Kuran'da Ehl-i Kitap (kitap sahipleri) olarak anılan Yahudiler ve Hristiyanlar tek Allah'a inanan ve O'ndan gelen hükümlere tabi olmuş insanlardır. Ve bu onları Müslümanlara yakın kılmaktadır.
Kuran'da Ehl-i Kitap ile müşrikler arasında önemli ayrımlar yapılır. Bu, özellikle de sosyal hayat açısından dikkat çekicidir. Örneğin müşrikler için "ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar" (Tevbe Suresi, 28) denir. Çünkü müşrikler, hiçbir İlahi kural tanımayan, hiçbir ahlaki kıstası olmayan, her türlü pislik ve sapkınlığı işleyebilecek insanlardır.
Ancak Ehl-i Kitap, temeli Allah'ın vahyine dayanan bazı ahlaki kıstaslara, haram ve helal kavramlarına sahiptir. Bunun için Kitap Ehlinden kimselerin pişirdiği bir yemek, Müslümanlar için helal kılınmıştır. Aynı şekilde Müslüman erkeklere kitap ehlinden kadınlarla evlenme izni verilmiştir. Bu konuyla ilgili ayette Allah şöyle buyurur:
"Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü'minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı). Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır." (Maide Suresi, 5)
Bu hükümler, Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasında nikah sonucu akrabalık bağlarının kurulabileceğini, iki tarafın birbirlerinin yemek davetlerine icabet edebileceklerini gösterir ki, bunlar sıcak insani ilişkiler ve huzurlu bir ortak yaşam kurulmasını sağlayacak esaslardır. Kuran'da bu ılımlı ve hoşgörülü bakış tavsiye edilirken, Müslümanların aksi bir fikirde olması düşünülemez.
Peygamber Efendimiz (sav)'ın Ehli Kitaba yönelik adil ve hoşgörülü uygulamaları da müminler açısından çok güzel örnekler içermektedir. Örneğin Arap Yarımadası'nın Güney kısmındaki Hristiyan Necran Halkı ile yapılan sözleşmenin maddelerinden biri şu şekildedir:
Necranlıların ve maiyetindekilerin canları, malları, dinleri, varları ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip olduları herşey Allah'ın ve Allah'ın Peygamberinin güvencesi (himayesi) altına alınacaktır.21
Peygamberimiz (sav) bu ve benzeri anlaşmalarla, aşağıdaki ayetin tecelli etmesine ve Kitap Ehlinin de Müslümanlarla birlikte huzur ve barış dolu bir yaşam sürdürmesine vesile olmuştur:
Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 62)
Peygamberimiz (sav)'ın Hristiyan, Yahudi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası adil ve hoşgörü örneği olan anlaşmaların en önemlisidir.
Müslümanların Medine'ye hicretinin ardından hazırlanan Medine sözleşmesi, 622 yılında, farklı inançlara sahip olan halkların taleplerine cevap vermek üzere, Hz. Muhammed (sav)'in önderliğinde kaleme alınmış ve yazılı bir hukuki sözleşme olarak hayata geçirilmiştir. Bunun sonucunda da bir yüzyılı aşkın bir süredir birbirine karşı düşmanca duygular besleyen farklı din ve ırklara sahip topluluklar birarada ortak bir yaşam kurma şansını elde etmişlerdir. Hz. Muhammed (sav) bu sözleşme yoluyla her fırsatta birbirlerine saldıran, düşmanca duygular besleyen ve uzlaşamayan toplulukların arasındaki çatışmaların son bulabileceğini, onların anlaşarak birarada yaşayabileceklerini göstermiştir.
Medine sözleşmesine göre herkes hiçbir baskı olmadan istediği dini, inancı, siyasi ya da felsefi seçimi yapmakta özgürdür. Kendi görüşlerine sahip insanlarla bir topluluk oluşturabilir. Kendi hukukunu uygulamakta özgürdür. Ancak suç işleyen kimse, hiç kimse tarafından korunmayacaktır. Sözleşmeye taraf olan gruplar birbirleriyle yardımlaşacak, birbirlerine destek olacaklardır ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in himayesi altındadırlar. Karşılıklı taraflar arasındaki anlaşmazlıklar Allah'ın Resulü'ne götürülecektir.
Peygamberimiz döneminde, ehl-i kitaba yönelik adil ve hoşgörülü bir politika uygulanmıştır.
Peygamberimizin hazırlattığı bu sözleşme kademeli bir biçimde 622 yılından 632'ye kadar uygulanmıştır. Bu vesika ile kan ve akrabalık bağlarına dayalı kabile tarzı yapılanma aşılmış, coğrafi, kültürel ve etnik kökeni tamamen birbirinden farklı insanlar biraraya gelerek, bir birlik oluşturmuşlardır. Medine Vesikası'nda çok geniş bir din ve inanç özgürlüğü sağlanmıştır.
Mamanstırlar, Kiliseler ve Havralara Saygı Gösterilmelidir
Kuran'dan öğrendiğimiz bir diğer önemli gerçek, Müslümanların Yahudi ve Hristiyanların ibadet yerlerine son derece saygılı olmaları gerektiğidir. Kuran'da Ehl-i Kitabın ibadet yerleri olan manastır, kilise ve havralardan da Allah'ın koruduğu ibadet mekanları olarak söz edilir:
"... Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır." (Hac Suresi, 40)
Bu ayet, her Müslümana, Ehl-i Kitabın mabetlerine saygılı davranmanın ve bu mabetleri korumanın önemini göstermektedir.
Gerçekte Allah Kuran'da Müslümanlara hiçbir kavme karşı bir düşmanlık beslememeyi emretmektedir. Pek çok ayette müşriklere karşı da adaletli olmak emredilmektedir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) Kitap Ehli ile olduğu gibi müşriklerle de toplumsal düzeni sağlamak için bazı anlaşmalar yapmıştır. Müşriklere her zaman için adaletle davranılmış, onların korunma ve himaye talepleri Peygamberimiz (sav) tarafından kabul edilmiştir.
Bu himaye talebi herhangi bir haksızlığa veya saldırıya uğrama ihtimaline karşı Peygamber (sav)'in korumasını talep etmek, onun yanına sığınmak anlamını da taşımıştır. Hayatı boyunca Peygamberimiz (sav)'den pek çok gayrimüslim ve müşrik himaye talebinde bulunmuş, o da bu kişileri himayesi altına alarak, güvenliklerini sağlamıştır. Çünkü Allah, Tevbe Suresi'nde müşriklerin sığınma hakkı talep ettiklerinde, bu taleplerinin kabul edilmesini emretmiştir. Ayet şu şekildedir:
Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır. (Tevbe Suresi, 6)
Yahudiler ve Hristiyanlar Kitap Ehlidir, yani Allah'ın indirmiş olduğu bir kitaba tabi olmuşlardır. Doğru-yanlış, haram-helal kavramlarına sahiptirler. Allah'a hesap vereceklerini bilmekte, O'nun peygamberlerini sevip-saymaktadırlar. Bunlar Müslümanların Ehl-i Kitap ile kolaylıkla birarada yaşayabileceğini gösterir.
Camiler, kiliseler ve havralar Allah'ın adının anıldığı, Allah'a ibadet edilen önemli mekanlardır. Allah Kuran'da bu ibadet yerlerinin hepsine saygı gösterilmesi ve bu mekanların ayakta tutulması gerektiğine dikkat çekmektedir.
Kuran'da Ehl-i Kitap ile müşrikler arasında önemli ayrımlar yapılır. Bu, özellikle de sosyal hayat açısından dikkat çekicidir. Örneğin müşrikler için "ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar" (Tevbe Suresi, 28) denir. Çünkü müşrikler, hiçbir İlahi kural tanımayan, hiçbir ahlaki kıstası olmayan, her türlü pislik ve sapkınlığı işleyebilecek insanlardır.
Ancak Ehl-i Kitap, temeli Allah'ın vahyine dayanan bazı ahlaki kıstaslara, haram ve helal kavramlarına sahiptir. Bunun için Kitap Ehlinden kimselerin pişirdiği bir yemek, Müslümanlar için helal kılınmıştır. Aynı şekilde Müslüman erkeklere kitap ehlinden kadınlarla evlenme izni verilmiştir. Bu konuyla ilgili ayette Allah şöyle buyurur:
"Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü'minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı). Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır." (Maide Suresi, 5)
Bu hükümler, Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasında nikah sonucu akrabalık bağlarının kurulabileceğini, iki tarafın birbirlerinin yemek davetlerine icabet edebileceklerini gösterir ki, bunlar sıcak insani ilişkiler ve huzurlu bir ortak yaşam kurulmasını sağlayacak esaslardır. Kuran'da bu ılımlı ve hoşgörülü bakış tavsiye edilirken, Müslümanların aksi bir fikirde olması düşünülemez.
Peygamber Efendimiz (sav)'ın Ehli Kitaba yönelik adil ve hoşgörülü uygulamaları da müminler açısından çok güzel örnekler içermektedir. Örneğin Arap Yarımadası'nın Güney kısmındaki Hristiyan Necran Halkı ile yapılan sözleşmenin maddelerinden biri şu şekildedir:
Necranlıların ve maiyetindekilerin canları, malları, dinleri, varları ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip olduları herşey Allah'ın ve Allah'ın Peygamberinin güvencesi (himayesi) altına alınacaktır.21
Peygamberimiz (sav) bu ve benzeri anlaşmalarla, aşağıdaki ayetin tecelli etmesine ve Kitap Ehlinin de Müslümanlarla birlikte huzur ve barış dolu bir yaşam sürdürmesine vesile olmuştur:
Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 62)
Peygamberimiz (sav)'ın Hristiyan, Yahudi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası adil ve hoşgörü örneği olan anlaşmaların en önemlisidir.
Müslümanların Medine'ye hicretinin ardından hazırlanan Medine sözleşmesi, 622 yılında, farklı inançlara sahip olan halkların taleplerine cevap vermek üzere, Hz. Muhammed (sav)'in önderliğinde kaleme alınmış ve yazılı bir hukuki sözleşme olarak hayata geçirilmiştir. Bunun sonucunda da bir yüzyılı aşkın bir süredir birbirine karşı düşmanca duygular besleyen farklı din ve ırklara sahip topluluklar birarada ortak bir yaşam kurma şansını elde etmişlerdir. Hz. Muhammed (sav) bu sözleşme yoluyla her fırsatta birbirlerine saldıran, düşmanca duygular besleyen ve uzlaşamayan toplulukların arasındaki çatışmaların son bulabileceğini, onların anlaşarak birarada yaşayabileceklerini göstermiştir.
Medine sözleşmesine göre herkes hiçbir baskı olmadan istediği dini, inancı, siyasi ya da felsefi seçimi yapmakta özgürdür. Kendi görüşlerine sahip insanlarla bir topluluk oluşturabilir. Kendi hukukunu uygulamakta özgürdür. Ancak suç işleyen kimse, hiç kimse tarafından korunmayacaktır. Sözleşmeye taraf olan gruplar birbirleriyle yardımlaşacak, birbirlerine destek olacaklardır ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in himayesi altındadırlar. Karşılıklı taraflar arasındaki anlaşmazlıklar Allah'ın Resulü'ne götürülecektir.
Peygamberimiz döneminde, ehl-i kitaba yönelik adil ve hoşgörülü bir politika uygulanmıştır.
Peygamberimizin hazırlattığı bu sözleşme kademeli bir biçimde 622 yılından 632'ye kadar uygulanmıştır. Bu vesika ile kan ve akrabalık bağlarına dayalı kabile tarzı yapılanma aşılmış, coğrafi, kültürel ve etnik kökeni tamamen birbirinden farklı insanlar biraraya gelerek, bir birlik oluşturmuşlardır. Medine Vesikası'nda çok geniş bir din ve inanç özgürlüğü sağlanmıştır.
Mamanstırlar, Kiliseler ve Havralara Saygı Gösterilmelidir
Kuran'dan öğrendiğimiz bir diğer önemli gerçek, Müslümanların Yahudi ve Hristiyanların ibadet yerlerine son derece saygılı olmaları gerektiğidir. Kuran'da Ehl-i Kitabın ibadet yerleri olan manastır, kilise ve havralardan da Allah'ın koruduğu ibadet mekanları olarak söz edilir:
"... Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır." (Hac Suresi, 40)
Bu ayet, her Müslümana, Ehl-i Kitabın mabetlerine saygılı davranmanın ve bu mabetleri korumanın önemini göstermektedir.
Gerçekte Allah Kuran'da Müslümanlara hiçbir kavme karşı bir düşmanlık beslememeyi emretmektedir. Pek çok ayette müşriklere karşı da adaletli olmak emredilmektedir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) Kitap Ehli ile olduğu gibi müşriklerle de toplumsal düzeni sağlamak için bazı anlaşmalar yapmıştır. Müşriklere her zaman için adaletle davranılmış, onların korunma ve himaye talepleri Peygamberimiz (sav) tarafından kabul edilmiştir.
Bu himaye talebi herhangi bir haksızlığa veya saldırıya uğrama ihtimaline karşı Peygamber (sav)'in korumasını talep etmek, onun yanına sığınmak anlamını da taşımıştır. Hayatı boyunca Peygamberimiz (sav)'den pek çok gayrimüslim ve müşrik himaye talebinde bulunmuş, o da bu kişileri himayesi altına alarak, güvenliklerini sağlamıştır. Çünkü Allah, Tevbe Suresi'nde müşriklerin sığınma hakkı talep ettiklerinde, bu taleplerinin kabul edilmesini emretmiştir. Ayet şu şekildedir:
Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır. (Tevbe Suresi, 6)
Yahudiler ve Hristiyanlar Kitap Ehlidir, yani Allah'ın indirmiş olduğu bir kitaba tabi olmuşlardır. Doğru-yanlış, haram-helal kavramlarına sahiptirler. Allah'a hesap vereceklerini bilmekte, O'nun peygamberlerini sevip-saymaktadırlar. Bunlar Müslümanların Ehl-i Kitap ile kolaylıkla birarada yaşayabileceğini gösterir.
Camiler, kiliseler ve havralar Allah'ın adının anıldığı, Allah'a ibadet edilen önemli mekanlardır. Allah Kuran'da bu ibadet yerlerinin hepsine saygı gösterilmesi ve bu mekanların ayakta tutulması gerektiğine dikkat çekmektedir.