Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kurana göre Nuh As. (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 29
"Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar gerçekten Rablerine kavuşacaklar. Ancak ben sizi, cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum.

Bu sözler onların görevlerini yerine getirirken hiçbir nefsi (şahsi) saikle hareket etmediklerini şu mealde ifade etmekteydi: "Ben size tebliğde bulunuyorum ya, dünya kazancı olarak, hiçbir talebim isteğim ve beklentim yok. Aksine, beklediğim hiçbir çıkarın bulunmadığını belki sonunda anlarsınız umuduyla bunca işkenceye katlanıyorum. Risalet görevimi yürütürken herhangi bir şahsi çıkar yahut nefsi istek sahibi olduğuma dair bir alamet gösteremezsiniz."

Yani, "Onların gerçek değerleri, ancak Rabblerine mulaki oldukları zaman anlaşılacaktır. Bu yüzden sizin onları bu dünyada zillet içindeymiş gibi değerlendirmenizin anlamı yok. Ola ki onlar -bunu yalnız Rabbleri bilir- kıymetli mücevherdirler ve siz onları yalnızca kıymetsiz taşlar olarak değerlendiriyorsunuz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 30
"Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah'tan (gelecek azaba karşı) bana kim yardım edecek? Hiç düşünmez misiniz?"

Herkes dünyada ne yapmış etmişse, ne tür ameller işlemişse onların tamamı açığa çıkarılır. Ve insanlar gerçek Mevlâları olan Allah’a döndürülürler. Dünyada gerçek velîleri olan ve velâyeti altındaki kulları adına aldığı kulluk maddeleriyle kullarını karanlıklardan, zulü-matlardan nûra ve aydınlığa çıkaran gerçek velîlerini, gerçek Mevlâlarını ve Onun kendilerine gönderdiği kulluk programlarını unutup kendilerine sahte velîler bulan ve bu velîlerin kendileri adına belirledikleri hayat programlarını uygulamaya çalışan insanları Allah’ın melekleri gerçek velîleri olan ve yeryüzünde kullarına hayat programı belirleme yetkisine kendisinden başka hiç kimsenin sahip olmadığı Rab’lerinin huzuruna götürürler.

Gerçek Mevlâları olan Allah’ı unutup da başkalarının kanunlarını uygulamaya çalışan insanlar gerçek velîlerinin Allah olduğunu iki kere anlarlar. Bir ölüp giderlerken o sahte velîlerin, o yapay tanrıların ve tanrıçaların kendilerine hiç bir faydalarının olmadığını görerek an-larlar, bir de Rab’lerinin huzuruna vardıkları zaman anlarlar. Tüm bu sahte velîlerin, tüm sahte tanrı ve tanrıçaların ellerinde hiç bir şeyin olmadığını ve kendileri gibi âciz birer kul olduklarını anlarlar.

Böylece iftira ettikleri, uydurdukları, kendi hevâ ve heveslerine göre, kendi keyiflerine göre ihdas edip tapındıkları bu sahte tanrıları da artık kendilerinden uzaklaşmış, kendilerini, yâni kullarını terk etmişlerdir. Gerçekten bu müşrikler kendi kendilerini mahvetmişler, fır-satlarını, imkânlarını kötüye kullanmışlar, sermayelerini kaybetmişler, kendi kendilerine yazık etmiş kimselerdir. Kendi kendilerini cehenneme, azaba sürüklemiş kimselerdir. Allah berisinde uydurdukları yapay tanrıları ve tanrıçaları da onları koyup kaybolmuşlardır. Kendilerine en küçük bir fayda bile sağlayamamışlardır.

Hani nerede ortaklarınız? Nerede şerikleriniz? Nerede o dünyada hatırını kazanmaya çalıştıklarınız? Nerede kendilerinde hâkimiyet gördükleriniz? Nerede bana ortak koştuklarınız? Nerede aslında ortaklarınız değilken veya bana ortak olmaya lâyık değillerken inadına bana ortakmış gibi gördükleriniz? Nerede Rableriniz, Rezzaklarınız, Hadîleriniz, Vedûdlarınız, Şâfîleriniz, korktuklarınız, sığındıklarınız, dua edip imdadınıza çağırdıklarınız, dualarınıza ortak ettikleriniz, benimle birlikte yeryüzünde etkili yetkili zannettikleriniz, Mâbud’larınız, timsalleriniz. Hani nerede hukuk tanrılarınız, ekonomi tanrılarınız, si-yasal tanrılarınız, şifa tanrılarınız? Hani nerede onlar? Çağırın da sizi kurtarsınlar. Çağırın da sizi benim elimden kurtarsın bu ortaklarınız.

Hani Allah berisinde ilâh kabul edip de kendilerine kulluk ettikleriniz nerede? Hani önder, lider, kurtarıcı zannettikleriniz? Hani yetkili bildikleriniz? Hani yasa koyucu bildikleriniz? Sizi Rabbinizin takdir buyurduğu bu ölüm yasasından kurtaramadıkları gibi; şimdi hesap döneminde de sizi terk ettiler. O sahte tanrılardan şu anda Rabbini-zin huzurunda size yardım edecek, sizi Allah’ın azabından kurtarabilecek birileri var mı? Sizin hakkınızda Allah’a söz geçirebilecek, ya Rabbi bunu bana bırak! O benim kulumdu! diyebilecek birileri var mı? Hayır hayır, tüm bağlar koptu. Tüm protokoller kesildi. Tüm ilişkiler kesildi. Dünyadaki imtihan hayatı bitti ve artık yepyeni bir hayat başladı. Âhiret gününde insanların hakim tanrıları sadece Allah’tır.

Dünyada da aslında hakim tanrı Allah’tır ama Rabbimiz imtihan gereği, dünyanın kuralları gereği geçici olarak kullarına yetki veriyor da onun için birileri tanrılıklarını iddia edebiliyorlar, birileri de onların tanrılıklarını kabullenebiliyorlar. Ama şimdi bu yetki bitmiş ve artık ne siyasal tanrılar, ne ekonomik tanrılar, ne hukuk tanrıları, ne şifa tanrıları, ne oyun eğlence tanrıları kalmamış, hepsinin işi bitmiş. Herkes Allah huzurunda kuldur ve yapayalnızdır. Kimse artık birilerine büyüksün, tanrısın diyemiyor. Dünyada büyüklenenler, büyük gö-rülenler küçülmüş, tanrı bilinenler küçülmüştür.

Öyleyse ey Allah’ın kulları! Madem ki yarın Rabbinize döndürülecek ve yaşadığınız hayatın hesabını Ona vereceksiniz, sizi yaratan, sizi yeryüzünde yaşatan, sizin şu anda istifade ettiğiniz tüm nîmetleri size bahşeden, sonra dilediği bir zaman diliminde sizi öldürecek olan gerçek velîniz dururken Onu bırakıp da nasıl kendinize yeni yeni velîler bulmaya ve onların kanunlarını uygulamaya kalkışıyorsunuz? Buna nerden cesaret buluyorsunuz? Sizi hesaba çekmeyecek olan, sizin hayatınızda en ufak bir hakları bulunmayan ve tıpkı sizler gibi Allah’ın yasalarına teslim olmak zorunda olan bu yapay tanrıların programlarını uygulamaya sizi iten sebep nedir ki?
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 31
"Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir. Bu durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)dir."

Sizi doyuran, besleyen kim? Şu gözünüzü kulaklarınızı size veren kim? Sizi görür ve işitir kılan kim? Diriden ölüyü, ölüden diriyi çıkaran kim? Her işi düzenleyip tedbir eden kim? Güneşi yaratan, ka-rı, yağmuru yağdıran, yaprakları düşüren, saçları ağartan, işleri dü-zenleyen kim? Cevap verin bakalım. Şu kalplerinizin dışa açılan iki penceresine, yâni kulak ve gözlerinize etkin olan kim? Bunları vermeye kimin gücü yeter? Bunlar vasıtasıyla dış âlemdeki gerçekleri size idrak ettiren kim? Size bu kâinattaki görsel ve işitsel âyetlere mutabakat imkânı veren kim? Onları kaybettiğiniz zaman size iade edebilecek birileri var mı Allah’tan başka?
Tabi gözleri kulakları veren Allah olmakla birlikte bir de burada gözlere ve kulaklara Allah’ın Hakîm oluşu anlatılmaktadır. Gözler ve kulaklar asla Onu idrak edemez. Gözler asla Onu ihata edemez. Gözler Onu bu dünyada göremez. Ama O tüm gözleri görür, tüm gözleri idrak eder, tüm gözleri ihata eder. Gözlerin hain bakışlarına da, güzel bakışlarına da muttalidir Rabbimiz. Hiç bir bakış, hiç bir işitiş, hiç bir düşünüş ve hareket Onun ilminin dışında değildir. O Allah ki tüm gözlerin, tüm kulakların, tüm gönüllerin, tüm bedenlerin, tüm zihinlerin, tüm beyinlerin, tüm akılların içindekileri, düşüncelerini, taşıdıkları niyetleri, imanlarını bilmektedir.
Sonra yine söyleyin bakalım, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran kim? Toprağın altına attığınız o kupkuru taneyi, çekirdeği, tohumu yaran, çatlatan ve ondan hayat fışkırtan kimdir? Sizin toprağa attığınız ölü bir tohum, ölü bir çekirdek Rabbinizin emri ve izniyle ölülüğünü kaybediyor ve ondan diri çıkarılıyor. Söyleyin bakalım Allah’tan başka bu küçücük çekirdekten hem de ölü bir çekirdekten böyle hayat fışkırtan başka birileri var mı? Allah’tan başka hayat konusunda söz sahibi birileri var mı? Küçücük bir spermanın içine koskoca bir insan yerleştirebilecek Allah’tan başka birileri var mı? Bir tek ölü çekirdeğin içine tonlarla meyveyi yerleştirebilecek birileri var mı?
Hiç bir hayat emaresi olmayan, bir çöl veya bir buzul durumunda olan şu toprağa rahmetini göndererek o kupkuru toprağı titreten, kabartan, canlandırıp hayat için harekete geçiren kimdir? Ölü iken onu dirilten kim? İndirdiği yağmurla ölü toprağı dirilten kim? Ölü bir insandan diriyi çıkaran, diri bir insandan da ölüyü çıkaran kim? kâfirden mü'mini mü'minden de kâfiri çıkaran kim? Nuh gibi bir diriden Kenan gibi bir ölüyü veya Âzer gibi bir ölüden İbrahim gibi bir diriyi çıkaran kim? Veya ölü bir toplumdan melekleri bile geride bırakacak sahâbe toplumu gibi dirileri çıkaran kim?
Zekeriyya (a.s) gibi yüz yaşını aşkın birinden üstelik de kısır bir hanımdan Yahya gibi bir diriyi çıkaran kim? Veya işte bir zamanlar yok iken var edilen bu mevcudatı, yokluktan varlığa çıkaran kim? Ölüyken, yokken yeryüzünde, hayat sahnesinde var edilen tüm mevcudatı yokluktan var eden kim? Yoktu varlık, yoktu insanlar, yoktu semalar, yoktu arz, yoktu güneş, yoktu ay yoktu yıldızlar da bu yokları var eden kim? Ve bu var olanları da sonunda öldürecek olan kimdir? Bu hayatı bitirecek olan kim?
Diyeceklerdir ki Allah. Bütün bunları yapan, yaratan, idare eden Allah’tır. De ki öyleyse niye muttaki olmazsınız? Niye takva ehli olmazsınız? Niye Rabbinizin koruması altına girerek Onunla yol bulmaya, yolunuzu Ona sorarak yaşamaya, hayatınızı Onun kitabının yasaları istikâmetinde yaşamaya yanaşmıyorsunuz? İşte Rab olmaya, hayat programı belirlemeye, kullarının hayatına kanun koymaya yetkili varlık, sizin boyunlarınızdaki kulluk ipinin ucu elinde olan ve sadece kendisini dinlemeniz gereken Rabbiniz Odur.
Hal böyleyken nasıl da Rabbinizi bırakıp başkalarına yöneliyorsunuz? Allah’ı bildiğiniz halde, yaratıcı olarak, yarattıklarının hayatlarını sürdürücü olarak, tüm varlıklarının rızkını verici olarak Allah’ı tanıdığınız, bildiğiniz halde nasıl oluyor da Onu hayatınızda diskalifiye edebiliyorsunuz? Nasıl oluyor da böyle bir Allah’a kulluk dururken başkalarına kulluk edebiliyorsunuz? Nasıl oluyor da böyle bir Allah’ın kitabını, böyle bir Allah’ın yasalarını bir kenara atarak başkalarının yasalarını uygulamaya kalkışıyorsunuz? Tüm dünya birleşse kupkuru bir çekirdekten bir ağaç çıkarabilir mi? Tüm dünya birleşse ölü ve kupkuru bir çöle hayat verebilir mi? Tüm dünya birleşse ayı, güneşi yıldızları yaratabilir, yahut yok edebilir mi? İşte bütün bunları yaratan Allah’tır ve sözü dinlenecek, hatırı kazanılacak, hayat programı uygulanacak yegâne varlık da O’dur.
Böyle bir Rabbiniz varken ey insanlar, neden başka Rab’ler bulmaya ve boyunlarınızdaki ipin ucunu onlara vermeye çalışıyorsunuz? Niçin dönüyor ve döndürülüyorsunuz? Kime dönüyor, kimden ne bekliyorsunuz? Kimin ekmeğini yiyip, kimin kılıcını sallamaya çalışıyorsunuz? bir düşünün diyor Rabbimiz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 32
Dediler ki: "Ey Nuh, bizimle çekişip-durdun, bu çekişmede ileri de gittin. Eğer doğru söylüyorsan, bize vaadettiğini getir (görelim.)"

İşte bu Allah sizin Rabbinizdir. İşte böyle bir Allah sizin gerçek Rabbinizdir. Zaten problem işte buradadır. Yaratıcı olarak herkes Al-lah’ı kabul ediyor da Rab olarak, hayata karışıcı olarak Allah’ı kabule yanaşmıyorlar. Dün de, bugün de müşrikler yaratıcı olarak, her şeyin var edicisi olarak, göklerin ve yerin yaratıcısı olarak Allah’ı kabul ediyorlar, ama Rab olarak hayata karışıcı ve kanun koyucu olarak Allah’ı kabul etmiyorlar. Rızık verici olarak, yaratıklarının tümünü doyurucu olarak Allah’ı biliyorlar, inanıyorlar ama hayatı düzenleyici olarak Allah’a inanmıyorlar. Yaratıcı olarak var olan, ama hayata karışıcı olarak sanki yok olan bir Allah inancını yâni şirki yaygınlaştırma eğilimine girmektedir insanlar.

İşte sizin hak Rabbiniz, gerçek Rabbiniz Allah budur. Sizin kendisine kulluk yapmanız gereken, çektiği yere gitmeniz gereken, arzularını gerçekleştirmeniz gereken, sizin hayat programınızı belirleme yetkisine sahip olan Rabbiniz Allah’tır. Allah vardır, birdir ile kal-mayıp Ona kulluk etmeniz ve sadece Onu dinlemeniz gerekmektedir.

Allah dururken insanların Ondan başkalarını Rab kabul etmeleri, Allah’tan gelen hak yasalar dururken insanların başka yasalara tâbi olmaları sapıklıktan başka bir şey değildir. Siz de biliyorsunuz , tüm insanlar da biliyorlar ki Hak Rab Allah’tır. Hak din, hak yol, hak nizam, hak hayat tarzı Allah’ın hayat tarzıdır. Hak, hukuk Allah’ın gönderdikleridir. Sizler ya Allah’ın Rabliğine, rubûbiyetine, ulûhiyetine evet der, Onun istediği şekilde bir hayat yaşayarak müslüman olursunuz, ya da sapıklığı tercih etmiş olursunuz. İnsan ya haktadır, ya da sapıklıkta. Ya mü’mindir ya da kâfir. Çünkü hak özelliğine sahip olan sadece Allah’tır ve hakkın dışında da sapıklık vardır.

Rabbimiz hak, kitabı hak, peygamberi hak, yasaları hak, sis-temi hak, yolu hak, cenneti hak, cehennemi hak, Sıratı hak, terazisi hak, Mizanı hak, hepsi haktır. Evet hak Allah’tan gelendir. Namaz haktır, Oruç, Hac, tesettür, infak, Cihad haktır. Müslümanca bir hayat haktır. Kitap ve sünnete dayalı bir hayat haktır.

Eğer hakkı Allah’ın gönderdiklerinin dışında görürseniz, Allah’ın vahyinin ötesinde hak peşine düşerseniz, Allah’ın dininin dışında hak aramaya kalkışırsanız, problemlerinizin çözümünü bu kitabın dışında ararsanız, başka yerlerde ararsanız mutlaka bâtıla düşmek zorunda kalacaksınız. Çünkü yalnız Allah’ın indirdiği haktır. Ona muhalefet eden her şey bâtıldır ve sapıklıktır. Tüm insanlık bir şey üzerinde toplanıp bu haktır deseler de şâyet o Allah’ın indirdiğine ters düşüyorsa o bâtıldır.

Allah’ın indirdiğinin dışında hak yoktur. Allah’ın indirdiğinin dışında hüküm de yoktur. Ve bu hak hüküm ortaya konulmadıkça insanlar arasındaki ihtilâfların bitmesine de imkân ve ihtimal yoktur. Allah’ın hak olarak indirdikleriyle hükmetmedikçe yeryüzünde asla salah da olmayacaktır. Yeryüzünde sulh ve sükun asla gerçekleşmeyecektir. İhtilâfları çözecek bir tek yol, bir tek kaynak vardır. O da Al-lah’ın yeryüzünde ihtilâfları çözmek üzere indirdiği kitaptır. Hal böyleyken nasıl da yamuluyorsunuz? Nasıl da edilgen bir hayatın sahibi olarak size etkili olanlar tarafından haktan döndürülmeye razı oluyorsunuz? Nasıl da böyle bildiğiniz tanıdığınız hak bir Rabbiniz varken, hak bir Mâbudunuz varken, hak bir Rab’den gelen hak dininiz, hak yolunuz varken gidip başka yollara tâbi olmaya kalkışıyorsunuz? Ama siz bilirsiniz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 33
Dedi ki: "Eğer dilerse, onu size Allah getirir ve siz (O'nu) aciz bırakacak değilsiniz."

İşte böyle, fâsıklar üzerine, haktan çıkanlar, haktan sapanlar, hak bir Allah’a itaatten sarfı nazar edenler, hak bir Rabbin hak bir ki-tabını terk edenler için Rabbinin hükmü gerçekleşti. Hangi hükmü? Onlar hiç bir zaman iman etmiyorlar. Onlar hiç bir zaman iman etme-yecekler. Kendileri kendi hür iradeleriyle iman etmemeyi tercih etmişler Allah da onların imandan kaçışlarını onaylayıvermiştir.
Öyleyse anlıyoruz ki yarın hiç bir kâfir, hiç bir fâsık, hiç bir müşrik, hiç bir zâlim ya Rabbi beni niçin kâfir yaptın? Beni niçin zalim ve fâsık kıldın? diye Allah’a karşı bir itiraz hakkına sahip olamayacaktır. Onlar dünyada kendi hür iradeleriyle kâfirliği, zâlimliği, fâsık-lığı seçmişler Allah da onların bu seçimlerini onaylamıştır o kadar. Bu seçimlerinin suçluları bizzat kendileridir. İyi tercihte bulunsalardı, tercihlerini, seçimlerini haktan yana, hidâyetten yana kullanmış olsalardı elbette Rabbimiz hükmünü onların tercihlerinden yana kullanacaktı. Ama işte böyle küfürde, fıskta, şirkte oturaklaşmış olanlar, inkârda kemikleşmiş olanlar üzerine kendi tercihlerinin sonucu olarak Allah’ın hükmü kesinleşmiştir ki artık onlar iman etmeyecekler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 34
"Eğer Allah sizi azdırmayı dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdümün size yararı olmaz. O sizin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz."

Var mı böyle yoktan bir şeyler yaratan? Böyle örneksiz, yoktan, olmayan bir şeyi yaratacak birileri var mı?

Kâfirler de buna icâbetten sorumludur. Diyeceğiz ki bu insanlara, ey insanlar! Şimdi sizlerin gerçek Rabbiniz, hak Rabbiniz olan Allah’ı bırakıp da kendilerini rab ve ilâh kabul ettiğiniz, kendilerine kul-luk yaptığınız, arzularını, yasalarını uygulamaya çalıştığınız bu tanrılarınız içinde yoktan bir varlık yaratan var mı? Kendi kendini yaratan birisi var mı? Yaratılışı konusunda başka kimseye muhtaç olmayan birisi var mı? Ölmüş birisini diriltecek, ya da kendisinin ölümünün önüne geçebilecek birisi var mı?

De ki yoku var eden, yoktan var eden ve tekrar diriltecek olan Allah’tır. Sadece Allah’tır. Başka yok. Allah’tan başka bunu becerecek birisi yok. Bir sineğin kanadını bile, kurumuş bir yaprağı bile kimsenin yaratma gücü yok. Öyleyse nasıl da sapıyorsunuz? Niye sapıyorsunuz? Niye yan çiziyorsunuz? Niye Allah’a kulluktan kaçıyorsunuz? Neden kaçırıyorsunuz idraklerinizi? Niye kulak vermiyorsunuz akıllarınızın, kalplerinizin, vicdanlarınızın sesine? Niye düşünmüyorsunuz? Yaratıcı olmayanlar Rab olabilirler mi? Hiç bir şey yaratmayanlar, hattâ bırakın başka bir şey yaratmayı kendilerini bile yaratmaktan âciz olanlar ilâh olabilirler mi? Kulluğa lâyık olabilirler mi?



Öyleyse unutmayın ki Rab olan yaratıcı olandır. İlâh olmaya, kendisine kulluk edilmeye lâyık olan yaratıcı olandır. Hamd sadece Ona aittir, övgü ve senâ sadece Ona aittir. Övülmeye lâyık tek varlık Allah’tır. Kulluk edilmeye lâyık tek varlık Odur. Böyle iken Allah’ı tanımayanlar başkalarına hamd etmeye çalışıyorlar. Başkalarını övmeye, başkalarına kulluk etmeye çalışıyorlar. Allah’ın yarattığı varlıkları yaratana denk tutmaya çalışıyorlar. Kimileri Allah’ın yarattığı maddeyi Allah yerine koyarak Allah’a denk tutuyorlar, kimileri Allah’ın yarattığı kulları Allah makamına oturtarak Ona denk tutuyorlar, kimileri yeryüzünde Ona arkadaşlar izâfe ederek, ahbaplar izâfe ederek, vekiller ve yetkililer izâfe ederek, kimileri Allah’a çocuklar izâfe ederek, kimileri Allah’ın yarattığı ateşe, kimileri taşa toprağa, kimileri kadına, kimileri Allah makamına oturttukları insanlara, tâğutlara tapınarak onları Allah’a denk tutmaya çalışıyorlar. Halbuki bunların hepsi birer yaratıktır. Hepsi de Allah’ın yarattığı kulu ve mülküdür.

İşte böyle bir yaratıcı Rab olmaya, İlâh olmaya lâyıktır. İşte böyle bir yaratıcı kulluğa lâyık olandır. Yaratmayla ulûhiyet arasında böyle bir bağ kuruluyor ve sonra da deniliyor ki onlar bütün bunları yaratanın Allah olduğunu bile bile yine de Allah’a denk ilâhlar bulmaya çalışıyorlar. Allah’tan başkalarını da hayatlarında söz sahibi kabul edip onların sözlerini de dinlemeye, onların arzularını da gerçekleştirmeye, onların kanunlarını da uygulamaya çalışıyorlar. Halbuki İlâh olanın, Rab olanın, kendisine kulluk edilmesi gereken varlığın yaratıcı olması gerekir.

Hani var mı Allah’tan başka böyle bir yaratıcı? Gökleri ve yeri yaratan başka birileri var mı? Varsa böyle birileri tamam o zaman ona da kulluk yapalım.

Meselâ gökten muhtaç olduğumuz bir damla su indirebilecek birileri varsa tamam ona da kulluk yapalım. Veya yeryüzünde bir tek ot bitirebilecek birilerini biliyorsanız tamam ona da kulluk hakkımız olabilir. Meselâ zamana beş dakikalığına söz geçiren birileri veya ölüme giderken ömrümüzü beş dakikalığına uzatabilecek birileri varsa tamam ona da kulluk edelim. Onu da rab bilelim, onu da ilâh bilelim, onu da hamd edelim. Onun arzularını da yerine getirelim. Onun programını da övelim, onun kitabını da hamd edelim, onun sistemini de uygulayalım. Var mı böyle birileri? Hayır hayır bir şeyler yaratmak şöyle dursun Allah’a denk tutulmaya çalışılan bu varlıkların hiç birisi kendilerini bile yaratmamıştır.

Dün de, bugün de hain müşrikler, yaratıcı olarak Allah’ı inkâr etmiyorlar; ama yaratılışın iadesi konusunda inkârları odaklaşıyor. Yâni yaratıcı olan Allah’ın yaratıcılığını, yaratıklarının varlığını inkâr etmiyorlar da tekrar dirilişi, ölüm ötesi hayatı, öldükten sonraki dirilişi ve bu diriliş sonrasının hesabını, kitabını reddediyorlar. Olmaz diyor-lar, mümkün değildir diyorlar. Şu kemikler tuz buz olduktan sonra ye-niden diriltilmesi mümkün değildir diyorlar. Düşünmüyorlar ki ilk defa yaratan, yoktan yaratan, örneksiz yaratan ve yaratma konusunda kimsenin yardımına ihtiyacı olmayan Allah ikinci defa yaratamaz mı?

Aslında akılları olsa bu, birincisinden daha kolaydır. Çünkü bir şeyi ilk defa yapmak, ilk defa ortaya koymak zordur. Ama Allah için ilk ve son olarak hiçbir şeyin zorluğunu düşünemeyiz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 35
Onlar: "Bunu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer onu ben uydurduysam, günahım bana aittir. Ama ben, sizlerin suç olarak işlemekte olduklarınızdan uzağım."

Bu ayette geçen sözcüklerden anlaşıldığına göre, Hz. Nuh'un (a.s) kıssasının tilaveti esnasında Hz. Muhammed'in (s.a) düşmanları herhalde Rasulün (s.a) bu hikayeyi kendilerine dolaylı yoldan sıkı bir darbe indirmek için uydurduğunu düşünmüş ve bu yüzden, "Sen böyle masalları bizi farkettirmeden hırpalamak için uyduruyorsun" diye sözünü kesmiş olmalıydılar ki kıssanın anlamında mezkur suçlamaya cevap vermek üzere böyle bir kesinti meydana gelmişti.
Ve şu bir vakıadır ki adi insanlar hep böyle davranırlar. Hayra meyyal olmadıkları için, herşeyi tersinden, karanlık tarafından ele alırlar. Birisi tutup onlara hikmetli bir öğütte bulunsa yahut onlara faydalı bir ders verse veyahut bir hataya karşı uyarsa bile, ne bunlardan bir fayda sağlarlar ne de yollarını değiştirirler. Bunları yapmak bir yana, tutup meselenin öyle bir yanını kurcalamaya kalkışırlar ki, ne bir hikmetle ne de bir öğütle ilgisi vardır; amaç yalnızca tebliğciyi suçlamak, güç durumda bırakmaktır. Herkes bilir ki bu yolla en güzel öğüt, en güçlü tebliğ bile yankısız ve etkisiz kılınabilir. Eğer dinleyici tebliğe, "arkadan vurmak" tabir edip çamur atıyorsa ve onu kendisine bir hakaret sayıyorsa alınacak sonuç budur. Dahası bu tür adamların düşünceleri daima kuşku ve güvensizlik üzerine temellenmiştir. Ortada gerçek olduğu besbelli olan bir kıssa vardır. İmdi, akıllı kişi bu kıssayı bir vakıa olarak ele alacak, sonunda kendi durumunu ve hatasını ele veriyor olsa bile ondan bir ders çıkaracaktır. Bunun aksine olarak, şüpheli ve ard niyetli kişi delil, isbat demeden hemencecik bu kıssanın kendisini güç ve muallak bir durumda bırakmak için tümüyle uydurulduğu sonucuna varacaktır.
Aynı şey Rasulullah'ı (s.a) suçlayanlar için de geçerliydi; onlar da Rasul'ün (s.a) kıssaları kendisinin uydurduğunu ve daha etkili hale getirmek için de onları Allah'a nisbet ettiğini ileri sürmüşlerdi. Allah da Rasul'üne şöyle demesini emretti: "Kıssayı ben uyduruyorsam akıbetine ben katlanacağım; fakat bu durum, yalnızca kendinizin sorumlu olduğu suçlarınızın cezalarını eksiltmez ki!"
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 36
Nuh'a vahyedildi: "Gerçekten iman edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak. Şu halde onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme."

Evet bu insanların pek çoğu zanna tâbi oluyorlar ilme değil. Allah’tan gelen ilme, Allah’tan gelen vahye tâbi olmuyorlar da zanna tâbi oluyorlar. İlim Allah’tan gelendir, zan ise onun dışındakilerdir. Sû-renin önceki âyetlerinde anlattı Rabbimiz onu. Hak Allah’tan gelendir ve hakka mutabakat etmeyen her şey sapıklıktır. Bu insanlar Allah bilgisini, peygamber bilgisini bırakıyorlar da zanna tâbi oluyorlar. Vahyi bırakıyorlar da kendi hevâ ve heveslerine tâbi oluyorlar. Kendilerini yaratan Rab’lerinin kendilerine gönderdiği hayat programını bırak-mıyorlar da kendi kendilerine oluşturdukları, kendi hevâ ve heveslerinin mahsulü olan tarihlerini, sosyolojilerini, psikolojilerini, felsefelerini, hukuklarını, sosyal ve siyasal bilimlerini vahyin yerine koymaya çalışıyorlar. Artık bu çağda bilim her şeyi halletmektedir, her problemi çözebilmektedir, onun için bilimin dışında ne Allah bilgisine, ne peygamber bilgisine ihtiyacımız kalmamıştır diyerek insan hayatından vahiy bilgisini dışlamaya çalışıyorlar.
Evet bilginin, hidâyetin tek kaynağı Allah’ın vahyidir. Allah’ın kitabı ve Resûlünün sünnetidir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 37
"Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulmedenler konusunda bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda- boğulacaklardır."

Bu ayet bir ilahi yasa olan mühletin (ihmal) sınırlarını ortaya koymaktadır. Rasul'ün (s.a) mesajı halka iletildiği ve reddedildiği zaman, içlerinden bir kısmının mesajı kabul edilebileceği kadar bir süre daha ceza geciktirilir. Ama bazılarının hidayete gelme imkanı tamamen ortadan kalktığında ve aralarında kötülük unsurundan başka bir şey kalmadığında Allah bu mühleti daha fazla uzatmaz. Ve bu Allah'ın lutfunun bir tezahürüdür; tıpkı iyi meyvenin çürüğünden ayıklanması ve emniyete alınması gibi. Bunun aksine olarak, eğer bu iflah olmaz günahkar insanlara merhamet edilirse böylesi bir durum, salihler ve gelecek kuşaklar için bir acımasızlık olacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 38
Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında O'nunla alay ediyordu. O: "Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz" dedi.

İnsanlar onu peygamber uydurdu mu diyorlar? Hayır hayır! Bu kitabı peygamber uydurmadı. Hiç kimse uydurmadı bu kitabı. Veya birileri uydurdu da peygambere empoze de etmedi. Eğer Allah’tan gelen bu kitabı peygamber uydurdu, yahut başkaları uydurdu da pey-gambere öğretti filan diyerek, bir kısım sahte ve asılsız mesnetlerle kitabı reddetmeye kalkışıyorsanız, o zaman onlara de ki peygamberim:
Haydi bu kitabın sûresinin bir benzerini, bir mislini getirin bakalım. Hattâ Allah berisinde, Allah’tan başka ne kadar yardımcılarınız varsa onları da çağırın yardımınıza, eğer sadıklarsanız. Eğer iddianızı eyleme dönüştürüp ispat edebilecekseniz haydi buyurun.
Kur’an’ın değişik yerlerinde Rabbimizin tüm insanlığı bu kitabın bir benzerini meydana getirmeye dâvet ettiğini görüyoruz. Eğer ciddiyseniz, Allah’ın berisinde, Allah’tan başka ne kadar şahidiniz, ne kadar şühedanız, ne kadar yardımcınız varsa, yâni inandığı dâvâya canını verecek kadar bağlı ne kadar şehidiniz, şahidiniz varsa onların hepsini de toplayın! Allah’tan başka güvendiğiniz ne kadar yardımcınız, ne kadar putlarınız ne kadar edipleriniz, şairleriniz, bilginleriniz, filozoflarınız, müdürleriniz, genel müdürleriniz varsa veya size baş olacak, ayak olabilecek ne kadar yardımcınız yardakçınız varsa hepsini çağırın da haydi örnek bir sûre getirin bakalım. Eğer bu kitabın Allah sözü oluşunu reddediyor ve bu bir şair sözüdür, bir kâhin sözüdür, bir insan sözüdür diyorsanız.
Veya bu kitabı Peygamber uyduruyor diyorsanız, bir insanın kendi başına kendiliğinden yapabildiği bir şeyi diğer insanlardan, mil-yarlarca insanlar içinden herhalde bunu yapabilen bir insan daha çı-kacaktır elbette. Öyleyse haydi bakalım birilerini çağırın da bunun bir benzerini getirin bakalım.
Aslında inkâr edecekler de hainler, ama böyle inkârlarına bir haklılık kazandırabilmek için bu bir şair sözü, bir insan sözü olduğu için inkâr ediyoruz diyorlar. Halbuki daha önce ve o anda çevrelerinde yığınlarla şair, yığınlarla kâhin ve sihirbaz görüyorlardı. Şimdiye kadar acaba hangi şair, hangi kâhin, hangi sihirbaz bu kitabın söylediklerini söyleyebilmişti? Hangi sihirbaz bu kitabın meydana getirdiği tesiri meydana getirmişti? Hangi insan bunun bir benzerini söyleyebilmişti? Hangi sihirbazın sihri gönüllerde bu kadar yer etmişti? Hangi sihirbaz toplumda böylesine bir inkılabı gerçekleştirebilmişti? Aslında onlar da biliyorlar ki bu bir sihir değil ama reddedişlerini haklı çıkarabilmek için öyle diyorlardı.
Rabbimiz o gün, bugün ve kıyâmete kadar tüm insanlığa meydan okuyor. Ey yirminci asrın kâfirleri! Dünküler bir şey yapamadılar, buyurun siz yapın bakalım. Eğer şu anda sizler de dünküler gibi bu kitabı bir peygamber uydurmuştur, bir insan uydurmuştur, tamam belki o dönem insanlığı için, o dönemin problemlerini çözen bir kitap olarak iyi bir kitaptır, ama artık bu dönemde bu kitabın yeri yoktur, bu kitap bizim dönemimizin kitabı değildir, bize, bizim arzularımıza, bizim heveslerimize, bizim hayatımıza uygun kitaplar lâzım.
Ve bu kitapları da bizler kendimiz oluşturacağız. Kendi problemlerimizi kendimiz çözeceğiz diyorsanız haydi buyurun tüm insanlığı toplayın, tüm bilginlerinizi, tüm hukukçularınızı, tüm sosyal bilimcilerinizi, tüm siyasal bilimcilerinizi, bilim adamlarınızı, siyasetçilerinizi, din adamlarınızı, hahamlarınızı, papazlarınızı, ediplerinizi, şairlerinizi, proflarınızı, hattâ cinler de dahil toplayıp getirin de bu Kur’an’ın ortaya koyduğu bir hayatı, bu kitabın sağladığı bir yaşamı, bir huzuru, bir sa-adeti, bir geçmişi, bir geleceği siz oluşturun da görelim bakalım. Haydi bu kitabın uygulandığı dönemin huzurunu getirin geriye. Haydi bu kitabın uygulandığı toplumların çözdüğü problemleri çözün bakalım. Haydi kansız, silahsız, barutsuz, göz yaşısız, zulümsüz bir toplum oluşturun bakalım.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 39
"Artık, ilerde bileceksiniz. Aşağılatıcı azab kime gelecek ve sürekli azab kimin üstüne çökecek."

Bu, eşyaya yalnızca yüzeyden bakanlarla, gerçeğini bilenlerin bakış açılarını sergileyen vurucu bir örnektir. Öyle görünüyordu ki, Hz. Nuh'un (a.s) karada gemiyi inşa ediyor olduğu sırada kendisine inanmayan beyinsizlere bu aptalca bir şey geliyordu. Nitekim onunla şöyle alay etmişlerdi: "Bakın hele şu çılgın bunağa! Karada gemi yüzdürmeye çalışıyor." Çünkü birkaç gün sonra geminin gerçekten burada yüzeceğini bilmiyorlardı. Bu yüzden Hz. Nuh'un (s.a) yaptıklarını, çılgınlığının apaçık göstergesi olarak görüyorlardı. Muhtemelen parmaklarıyla Nuh'un inşa etmekte olduğu gemiyi göstererek birbirlerine şöyle diyorlardı: "Daha önce vardıysa da, şimdi hiç kuşkumuz kalmadı değil mi? Bu adam gerçekten çılgın, karada, su falan olmadan yüzdüreceği bir gemi inşa ediyor." Fakat içlerinden meseleyi ve yakın gelecekte bu geminin gerçekten işe yarayacağını bilen Resul, onların cahilliklerine, işin aslını bilmemelerine ve kibirlerine gülüyor ve şöyle diyor olmalıydı: "Nasıl da akılsızlık ediyorlar! Felaket başlarının tepesinde, onlarsa kendilerinden kibirli biçimde emin olmakla kalmadıkları gibi, kendilerini felakete karşı uyaran ve onları bu felakete karşı hazırlıklı kılmaya çalışan bana, çılgın diyorlar." İşte genelde bu iki yol varolmuştur hep; akıl sahiplerinin ve akılsızların yolu.
Biri derinliğine düşünürken, diğeri meseleye yalnızca yüzeyinden bakar ve bunun bir çılgınlık olduğunu düşünür. Aynı şekilde o bunun bir çılgınlık ve aptallık olduğunu düşünürken diğeri meselenin gerçek hüviyetine vakıf olduğundan, olayın hikmet ve basiret üzere temellendiğini bilir. İşte size aynı şartlar altında oluşmuş iki ayrı tavır...
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 40
Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: "Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle." Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.

Tufan kopacağına dair emrimiz gelip çatınca, azabımızın geleceğine bir alamet olmak üzere ekmek tandırından sular fışkırınca biz Nuh'a dedik ki: "Sen gemine, bütün yaratıkların cinslerinden, biri erkek diğeri dişi olmak üzere birer çift al. Ailenden de çoluk çocuğun ve eşlerinden de helak olacağına hüküm verdiğim dışında kalanları da gemiye al. Kavminin iman edenlerini de gemiye al. "Zaten Nuh'a kavminden pek az kimse iman etmiş ve Allah'ın birliğini kabul etmişti.
Abdullah b. Abbas, Nuh'a iman edenlerin seksen kişi olduklarını söylemiş, diğer bir rivayette de bunların, on kişi oldukları zikredilmiştir. Ancak Taberi, bu hususta belli bir rakam vermenin doğru olmayacağını söylemiştir.
Âyet-i Kerimede zikredilen "Tandır"dan neyin kastedildiği hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas: "Bundan maksat yeryüzüdür" demiştir. Şu âyet-t Kerime bu görüşü desteklemektedir: "Yeri de yarıp kaynaklar fışkırttık. Böylece takdir edilen bir iş için yer ve göğün sulan birleşiverdi"
Taberi ise, buradaki tandır'dan maksadın, ekmek tandın olduğunu, Allah tealanın bundan su fışkırtmasını, Nuh tufanının bir alameti1 yaptığını söylemektedir.
Hz. Ali (r.a)den rivayet edilen bir görüşe göre ise buradaki tandırdan maska tanyerinin ağarmasidır.

Hud suresi ayet 41
Dedi ki: "Ona binin. Onun yüzmesi de, demir atması (durması) da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz, benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir."

Nuh, kendisiyle beraber gemiye bindirilmesi emredilen kişilere şöyle dedi: "Siz bu gemiye binin. Bunun su üzerinde yürümesi de Allah'ın adıyla, yolculuğu bittikten sonra durması da Allah'ın emriyledir. Şüphesiz ki kâfirleri helak edip iman edenleri kurtaran rabbim, çok affeden ve çok merhamet edendir.

Hud suresi ayet 42
(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte olma."

Nuh aleyhisselam, ailesiyle birlikte bütüm iman edenleri gemiye aldıktan sonra, oğullarından biri olan Kenan veya Yam, suyun erişemeyeceğini zannettiği yüksekçe bir yere çekilip gemiye binmemekte ısrar etti. Nuh ona: "Bizimle beraber gemiye bin, boğulan kâfirlerle birlikte olma" diye seslenmiş fakat oğlu yine binmemekte ısrar ederek şöyle demiştir

Hud suresi ayet 43
(Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.

Görüldüğü gibi Nuh aleyhisselam bir Peygamber olmasına rağmen, kâfirlikte ısrar eden oğlu ona iman etmemiş, Allah'ın gönderdiği tufan gibi dehşetli bir azabı bile hafife almış ve helak olup gitmeştir. İlahi davete karşı çıkan herkesin akıbeti de böyledir. Bu hususta Peygamber oğlu olmak da fayda vernıez

Hud suresi ayet 44
Denildi ki: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı)üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: "Uzak olsunlar" denildi.

Nuh kavmi, tufanla boğulup helak olduktan sonra Allah, yeryüzüne "Suyunu yut" göğe de "Yağmurunu kes" dedi. Bunun üzerine su çekildi. Allah'ın, Nuh kavmini helak etme emri yerine gelmiş oîdu. Nuhu ve onunla birlikte bulunanları taşıyan gemi ise Cûdî dağında kaldı. Nuh kavminden, Allah'ı inkâr eden zalimlere ise "Hüsrana uğrayın" denildi.
Bir kısım müfessirler, Cûdî dağının, Musul şehri civarında olduğunu söylemişler; bazıları da geminin Tur dağında kaldığını beyan etmişlerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 41
Dedi ki: "Ona binin. Onun yüzmesi de, demir atması (durması) da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz, benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir."

Nuh, kendisiyle beraber gemiye bindirilmesi emredilen kişilere şöyle dedi: "Siz bu gemiye binin. Bunun su üzerinde yürümesi de Allah'ın adıyla, yolculuğu bittikten sonra durması da Allah'ın emriyledir. Şüphesiz ki kâfirleri helak edip iman edenleri kurtaran rabbim, çok affeden ve çok merhamet edendir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 42
(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte olma."

Nuh aleyhisselam, ailesiyle birlikte bütüm iman edenleri gemiye aldıktan sonra, oğullarından biri olan Kenan veya Yam, suyun erişemeyeceğini zannettiği yüksekçe bir yere çekilip gemiye binmemekte ısrar etti. Nuh ona: "Bizimle beraber gemiye bin, boğulan kâfirlerle birlikte olma" diye seslenmiş fakat oğlu yine binmemekte ısrar ederek şöyle demiştir:
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 43
(Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.

Görüldüğü gibi Nuh aleyhisselam bir Peygamber olmasına rağmen, kâfirlikte ısrar eden oğlu ona iman etmemiş, Allah'ın gönderdiği tufan gibi dehşetli bir azabı bile hafife almış ve helak olup gitmeştir. İlahi davete karşı çıkan herkesin akıbeti de böyledir. Bu hususta Peygamber oğlu olmak da fayda vernıez

Hud suresi ayet 44
Denildi ki: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı)üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: "Uzak olsunlar" denildi.

Nuh kavmi, tufanla boğulup helak olduktan sonra Allah, yeryüzüne "Suyunu yut" göğe de "Yağmurunu kes" dedi. Bunun üzerine su çekildi. Allah'ın, Nuh kavmini helak etme emri yerine gelmiş oîdu. Nuhu ve onunla birlikte bulunanları taşıyan gemi ise Cûdî dağında kaldı. Nuh kavminden, Allah'ı inkâr eden zalimlere ise "Hüsrana uğrayın" denildi.
Bir kısım müfessirler, Cûdî dağının, Musul şehri civarında olduğunu söylemişler; bazıları da geminin Tur dağında kaldığını beyan etmişlerdir.

Hud suresi ayet 45
Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin va'din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin."

Geçen âyetlerde ifade edildiği gibi, Nuh aleyhisselamın oğlu, kendisini dinlemeyerek gemiye binmemiş ve: "Ben yüksek bi/ğâğa çıkar kurtulurum" demişti. Fakat tufan kopunca sular dağlan da yutmuş, W arada Nuh'un oğlu da
dalgalar arasında boğulmaktan kurtulamamıştı. Nuh aleyhisselam: "Daha Önce helakine hükmettiğimiz hariç, aile fertlerini ve iman edenleri gemiye yükle" [52]âyetine dayanarak, "Ey rabbim, senin, ailemi helak etmeme vaadin haktır" demiş ve oğlunun boğulmasına üzüldüğünü beyan etmiştir. Allah teala İse ona, bundan sonra gelen âyette şöyle cevap vermiştir:
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 46
Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum."

Ey Nuh, boğulan oğlun, kurtarılmasını vaadettiğim ailenden değildir. Zira o, salih olmayan bir amel işlemiştir. Ve böylece senin ehlin olmaktan çıkmıştır. Oğlunu niçin helak ettiğimi sana bildirmiş oldum. Artık bundan sonra bilmediğin bir şeyi benden isteme. Cahillerden olmamanı sana öğütlüyorum.
Müfessirler bu âyet-i kerimeyi farklı şekillerde izah etmişlerdir: Bir kısmına göre bu âyetin izahı şöyledir: "Ey Nuh, bu senin oğlun değildir. Zira onun sana isyan etmesi, onu, senin oğlun olmaktan çıkarmıştır. Çünkü yaptığı, salih olmayan bir ameldir".
Bazılarına göre ise, bunun mânâsı: "Ey Nuh bu, senin ailenin, kurtarılması vaadedilen fertlerinden değildir. Çünkü onun bütün yaptıkları, salih olmayan ameldir. Yani, onun bizzat kendisi bile salih olmayan bir amel'e dönüşmüştür" demektir.
Bazı müfessirler ise bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Ey Nuh, helak olan bu oğlun, kurtarılması vaadedilen aile fertlerinden değildir. O halde senin bu sorun, salih bir amel değildir. Zira sen, daha Önce kâfirlere, yeryüzünü yurt yapmamayı istemiştin. O da kâfirlerin birisiydi ve bu sebeple de boğulup gidenlerden oldu" [

Hud suresi ayet 47
Dedi ki: "Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum."

Nuh, oğlunun kurtarılmam asının sebebini sormakla hata ettiğini anlayınca, rabbine yalvararak: "Ey rabbim, bundan sonra gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi sana sormaktan sana sığınırım. Eğer sen beni bu hatamdan dolayı bağışlamaz ve beni rahmetinle esirgemezsen, şüphesiz ki ben, hüsrana uğrayanlardan olurum" dedi.

Hud suresi ayet 48
"Ey Nuh" denildi. "Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kâfir) Ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara bizden acı bir azab dokunacaktır."

Allah Nuh'a: "Gemiden yeryüzüne tarafımızdan bir güven içinde, sana ve senin zürriyetinden sonra gelecek ümmetlere verilecek olan bereketlerle in. Bir kısım ümmetleri de ecelleri gelinceye kadar rızıklandiracağız. Sonra onlara, tarafımızdan can yakıcı bir azap dokunacaktır. İşte onlar, cehennemlik olanlardır dedir."
Nuh aleyhisselam, tufandan sonra yeryüzüne inerken orada yiyecek, içecek ve barınacak gibi zaruri ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağı hususunda endişe içindeydi. İşte bunun üzerine Allah teala ona: "Gemiden yeryüzüne tarafımızdan bir güven içende, sana ve senin zürriyetinden gelecek olan ümmetlere verilecek olan bereket ve nimetlerle in. Orada bu nimetler sana verilecektir. Bu hususta endişen olmasın" diye teminat verdi.
Ayrıca âyet-i kerime, Nuh aleyhisselamin yeryüzüne inmesinden sonra da inasnlar içerisinden, yine inkarcıların çıkacağını ve onların da azaba uğratılacaklarını beyan etmektedir.

Hud suresi ayet 49
Bunlar: Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordun. Şu halde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç takva sahiplerinindir.

Allah teala bu âyet-i kerimede Nuh aleyhisselamın kıssasının, Resûlullah ve kavmi tarafnidan bilinmeyen ve ancak Allanın, Peygamberlerine vahy etmesiyle bildirilen bir gayb haberi olduğunu beyan etmekte, böylece Kur'anın hak bir kitap, Resûlullahın da gerçek bir Peygamber olduğunu ortaya koymaktadır. Âyet-i kerimenin son bölümünde ise, Resulullaha, kavminin müşriklerinin yaptıklarına karşı sabretmesi emredümekte ve güzel neticelerin, Allahtan korkanlara ait olduğu beyan edilmektedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İbrahim suresi ayet 9
Sizden öncekilerin, Nuh kavminin, Ad ve Semud ile onlardan sonra gelenlerin haberi size gelmedi mi? Ki onları, Allah'tan başkası bilmez. Elçileri onlara apaçık delillerle gelmişlerdi de, ellerini ağızlarına götürüp (öfkelerinden ısırdılar) ve dediler ki: "Tartışmasız, biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeyden de gerçekten kuşku verici bir tereddüt içindeyiz."

Taberi, bu âyet-i Kerimede geçen ifadelerin de, Hz.Musanın, kavmine söylediği sözlerden olduğunu zikretmiştir. Buna göre Hz.Musa, geçmiş kavimlerin, hak yoldan sapmaları sebebiyle başlanna gelen felaketlere dikkati çekerek kavmini tevhid inancına davet etmiş ve onların durumuna düşmemeleri için kendilerini uyarmıştır.

îbn-i Kesir ise bu âyette geçen ifadelerin, Hz.Musanın sözlerine dahil olmadığını, doğrudan Ümmet-i Muhammede hitabettiğini söylemiştir.

Ayet-i Kerimede: "Kâfirlerin, ellerini ağızlarına götürerek, inkarcılıklarını ilan ettikleri zikredilmektedir." Bu âyette geçen "Ellerin, ağızların götürülmesi" ifadesinden neyin kastedildiği hakkında çeşitli izahlar yapılmıştır.

Bazılarına göre, kâfirler, ellerim kendi ağızlarına götürerek, Peygamberlerin susmalarını ve konu şm amal an m işaret etmişlerdir.

Bazılarına göre, kâfirler, ellerini kendi ağızlarına götürerek, Peygamberlerin susmalarını ve konuşmamalarını işaret etmişlerdir.

Yine bazılarına göre de: Kâfirler, ellerini kendi ağızlarına götürerek, . Peygamberlere cevap vermek istemediklerini işaret etmişlerdir.

Diğer bazılarına göre de kâfirler, Peygamberlerin sözlerini duyunca, öfkelerinden, ellerini ağızlarına götürerek ellerini ısırmışlardır. Taberi de bu görüşü tercih etmektedir.

Bazılarına göre ise: Kâfirler, Peygamberleri, dilleriyle yalanlamışlardır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt