayrı bir ehemmiyeti haizdir. Bu bakımdan Türkiye'de tarih boyunca sürdürülen misyonerlik faaliyetlerinden önce ülkemiz için millî ve dinî değerlerin ne derece önem arzettiğini açıklığa kavuşturmak gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tarihi temel yapısını teşkil eden Osmanlı İmparatorluğu, Türk kültürünü özümsemiş bir Türk boyu tarafından kurulmuştur. Ancak zamanla İmparatorluk hudutları genişledikçe, İmparatorluk coğrafyası kültürel bir mozaik manzarası arzetmiştir. Buna dayanarak Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunu, çeşitli etnik grupların bir başarısı olarak takdim eden bazı Batı'lı tarihçilerin değerlendirmelerine katılmak mümkün değildir.
Bir kültürler mozayiği olan Osmanlı İmparatorluğu'nda, Türk, Arap, Bulgar, Rum vb. kültürler, İmparatorluğun siyasî hakimiyeti altında, aynı coğrafyada birarada yaşamışlar, ancak İmparatorluğun bu hakimiyeti 1839 Tanzimat'ından sonra za'fa uğramıştır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes, gerek siyasî, gerek diğer hukukî ve sosyal bütün haklarda eşit bir statü içerisindedirler ve "millî bir bütün" olarak mütalaa edilmektedirler.
Günümüzde milletimizin en başta gelen meselelerinden biri millî bütünlüğün sağlam şekilde yeniden tesisini gerçekleştirmektir. Millî bütünlükten anlaşılması gereken mana da bu olmalıdır. Bu da ancak millî bünyenin zayıflayan yönlerini sağlıklı bir biçimde yeniden ihya etmekle mümkündür. Bu bakımdan demokratik rejimin, millî bütünlüğü sağlamlaştırmada bir faktör olarak kullanılması pekâla mümkündür.
Bugünkü coğrafyası da dahil tarih boyunca Türkiye, daima dış tesirlere maruz kalmış bir ülkedir. Bu bakımdan da millî varlığını ve bütünlüğünü muhafazada hep zorluklar çekmiştir. Millî bütünlük, bizim bekamız için vazgeçilmesi düşünülemeyecek olan en temel faktörlerin başında gelmelidir.
Milletler, millî birlik ve bütünlüklerini korumak için bir takım tedbirler almak zorundadır. Çünkü yaşamanın gayesi devamlılığı gerektirir. Bizim milletimiz, devlet olma yolunda ilk adımı attığı andan itibaren bunun sağlam ve sarsılmaz temellerini oluşturmuştur. Osman Gazi'nin oğluna vasiyetinde bu mefkurenin derin izlerini görmek mümkündür.
Müdebbir ve ileri görüşlü devlet adamı olan Keçecizade Fuad Paşa'nın 1869 yılında Şehzade Abdülmecid'e, âdeta bir vasiyetname üslubu taşıyan şu arîzası, devlet ebed-müddet mefkuresinin şaheser bir örneğini teşkil etmektedir:
"Şehzâdem, bu devlet batacak. Onu bir millete dayandırmamız lâzım. Bu itibarla devleti Türk milletine dayandırmalıyız. Türk milletini okutmalı ve Devlet-i Âliyye'yi Türk milletine teslim etmeliyiz. Devleti kuranlar onlardır. Kurdukları devleti koruyacaklardır."
Türk milleti için tartışılmaz cevherlerin başında gelen millî ve dinî değerler, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğün temel taşlarıdır. Özellikle Türklerin İslâm Dini'ni büyük bir içtenlikle kabul ederek O'nu benliklerinin bütün zerrelerine sindirdikten sonra meydana getirdikleri cihan devleti 624 yıllık mazisi ile dünyanın en uzun ömürlü imparatorluğu vasfını kazanmıştır. Dünyanın bu en uzun ömürlü cihan imparatorluğunun temelinde millî ve dinî değerlerin katıksız ve sağlam mayası vardır.
Takriben beş bin yıllık bir kültür potansiyeline sahip olan Türk milletini birlik ve bütünlük şuuru içinde yaşatan önemli iki unsurdan biri dil, diğeri de hiç şüphesiz dindir. Millî birlik ve bütünlüğün dinî ve millî temellerinin bir mana ifade etmesi; din, dil, tarih şuuru ve müşterek kalkınma heyecanına dayanmasını zaruri kılmaktadır. Milletimiz İslâm imanı sayesinde, bütün tahribatlara rağmen hem şahsiyetini, hem de millî
bütünlüğünü koruyabilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası,
"Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, dili Türkçe'dir" hükmünü âmir bulunmaktadır. Ülkemizin bölünmez bütünlüğünü tehdit eder mahiyette, dinî ve etnik temele dayanan bütün faaliyetlerin altında dış mihrakların büyük rolü olmuştur. Bu tür oyunlara gelmemek için akl-ı selimle hareket etmek her zamandan daha çok şimdi bir zaruret ifade etmektedir. Anadolu insanını kucaklayan kültür mozayiği ile İslâm'dan kaynaklanan iman gücü, dağılmışlığı ve ümitsizliği
önleyecek ve bölünmez bütünlüğü sağlayacak en değerli unsurlardır.
Millî ve dinî bütünlüğü parçalayarak Türk milletini yıkmak teşebbüsü, yalnız Türk dünyası için değil, İslâm dünyası için de bir ihanettir. İslâm Dini, vatan, millet, istiklal, hürriyet vb. kavramlara çok önem vermiş, bu değerlerin yıpratılmasına bîgane kalmamıştır. Millî birlik ve bütünlüğün korunması hem İslâm, hem de tarih açısından bir vazgeçilmezliktir.
Türkiye için millî birlik ve bütünlüğün önemi kısaca ana hatlarıyla böylece açıkladıktan sonra yine ülkemizde tarih oyunca sürdürülmekte olan Misyonerlik faaliyetlerine geçebiliriz.
Temelde Hristiyanlığı yaymak için kurulmuş olan Misyonerlik teşkilatının mazisi oldukça eskidir. Hz. İsa'ya dini neşretmek için yardımcı olan Havarilerin ilk misyonerler olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü inançlarına göre Hz. İsa Havarilerine şu talimatı vermiştir:
"İmdi siz gidin, bütün milletleri şahit kılın. Onları Baba, Oğul ve Ruhu'l-kuds ismi ile vaftiz eyleyin. Size emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin... İşte ben bütün günler dünyanın sonuna kadar sizinle beraberim"
(Matta, XXVIII, 19-20; Markos, XVI, 15).
S.D.Ü İlâhiyat Fak. Öğr. Üyesi
Ülkemize yönelik misyonerlik faaliyetlerine girmeden önce, mission, misyoner ve misyonerlik kavramlarını açıklamak gerekmektedir.
Kilise hukuku ve literatüründe mission, bir vazifeyi ifa etmek gayesiyle gönderilen delegasyon, daha şûmullü anlamıyla İncil'i Hristiyan olmayan kitlelere yaymaktır. Misyoner, (Fr. missionnaire) Hristiyanlığı yaymaya uğraşan kimse, dini yaymaya çalışan papaz, hem yabancı ülkelerde, hem de ülke içinde görev alabilen râhip, papaz veya din adamı vb. manalara
gelmektedir.
Misyon ise, yine lügâtlerde, bir kimseye verilen özel yükümlülük, özel görev, bir hükümetin, bir kuruluşun, genellikle uzak bir bölgede veya yabancı bir ülkede bir topluluk veya kimseye verdiği belirli ve geçici görev vb. manalar ifade etmektedir.
Misyon ve misyoner terimlerinin ne manalara geldiği tesbit edildikten sonra misyonerlik faaliyetlerinin ne anlam taşıdığı kendiliğinden anlaşılmaktadır. Özet olarak misyonerlik faaliyetleri, gerek İslâm ümmetine, gerek İslâm dünyasına varis olmak için plânlar, projeler hazırlamanın genel adıdır.
Şu bir gerçektir ki, her ülke, coğrafi varlığını ve toprak bütünlüğünü devam ettirebilmek için bir takım değerlere sahip olmak ve bu değerlerin müdafaasını yapmak mecburiyetindedir. Aksi takdirde ayakta kalması ve varlığını sürdürmesi tehlikeye düşer.
Ülke bütünlüğünün sağlanması ve korunması kavramı, özellikle coğrafî konumu fevkalâde nazik bir bölgede olan Türkiye için ayrı bir ehemmiyeti haizdir. Bu bakımdan Türkiye'de tarih boyunca sürdürülen misyonerlik faaliyetlerinden önce ülkemiz için millî ve dinî değerlerin ne derece önem arzettiğini açıklığa kavuşturmak gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tarihi temel yapısını teşkil eden Osmanlı İmparatorluğu, Türk kültürünü özümsemiş bir Türk boyu tarafından kurulmuştur. Ancak zamanla İmparatorluk hudutları genişledikçe, İmparatorluk coğrafyası kültürel bir mozaik manzarası arzetmiştir. Buna dayanarak Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunu, çeşitli etnik grupların bir başarısı olarak takdim eden bazı Batı'lı tarihçilerin değerlendirmelerine katılmak mümkün değildir.
Bir kültürler mozayiği olan Osmanlı İmparatorluğu'nda, Türk, Arap, Bulgar, Rum vb. kültürler, İmparatorluğun siyasî hakimiyeti altında, aynı coğrafyada birarada yaşamışlar, ancak İmparatorluğun bu hakimiyeti 1839 Tanzimat'ından sonra za'fa uğramıştır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes, gerek siyasî, gerek diğer hukukî ve sosyal bütün haklarda eşit bir statü içerisindedirler ve "millî bir bütün" olarak mütalaa edilmektedirler.
Günümüzde milletimizin en başta gelen meselelerinden biri millî bütünlüğün sağlam şekilde yeniden tesisini gerçekleştirmektir. Millî bütünlükten anlaşılması gereken mana da bu olmalıdır. Bu da ancak millî bünyenin zayıflayan yönlerini sağlıklı bir biçimde yeniden ihya etmekle mümkündür. Bu bakımdan demokratik rejimin, millî bütünlüğü sağlamlaştırmada bir faktör olarak kullanılması pekâla mümkündür.
Bugünkü coğrafyası da dahil tarih boyunca Türkiye, daima dış tesirlere maruz kalmış bir ülkedir. Bu bakımdan da millî varlığını ve bütünlüğünü muhafazada hep zorluklar çekmiştir. Millî bütünlük, bizim bekamız için vazgeçilmesi düşünülemeyecek olan en temel faktörlerin başında gelmelidir.
Milletler, millî birlik ve bütünlüklerini korumak için bir takım tedbirler almak zorundadır. Çünkü yaşamanın gayesi devamlılığı gerektirir. Bizim milletimiz, devlet olma yolunda ilk adımı attığı andan itibaren bunun sağlam ve sarsılmaz temellerini oluşturmuştur. Osman Gazi'nin oğluna vasiyetinde bu mefkurenin derin izlerini görmek mümkündür.
Müdebbir ve ileri görüşlü devlet adamı olan Keçecizade Fuad Paşa'nın 1869 yılında Şehzade Abdülmecid'e, âdeta bir vasiyetname üslubu taşıyan şu arîzası, devlet ebed-müddet mefkuresinin şaheser bir örneğini teşkil etmektedir:
"Şehzâdem, bu devlet batacak. Onu bir millete dayandırmamız lâzım. Bu itibarla devleti Türk milletine dayandırmalıyız. Türk milletini okutmalı ve Devlet-i Âliyye'yi Türk milletine teslim etmeliyiz. Devleti kuranlar onlardır. Kurdukları devleti koruyacaklardır."
Türk milleti için tartışılmaz cevherlerin başında gelen millî ve dinî değerler, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğün temel taşlarıdır. Özellikle Türklerin İslâm Dini'ni büyük bir içtenlikle kabul ederek O'nu benliklerinin bütün zerrelerine sindirdikten sonra meydana getirdikleri cihan devleti 624 yıllık mazisi ile dünyanın en uzun ömürlü imparatorluğu vasfını kazanmıştır. Dünyanın bu en uzun ömürlü cihan imparatorluğunun temelinde millî ve dinî değerlerin katıksız ve sağlam mayası vardır.
Takriben beş bin yıllık bir kültür potansiyeline sahip olan Türk milletini birlik ve bütünlük şuuru içinde yaşatan önemli iki unsurdan biri dil, diğeri de hiç şüphesiz dindir. Millî birlik ve bütünlüğün dinî ve millî temellerinin bir mana ifade etmesi; din, dil, tarih şuuru ve müşterek kalkınma heyecanına dayanmasını zaruri kılmaktadır. Milletimiz İslâm imanı sayesinde, bütün tahribatlara rağmen hem şahsiyetini, hem de millî
bütünlüğünü koruyabilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası,
"Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, dili Türkçe'dir" hükmünü âmir bulunmaktadır. Ülkemizin bölünmez bütünlüğünü tehdit eder mahiyette, dinî ve etnik temele dayanan bütün faaliyetlerin altında dış mihrakların büyük rolü olmuştur. Bu tür oyunlara gelmemek için akl-ı selimle hareket etmek her zamandan daha çok şimdi bir zaruret ifade etmektedir. Anadolu insanını kucaklayan kültür mozayiği ile İslâm'dan kaynaklanan iman gücü, dağılmışlığı ve ümitsizliği
önleyecek ve bölünmez bütünlüğü sağlayacak en değerli unsurlardır.
Millî ve dinî bütünlüğü parçalayarak Türk milletini yıkmak teşebbüsü, yalnız Türk dünyası için değil, İslâm dünyası için de bir ihanettir. İslâm Dini, vatan, millet, istiklal, hürriyet vb. kavramlara çok önem vermiş, bu değerlerin yıpratılmasına bîgane kalmamıştır. Millî birlik ve bütünlüğün korunması hem İslâm, hem de tarih açısından bir vazgeçilmezliktir.
Türkiye için millî birlik ve bütünlüğün önemi kısaca ana hatlarıyla böylece açıkladıktan sonra yine ülkemizde tarih oyunca sürdürülmekte olan Misyonerlik faaliyetlerine geçebiliriz.
Temelde Hristiyanlığı yaymak için kurulmuş olan Misyonerlik teşkilatının mazisi oldukça eskidir. Hz. İsa'ya dini neşretmek için yardımcı olan Havarilerin ilk misyonerler olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü inançlarına göre Hz. İsa Havarilerine şu talimatı vermiştir:
"İmdi siz gidin, bütün milletleri şahit kılın. Onları Baba, Oğul ve Ruhu'l-kuds ismi ile vaftiz eyleyin. Size emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin... İşte ben bütün günler dünyanın sonuna kadar sizinle beraberim"
(Matta, XXVIII, 19-20; Markos, XVI, 15).