Küfür ve dalalet, zarara asla uğramayacak bir ticareti / kazancı (35/Fâtır, 29; 61/Saff, 10-11) istememek ve müflis tüccar olmaktır. "Onlar hidayete karşılık dalaleti satın alanlardır. Ancak, onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de hidayete erememiş, doğru yola girememişlerdir." (2/Bakara, 16)
Fatır suresi ayet 29
“Allah’ın Kitabı’na uyanlar, namazı kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık sarf edenler, tükenmeyecek bir kazanç umabilirler.”
Allah’ın kitabını okuyanlar, kitabı izleyenler, kitapla beraber olanlar, kitaba tabi olanlar, bu kitaptan hesaba çekileceklerini bilerek gece gündüz bu kitabı tanımaya, hayatlarını bu kitapla düzenlemeye çalışanlar, kitabı düşünenler, kitap üzerinde kafa yoranlar… Bu kitabın istediği şekilde namazı ikame edenler, namazla kitabın kıraatini ve kıyamını gerçekleştirenler, namazla Allah’tan mesaj alanlar, namazla kitabı, namazla hayatı ayağa kaldıranlar, imanlarının direğini dikenler, namazla hayatı özdeşleştirenler, namazı Allah’a doğrultanlar, hayatlarını Allah’a yönelik kılanlar, namazla kulluklarını ayağa kaldıranlar…
İşte kitabı izleyenler, kitapla beraberliklerini sürdürenler, böyle namaz kılanlar, namazda aldıkları mesajı Allah kullarına duyurma kavgası içine girenler, kendilerine Allah’ın verdiği rızıktan gizli ve açık, Allah yolunda, Allah rızası uğrunda sarf edenler, infak edenler, hayatlarında delik açanlardır.
İnfak, ‘delik açmak’ demektir. Hayatımızda delik açmalıyız. Çünkü hayat bize verilmiş bir rızıktır. Vücudumuz bir rızıktır. Mallarımız, mülklerimiz, paralarımız, pullarımız, giydiklerimiz, gücümüz, kuvvetimiz, sağlığımız, bilgilerimiz, aklımız, fikrimiz rızıktır. İşte bunlardan birer delik açıp, onları sürekli bize veren Rabbimizin emrettiği yolda akıtıp duracağız. Tüm sahip olduklarımızdan bir şeyleri infak edeceğiz ve bunu açık da yapacağız gizli de. Her ikisinin de yasaları belirtilmiştir. Yeri geldiği zaman bazen infakın açıkça yapılması güzeldir, farzdır, yeri geldiği zaman gizli yapılması güzeldir. Bazen de yerine ve zamanına göre hem açık, hem de gizli yapılabilir. Bunu kitabımız ve onun pratiği olan Rasulullah Efendimizin sünneti tarif etmiştir. Örneğimiz nasıl onaylamış, nasıl örneklemişse, aynen onun gibi yapacağız.
İşte böyle yapanlar, böyle yaşayanlar, Allah’ın kitabını izlemeye devam edenler, kitapla beraberliklerini sürdürenler, Allah’ın istediği şekilde namazlarını ikame edenler, Allah’ın kendilerine verdiklerini Allah kullarıyla paylaşma kavgası içinde olanlar, işte bunlar, bu âlimler asla batmayacak, ebediyen kaybolmayacak, zâyi olmayacak bir ticaret, bir kâr umarlar.
Bunlar hiçbir zaman bitip tükenmeyecek bir ticaretin peşine düşen kimselerdir. İşte hayatları, çabaları, ticaretleri, hizmetleri kabul edilip, hayatları bereketlendirilenler bunlardır. Elbette Allah’tan en çok ittikâ edenler, Kur’an’ın bilincine eren âlimler olunca, elbette Allah’ın lütfuna en çok mazhar olanlar da onlar olacaktır. İşte gerçek ticaret, gerçek kazanç budur. Kâfirlerin, müşriklerin, münâfıkların ticaretleri yalandır, yanlıştır. Onlar âhireti satarlar, dünyayı alırlar, cenneti satarlar, cehennemi alırlar. Mü’minlerse canlarını, mallarını ortaya koyarak cenneti ve Rahmân’ın rızasını, Rahmân’ın hoşnutluğunu satın alırlar. Gerçekten bu alışveriş tebrike şayan, kazançlı bir alışveriştir.
61/Saff, 10-11)
Saf suresi ayet 10-11.
“Ey İnananlar! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak, kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah’a ve peygamberine inanır, Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihad edersiniz; bilseniz, bu sizin için en iyi yoldur.”
Rabbimiz burada bir ticaretten, bir alışverişten söz ediyor. Hem de çok kârlı bir alışveriş. Neymiş bu alışveriş? Şartları nasılmış?
“Allah’a ve Resûlü’ne iman edersiniz.” Arkadaşlar, dikkat ederseniz önce ey iman edenler dendi, sonra da Allah’a ve Resûlü’ne iman edersiniz dendi. Bunun mânâsı şudur: “Ey inandığını, mü'min olduklarını iddia edenler veya ey inandığını zannedenler…” Çünkü iman sadece iddiadan ibaret olmayacaktır. İman, Allah’ın istediği gibi olacaktır. Ya da mânâ, ey buraya kadar anlatılanlara iman edenler, bundan sonra anlatılacak olanlara da iman edin demek olacaktır. Allah’a Allah’ın istediği biçimde iman edin. Allah’tan gelenlerin tümüne iman edin. Allah’a iman, Allah’tan gelenlerin tümüne iman demektir. Allah’a iman, Allah’ın hayata karışacağına iman demektir. Allah’a iman, O’nun Rabb, Melik, ve İlâh oluşuna imandır. Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde bir hayat yaşamaya iman demektir. Allah’ın hayata karışacağına, Allah’ın hayatı düzenlemek üzere hayat programı gönderdiğine imandır. Allah’a iman, Allah’ın belirlediği hayat programına iman demektir. Kişinin boynundaki kulluk ipini yalnız Allah’ın eline vermeye imandır.
Allah’a böylece iman edeceğiz, Allah’ın istediği gibi inanacağız. Biraz önce Rabbimizin anlattığı ehl-i kitabın kendi arzu ettikleri gibi bir iman olmayacak bu iman… Öyle bir Allah’a inanacağız ki, inandığımız Allah, yalnız kendisine ibadet edilen, yalnız kendisine itaat edilen bir İlâh olacaktır. Kendisinden başka İlâh olmayan, kendisinden başka Rabb, Mâbud olmayan bir Allah’tır. Günlük hayat programımızı yapan, kendisinden başka kimsenin hayata karışma yetkisi olmayan bir Allah… Velîmiz olan, bizim adımıza tek taraflı karar verme makamında olan, bizim adımıza aldığı kararları hayatımızın her bir alanında bizim için bağlayıcı olan, her işimizi kendisine havale edeceğimiz, bütün problemlerimizi kendisinden soracağımız bir İlâhtır O. Melekleri, peygamberleri, kitapları olan, melekleri vasıtasıyla sürekli bizimle diyalog halinde olan, yaptığımız her şeyi gören, bilen, kontrol eden bir Allah... Peygamberleri vasıtasıyla bizden istediği kulluğu örnekleyen, kitapları vasıtasıyla bize hayat programı gönderen bir Allah… Evet, bize gönderdiği kitaplarında kendisini bize nasıl tanıttıysa öyle bir Allah’a inanacağız. Yeryüzünde ortağı, benzeri olmayan, hayatın tümünde mutlak hâkimiyet ve otorite sahibi bir Allah’tır O.
Kimi demokrat kafaların inandıkları gibi hayata karışmayan, hukuku bilmeyen, eğitimden anlamayan, kılık-kıyafet konusunda söz sahibi olmayan, kazanmamıza, harcamamıza karışmayan, düğünümüze, derneğimize, atımıza, arabamıza, dükkanımıza, tezgahımıza, cebimizdeki paramıza, ev tefrişimize, soframıza, mutfağımıza karışmayan, dünyayı, gökleri ve yerleri, göktekileri, yerdekileri yaratan a-ma onların hayatına karışmayan, yaratan, ama egemenlik haklarını başkalarına devreden bir Allah’a değil, her şeyin sahibi ve her şeyin yöneticisi olan, bütün insanların hayat programlarını kendisinden almak zorunda oldukları bir Allah’a inanacağız.
Sadece Allah’ı kabul etmek yetmez, peygambere de iman edeceğiz. Peygambere iman, peygamberin örnekliğine ve her konuda onun gibi olmamız gerektiğine iman etmek demektir. Peygambere iman, Allah’ın istediği kulluğu yaşayabilmek için adım adım kendisini takip etmek zorunda olduğumuza iman demektir. Peygambere iman, peygamberin inandığı gibi Allah’a iman demektir. Rasûlullah, ne Hris-tiyanların, ne Aristo’nun, ne Ebu Cehil’in, ne demokratik kafaların uydurduğu gibi dünya işini bilmeyen, dünyaya karışmayıp dünya idaresini insanlara bırakan, dünya işlerine karışmayan, hukuk, eğitim, ticaret gibi dünya işleri konusunda cahil bir Allah’tan mesaj getirmemiştir. Öyleyse öyle bir Allah’a iman edeceğiz ki, bu Allah, Rasûlullah’ın inandığı ve bize haber verdiği Allah olacaktır. Ya da kitabında kendisini bize nasıl tanıttıysa, öylece Allah’a iman edeceğiz. Sonra:
“Mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz.” Dininizi yaşayabilmek, hayatınızda imanınızı görüntüleyebilmek için mallarınız ve canlarınızla cihad edersiniz. Cihadsız bunların gerçekleşmesi mümkün değildir. Bakın bu hususu anlatırken Rasûlullah Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurur: “Dinin zirve noktası cihaddır.” Cihad, cehd kökünden gelir. O da mü’minin inancını yaşama adına cehd ve gayret etmesi, çabalaması demektir. İnanan kişi, inancını yaşama kavgası verecektir. Bir taraftan inancını yaşama kavgası verirken diğer taraftan inancını yaşayabileceği ortamı oluşturmanın savaşını da vermek zorundadır. Yani inancını insanlara ulaştırarak bu inancın rahat bir şekilde yaşanmasını sağlayacaktır. Onun içindir ki İslâm’ın cihadı, Allah adına bir cihaddır.
Cihadsız dinin yaşanması, cihadsız Müslüman kalmak mümkün değildir. Dinimizi yaşamamıza, kulluğumuzu icra etmemize engel olan tüm düşmanlarımızla savaşı sürdürmek zorundayız. Bize en büyük düşman olan şeytanlara, cin şeytanlarına ve iki ayaklı insan şeytanlarına, bizim kulluğumuza engel olmaya çalışan nefsimizin arzularına, bizi Allah’a kulluktan çalıp kendisine kul-köle edinmeye çalışan dünyaya ve dünyalıklara karşı sürekli savaşımızı sürdürmek zorundayız. Bu uğurda mallarımızı ve canlarımızı fedâya hazır olmak zorundayız. Dikkat ederseniz önce mal, sonra da can zikrediliyor. Zaten Allah yolunda mallarından vazgeçemeyen insanların, toplumların Allah için savaşmaya, Allah için canlarını fedâ etmeye güçleri yetmez. Vücutlarının dışındakileri harcamaya gücü yetmeyen insanlar, iç dünyalarını veya vücutlarını nasıl harcayabilecekler? Malını Allah yolunda veremeyen insanlar canlarını nasıl verebilecekler? Cebimdeki on bin lirayı Allah için harcayamayan, ömrümün birkaç saatini Allah için ilme, Allah için bir hizmete adayamayan ben, ilerde ömrümün tamamını Allah’a nasıl verebileceğim? Halbuki Allah için savaşa girmek demek, ömrün tamamını fedâya hazır olmak demektir. Sormak lazım, inandıkları Allah, uğrunda mal harcamaya değmeyen bir Allah olan bu insanlar, O’nun uğrunda canlarını nasıl fedâ edecekler?
Rabbimiz, kitabında “kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın” buyurmaktadır. Bunu Ebu Eyyub el-Ensârî efendimiz çok hoş açıklar. Fetihler gerçekleşip İslâm her tarafa yayılınca, sahâbe gelip Rasûlullah’tan izin istedi. “Ey Allah’ın Resûlü, artık bize müsaade et de biz şu işimize, aşımıza, ticaretimize, hurmalıklarımıza, tarlalarımıza dönelim” dediler. Allah’ın Resûlü şöyle buyurdu: “Siz Allah yolunda cihadı bırakır da tarlalarınıza, ticaretinize dönerseniz, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmış olursunuz!” buyurdu ve bu âyeti okudu. İşte âyetin mânâsı budur. Eğer gerçekten bizler işimize, aşımıza, dükkanımıza, tezgahımıza döner de Allah yolunda cihadı terk edersek, kendi ellerimizle kendi kendimizi tehlikeye atmış olacağız. Halbuki bize göre kendi kendimizi tehlikeye atmamız, zarara uğramamamız, maslahata uygun, rahat içinde bir hayatı kaybetmemiz demektir. O zaman kâfirlerin egemenliği altında zillet içinde bir hayata razı olacak, izzet ve şerefimizi kaybedeceğiz demektir. Ama cihaddan vazgeç-mezsek:
Eğer bilirseniz, anlarsanız bu sizin için dünya ticaretinden, tüm dünyayı kazanmanızdan çok daha hayırlı olacaktır.
Bakara suresi ayet 16
"İşte bunlar hidâyet yerine dalâleti satın almış*lar*dır. Ama ticaretleri kâr getirmemiştir. Doğru yolu da bu*lamamışlardır."
Hidâyet tam ellerine geçmişken onu bırakıp da dalâleti, sa*pık*lığı tercih ettiler. Hidâyet yerine dalâleti satın aldılar. Hidâyeti dalâletle değiştirdiler. Hidâyeti verip dalâleti tercih ettiler. Böyle bir alışverişte bulundular ama onların bu ticaretleri kendilerine kâr getirmedi. Kâr yolunu bulma im*kânları da kalmadı. Ticarette iki maksat vardır:
1- Sermayeyi korumak,
2- Kâr etmek,
Bunlar kâr etmek şöyle dursun sermayeyi bile koruyamadı*lar. Sermayesi olmayan, sermayeyi koruyamayan bir adamın kâr etmesi düşünülebilir mi? Bırakın kâr etmeyi mevcut sermayeyi bile kaybettiler bu adamlar diyor Rabbimiz. Peki neydi bu sermaye? Sermaye imandı, sermaye hidâyetti. Hidâ*yeti kaybeden, imanı kaybeden bir adam nerde kaldı kâr etsin. Zira imansız hiçbir amelin kıymeti yoktur. İmandan kaynaklanmayan her amel boştur. Kâfirlerin yaptıkları her şey boştur. Onların yaptıkları zahiren insanlık için hayırmış gibi görü*nen tüm amelleri, tüm eserleri imandan kaynaklanmadığı için yarın değerlendirmeye bile tabi tutulmayacaktır.
Kalu Bela denilen bezm-i elestte, yani hilkat sabahında, ruhlar meclisinde Allah, hepimizden ahd ve misak aldı. O'nun huzurunda doğru yola gideceğimize hep bir ağızdan söz verdik. Gerçi biz bu macerayı hatırlayamıyoruz ama, onu Allah, kitabında bildirmiş, bu suretle kat'i olarak malum olmuştur. Hatırlayamamak, inkâr vesilesi olamaz. Biz üç günlük kısa hayatımızda bile, nice mühim ve hayati olayları unutup duruyoruz. İşte ezeli iman, Allah'ın bir hidayeti ve bu maceranın tatlı bir hatırası ve insanlarda her türlü fazilet ve ahlak sermayesidir. Dünyaya çıkma zamanı gelince her ruh için cismani ve ruhani kuvvetlerle mücehhez bir ceset bağışlaması, dünyaya kitaplar indirmesi, peygamberler göndermesi, dünyada gördüğü, işittiği, fikren mülahaza ettiği her hadisede bir hikmet dersi göstererek ezeli iman nurunu kuvvetlendirip parlaklığını arttırması, hep Allahu Teala'nın kat kat hidayetleridir ki, kul, hidayet istedikçe ve hidayete uydukça Allah'ın hidayeti de daima artar durur. "...Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize süslemiş, sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır."
(49/Hucurât, 7)
Fatır suresi ayet 29
“Allah’ın Kitabı’na uyanlar, namazı kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık sarf edenler, tükenmeyecek bir kazanç umabilirler.”
Allah’ın kitabını okuyanlar, kitabı izleyenler, kitapla beraber olanlar, kitaba tabi olanlar, bu kitaptan hesaba çekileceklerini bilerek gece gündüz bu kitabı tanımaya, hayatlarını bu kitapla düzenlemeye çalışanlar, kitabı düşünenler, kitap üzerinde kafa yoranlar… Bu kitabın istediği şekilde namazı ikame edenler, namazla kitabın kıraatini ve kıyamını gerçekleştirenler, namazla Allah’tan mesaj alanlar, namazla kitabı, namazla hayatı ayağa kaldıranlar, imanlarının direğini dikenler, namazla hayatı özdeşleştirenler, namazı Allah’a doğrultanlar, hayatlarını Allah’a yönelik kılanlar, namazla kulluklarını ayağa kaldıranlar…
İşte kitabı izleyenler, kitapla beraberliklerini sürdürenler, böyle namaz kılanlar, namazda aldıkları mesajı Allah kullarına duyurma kavgası içine girenler, kendilerine Allah’ın verdiği rızıktan gizli ve açık, Allah yolunda, Allah rızası uğrunda sarf edenler, infak edenler, hayatlarında delik açanlardır.
İnfak, ‘delik açmak’ demektir. Hayatımızda delik açmalıyız. Çünkü hayat bize verilmiş bir rızıktır. Vücudumuz bir rızıktır. Mallarımız, mülklerimiz, paralarımız, pullarımız, giydiklerimiz, gücümüz, kuvvetimiz, sağlığımız, bilgilerimiz, aklımız, fikrimiz rızıktır. İşte bunlardan birer delik açıp, onları sürekli bize veren Rabbimizin emrettiği yolda akıtıp duracağız. Tüm sahip olduklarımızdan bir şeyleri infak edeceğiz ve bunu açık da yapacağız gizli de. Her ikisinin de yasaları belirtilmiştir. Yeri geldiği zaman bazen infakın açıkça yapılması güzeldir, farzdır, yeri geldiği zaman gizli yapılması güzeldir. Bazen de yerine ve zamanına göre hem açık, hem de gizli yapılabilir. Bunu kitabımız ve onun pratiği olan Rasulullah Efendimizin sünneti tarif etmiştir. Örneğimiz nasıl onaylamış, nasıl örneklemişse, aynen onun gibi yapacağız.
İşte böyle yapanlar, böyle yaşayanlar, Allah’ın kitabını izlemeye devam edenler, kitapla beraberliklerini sürdürenler, Allah’ın istediği şekilde namazlarını ikame edenler, Allah’ın kendilerine verdiklerini Allah kullarıyla paylaşma kavgası içinde olanlar, işte bunlar, bu âlimler asla batmayacak, ebediyen kaybolmayacak, zâyi olmayacak bir ticaret, bir kâr umarlar.
Bunlar hiçbir zaman bitip tükenmeyecek bir ticaretin peşine düşen kimselerdir. İşte hayatları, çabaları, ticaretleri, hizmetleri kabul edilip, hayatları bereketlendirilenler bunlardır. Elbette Allah’tan en çok ittikâ edenler, Kur’an’ın bilincine eren âlimler olunca, elbette Allah’ın lütfuna en çok mazhar olanlar da onlar olacaktır. İşte gerçek ticaret, gerçek kazanç budur. Kâfirlerin, müşriklerin, münâfıkların ticaretleri yalandır, yanlıştır. Onlar âhireti satarlar, dünyayı alırlar, cenneti satarlar, cehennemi alırlar. Mü’minlerse canlarını, mallarını ortaya koyarak cenneti ve Rahmân’ın rızasını, Rahmân’ın hoşnutluğunu satın alırlar. Gerçekten bu alışveriş tebrike şayan, kazançlı bir alışveriştir.
61/Saff, 10-11)
Saf suresi ayet 10-11.
“Ey İnananlar! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak, kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah’a ve peygamberine inanır, Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihad edersiniz; bilseniz, bu sizin için en iyi yoldur.”
Rabbimiz burada bir ticaretten, bir alışverişten söz ediyor. Hem de çok kârlı bir alışveriş. Neymiş bu alışveriş? Şartları nasılmış?
“Allah’a ve Resûlü’ne iman edersiniz.” Arkadaşlar, dikkat ederseniz önce ey iman edenler dendi, sonra da Allah’a ve Resûlü’ne iman edersiniz dendi. Bunun mânâsı şudur: “Ey inandığını, mü'min olduklarını iddia edenler veya ey inandığını zannedenler…” Çünkü iman sadece iddiadan ibaret olmayacaktır. İman, Allah’ın istediği gibi olacaktır. Ya da mânâ, ey buraya kadar anlatılanlara iman edenler, bundan sonra anlatılacak olanlara da iman edin demek olacaktır. Allah’a Allah’ın istediği biçimde iman edin. Allah’tan gelenlerin tümüne iman edin. Allah’a iman, Allah’tan gelenlerin tümüne iman demektir. Allah’a iman, Allah’ın hayata karışacağına iman demektir. Allah’a iman, O’nun Rabb, Melik, ve İlâh oluşuna imandır. Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde bir hayat yaşamaya iman demektir. Allah’ın hayata karışacağına, Allah’ın hayatı düzenlemek üzere hayat programı gönderdiğine imandır. Allah’a iman, Allah’ın belirlediği hayat programına iman demektir. Kişinin boynundaki kulluk ipini yalnız Allah’ın eline vermeye imandır.
Allah’a böylece iman edeceğiz, Allah’ın istediği gibi inanacağız. Biraz önce Rabbimizin anlattığı ehl-i kitabın kendi arzu ettikleri gibi bir iman olmayacak bu iman… Öyle bir Allah’a inanacağız ki, inandığımız Allah, yalnız kendisine ibadet edilen, yalnız kendisine itaat edilen bir İlâh olacaktır. Kendisinden başka İlâh olmayan, kendisinden başka Rabb, Mâbud olmayan bir Allah’tır. Günlük hayat programımızı yapan, kendisinden başka kimsenin hayata karışma yetkisi olmayan bir Allah… Velîmiz olan, bizim adımıza tek taraflı karar verme makamında olan, bizim adımıza aldığı kararları hayatımızın her bir alanında bizim için bağlayıcı olan, her işimizi kendisine havale edeceğimiz, bütün problemlerimizi kendisinden soracağımız bir İlâhtır O. Melekleri, peygamberleri, kitapları olan, melekleri vasıtasıyla sürekli bizimle diyalog halinde olan, yaptığımız her şeyi gören, bilen, kontrol eden bir Allah... Peygamberleri vasıtasıyla bizden istediği kulluğu örnekleyen, kitapları vasıtasıyla bize hayat programı gönderen bir Allah… Evet, bize gönderdiği kitaplarında kendisini bize nasıl tanıttıysa öyle bir Allah’a inanacağız. Yeryüzünde ortağı, benzeri olmayan, hayatın tümünde mutlak hâkimiyet ve otorite sahibi bir Allah’tır O.
Kimi demokrat kafaların inandıkları gibi hayata karışmayan, hukuku bilmeyen, eğitimden anlamayan, kılık-kıyafet konusunda söz sahibi olmayan, kazanmamıza, harcamamıza karışmayan, düğünümüze, derneğimize, atımıza, arabamıza, dükkanımıza, tezgahımıza, cebimizdeki paramıza, ev tefrişimize, soframıza, mutfağımıza karışmayan, dünyayı, gökleri ve yerleri, göktekileri, yerdekileri yaratan a-ma onların hayatına karışmayan, yaratan, ama egemenlik haklarını başkalarına devreden bir Allah’a değil, her şeyin sahibi ve her şeyin yöneticisi olan, bütün insanların hayat programlarını kendisinden almak zorunda oldukları bir Allah’a inanacağız.
Sadece Allah’ı kabul etmek yetmez, peygambere de iman edeceğiz. Peygambere iman, peygamberin örnekliğine ve her konuda onun gibi olmamız gerektiğine iman etmek demektir. Peygambere iman, Allah’ın istediği kulluğu yaşayabilmek için adım adım kendisini takip etmek zorunda olduğumuza iman demektir. Peygambere iman, peygamberin inandığı gibi Allah’a iman demektir. Rasûlullah, ne Hris-tiyanların, ne Aristo’nun, ne Ebu Cehil’in, ne demokratik kafaların uydurduğu gibi dünya işini bilmeyen, dünyaya karışmayıp dünya idaresini insanlara bırakan, dünya işlerine karışmayan, hukuk, eğitim, ticaret gibi dünya işleri konusunda cahil bir Allah’tan mesaj getirmemiştir. Öyleyse öyle bir Allah’a iman edeceğiz ki, bu Allah, Rasûlullah’ın inandığı ve bize haber verdiği Allah olacaktır. Ya da kitabında kendisini bize nasıl tanıttıysa, öylece Allah’a iman edeceğiz. Sonra:
“Mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz.” Dininizi yaşayabilmek, hayatınızda imanınızı görüntüleyebilmek için mallarınız ve canlarınızla cihad edersiniz. Cihadsız bunların gerçekleşmesi mümkün değildir. Bakın bu hususu anlatırken Rasûlullah Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurur: “Dinin zirve noktası cihaddır.” Cihad, cehd kökünden gelir. O da mü’minin inancını yaşama adına cehd ve gayret etmesi, çabalaması demektir. İnanan kişi, inancını yaşama kavgası verecektir. Bir taraftan inancını yaşama kavgası verirken diğer taraftan inancını yaşayabileceği ortamı oluşturmanın savaşını da vermek zorundadır. Yani inancını insanlara ulaştırarak bu inancın rahat bir şekilde yaşanmasını sağlayacaktır. Onun içindir ki İslâm’ın cihadı, Allah adına bir cihaddır.
Cihadsız dinin yaşanması, cihadsız Müslüman kalmak mümkün değildir. Dinimizi yaşamamıza, kulluğumuzu icra etmemize engel olan tüm düşmanlarımızla savaşı sürdürmek zorundayız. Bize en büyük düşman olan şeytanlara, cin şeytanlarına ve iki ayaklı insan şeytanlarına, bizim kulluğumuza engel olmaya çalışan nefsimizin arzularına, bizi Allah’a kulluktan çalıp kendisine kul-köle edinmeye çalışan dünyaya ve dünyalıklara karşı sürekli savaşımızı sürdürmek zorundayız. Bu uğurda mallarımızı ve canlarımızı fedâya hazır olmak zorundayız. Dikkat ederseniz önce mal, sonra da can zikrediliyor. Zaten Allah yolunda mallarından vazgeçemeyen insanların, toplumların Allah için savaşmaya, Allah için canlarını fedâ etmeye güçleri yetmez. Vücutlarının dışındakileri harcamaya gücü yetmeyen insanlar, iç dünyalarını veya vücutlarını nasıl harcayabilecekler? Malını Allah yolunda veremeyen insanlar canlarını nasıl verebilecekler? Cebimdeki on bin lirayı Allah için harcayamayan, ömrümün birkaç saatini Allah için ilme, Allah için bir hizmete adayamayan ben, ilerde ömrümün tamamını Allah’a nasıl verebileceğim? Halbuki Allah için savaşa girmek demek, ömrün tamamını fedâya hazır olmak demektir. Sormak lazım, inandıkları Allah, uğrunda mal harcamaya değmeyen bir Allah olan bu insanlar, O’nun uğrunda canlarını nasıl fedâ edecekler?
Rabbimiz, kitabında “kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın” buyurmaktadır. Bunu Ebu Eyyub el-Ensârî efendimiz çok hoş açıklar. Fetihler gerçekleşip İslâm her tarafa yayılınca, sahâbe gelip Rasûlullah’tan izin istedi. “Ey Allah’ın Resûlü, artık bize müsaade et de biz şu işimize, aşımıza, ticaretimize, hurmalıklarımıza, tarlalarımıza dönelim” dediler. Allah’ın Resûlü şöyle buyurdu: “Siz Allah yolunda cihadı bırakır da tarlalarınıza, ticaretinize dönerseniz, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmış olursunuz!” buyurdu ve bu âyeti okudu. İşte âyetin mânâsı budur. Eğer gerçekten bizler işimize, aşımıza, dükkanımıza, tezgahımıza döner de Allah yolunda cihadı terk edersek, kendi ellerimizle kendi kendimizi tehlikeye atmış olacağız. Halbuki bize göre kendi kendimizi tehlikeye atmamız, zarara uğramamamız, maslahata uygun, rahat içinde bir hayatı kaybetmemiz demektir. O zaman kâfirlerin egemenliği altında zillet içinde bir hayata razı olacak, izzet ve şerefimizi kaybedeceğiz demektir. Ama cihaddan vazgeç-mezsek:
Eğer bilirseniz, anlarsanız bu sizin için dünya ticaretinden, tüm dünyayı kazanmanızdan çok daha hayırlı olacaktır.
Bakara suresi ayet 16
"İşte bunlar hidâyet yerine dalâleti satın almış*lar*dır. Ama ticaretleri kâr getirmemiştir. Doğru yolu da bu*lamamışlardır."
Hidâyet tam ellerine geçmişken onu bırakıp da dalâleti, sa*pık*lığı tercih ettiler. Hidâyet yerine dalâleti satın aldılar. Hidâyeti dalâletle değiştirdiler. Hidâyeti verip dalâleti tercih ettiler. Böyle bir alışverişte bulundular ama onların bu ticaretleri kendilerine kâr getirmedi. Kâr yolunu bulma im*kânları da kalmadı. Ticarette iki maksat vardır:
1- Sermayeyi korumak,
2- Kâr etmek,
Bunlar kâr etmek şöyle dursun sermayeyi bile koruyamadı*lar. Sermayesi olmayan, sermayeyi koruyamayan bir adamın kâr etmesi düşünülebilir mi? Bırakın kâr etmeyi mevcut sermayeyi bile kaybettiler bu adamlar diyor Rabbimiz. Peki neydi bu sermaye? Sermaye imandı, sermaye hidâyetti. Hidâ*yeti kaybeden, imanı kaybeden bir adam nerde kaldı kâr etsin. Zira imansız hiçbir amelin kıymeti yoktur. İmandan kaynaklanmayan her amel boştur. Kâfirlerin yaptıkları her şey boştur. Onların yaptıkları zahiren insanlık için hayırmış gibi görü*nen tüm amelleri, tüm eserleri imandan kaynaklanmadığı için yarın değerlendirmeye bile tabi tutulmayacaktır.
Kalu Bela denilen bezm-i elestte, yani hilkat sabahında, ruhlar meclisinde Allah, hepimizden ahd ve misak aldı. O'nun huzurunda doğru yola gideceğimize hep bir ağızdan söz verdik. Gerçi biz bu macerayı hatırlayamıyoruz ama, onu Allah, kitabında bildirmiş, bu suretle kat'i olarak malum olmuştur. Hatırlayamamak, inkâr vesilesi olamaz. Biz üç günlük kısa hayatımızda bile, nice mühim ve hayati olayları unutup duruyoruz. İşte ezeli iman, Allah'ın bir hidayeti ve bu maceranın tatlı bir hatırası ve insanlarda her türlü fazilet ve ahlak sermayesidir. Dünyaya çıkma zamanı gelince her ruh için cismani ve ruhani kuvvetlerle mücehhez bir ceset bağışlaması, dünyaya kitaplar indirmesi, peygamberler göndermesi, dünyada gördüğü, işittiği, fikren mülahaza ettiği her hadisede bir hikmet dersi göstererek ezeli iman nurunu kuvvetlendirip parlaklığını arttırması, hep Allahu Teala'nın kat kat hidayetleridir ki, kul, hidayet istedikçe ve hidayete uydukça Allah'ın hidayeti de daima artar durur. "...Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize süslemiş, sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır."
(49/Hucurât, 7)