Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda sabır kavramı (6 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enbiya suresi ayet 85
Ve Hz. İsmail ve Hz. İdris ve Hz. Zelkifli; hepsi sabredenlerdendir.

El-Hakîm, "Nevâdiru'l-Usul" adlı eserinde ve başkaları İbn Ömer (ra)tan Peygamber (sav)dan şöyle buyurduğunu nakletmektedirler:
İsrailoğularında Zülkifl diye anılan bir adam vardı. Bu kişi her tür günahı işlemekten çekinmezdi. Bir kadının arkasından gitti ve onunla ilişki kurmak karşılığında ona altmış dinar verdi. Erkeğin hanımının önünde oturması gibi oturduğunda kadın sarsıldı ve ağlamaya başladı. Niye ağhyorsun? dedi. Kadın bu işi yapmaktan ötürü, dedi.
Allah'a yemin ederim. Ben hiç böyle bir şey yapmadım.
Peki ben seni zorladım mı? dedi.
Kadın: Hayır dedi. Fakat muhtaç olduğumdan dolayı bu işi yapmak zorunda kaldım.
Ona: Git, o verdiğim para senin olsun. Allah'a yemin ederim bundan sonra ebediyyen bir daha Allah'a isyan etmeyeceğim, dedi.
Sonra da aynı gece öldü. Evinin kapısı üzerinde: Muhakkak Allah Zülkifl'e mağfiret buyurdu, yazısını gördüler."

Bu hadisi Ebu İsa, et-Tirmizîde rivayet etmiştir. İbn Ömer (ra)dan gelen rivayetiyle lafzı şöyledir: (İbn Ömer) dedi ki: Peygamber (sav)ı bir hadis buyururken dinledim. Eğer ben onu bir, iki -yedi defaya sayıncaya kadar- defa duymamış olsaydım, asla onu nakletmezdim. Hana ben bunu ondan daha fazla defa duymuşumdur. Rasûlullah (sav)ı şöyle buyururken dinledim: "Zülkifl, İsrailoğuüarından İdi. Hiçbir günahı işlemekten çekinmezdi Ona bir kadın geldi. O da onunla ilişki kurmak şartıyla ona altmış dinar verdi. Erkeğin hanımının karşısında oturduğu gibi oturunca kadın titredi ve ağladı. Niye ağlıyorsun, ben seni zorladım mı? dedi. Kadın, hayır fakat bu daha önce hiçbir şekilde yapmadığım bir iştir. Beni bu işe yapmaya iten tek sebep, muhtaç oluşumdur. Sen bu işi şimdiye kadar hiç yapmamış iken mi yapacaksın? Haydi git, o paralar da senin olsun. (Devamla) dedi ki: Allah'a yemin ederim. Bundan sonra ebediyyen bir daha Allah'a isyan etmeyeceğim. Aynı gece öldü, sabah olduğunda kapısının üzerinde: Şüphesiz Allah Zülkifl'i bağışladı (mağfiret buyurdu), ibaresinin yazılı olduğu görüldü." Tirmizî dedi ki: Hasen bir hadistir.

Amr b. Abdurrahman b. el-Hâris dedi ki: Ebu Musa (ra) da Peygamber (sav)dan şöyle buyurduğunu nakletti:
"Zülkifl bir peygamber değildi, ama o salih bir kul idi. Vefatı esnasında salih bir kişinin ameli ile amelde bulunmayı tekeffül etti. Her gün Allah için yüz namaz kılardı. Yüce Allah da ondan güzel bir şekilde, övgü ile söz etti."

Cumhur onun peygamber olmadığı görüşündedir. el-Hasen dedi ki: O İl-yas'tan önce gönderilmiş bir peygamberdir. Zülkifl'in -Meryem'in geçimini tekeffül etmesi sebebiyle- Zekeriya (as) olduğu da söylenmiştir.
"Onların her biri" Allah'ın emirleri üzerinde ona itaatin gereklerini yerine getirmek ve masiyetlerden kaçınmak hususunda "sabredenlerdendi.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Hac suresi ayet 35
Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; onlar, kendilerine isabet eden musibetlere sabredenler, namazı dosdoğru kılanlar ve rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir.

Bu, salih insanların helal yoldan kazandıkları mallarını, kendi ve bakmak zorunda oldukları kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak, akrabalara, komşulara ve diğer ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, Allah'ın kelimesini tebliğ etmek için Allah yolunda harcadıkları anlamına gelir. Haram amaçlarla haram yollarda para harcamak buna dahil değildir. Kur'an'daki infak terimi, ne aşırı harcama, ne de cimri ve haris olma anlamına gelir, tam tersine kişinin toplumdaki yerine ve imkanlarına göre gerek kendisine gerek başkalarına harcamasıdır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Muminun suresi ayet 111
Muhakkak ki Ben, onlar sabırlarından dolayı kurtuluşa erenler olduğundan, bugün onlara mükâfatlarını verdim.

İşte onlar sizin eziyetlerinize ve Bana itaat üzere sabrettiklerine karşılık bugün Ben de gerçekten onları mükâfatlandıracağım. Onlar kurtuluşa erenlerdir.
Hamza ve el-Kİsaî Onlar lafzındaki hemzeyi yüce Allahın onlara övgüyü başlatmasını esas kabul ederek esreli okumuşlardır, Diğerleri ise üstün okumuşlardır.
Çünkü onlar kurtuluşa erenlerdir, demek olur.
Bununla birlikte "mükâfatlandırdın" anlamındaki fiilin mef'ulü bu edat ile başladığından ötürü de nasb edilmesi mümkündür.
İfadenin takdiri de şöyle olur:
Bugün Ben, onları umduktan cenneti elde etmekle mükâfatlandırdım.
Bundan şu anlaşılmaktadır:
Alay etmek, zayıflarla yoksullarla dalga geçmek, onları küçümsemek, onları önemsememek ve anlamsız şekilde onlarla uğraşmak sakınılması gereken bir iştir. Böyle bir tutum kişiyi yüce Allahtan uzaklaştırır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Furkan suresi ayet 75
İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar.

Sabr kelimesi, burada en kapsamlı anlamında kullanılmıştır. Gerçek kullar, hakkın, gerçeğin düşmanlarının işkencelerine cesaretle göğüs geriyor, yeryüzünde Allah Yolu'nun yerleşmesi mücadelesinde kararlı ve azimli davranıyor; içten, korkusuzca ve dünyevi kayıp ve mahrumiyet konusunda hiç bir endişe taşımadan Allah'ın emirlerini yerine getiriyor ve Şeytan'ın ve nefsin her türlü iğvalarına karşı duruyorlardı.

"Yüksek köşk" diye tercüme ettiğimiz "" yüksek bir konak, malikane olup kelime genellikle iki katlı bir evin "üst katı" için kullanılır. Fakat bu konudaki gerçek şudur ki, dünyada insanların yaptığı en yüksek binalar, bile Cennet'in "yüce konaklar"nın çirkin bir müsveddesinden başka birşey değildir. Bu konaklar öylesine muhteşem, yüce ve güzeldir ki, insan zihni onların ihtişamını hayal bile edemez.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Kasas suresi ayet 54-
İşte onlar; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.

sabretmeleri Yani, "Onlar çifte ödül alacaklar, çünkü kavmî, ırkî ve kabilevî önyargıları reddedip Hakk itikad yolu üzerinde sebat gösterdiler. Yeni bir peygamberin gelişiyle sıkı bir imtihanla karşılaştıkları zaman da, Mesih'e tapmadıklarını yalnızca Allah'a taptıklarını davranışlarıyla ispatladılar. Onlar Mesih'in şahsiyeti karşısında büyülenip, zihinlerini dondurmadılar. Yalnızca İslâm'ı izlediler. Yeni peygamber Mesih'den sonra onun getirdiği İslâm'ı tekrar getirdiğinde hiç tereddüt etmeden yeni peygamberin liderliğindeki İslâm yoluna girdiler ve Hıristiyanlığa takılıp kalmışların yolundan vazgeçtiler.

ecirleri iki defa Yani, birinci ödül Hz. İsa'ya (a.s) iman etmelerinden, ikinci ödül Hz. Muhammed'e (s.a) iman etmelerinden ötürüdür. Aynı husus, Buhari, Müslim ve Hz. Ebu Musa el-Eşari'den naklen rivayet edilen bir hadisde de açıklanmıştır: "Allah Rasûlü şöyle dedi: "Çifte ödül alacak üç kişiden ehli kitab'a mensup olanı kendi peygamberine içten inanmıştı. Sonra Hz. Muhammed'e (s.a) iman etti."

kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp Yani, "Onlar kötülük ve bâtıl'a, iyilik ve hakla cevap verirler, zulüm ve zorbalığı adalet ve aseletle savarlar, aynısıyla mukabelede bulunmazlar." Bu ifadelerde Habeşistan'dan Mekke'ye sırf hakikati araştırmak için seyahat edenlerin durumuna da bir îmâda bulunuyor olmalıdır.

kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler Yani, "onlar, aynı zamanda Hak yolunda paralarını feda ederler -burada sırf hakikati araştırmak için Habeşistan'dan Mekke'ye gelenlerin durumuna da bir atıfda bulunulmaktadır- Onlar, birçok harcamayı gerektiren zahmetli bir yolculuğu göze aldıklarında hiçbir maddi kâr amacı gütmüyorlardı. Bir adamın Mekke'de peygamberliğini ilan ettiğini işittiklerinde, eğer gerçekten Allah tarafından gönderilmişse ona imandan mahrum kalmamak ve hidayet etmek için, işin aslını anlamak ve oraya gitmek gerektiğini düşünmüşlerdi."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Kasas suresi ayet 80
Kendilerine ilim verilenler ise: "Yazıklar olsun size, Allah'ın sevabı, iman eden ve salih amellerden bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz" dediler.

Yani, "Böyle bir karakter, böyle bir düşünme biçimi ve sonuçta Allah'ın cömert mükafatı ancak, ister yalnızca karınlarını doyuracak kadar az, isterse milyoner olabilecek denli çok kazansınlar, meşru hayat tarzında sebat ve sabırla ısrar eden, fakat kendilerine bütün dünya nimet ve servetini kazandıracak olsa bile asla gayri-meşru yollara tevessül etmeyenlerin harcıdır. Bu ayette "Allah'ın mükafatı" insan tarafından Allah'ın koyduğu sınırlar içinde sarfedilmiş emek ve gayretin bir sonucu olarak kazanılmış bol dünya ve ahiret nimetleridir. "Sabır" ise, bir kimsenin arzu ve isteklerini kontrol altına alması, ihtiras ve şehvete karşı doğruluk ve dürüstlükte sebat etmesi, hak ve adaletin tesisi için uğramak zorunda kalabileceği kayıplara tahammül etmesi, şer'i olmayan araçlarla edinilebilecek kârlara sırt çevirmesi, eksik ve yetersiz de olsa, helâl yollarla kazandığına kanaat etmesi, müfsit insanların debdebesine gıpta ve kıskançlık duymaktan çekinip, şöyle bir başını kaldırıp bakmaya bile tenezzül etmemesi ve dürüst bir insan için Allah'ın kendisine bahşettiği şatafatsız saflığın, günah ve fesadın, şehvani kirlerden daha iyi olduğu düşüncesiyle mutmain olması demektir. "Mükâfât"a gelince, inanan ve salih bir kimsenin, sahtekarlık ve ifsad yoluyla mültimilyoner olmaktansa açlıktan kıvranmanın daha hayırlı oluduğu düşüncesiyle ulaştığı vicdan huzuru gibi ilâhî bir karşılığı tazammun eder.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Secde suresi ayet 24
Ve onların içinden, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola iletip yönelten önderler kıldık; onlar bizim ayetlerimize kesin bilgiyle inanıyorlardı.

Yani, "İsrailoğulları'nın bu Kitab ile katettiği terakki ve ulaştığı yücelik basit anlamda kendilerine bir kitabın gönderilmesiyle ilgili değildi sadece. Kitap, boyunlarına asabilecekleri ve böylece onun uğurlu ve koruyucu etkisi altında izzet basamaklarını çıkmaya başlayabilecekleri bir tılsım değildi. Elde ettikleri izzet ve şeref Allah'ın vahiylerine olan sarsılmaz inançlarının ve ilâhi emirleri izlemekte gösterdikleri sabır ve kararlılığın bir sonucu idi. İsrailoğulları'nın kendi aralarında dahi önderlik, yalnızca, Allah'ın Kitabı'na gerçekten inananlara, dünyevî kazanç ve zevklerin iştihasıyla akılları çelinmeyenlere nasib olmuştu. Hakikata bağlılık duygularıyla her tehlikeye göğüs gerdiklerinde, her türlü kayıp ve eziyete tahammül gösterdiklerinde ve bizzat kendi şehvetlerinden, hak inanca muhalif düşmanlara kadar bütün şer güçlere karşı sonuna kadar direndiklerinde, evet yalnızca böyle davrandıkları zaman dünyanın önderleri oldular. Maksat, Arabistan kâfirlerini, nasıl Allah'ın Kitabı'nın gelişi İsrailoğulları'nın kaderini belirlediyse, bu kitabın da onların kaderlerini aynı şekilde belirleyeceği yolunda uyarmaktır. İmdi, sadece bu kitaba inanan ve bu kitapta ortaya konan gerçeği sabır ve kararlılıkla izleyen kimseler önder olacaktır. Ondan yüz çevirenlerin akibeti helâk olmak ve gazaba uğramaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Ahzab suresi ayet 35
Hiç şüphesiz,(53) Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar,(54) mü'min olan erkekler ve mü'min olan kadınlar,(55) gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar,(56) sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar,(57) sabreden erkekler ve sabreden kadınlar,(58) saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar,(59) sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar,(60) oruç tutan erkekler, kadınlar ve ırzlarını koruyan erkekler(61) ve (ırzlarını) koruyan kadınlar,(62) Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar,(63) (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.(64)

53. Bir önceki paragraftan hemen sonra bu konunun sunulmasında gizli bir kinaye vardır: Buraya kadar Hz. Peygamber'in (s.a) hanımlarına verilen emir ve talimatlar sadece onlara mahsus değildir, bütün İslâm toplumu da onlara uygun bir şekilde kendisini ıslah etmelidir.

54. "Kendilerini Allah'a teslim edenler": İslâm'ı kendileri için bir yaşama tarzı, bir din olarak seçen ve hayatları boyunca ona uyan ve İslâmî düşünüş ve yaşayış tarzından dönmeyi istemeyen, bilakis ona teslim olma yolunu seçen kimseler.

55. "İman eden": İtaatleri sadece göstermelik ve gönülsüz olmayan, bilakis İslâm hidayetinin hak olduğunu samimiyetle kabul eden, Kur'an'ın ve Peygamber Muhammed'in (s.a) gösterdiği yolun kendilerini ebedî kurtuluşa götürecek tek doğru yol olduğuna inanan kimseler. Allah ve Peygamberinin yanlış dediği, onların hükmüne göre de yanlıştır ve Allah ve Peygamberinin doğru dediği, onların düşünce ve duygularına göre de doğrudur. Onlar Kur'an ve sünnetin emrettiği hiçbir şeyi ne psikolojik olarak, ne de aklen aykırı bulmazlar, ve hem Allah ve Rasûlünün emirlerinde bir değişiklik yaptıkları suçlamasından sakınıp, hem de onları kendi arzularına uydurmak ve dünyada o günlerde geçerli olan kurallara benzetmek için bir fırsat gözleyip durmazlar. Hz. Peygamber (s.a) gerçek imanı bir hadisinde şu şekilde tanımlamıştır:
"Rab olarak Allah'tan, din olarak İslâm'dan ve rasûl olarak Muhammed'den hoşnut olan kimse imanın gerçek tadını almıştır." (Müslim)
Başka bir hadisinde de şöyle buyurmuştur:
"Benim getirdiklerim kendi nefsinizden önce gelmedikçe hiçbiriniz gerçek mümin olamazsınız." (Şerh-üs-Sünne)

56. Yani, "Onlar sadece iman etmekle kalmazlar, aynı zamanda uygulamada da itaati seçerler. Onlar Allah ve Rasûlünün emrettiklerinin hak olduğuna kalben inanan, fakat uygulamada bu emirlere karşı gelen; Allah ve Rasûlünün haram kıldıklarının kötü olduğunu samimiyetle kabul eden, fakat pratik hayatta bu haramları işleyen kimseler gibi değildirler."

57. Yani, "Onlar konuşmalarında doğru sözlü ve ilişkilerinde sadıktırlar. Yalan, hile, aldatmaca gibi şeylerle uğraşmazlar. Dilleri sadece vicdanlarının doğru kabul ettiği şeyi söyler. Ancak hak ve doğruluğa uygun olduğunu bildikleri şekilde davranırlar ve başkalarıyla olan bütün ilişkilerinde doğruluk ve haysiyetten ayrılmazlar."

58. Yani, "Onlar Allah ve Rasûlü tarafından öğretilen doğru yolda ilerlerken ve yeryüzünde Allah'ın dinini ikame etmeye çabaladıkları sırada karşılaştıkları her tür zorluk, tehlike, kayıp ve engellere sabır ve sebat ile göğüs gererler. Hiçbir korku, hiçbir nefsani arzu ve eğilim onları doğru yoldan saptıramaz."

59. Yani, "Onlar kibir, gurur ve kendini beğenmişlikten uzaktırlar, kul olduklarının ve ibadet ve itaat etmekten başka bir konumda olamayacaklarının farkındadırlar. Bu nedenle vücutları ile birlikte kalpleri de, Allah'tan korkarak O'nun önünde secde eder. Onlar Allah'tan korkmayan ve kibir içinde yaşayanlar gibi davranmazlar." Bu niteliklerin dizilişinden huşü ile, genelde Allah korkusu ile birlikte özellikle namazın kastedildiği anlaşılmaktadır. Çünkü sadaka vermek ve oruç tutmak hemen bunun ardında yer almaktadır.

60. Burada farz olan zekat değil, nafile sadakalar da kastedilmektedir. Bu ifade ile, onların bütün servetlerini cömertçe Allah yolunda harcadıkları ve Allah'ın kullarına yardım etmekte cimrilik etmedikleri anlatılmak istenmektedir. Onların yardımının ulaşmadığı hiçbir yetim, hiçbir hasta, hiçbir zayıf ve özürlü insan, hiçbir muhtaç ve fakir yoktur. Allah'ın dinini yüceltmek için parasal desteğe ihtiyaç duyulduğunda ise bu kullar bu amaçla para harcamakta hiçbir tereddüt ve cimrilik göstermezler.

61. Bu hem farz, hem de nafile olan oruçları kapsar.

62. Bunun iki anlamı vardır:
1) Onlar zinadan korunurlar; veya
2) Çıplaklıktan sakınırlar. Burada çıplaklığın sadece üzerine hiçbir şey giymemek demek olmadığına, vücudun bütün hatlarını belli eden dar veya ince giysiler giyenlerin de çıplak sayılacağına dikkat edilmelidir.

63. "Allah'ı çok zikretmek", kişinin hayatın her anında şu veya bu şekilde Allah'ı anması demektir. İnsan, Allah düşüncesi kalbinin derinliklerinde yer etmedikçe böyle bir davranışı başaramaz. Bu fikir (Allah) kişinin zihnini aşıp bilinçaltına ve vicdanının derinliklerine yerleştiğinde, ancak o zaman her yaptığı işte ve her söylediği şeyde Allah'ın adını hatırlayıp anabilir. Yemeğe başlarken bismillah ve bitirdiğinde elhamdü-lillah der; yatmadan önce Allah'ın adını anar ve uyandığında Allah'ı hatırlar. Konuşmalarının arasında da defalarca bismillah, el-hamdü-lillah, inşa-Allah, mâ-şâ-Allah vs. sözleri tekrarlar ve her meselede Allah'ın yardımını ister, her nimeti için O'na şükreder. Her karşılaştığı belada Allah'ın rahmetine sığınır ve her güçlükte O'na yönelir. Günah işlediğinde O'ndan korkar, bir hata yaptığında O'ndan bağışlanma diler ve her ihtiyacı için O'na dua eder.
Kısacası hayatın her anında ve her safhasında onun işlevi Allah'ı anıp zikretmektir. İşte bu işlemi hayat tarzının temelidir. Çünkü bütün diğer ibadetler için belli bir zaman tayin edilmiştir ve kişi o zamanda onu ifa ettiğinde sorumluluk üzerinden kalkar. Fakat bu (Allah'ı zikretme) , belirli bir zamanla sınırlı olmayan bir ibadettir; sürekli yapılmalıdır ki insan hayatı Allah'la ve O'na ibadetle devamlı bir bağ içinde olsun. Diğer ibadetler ve dini görevler de ancak insanın kalbi sadece o ibadet sırasında değil, her an dili Allah'ın adını zikrederken Allah'a yönelmiş bir vaziyette olmaya devam ederse bir anlam ve değere sahip olabilir. Böyle bir durumda kişinin yaptığı ibadet ve vazifeler, verimli ve sulak bir arazide bitkilerin gelişip serpilmesi gibi gelişir. Bunun aksine sürekli Allah'ı zikirden yoksun olarak sadece muayyen vakitlerde yapılan ibadetler verimsiz bir arazide sadece bahçıvanın çabasıyla hayatta kalan bir bitkinin yetişmesine benzer. Bu nokta Hz. Peygamber'in (s.a) bir hadisinde şöyle açıklanmıştır:
"Muaz bin Enes el-Cüheni rivayet ediyor: Bir adam Allah'ın Peygamber'ine (s.a) "Allah yolunda savaşa gidenler arasında en büyük mükâfâtı elde eden hangisidir?" diye sordu. Peygamber (s.a) : "Allah'ı en çok zikreden" cevabını verdi. Adam: "Oruç tutanlar içinde hangisi en büyük sevaba nail olur?" diye sordu. Peygamber (s.a) : "Allah'ı en çok zikreden." cevabını verdi. Adam daha sonra aynı soruyu namaz kılan, zekat ve sadaka veren, hacca giden kimseler için sordu. Hz. Peygamber (s.a) her seferinde "Allah'ı en çok zikreden" diyerek aynı cevabı verdi." (Müsned-i Ahmed)

64. Bu ayet, hangi nitelik ve özelliklerin Allah katında değer taşıdığını açıkça ifade etmektedir. Bunlar İslâm'ın bir tek cümle içinde ifade edilen temel değerleridir. Bu konularda kadın ve erkek arasında hiçbir fark yoktur. Fakat hayattaki fonksiyonları açısından iki cins farklı alanlarda faaliyet gösterir. Erkekler bazı belirli alanlarda, kadınlar ise başka belirli alanlarda faaliyet göstermek zorundadırlar. Bununla birlikte eğer ayette zikredilen özellik ve niteliklere eşit olarak sahipseler, Allah onları eşit derecelere yükseltecek ve onlara eşit mükafatlar ihsan edecektir. Birisinin ev işlerini yapmış, diğerininse halifelik görevlerini yerine getirmiş ve şeriatın emirlerini uygulamış olması; birinin evde çocuklara bakmış, diğerininse savaş alanına gidip Allah yolunda cenketmiş olması, elde edecekleri mükafat ve makamı hiçbir şekilde etkilemez.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Saffat suresi ayet 102
Böylece onunla beraber çalışma çağına eriştiği zaman dedi ki: "Ey oğulcuğum! Gerçekten ben, uykuda seni boğazladığımı gördüm. Haydi bak (bir düşün). Bu konudaki görüşün nedir?" (İsmail A.S): "Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.

Hz. İbrahim (a.s) rüyasında oğlunu kurban etmiş olduğunu değil, kurban etmek üzereyken görmüştür. Ancak o oğlunu kurban etmiş olarak gördüğünü sanmış ve bu niyetle onu kesmeye karar vermiştir. Bu nokta 105. ayette daha da açıklığa kavuşturulmuştur: " Sen rüyayı doğruladın. İşte biz güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız."

Hz. İbrahim'in (a.s) oğluna, gördüğü rüya ile ilgili düşüncesini sormasının nedeni, onun iznini almak değil, sadece Allah'ın kendisine daha önce müjdelediği evladın 'salih' olup olmadığını öğrenmekti. Nitekim bilindiği gibi o daha önceden Allah'tan salih bir evlad istemiş ve Allah da ona salih bir evlad ihsan ettiğini müjdelemişti.
Çocuk, Allah rızası için canını feda etmeye hazır olduğu takdirde, Hz. İbrahim'in duasının kabul edildiği ve Hz. İsmail'in sadece sülbî olarak değil, ahlâk ve şahsiyet açısından da onun oğlu olduğu anlaşılacaktı.

Bu ifadeler, Hz. İsmail'in, babasının rüyasında gördüklerini sadece bir rüya olarak değil, Allah'ın vahyi ve bir emri olarak telakki ettiğini gösteriyor. Hz. İsmail'in bu düşüncesi doğru olmasaydı eğer, pekâlâ Hz. İbrahim (a.s) bunun Allah'ın emri derecesinde bir rüya olmadığını söyleyebilir ve ayrıca Allah Teâlâ da vahiy göndererek durumu açıklığa kavuşturabilirdi. Fakat burada böyle bir işaret yoktur. İşte bu nedenden ötürü İslâm'da peygamberlerin rüyalarının bir çeşit vahiy olduğuna inanılır. Aksi varid olsaydı, Allah, Hz. İbrahim'i (a.s) ikaz eder, yanlış anlamayı düzeltir ve Kur'an'da böylesine yanlış bir anlayışın oluşmasına izin vermezdi.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Sad suresi ayet 6
Onlardan ileri gelenler; "yürüyün, tanrılarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur. "

Öyleyse bu yeni çağrı ile amaçlanan ne din ne de inançtır. Burada amaç, bunların ötesinde başka bir şeydir. Bu konuyu, halk kitleleri, ehliyetli olan uzmanlarına bırakmalıdır. Gizli-kapaklı hesaplardan anlayan ve yapılan manevraları kavrayabilen yetkili kişilere havale etmelidir. Kitleler, atalarından kalma geleneklerine bağlı kalmalı, bilinen ilahlarına tapmaya devam etmeli ve bu yeni çağrı ile ortaya konan manevranın perde arkasını düşünmemeli, onunla ilgilenmemelidir! Zira halkın bu çağrıya karşı direnebilecek yetenekli ve yeterli uzmanları vardır. Kitleler müsterih olmalıdır. Zira, sözde ileri gelen büyükler, onların ilahlarını inançlarını ve milletin çıkarını en güzel şekilde kollamaya çalışacaklardır!

Bu yöntem, zalim yöneticilerin kitleleri kamuoyunu ilgilendiren konularla ilgilenmekten, gerçekleri düşünmekten alıkoymak için sürekli olarak kullandıkları alışılagelen bir plandır. Zira, kitlelerin bizzat kendilerinin gerçekleri öğrenmek için uğraşmaları ilahi mesajı hesaba katmayan yöneticiler ve yine bu özelliği taşıyan ileri gelenler, büyükler için ciddi tehlike oluşturur. Onların, kitleleri içinde boğdukları saçma planlarını temelsiz planlarını deşifre eder. Zaten, gayri meşru yönetimler kitleleri ancak temelsiz planlar için de boğarak hayatlarını sürdürebilirler!

Sonra, kendilerine en yakın inanç sisteminin, yani Ehl-i Kitab'ın inanç sisteminin maskesini kullanarak insanları ikna etmeye çalışıyorlar. Tabii ki, bu inanç sistemine onu salt tevhid ilkesinden saptıracak bir takım efsaneler, mitolojiler karıştırdıktan sonra.

Müşrikler, bu oyunlarım gizlemek ve insanlara kabul ettirmek için kendilerine en yakın olan inanç sisteminin ana ilkelerini kullanıyorlar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Sad suresi ayet 44
"Ve eline bir deste (sap) al, böylece onunla vur ve andını bozma." Gerçekten, biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi.

Bu cümle üzerinde biraz durmak gerekir. Hz. Eyyub hasta iken, hanımını bir miktar sopa vurarak döveceğine yemin etmiştir. Ancak sağlığına kavuştuğunda, günahsız hanımını döveceği için ettiği yeminden pişmanlık duymuştur. Dövmese yemin etmiş olduğu için günaha girecektir, dövse masum ve vefakâr eşine boşuna haksızlık edecektir. Allah bu sorunu şöyle halletmiştir: "Kaç adet sopa vuracaksan eline o kadar çöp al ve bir demet yap, sonra da o demetle eşine bir kez vur. Böylece hem yeminin yerine gelmiş olur, hem de eşin boş yere eziyet görmez."
Bazı fakihler böyle bir yöntemin sadece Hz. Eyyub'a mahsus olduğunu söylerlerken, bazıları da, başka kimselerin de bu fırsattan yararlanabileceklerini savunmuşlardır. İlk görüşü İbn Asakir, İbn Abbas'dan, el-Cassas ise Mücahid'den nakletmişlerdir. İbn Malik de aynı görüştedir.
Diğer görüş ise İmam Ebu Hanife, İmam Yusuf, İmam Muhammed, İmam Züfer ve İmam Şafiî tarafından öne sürülmüştür. Onlara göre sözgelimi bir kimse hizmetçisine 10 sopa vurmaya yemin ettiğinde, 10 sopayı birleştirerek ona vursa yemini yerine gelmiş olur. Ancak 10 sopanın hepsinin de hizmetçinin vücuduna değmiş olması gerekir. Nitekim. Hz. Peygamber'den (s.a.) rivayet edilen bir hadisde, o, hasta bir zaniye böyle ceza vermiştir. Çünkü zina eden şahıs o derece hasta idi ki 100 sopaya dayanması mümkün değildi. El-Cassas'ın Hz. Sa'd b. Ubade'den rivayet ettiğine göre, "Beni Sa'd kabilesinden bir şahıs zina etmişti. Ancak o kadar hastaydı ki bu şahıs, bir deri bir kemik kalmıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) bu zaniye "100 çöpü olan bir hurma dalıyla bir kez vurulmasını" emretmişti. (Ahkamu'l-Kur'an, ayrıca bu hadis, Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Neseî, İbn Mace, Taberânî, Abdurrezzak ve daha birçok hadis kitaplarında kayıtlıdır.) Hz. Peygamber (s.a.) hasta ve zayıf olan biri üzerinde hadd cezasını bu şekilde tatbik etmiştir. Ayrıca fukaha, bu tür bir ceza için çeşitli şartlar öne sürmüştür. Örneğin her çöpün suçlunun vücuduna dokunması ve ayrıca da eziyet vermesi gibi.
Bu bağlamda "Yemin eden bir kimsenin, ettiği yemin sahih bir sebebe dayanmıyorsa, ne yapılmalıdır?" şeklinde bir soruyla karşılaşıyoruz. Hz. Peygamber (s.a.) "Böyle bir durumda kişi en iyi olanı yapmalıdır. Çünkü yeminin kaffareti budur" demiştir. Diğer bir rivayete göre ise, "Bu yanlış iş yerine iyi bir iş yapmalıdır ki, böylece yeminine keffaret olsun" diye buyurmuştur. Ayet-i Kerime bu ikinci rivayeti teyid etmektedir.
Çünkü sadece yanlış bir iş yapmamak, yeminin keffareti olsaydı Allah, Hz. Eyyub'a yemini yerine getirmesi için, eline bir demet sopa (çöp) alıp hanımına onunla vurmasını söylemezdi. O takdirde şöyle denilebilirdi: "Sen yanlış bir iş yapma ki böylece bu senin keffaretin olsun." İzah için bkz. Nur an: 60.
Ayrıca bu ayetten yemin eden bir kimsenin, yemini hemen yerine getirmesinin gerekmediği anlaşılıyor. Çünkü Hz. Eyyub (a.s) hastayken yemin etmiş ve sıhhatine kavuştuktan sonra da yeminini hemen yerine getirmemiştir.
Bazı alimler, bu ayeti "hile-i şer'iyye"ye delil kabul etmişlerdir. Bunun Allah Teâlâ'nın Hz. Eyyub'a gösterdiği bir çözüm olduğundan da bir şüphe yoktur. Fakat bu, sorumluluktan (farzdan) kurtulmak için gösterilen bir yol değil, sadece bir kötülükten kaçınmak içindi. Dolayısıyla İslâm hukukunda bile, ancak kişinin kendisine veya bir başkasına yapacağı zulüm, günah ve kötülüğü bertaraf etmesi şartıyla caizdir. Aksi takdirde haramı helal kılmak, farzdan kaçınmak ve iyiliği terk etmek için yapılan hile günah üstüne günahtır, hatta son tahlilde küfre bile girebilir insan. Çünkü art niyetle hile yapmaya çalışan bir kimse, güya Allah'ı kandırmaya çalışıyordur. Sözgelimi bir kimse zekat vermemek için, yılın bitiminden önce malını başkasına devrederse, sadece farzı terk etmiş olmaz, aynı zamanda farzdan kurtulduğunu da sanarak Allah'ı aldatmaya çalışmış olur. Bazı fakihlerin bu gibi hilelere eserlerinde yer vermiş olmaları, şer'i hükümlerden nasıl kaçınılacağını göstermek için değildir. Bilakis hile-i şer'iyeye başvuran bir adamın davasına bakarken hakimin zahire göre hükmedip, sonucu Allah'a bırakması için yapılan hileyi bilmesini sağlamaktır.

Hz. Eyyub'un (a.s) kıssasının beyan edilmesinin amacı, siyak ve sibaktan anlaşıldığına göre, müslümanlara ne kadar büyük olursa olsun bir musibete uğradıklarında sabretmeleri ve sadece Allah'tan yardım istemeleri gerektiğini öğretmektir. Çünkü uğradığı musibetin (imtihanın) süresi uzamış olsa da, bir kul Allah'tan ümidini keserek, başkalarına sığınmamalı ve bunun Allah'tan olduğunu bilmelidir. Hz. Eyyub da sabretmiş ve sonunda Allah Teâlâ kendisine mal ve sıhhatini yeniden iade etmiştir. Bu şekilde musibete duçar olan kimse, vesveseye düşmesine rağmen, sabrettiği takdirde, Allah, Hz. Eyyub'a gösterdiği gibi, ona da bir çıkış yolu gösterir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Zümer suresi ayet 10
De ki: "Ey iman eden kularım, Rabbinizden korkup-sakının. Bu dünyada iyilik etmekte olanlar için bir iyilik vardır. Allah'ın arz'ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir."

Yani, sadece iman etmekle yetinmeyin, yanısıra Allah'tan korkarak, O'nun emirlerini yerine getirin. Yasak ettiği şeylerden uzak durun ve dünyada Allah'tan korkarak hayatınızı sürdürün.

Yani, onlara bu dünyada da ahirette de güzellik vardır.

Şayet bir belde, Allah'a itaat eden kimseler için, yaşanamayacak hale gelirse, onlar zorluğun ve sorunların daha az olduğu bir yere hicret etsinler.

Yani, onlar Allah yolunda her türlü musibete ve sıkıntıya katlanarak, hak yolda yürümeye devam ettiler. Bunların içine, hicret ederek, öz vatanlarına hasret duyanlar ile, hicret edemeyip bulundukları yerde, musibetlere göğüs geren ve Müslümanlıklarında diretenler de dahildir.
 

Şehbâl-iNûr

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Mar 2009
Mesajlar
42
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Asr Suresi:

Andolsun asra! İnsanlık hüsranda. Ancak iman edenler ve doğruları yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Şehbâl-iNûr,
Değerli katılımınız için Allah CC razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Muhammed suresi ayet 31
İçinizden mücahidlcri ve sabredenleri belirtelim diye, sîzleri mutlaka imtihan ederiz. Haberlerinizi de denetleriz.

Ey müminler, biz sizleri, savaşmakla ve Allanın düşmanlarına karşı cihad etmekle imtihan ederiz ki, içinizden mücahit! olanları ve düşmana karşı savaşmakta sabredenleri dostlarına tanıtalım. İçinizde, basiret sahibi olan müminler, bunları münafıklardan ayırdetmiş olsunlar. Sizlerin haberlerinizi de denetleriz ki doğru söyleyeninizi yalan söyleyeninizden ayırdetmiş olalım.
Abdullah b. Abbas diyor ki: Allah teala, bu âyet-i kerime ve buna benzeyen: "Şüphesiz ki biz sizi, biraz korku, açlık, mal, can ve ürün eksikliğiyle imtihan edeceğiz.. âyetinde dünyanın imtihan yurdu oluğunu müminlere
bildirmekte, onları, dünyadayken imtihan edeceğini haber vermekte ve onlara, sabretmelerini emretmektedir.
Sonra Allah teala, müminlerin gönlünü hoşnut etmek için, peygamberlerini ve seçkin kullarını da bu dünyada imtihan ettiğini beyan etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Sizden Öncekilerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Onlara yoksulluk ve sıkıntılar, dokunmuştu ve şiddetle sarsılmışlardı. Öyle ki, peygamber ve onumla beraber iman edenler: "Allahın yardımı ne zaman gelecek?" demişlerdi. Bilin ki, Allanın yardımı çok yakındır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Mearic suresi ayet 5
Artık güzel bir sabırla sabret.

Ey Muhammed, müşriklerin sana olan eziyetlerine karşı sızlanmadan sa-ret. Onlardan gördüğün kötülükler seni rabbinin, tebliğ etmeni emrettiği şeylerden alıkoymasın.
îbn-i Zeyd bu âyet-i kerimenin Resulullaha, kâfirlere karşı savaşmasını ve onlara karş; sert davranmasını emreden âyetlerden önce indiğini, bu sebeple neshedilmiş olduğunu söylemiştir.
Taberi ise Resulullahın Peygamber olarak gönderilmesinden itibaren ölümüne kadar kafirlerden eziyet çektiğini, zaman zaman onların eziyetlerine katlandığını bu itibarla âyet-i kerimenin neshedildiğini söylemenin doğru olmadığını söylemektedir
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Mearic suresi ayet 19
Muhakkak ki insan, sabırsız ve tamahkâr olarak yaratıldı.

Nasıl ki bir insan için "bu onun fıtratındandır. Ya da bu onun fıtrî zayıflığındandır" deriz, Allah da (c.c) burada "Muhakkak insan pek huysuz, hırsına düşkün yaratılmıştır" buyurmaktadır. Burada şu hususu gözden kaçırmamalıyız: Kur'an'ın, insanın ahlâkî zayıflığından bahsettiği pekçok yerde, bundan iman edenler ve doğru yolda olanlar istisna edilmiştir. Aynı husus ileriki ayetlerde de gelecektir. Burada kendiliğinden anlaşılıyor ki, doğuştaki bu fıtrî zayıflık daha sonra değiştirilemez değildir. Fakat insan Allah'ın gönderdiği hidayeti kabul eder ve kendi nefsini ıslah için bilfiil gayret gösterirse o zaman bu zayıflığını tedavi edebilir. Eğer nefsini gevşek bırakırsa bu zaafiyetler onun içerisinde yerleşir, gelişir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
İnsan suresi ayet 12
Ve sabırlarından dolayı onları cennetle ve ipek elbiselerle mükâfatlandırdı.

Burada sabır, geniş anlamıyla kullanılmıştır. Aslında iman ehli salih kulların bütün hayatları sabırdır. Onlar, akil, baliğ olduktan ve iman ettikten sonra ölümlerine kadar, caiz olmayan isteklerini bastırırlar Allah'ın tayin ettiği hudutlar içerisinde kalırlar, Allah'ın rızası için vakit, mal ve diğer kuvvet ve yeteneklerini ve gerekirse canlarını bile kurban ederler, yolundan saptıracak her öneri ve teşviği reddederler. Kendilerini Allah'ın yolundan alıkoyacak her tehlike ve zorluğu göze alırlar, haram yollardan karşılarına çıkan her fayda ve lezzete karşı çıkarak onlardan faydalanmazlar. Bunun meyvelerini bu dünyada değil öteki dünyada elde edeceklerine dair Allah'ın vaadine inanarak, doğru yolda her zarar ve meşakkate göğüs gererler. Bir mü'minin hayatı öyle bir tarz-ı hayattır ki baştanbaşa sabırdan ibarettir. Bu her an ve sürekli bir sabırdır, ömür boyu bir sabırdır.

Kuranda sabır konusu ile alakalı ayetleri bitirmiş olduk İnşallah faydalı olmuştur.

Allahım! Bu yazdıklarımızdan sebep bizi sıratı müstakimde yürüyenlerden eyle. Amin
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt