Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mahmut Efendi Hz.lerinden İnciler... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
Borcu ödemenin yolu

"Ya Muaz! Seni bize gelmekten geri bırakan nedir?" Ben de: "Bir adamın bende alacağı var. Ondan utandım, onunla karşılaşmak istemedim" dedim. Bunun üzerine Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Sana bir takım kelimeler öğreteyim ki, onları okuduğunda üzerinde dağlar kadar borç olsa, Allahu Teâlâ onları öder."



"Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır." (Âl–i İmran, 28)
Rivayet edilmiştir ki; sahâbeden Ubade b. Sâmit Radıyallahu Anh'ın, Yahudilerin içinde, anlaşmış olduğu bazı adamları vardı. Bunlar Ubade'nin sâdık adamları olup onun sözüne itibar ederlerdi. Medine'de Hendek günü gelip çatınca Ubade, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek:
–Yâ Resûlallah! Benim Yahudilerden beş yüz adamım var. Onları da bu Hendek gününde yanımıza alalım, bize yardım etsinler, deyince yukarıda zikrettiğimiz âyet–i kerime nazil oldu.
Bu âyet–i kerimede Allah Celle Celâluhu, her ne şartlarda olursa olsun kâfirlerden yardım istemeyi kesin bir ifade ile yasakladı. Aradaki bağ ne olursa olsun, ister dostluk, ister akrabalık, kâfirlerden yardım istenmez, onlarla dostluk kurulmaz. Bu durum, sadece yukarıda zikredilen âyet–i kerimede değil, defaatle tekrarlanmıştır. Cenab–ı Hak ile dost olan biri aynı anda Cenab–ı Hakk'ın düşmanı ile de dost olamaz. Bu ikisi zıt şeydir ki, aynı gönülde birlikte bulunmaları mümkün değildir.
Şair ne güzel söylemiş:
"Hem düşmanımı seversin, hem de beni,
Senin dostun olduğunu zannedersin,
Ahmaklık asla senden uzak değildir."


Gerçek dost, seni seven ve senin düşmanına düşman olandır.
İlim ehli buyurmuştur ki:
"Kişinin dostu da üçtür,
düşmanı da.
Kişinin dostları:
* Kendi dostu
* Dostunun dostu
* Düşmanının düşmanı
Kişinin düşmanları:
* Kendi düşmanı
* Dostunun düşmanı
* Düşmanın dostu"
Mü'min olduklarını söyleyip de, Allahu Teâlâ'nın düşmanı olan kâfirlerle dostluk kuranlar, onlara destek olanlar, Allah'ın düşmanları ile dostluk ettikleri için, Allahu Teâlâ'nın düşmanı olurlar.
Muaz b. Cebel Radıyallahu Anh'dan şöyle rivayet edilmiştir:
"Bir kişinin bende bazı alacakları vardı. Ben de ondan korkarak iki gün annemde kaldım. Sonra, dışarı çıkıp Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldim. O, bana:
"Ya Muaz! Seni bize gelmekten geri bırakan nedir?" dedi. Ben de:
"Bir adamın bende alacağı var. Ondan utandım, onunla karşılaşmak istemedim." dedim. Bunun üzerine Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"Sana birtakım kelimeler öğreteyim ki, onları okuduğunda üzerinde dağlar kadar borç olsa, Allahu Teâlâ onları öder." buyurdu. Ben de:
"Evet! Öğretin yâ Resûlullah!" dedim.
"(Resûlüm) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin. Geceyi gündüze katar, gündüzü geceye katarsın. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de sayısız rızık verirsin." (Âl–i İmran, 26, 27) Bu âyet–i kerimeleri okumamı emretti. Sonra da:
"Ey Allah'ım! Beni fakirlikten kurtar, benden borcumu öde, beni senin ibadetinde iken ve yolunda savaşırken al." duasını ilave etti.

Allah için
adanan bir ömür
"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum." (Zariyat, 56, 57)
Mevlâ'mız bu âyet–i kerimede çok açık bir şekilde buyuruyor ki, "Ben sizleri başka bir iş için yaratmadım, sadece ve sadece Bana ibadet etmeniz için yarattım. İnsanın dünyada bir tek vazifesi var, o da Allahu Teâlâ'yı bilmek ve O'na ibadet etmektir. Bu çok zor bir iş değildir. Mükellef olduğumuz andan, son nefesimize kadar bu görev üzerimizdir. Bu noktada bir başka âyet–i kerimede şöyle buyrulmaktadır:
"…Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın." (Kehf, 110)
Bütün hanımlar ve kızlar, Hazreti Meryem validemizden ibret almalılar. Meryem validemizin annesi, Meryem'e hamile kaldığı zaman niyetini şöyle bağlamıştı: "Karnımdaki çocuğu Allah'ın dinine hizmet etmek üzere nezrettim."
Hazreti Meryem doğar doğmaz annesi onu bezlere sararak doğru Mescid–i Aksa'ya götürdü. O zamanlar Mescid–i Aksa, ilim ehli, zikir ehli, takva sahibi insanlarla dolu idi. Meryem validemizin anası, daha doğmadan çocuğunu Allah'a adamıştı, ne büyük ne güzel bir adak!..



ONUN GELİŞİ İNCİL’DE HABER VERİLDİ

Kâinatın Efendisi Sallallahu aleyhi ve Sellem, Mekke'de zulüm ve işkenceler dayanılmaz boyutlara ulaşınca, ashabına hicret etmelerini söyledi. Nereye hicret edilecekti? Habeşistan'a. Efendimiz hicret edeceklere Habeşistan'la ilgili şu bilgileri veriyordu:
"O memlekette iyi bir hükümdar vardır. Onun ülkesinde ne bir kimseye zulmedilir, ne de birinin başkasına zulmetmesine müsaade edilir. Allahu Teâlâ Hazretleri Müslümanlara bir açıklık, ferahlık verinceye kadar orada kalın, sonra dönersiniz."
Bu ilk hicret edenler on beş kişiydi. On biri erkek, dördü de kadındı.
Bu hicret, bisetin beşinci yılında gerçekleşti. Bu kafilenin ardından hicret devam etti, Müslümanlar birbiri ardınca Habeşistan'a gittiler. Bu gidenlerden biri de Cafer b. Ebû Talib'di. Mü'minlerin bu hicreti, Mekkeli müşrikleri endişeye düşürdü. Muhammed'in getirdiği din Mekke ile sınırlı kalmayacak, çevre ülkele–re de yayılma imkânı bulacaktı. Bunun önüne geçmek gerekiyordu. Mekkeli müşrikler bir karar aldılar: Habeşistan'a gidenleri geri getireceklerdi. Bunun için bir heyet meydana getirdiler. Bu heyetin reisliğini de Amr b. As'a verdiler. Bu heyet, Habeşistan'a gidecek, hükümdar Necaşi ile görüşerek, oraya sığınan mü'minleri ülkesinden çıkarmasını isteyeceklerdi.
Kureyş kafilesi beraberinde, Kureyş'in ulularının bir mektubu ve çok kıymetli hediyeler vardı. Kureyş heyeti Habeşistan ülkesine vardı, soluğu Necaşi'nin huzurunda aldı. Karşılıklı musafahadan sonra Amr b. As sözü aldı ve geliş sebebini anlattı:
–Ey Hükümdar! İçimizden biri çıktı, kendisinin peygamber olduğunu iddia ediyor. Bizi yalanlamakla kalmadı, senin ülkene de arkadaşlarını gönderdi, buranın da düzenini bozacak–lar. Kureyş bizi size bunları haber vermek için gönderdi. Senin ülkene gelenleri, geri göndermeni, ülkenden çıkarmanı istiyoruz.
Kureyş heyetini dinleyen Necaşi adamlarına dönerek:
–Daha önce Arabistan yarımadasından gelenleri buraya getirin. Bir de onları dinleyelim, bakalım onlar ne diyecek?"
Kısa zaman sonra Cafer b. Ebû Talib ve arkadaşları Necaşi'nin huzuruna getirilir. Necaşi onlara sorar:
–Arkadaşınız Muhammed, İsa ve annesi Meryem için ne haber veriyor? Necaşi'nin bu sorusunu Cafer b. Ebû Talib cevapladı:
–O, Allah'ın kulu ve Resûlü'dür. Allah'ın kelimesidir, Allah'tan bir ruhtur. Allah onu Meryem'in rahmine ilka etmiştir. Meryem için de "kocasızdır ve bakiredir" buyuruyor." Anlatılanları dikkatle dinleyen Necaşi, izleyenlerin meraklı bakışları arasında ayağa kalktı eline bir ağaç parçası aldı ve toprak üzerine bir çizgi çizdi ve şunları söyledi:
–Sizin sahibinizin söylediği söz ile, İsa'nın söyledikleri arasında şu çizgi kadar bile fark yok, diyerek Cafer b. Ebû Talib'i tasdik etti. Tekrar Müslümanlara dönen Necaşi:
–Sahibinize indirilen kitaptan bir şeyler biliyor musunuz? dedi. Cafer b. Ebû Talib:
–Evet biliyoruz.
–Okuyun, dinleyelim.
Cafer b. Ebû Talib, Meryem sûresini baştan sona okudu. Orada bulunan âlimler, abidler, gerçek İsevî bilginler, okunanları pür dikkat dinlediler. Cafer b. Ebû Talib'in okudukları orada bulunanların üzerine müthiş etki yapmış ve geçmişten gelen hakikatleri dile getirmişti. İsa Aleyhisselâm ve annesi Meryem için anlatılanlar ve Kur'an ayetlerinin belagatı, İsevî âlimlerin gözyaşlarını akıtmıştı. Dediler ki:
–Bu sözler bizim İncil'in sözlerine benziyor.
Bu hâdisenin asıl can alıcı noktası; Necaşi'nin kendi ulemasına sorduğu şu sorudur:
–Peygamberimiz İsa'dan sonra bir peygamber geleceğine dair kitabımız İncil'de bir haber var mı?
–Var, dediler:
"Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: "Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim." demişti. Fakat o, kendilerine açık deliller getirince: "Bu apaçık bir büyüdür." dediler." (Saf, 6)
Necaşi ve ashabı bu habere çok sevindiler. Bütün bu yaşananlar, orada bulunanlar üzerinde derin etkiler yapmıştı. Konuşmalar, ağlaşmalar, derken Necaşi son noktayı koydu:
–Sizler benim topraklarımda emin olarak kalın, benim ülkemde size kimse dokunamaz, dilediğiniz gibi yaşayın.
Necaşi bir hükümdardı, ilim adamı değildi. İlim adamı olmadığını biliyordu, bunun için de yanında bulunan ilim ehline soruyordu. İlim ehli de ona bildikleri doğruları söyledi, o da doğrudan yana tavır aldı.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt