Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mesneviden Hikayeler ((1. Ciltteki Hikayeler)) (1 Kullanıcı)

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
ĞÜLYAĞI ŞİŞESİ
Bir bakkalın yeşil renkli, güzel sesli bir papağanı vardı. Bu papağan, dükkanda bekçilik yapar, alışveriş edenlere güzel sözler söyler, şakalar yapardı.

Bakkal bir gün evine gitmişti. Papağan da her zaman olduğu gibi dükkanı bekliyordu. Bu sırada, ansızın bir kedi, fare tutmak için dükkanın içerisine daldı. Papağan, can korkusundan oradan oraya sıçrarken gülyağı şişesini devirdi.

Biraz sonra bakkal çıkageldi. Gülyağı şişesinin devrilmiş olduğunu görünce, çok kızdı ve o kızgınlıkla papağanın başına vurdu.

Papağanın dili tutuldu, başındaki güzelim tüyler döküldü. Zavallının başı kel oldu. Günler geçti, fakat güzel dilli papağan bir türlü konuşmadı.

Bakkal yaptığına çok pişman oldu. Saçını, sakalını yoldu, ''Keşke elim kırılsaydı da, o güzel sözlüye vurmasaydım'' diye eyvahlar etti. Yoksullara sadakalar dağıttı. Fakat ne çare, aradan üç gün geçmesine rağmen kuş bir türlü konuşmuyordu...

O sırada başı tamamen kel birisi dükkanın önünden geçiyordu. Papağan, keli görünce dile gelip konuşmaya başladı:

''Ey kel, neden kellere karıştın; yoksa sende gülyağı şişesinimi devirdin?''


Büyük insanlarla kendini kıyaslama. İki arı aynı çiçeğe kondu. İkiside aynı yerden beslendi. Birinin yediği bal, diğerininki zehir oldu.
 

şemser

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ara 2007
Mesajlar
20
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
paylaşımın için teşekkürler....
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Inatçi çirak

Inatçi çirak

İNATÇI ÇIRAK
Bir zamanlar, bir ustanın şaşı bir çırağı vardı.
Bir gün ustası ona:''Bizim eve git, rafta bir şişe var, onu alıp bana getir.'' dedi.

Şaşı, hemen eve gitti, kapıyı açıp içeri girdi. Ustasının dediği rafa bakınca, orada iki şişe gördü. Tekrar ustasının yanına döndü.

''Ustacığım,dediğiniz rafta iki şişe vardı. Ben hangisini getireyim?'' diye sordu.

Ustası:''O rafta sadece bir şişe var, git onu getir.'' deyince, çırak:
''Hayır usta, o rafta iki şişe vardı. Hangisini getirmemi istiyorsan onu söyle getireyim.'' diye itiraz etti.

Çırağını inadından bir türlü vazgeçiremeyeceğini anlayan usta:

''Madem öyle, rafta iki şişe var diye inat ediyorsun, git birini kır, diğerini al getir.'' dedi.

Çırak tekrar eve gitti. Raftaki şişenin birini yere çalıp kırınca, ikisininde gözden kaybolduğunu gördü.


İnsan tarafgirlikten, hiddet ve şehvetten şaşı olur. Hakkı ve hakikati olduğu gibi göremez.
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
YAHUDİ PADİŞAHI
Bir zamanlar, Hristiyanları mahvetmeye çalışan Yahudi bir padişah vardı. İsa'nın dininde olanlara zulmediyordu. Büyük bir ateş yaktırarak yanına bir put dikti ve puta secde etmeyenleri ateşe atmaya başladı.

Padişah, bir kadını çocuğuyla beraber ateşin yanına getirdi. Çocuğu anasının kucağından alıp ateşe attı.
Kadın korkup, gönlünü imandan ayırdı. Puta yaklaşıp secde etmek üzereyken, ateşin içindeki çocuk:
''Anne, sakın puta secde etme! Ben burada çok rahatım. Allah'ın (c.c.) nimetlerine nail oldum.Her ne kadar gördüğün ateş gibiyse de, gerçekte bir gül bahçesi.'' diye seslendi.

Bunun üzerine başta çocuğun annesi olmak üzere, kadın erkek tüm halk kendiliğinden ateşe atlamaya başladı. Onları gören padişah, yaptığı zulümden dolayı utandı, mahçup oldu. Pişman oldu, gönlü sıkıldı. Çünkü halk imanına daha sıkı sıkıya bağlanmıştı...
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
PADİŞAH İLE LEYLA

Padişahın biri Mecnun, aşkından deli divane olup çöllere düştüğü Leyla'yı çok merak eder. Leyla'nın bulunup huzuruna getirilmesini emreder. Leyla'yı bulup getirirler. Padişah, Leyla'yı görünce hayretler içinde kalıp sorar:

''Mecnun'un aşkından deli divane olup dağlara,çöllere düştüğü Leyla senmisin? Senin öyle fevkalade güzelliğin olmadığı gibi, sıradan bir kadından da hiçbir farkın yok. Hal böyle iken nasıl olurda Mecnun senin için deli divane olur?''

Leyla:''Padişahım, sus! Çünkü sen Mecnun değilsin. Bendeki güzelliği görebilmen için sende Mecnun'un gözlerinin olması ve bana Mecnun'un gözleriyle bakman gerekir.'' diye cevap verir.

Bu sözler üzerine padişah diyecek bir şey bulamaz ve susup kalır.
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
AZRAİL'DEN KAÇAN ADAM

Bir gün bir adam soluk soluğa Hz. Süleyman (a.s.)'ın huzuruna girdi. Korkudan yüzü sapsarı kesilmiş, dudakları morarmış, beti benzi atmıştı.

Hz. Süleyman:''Ne oldu sana, nedir bu halin?'' diye sordu.
Adamcağız;''Bu gün Azrail'i gördüm. Bana çok tuhaf bir nazarla, hatta hışımla baktı ki, içime tarifi imkansız bir korku düştü. Sizin adalet kapınıza sığındım.'' dedi.

Hz. Süleyman: ''Peki benden ne istiyorsun, ne yapayım senin için deyince;
''Ey adaletli padişahım! Rüzgara emret de beni Hindistan'a kadar götürsün. Belki oraya gidince Azrail'den canımı kurtarırım.'' diye yalvardı.
Hz. Süleyman rüzgara emretti ve rüzgarda adamı Hindistan'da bir yere götürdü.
Ertesi gün divan vakti Hz. Süleyman halkı kabule başlayınca Azrail çıka geldi.
Hz. Süleyman bir gün önceki adamı hatırlayıp Azrail'e: ''Dün bana bir adam geldi. Kendisine öfkeyle baktığını söyledi. Bunun sebebi nedir?'' diye sordu.

Azrail: ''Ey büyük padişah! Ben o adama hışımla bakmadım ki. Tam aksine, onu görünce şaşırdım kaldım. Çünkü Cenab-ı Rabbü'l Alemin bana: 'Git, falan kulumun canını Hindistan'da al!' buyurmuştu. Adamı görünce şaşırdım. Çünkü adamın yüz tane kanadı olsa yine de Hindistan'a gidemez diye düşünmüştüm. Fakat Hindistan'a gidince adamı orada görüp daha da şaşırdım ve bana emredildiği gibi adamın canını Hindistan'da aldım'' dedi...
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
KİBİRLİ SİNEK

Vakti zamanında, bir bataklıkta yaşayan çok kibirli bir sinek vardı.
Kendini o kadar beğenirdi ki, sürekli kendinin fevkalade olduğunu düşünürdü.

Kendi kendine:''Şüphesiz ki ben bu devrin zümrüdü anka kuşuyum, benden daha üstün kimse olamaz.'' derdi.
Bir gün, eşek pisliğinin içinde bulunan bir saman çöpüne kondu. Eşeğin pisliğini uçsuz bucaksız bir deniz, saman çöpünü gemi, kendinide kaptan sandı...
''İşte bu bir okyanus, bu da benim mükemmel gemim, ben de dünyanın denizler aşan en büyük kaptanıyım.'' diye karar verdi kendi kendine; gururlandı koltuklarını kabarttı...
 

ymert

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ocak 2008
Mesajlar
6
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
kardeş çok güzeldi devamını bekleriz
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Hüdhüd ile Karga
Hz. Süleyman'ın divan çadırı kurulunca, bütün kuşlar huzuruna geldiler.Hz. Süleyman'a daha yakın ola bilmek için kuşların her biri bütün sırlarını, hüner ve becerilerini birer birer sayıp dökmeye başladılar.
Sıra Hüdhüd'e gelince: ''padişahım, size en kücük hünerimden bahsedeceğim. Ben yükseklerde uçarken bile yer altındaki suyu göre bilirim. Derinliği nedir, ne renktedir, topraktanmı yoksa taştanmı kaynadığını görür bilirim. Ey büyük padişah! Sefere giderken benide yanına al. Sana konak layacağın yer konusunda faydalı olurum.'' dedi.
Hz. Süleyman da:''Ey iyi yoldaş! Uçsuz bucaksız susuz çöllerde sen bize arkadaş ol. Böylece su bularak bizlere faydalı olursun.'' dedi.
Hüdhüd'ü duyan hasetçi karga:''Hüdhüd yalan söyleyip yüzünü kara etmektedir. Eğer böyle bir hüneri olsa idi bir avuç toprağın altındaki tuzağı görüp ona yakalanmazdı.''diye araya girdi.
Bunun üzerine Hz. Süleyman:''Ey Hüdhüd, yaptığını beğendin mi? Bizim huzurumuzda yalan söylemek olur mu?'' diye Hüdhüd'ü azarladı.
Hüdhüd:''Ey yüce padişah! Karganın söylediklerine inanma. Ben huzurunuzda yalan söylemedim. Dediklerimin hepsi doğrudur. Eğer kaza gözümü ve aklımı kapatmazsa ben tuzağı havada da görürüm. Benim tuzağı göremeyişimin nedeni kaza ve kaderin gözümü kapaması, aklımı bağlamasıdır. Ne yazık ki kaza gelince bilgi uykuya dalar, ay tutulur ve gün kararır.'' dedi.
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Papağanın Selamı

Bir tacirin, bir papağanı vardı. Kafeste hapsedilmiş güzel bir kuştu.Bir gün tüccar, Hindistan'a gitmek için yol hazırlığına başladı. Kölelerinin, cariyelerinin her birine ayrı ayrı:

''Sana Hindistan'dan ne getireyim?''diye sordu.Her biri ayrı bir şey istedi.Tüccar papağanına da: ''Ey güzel kuşum sana ne getireyim? Sen Hindistan'dan ne istersin?'' diye sordu.

Papağan:''Oradaki papağanları görünce halimi anlat ve de ki:'sizin arkadaşınız olan falan papağan, benim mahpusumdur. Size selam söyledi ve sizden bir kurtuluş yolu diledi. Ben gurbet ellerde can vereyim, hapislerde kalayım; siz de kah yeşilliklerde, kah ağaçlıklarda serbestçe dolaşın, gününüzü gün edin, bu reva mıdır? Hiç değilse bir seher vakti ben garibi de hatırlayın ki ben de birazcık mutlu olayım, dedi.' de. Başka bir şey istemem.'' dedi.

Tüccar, hepsineistediklerini getireceğini vaadetti ve papağanın isteğini de yerine getireceğini söyledi.
sonra, kervanını hazırlayıp yola koyuldu. Uzun bir yolculuktan sonra, nihayet Hindistan'a vardı. Yolun kıyısındaki büyük bir ağacın tepesinde birkaç papağan görünce hemen atını durdurdu. Onlara papağanının selamını ve kendisine söylediklerini anlattı.

Tüccar, sözlerini bitirir bitirmez, o papağanlardan birisi titredi, nefesi kesildi düşüp öldü.
Tüccar bu haberi verdiğinden dolayı bin pişman oldu.
''Keşke söylemez olaydım. Bu zavallı kuşun ölümüne sebep oldum. Galiba bu benim kuşumun bir yakını, candan seveni olsa gerek.'' diye düşündü.
Bir zaman sonra tüccar, alışverişini bitirip memleketine döndü. Herkesin istediğini bir bir verdi.
Papağan tüccara:''Benim armağanım nerede? Dostlarımı gördün mü, onlara ne söyledin? Ne gördünse bana anlat.'' dedi.
Tüccar sıkılarak:''Cahilliğimden, ekılsızlığımdan böyle saçma sapan haberi niye götürdüm diye hala pişmanım dedi.
Papağan: ''Efendim, niye pişmanlık duyuyorsun, neden çok üzgün duruyorsun? diye sordu.
Tüccar:''Hindistan'a varınca, büyük bir ağacın tepesinde senin arkadaşlarını gördüm. Bana söylediklerini arkadaşlarına anlattım. Keşke söylemez olaydım. İçlerinden biri, herhalde akraban olsa gerek, buna dayanamadı, çok üzüldü, önce titredi ve hareketsiz kaldı, sonra ödü patlayıp öldü. Çok pişman oldum ama bir kere söylemiş bulundum.'' dedi.

Tüccarı dinleyen papağan, önce titredi ve hareketsiz kaldı, sonrada düşüp öldü.
Papağanının öldüğünü gören tüccar, hemen yerinden sıçradı, ağlayıp sızlanmaya başladı, külahını yere vurdu. ''Ey güzel sesli kuşum sana ne oldu neden bu hale geldin?'' diye epeyce ağıtlar söyleyip, dövündü.
Üzgün tüccar,çaresiz bir halde papağanını kafesten dışarı attı. Attı ama, papağan bir anda pırrr diye uçuverdi ve yüksek bir ağacın dalına kondu.
Tüccar bu işe şaşırıp kaldı ve yaptığı hatayı anladı. Papağana:
''Ey güzel kuşum, hileyi nasıl öğrendin de beni kandırdın?'' diye sordu.
Papağan: ''Sevgili efendim, Hindistan'da gördüğün papağan, bana hareketiyle nasihat etti.'Bu kafesten kurtulmak istiyorsan, sen de benim gibi ölü taklidi yap' mesajını verdi.'' dedi.
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
İhtiyar Çalgıcı

Hz. Ömer zamanında pek güzel, pek latif çenk çalan bir çalgıcı vardı. Öyle güzel sesi vardı ki, bülbül onun sesini duyunca kendinden geçer; onu dinleyenler neşelenip, mest olurlardı.
Zaman ilerleyip çalgıcı ihtiyarlayınca, sesinin güzelliği kayboldu, beli büküldü, itibardan düştü. Böylece kazancı kesildi ve bir parçacık ekmeğe muhtaç oldu.
Çalgıcı:''Ya Rabbi! Bunca zamandır sana isyan edip durdum, benden bir gün bile ihsanını kesmedin. Bu gün kazanç yok, çengi senin için çalacağım.'' dedi.
Çengini alarak bir mezarlığa gitti. Bir hayli çaldıktan sonra mezar başında uyuya kaldı. O sırada Hz. Ömer (r.a)'e de öyle bir uyku geldi ki Hz. Ömer de uyuya kaldı. Rüyasında bir ses ona:
''Ey Ömer! Mezarlıktaki sevgili kulumuzun yardıma ihtiyacı var. Hazineden yediyüz dinar alıp ona ver. Ona: 'Bunu al harca, bitince yine buraya gel' de'' dedi.
Hz. Ömer bu sesin heybetinden sıçrayıp uyandı. Hemen mezarlığa gitti. Aradı taradı, lakin mezarlıkta ihtiyar çalgıcıdan başka kimse yoktu. İhtiyar çalgıcının has bir kul olabileceğine ihtimal vermeyerek mezarlığı yeniden dolaştı. Fakat mezarlıkta ondan başka kimse yoktu. Bunun üzerine: ''Bana sevgili ve makbul bir kul diye söylendi. Nasıl olurda ihtiyar bir çalgıcı Allah (c.c.)' ın sevgili kullarından olur?'' diye düşündü.
Gelip çalgıcının yanına oturdu. Uyanan çalgıcı, karşısında Hz. Ömer'i görünce telaşlanıp korkuya kapıldı. Bir an önce oradan uzaklaşmak istedi.
Hz. Ömer:'Benden kaçma. Ben sana Allah'ın emriyle şu kadar para getirdim. Bunları harca, bitince yine gel.'' diyerek parayı çalgıcıya verdi.
Bunun üzerine yaşlı adam çok utandı. Bütün ömrünü boşa hebe ettiğine pişman oldu. ''Demek yıllardır Allah ile arama giren perde senmişsin. Hayatımı boş yere senin yüzünden harcamışım.'' diyerek elindeki çengi parçaladı. O günden sonra iyi bir kul olarak yaşadı.
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Ebu Cehil'in İnadı

Bir gün Ebu Cehil, elinde sakladığı taş parçalarıyla Resulullah(s.a.v.)'a:
''Madem peygamber olduğunu söylüyorsun, bil bakalım elimde ne var?'' diye sordu.
Resulullah(s.a.v.):''Ben mi söyleyeyim, yoksa avucunda sıktıkların mı benim hak peygamber olduğumu söylesinler.'' deyince, Ebu Cehil:
''İkincisi daha iyi.Avucumdakiler konuşsun.'' dedi. Resulullah(s.a.v.) bunun üzerine:''Allah(c.c.) bundan daha ötesine de kadirdir.'' der demez taşlar şehadet getirmeye, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamber olduğunu söylemeye başladılar.
Bunun üzerine Ebu Cehil taşları hiddetle yere fırlatıp oradan uzaklaştı.​
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
NAHİVCİ İLE GEMİCİ (Nahivci: Dil bilgini)

Bir nahiv bilgini, bir gemiye binmiş seyahat ediyordu. Gemicite sordu:
''Ey gemici arkadaş, nahiv bilirmisin?''
Gemici: ''Hayır bilmiyorum'' deyince, bilgin gülerek:
''Desene, ömrünün yarısı boşa gitti.'' dedi.
Bilginin bu alaylı sözlerine gemici çok içerledi, ama hiç bir şey söylemedi.
Bir zaman sonra hava karıştı, şimşekler çektı ve büyük bir fırtına başladı. Gemi, dalgaların arasında beşik gibi sallanıyordu.
Gemici, bilgine seslenerek:
''Efendim, yüzme bilirmisin?'' diye sordu.
Korkudan geminin bir köşesine sinmiş olan bilgin:
''Hayır evladım, ben yüzme bilmem.'' diye cevap verdi.
Gemici, gülerek:'' Çok yazık efendim. Desene ömrünüzün tamamı boşa gitti. Çünkü geminin bu fırtınadan imkan yok, batacağız.'' dedi.


Yok olmayı bilmek gerek. Ama eğer yok olmuşsan hiçbir tehlike yok demektir. Denizin suyu ölüyü başının üstünde taşır ama diri o suda ne yapar, nasıl kurtulur? Dünyada o devrin en bilgin kişisi ol istersen. Şimdi o dünyanın yokluğunu gör.
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
CÖMERT HALİFE

Zamanın birinde cömertliği dillere destan bir halife vardı. O kadar cömertti
ki yaptığı bağış ve ihsanların haddi hesabı yoktu. Arap, Rum, Türk kim varsa onun cömertliği karşısında şaşkına dönmüştü.
Bu halifenin devrinde son derece fakir bir bedevi, çölde karısı ile birlikte yaşıyordu.
Karısı sürekli yaşadıkları sıkıntılardan dolayı usanıp, şikayete başladı. Dünyayı adama zindan etti. Kocası kadına diller döktü, nasihatler etti, sabrın faziletlerini anlattı fakat nafile, kadın dinlemedi.
''Peki, çare nedir?'' diye sordu kocası.
Kadın:''Halifeye git, derdini anlat, o sana ihsanda bulunur. Çünkü halife ihsanda nisan bulutunu geçmiştir, fakir fukaranın ümit kapısıdır.'' dedi.
Adam: ''Yahu hatun iyi diyorsunda koskoca halifanin huzuruna eli boş varılır mı, benim götürecek bir hediyem yok, ne götüreyim, o kutlu kişinin huzuruna nasıl varayım?'' dedi.
''Sen halifeye bir testi yağmur suyu götür, çünkü tatlı su çok değerlidir. Halifenin suyu kim bilir nasıl acı ve içilmez bir sudur.'' dedi kadın.
Bu iş adamın aklınada yattı. Ertesi gün bir testi suyu alarak yollara düştü. Günlerce yol gittikten sonra nihayet halifenin sarayına vardı.
Halifenin mihmandarları, adamı kapıda güler yüzle karşılayıp, tatlı sözler söyleyerek saraya aldılar.
Halifenin sarayı Dicle nehrinin kıyısındaydı. Adam testideki suyu halifeye sundu. Sonra getirdiği o suyu öve öve bitiremedi.
Halife, su için teşekkür etti. Testiyi altınla doldurarak adama geri verdi. Adamlarına:
''Çöl yolu uzundur. Bu zavallı adamı Dicle yoluyla, gemiyle gönderin.'' diye emir verdi.
Halifenin adamları badeviyi gemiye bindirmek üzere Diclenin kenarına götürdüler.
Bedevi, gürül gürül akan tatlı sulu Dicle nehrini görünce mahçup oldu. Halifenin bu büyük ihsanı karşısında hayretler içinde kaldı.
 

ashab_kiram

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Kas 2007
Mesajlar
650
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Ebu Cehil'in İnadı

Bir gün Ebu Cehil, elinde sakladığı taş parçalarıyla Resulullah(s.a.v.)'a:
''Madem peygamber olduğunu söylüyorsun, bil bakalım elimde ne var?'' diye sordu.
Resulullah(s.a.v.):''Ben mi söyleyeyim, yoksa avucunda sıktıkların mı benim hak peygamber olduğumu söylesinler.'' deyince, Ebu Cehil:
''İkincisi daha iyi.Avucumdakiler konuşsun.'' dedi. Resulullah(s.a.v.) bunun üzerine:''Allah(c.c.) bundan daha ötesine de kadirdir.'' der demez taşlar şehadet getirmeye, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamber olduğunu söylemeye başladılar.
Bunun üzerine Ebu Cehil taşları hiddetle yere fırlatıp oradan uzaklaştı.​

çoooooooooooook güzeldi.hayırlı geceler
ALLAHA EMANET OLUN
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Kazvinli' nin Dövme Yaptırması

Kavzinliler'in adetleridir; vucutlarına, kol ve omuzlarına kendilerine zarar vermeksizin iğne ile dövmeler dövdürürler.
Bir kazvinli, bir gün tellağın(dövmeci) yanına gidip:''Bana bir dövme yap, fakat canımı acıtma.'' dedi.
Tellak:''Ne resmi döveyim? diye sorunca;
''Bir kükremiş aslan resmi döv. Benim talim aslandır, onun için aslan resmi olsun, gayret et, iyi yap.'' diye tembih etti.
Tellak:''Vucudunun neresine döveyim.'' dedi.
Kazvinli:''İki omuzumun arasına.'' dedi.
Tellak iğneyi saplamaya başlayınca, Kazvinli'nin sırtı acıdı ve:''Aman usta, beni öldürdün, ne yapıyorsun!'' diye bağırdı.
Tellak:''Aslan yap dedin ya!'' deyince, Kazvinli sordu:''Neresinden başladın?''
Usta:''Kuyruğundan'' dedi.
Kazvinli dedi ki;''Aman iki gözüm, bırak kuyruğunu, kuyruk olmayıversin. İğne yarasından yüreğime fenalık geldi, neredeyse bayılacağım.''
Usta, bunun üzerine aslanın başka bir tarafını yapmak üzere iğneleri batırmaya başladı.
Kazvinli yine feryada başladı:''Şimdi nereyi çiziyorsun?''
Usta: ''Kulağını çiziyorum.'' dedi.
Kazvinli can acısıyla bağırdı:''Bırak ustacığım Allah aşkına! Varsın aslan kulaksız olsun, canım çok acıdı.''
Usta bu defa aslanın başka bir yerini çizmeye başladı.
Kazvinli yine feryat etti:''Bu defa aslanın neresini çiziyorsun?''
Usta:''Azizim, şimdi aslanın karnını yapmaya çalışıyorum.'' dedi.
Bunun üzerine Kazvinli:''Aman çok fena acıdı canım. Bırak iğneleri batırma, varsın aslan karınsız olsun.'' deyince, usta sinirlenerek iğneleri yere attı.
''Benim başıma gelen, bu alemde hiç kimsenin başına gelmemiştir. Hiç kuyruksuz, başsız, kulaksız ve karınsız aslan olur mu? Böyle bir aslanı kim görmüş?'' diye işi bıraktı.



İğne yarasına sabreyle ki, kafir nefsin iğnesinden kurtulasın...
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
ARSLAN PAYI

Bir gün bir arslan, bir kurt ve bir tilki birlikte avlanmak üzere sözleşerek dağlarda dolaşmaya başladılar. Birbirlerine yardım edecek, böylece bol bol av hayvanı yakalayacaklardı.
Gerçi bu iş arslanın ağrına gidiyor, onlarla avlanmaktan utanıyordu lakin sabrediyordu.
Üçü birden dolaşarak uzun süre avlandılar, derken bir yaban öküzü, bir dağ keçisi bir de semiz tavşan avladılar. Dolaşarak bir su başına geldiler, uzun süre dolaşmış yorulmuşlardı. Oturdular.
Arslan:''Ey kurt bu avladığımız hayvanları adaletli bir şekilde paylaştır, adaleti yeniden ihya et.'' dedi.
Kurt kalktı kendinden son derece emin adımlarla yürüdü: Yaban öküzünü aldı arslanın önüne bıraktı: ''efendimiz'', dedi. ''En büyüğümüz siz olduğunuz için yaban öküzü sizin hakkınız.
Keçi orta boyda ve orta irilikte onun için o da bana düşer, onuda ben alıyorum.
En küçüğümüz tilki olduğuna göre tavşan da onun hakkıdır.'' dedi.
Bu paylaştırma karşısında arslan öfkeyle kükredi: ''Ey haddini bilmez gafil! Benim yanımda kendine nasıl pay çıkarırsın?'' diyerek bir pençe darbesiyle kurdu yere serdi. Sonra tilkiye dönerek:
''Ey tilki, bu avları sen adaletli bir şekilde paylaştır bakalım.'' dedi.
Tilki önce arslanın önünde saygı ile eğildi, sonra: ''Bu semiz öküz siz efendimizin kuşluk yemeği, bunu kuşluk vakti yersiniz. Keçi ,siz büyük kralımızın öğle yemeği için güzel bir yahni olur, onu da öğle vakti yersiniz. Tavşana gelince, o da size akşam yemeği olur onu da akşam afiyetle yersiniz.'' dedi.
Arslan, gayet hoşnut bir şekilde: '' Ey tilki çok adil davrandın. Söyle bakalım böylesine güzel payetmeyi kimden öğrendin?'' diye sordu.
Tilki, arslana fark ettirmeden her ihtimale karşı bir kaç adım uzaklaştı, sonra kurnaz kurnaz gülerek: ''Kurdun başına gelenlerden'' dedi...



Akıllı kişi odur ki, önceliklerden ibret alır...
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
GERÇEK DOST

Zamanın birinde adamın biri,bir dostunun kapısını çaldı. Dostu içeriden:''Kim o!'' deyince, ''Benim'' benim diye cevap verdi.

Dostu:'' Çekil git kapımdan. Sen daha olgunlaşmamışsın. Senin gibi ham adamın burada makamı ve sofrası olamaz.'' dedi.

Zavallı adamcağız çaresiz oradan ayrıldı. Tam bir yıl dostunun ayrılığıyla yanıp yakıldı. Bir sene sonra yüzlerce korkuyla edepli edpli tekrar kapıyı çaldı.

Dostu: ''Kim o!'' deyince, çaresiz aşık perişan bir halde:

''Gönlümü alan sevgili, sensin.'' diye cevap verdi.

Bunun üzerine ev sahibi:''Ey tamamıyla kendinden geçen, içeri gir! Vucut sarayı içinde iki benlik yoktur. Sen yeşillikteki gül ve diken gibi süreta aykırı değilsin.'' dedi.
 

mehmet ercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Kas 2007
Mesajlar
325
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
HZ. YUSUF'A GELEN MİSAFİR
Hz. Yusuf'a uzak biryerden misafir gelmişti. İkisi de çocukluktan beri birbirlerini tanırlardı. Birlikte uzun süre konuşup, dertleştiler. Hz. Yusuf, başından geçenleri, kuyuda iken çektiği sıkıntıları anlattı. Konuşmanın sonunda Hz. Yusuf, misafirine:

''Eh... bize ne armağan getirdin bakalım? diye sordu.

Misafir: ''Ey ulu kişi! Dostları görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer. Ulu Tanrı bile mahşer günü halka kıyamet günü için, 'armağanınız nerede, ne getirdiniz?' der.'' dedi.

Bu sözler üzerine Hz. Yusuf: ''Haydi, armağanı çıkar.'' deyince, misafir bu istekten utandı. Sıkıla sıkıla özrünü beyan etti:

''Sana getirmek için ne kadar armağan aradıysam hiçbir şeyi beğenmedim, layık görmedim. Bir altın zerresi alınıp altın madenine, bir damlacık su okyanusa hediye götürülür mü?

Senin güzelliğine layık bir hediye bulmam çok zor oldu. Fakat sonunda sana bir ayna getirmeye karar verdim. Ona baktıkça güneş gibi parlayan güzel yüzünü görür, sevinir, beni hatırlarsın.'' dedi ve getirdiği aynayı Hz. Yusuf'a sundu.

Varlığın aynası yokluktur.
Eğer ahmak değilsen, yok ol.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt