Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Küffarın Hizmetkarları Olan Sahte Ve Satılmış Alim'lerin İçyüzü!!! (1 Kullanıcı)

imported_Mehmet_Aydin

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
9
Tepki puanı
0
Puanları
0
Küffarın Hizmetkarları Olan Sahte Ve Satılmış Alim'lerin İçyüzü!!!


İslam Ümmetinin kurtuluş reçetesi olması gerekli olan 'alim'lerin mevcut hal ve hareketleri Allah Resulünün varisleri olmaya kesinlikle aday olamayacağı gibi bilakis Resulullah’ın o meşhur tehdidine, yani “cehennem halkının ayaklarımızın altında alimler var” gerçeğine mazhar oluyorlar ki, Allah (c.c.) biz Müslümanları bu fısk ve fücur kokan alim’lerden korusun. (Amin).

İnsanoğlunun yaratılış gayesi Allah (c.c.)’ya ibadet etmektir. Allah (c.c.) bu konu ile alakalı şöyle buyurmaktadır:

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56) Dolayısıyla bunun doğal devamı olan; “insan nasıl ibadet edecek?” sorusuna cevap aramak zorunda olduğu aşikardır. İşte tam burada İslam’ı anlamış olan müminler bu ibadet keyfiyetini idrak etmek zorunda olduğunu ve bununla mükellef olduğundan, ferdin bu vacibi yerine getirebilmek için elinden gelen tüm gayretini göstermek durumundadır. Mümin ibadetteki idrak keyfiyetini yani Allah (c.c.)’ya gerçek anlamda kul olabilmek için şa’rinin bu konudaki hitabını çok net ve berrak bir şekilde anlamak zorunda. Aksi takdirde kul yaratıcının rızasına kavuşabilmesi kesinlikle mümkün değildir.

İnsanların yaratılışı gereği kapasite ve kabiliyet açısından farklı meziyetlere sahip oluşları onların her birinin şa’rinin her hitabını anlamasına kesinlikle mümkün kılmamaktadır. Bunu daha net anlayabilmek için bir kaç örnek vermek istiyorum. Örneğin; Allah (c.c.) iktizai talebi olan namazın farz oluşu şu emre binaen kesinlik ifade etmektedir:

“Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın.” (Bakara 238)

“Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah’ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.” (Nisa 103)

Buradaki fiilin kesin talebi yani namazın her yaratılmış insana farz oluşunu anlamak için ilim erbabı yani alim olmaya gerek yoktur. Lakin namazın şartlarının ne olduğunu, ifa edilmesi gereken bu vecibeyi bir fiil nasıl yapılması gerektiğini bilebilmek için fakih olmak dahi yeterli olmamaktadır. Şu durumda bu ayetlerde geçen bu iktizai emri bize tafsilatlı bir şekilde anlatabilen ve bunun için edille-i şerriyeyi (Kuran, Sünnet, İcma ve Kıyas)’ı çok iyi idrak etmiş müçtehid alimlere ihtiyaç vardır. Namazın şartlarını ve tafsilatlı bir şekilde nasıl kılınacağı konusunu anlayabilmek için içtihadın yapılması kesinlikle kaçınılmazdır. Örneğin namazın şartlarından olan abdesti bozan hususlar kısmında alimler ihtilaf etmişler ve bazı alimlerin bozmadığı kanaati egemen olur iken bazılarında ise bozduğu egemen olmuştur. Öyleyse alimlerin dahi anlama konusunda (ihtilaf) ettiği bir konuda, avamdan olan bir müminin bu konuda nasıl bir kanaat oluşturabilsin gerçeği ortaya çıkmış olmuyor mu? Burada tabi ki akla şöyle bir soru gelebilir; “her müminin müçtehid olma mümkünatı var mı veya her mümin müçtehid olma imkanına sahip olmadığından dolayı müçtehid alimlerin içtihadlarını taklid edebilir mi? Buna verilecek cevap şu şekilde izah edilebilir: Her mümin Allah (c.c.) ‘nun emir ve yasaklarına göre bir yaşantı sürmesi kesinlikle zaruri olduğundan her an için bir veya birden fazla, yeterince müçtehid alimlerin bulunması farzı kifayedir. Dolayısıyla şayet böyle müctehid alimler mevcut ise diğer Müslümanların üzerlerinden bu vecibe düşmektedir. Müminler de yapılan bu içtihadlara göre hareket etme selahiyetine sahip olmaktadır, yani müminler Allah’ın hükmü konusunda mukallid olmaktadırlar ve içtihad yapmış müçtehidin bu konudaki içtihadına göre amel etmeleri şer’an kesinlikle caizdir. Bu minval üzerine Müslümanlar kesinlikle alimlere bilhassa müçtehid alimlere ihtiyaç duymaktadır ve bunun gerekli oluşu konusunda herhalde ihtilaf da yok zaten.

Sorun daha ziyade mevcut alimlerin tamamı değil de maalesef bir kısmının ve özellikle medyatik olan alimlerin büyük bir kısmının İslam’ı, Allah (cc)’nun dinini ve Resulullah (sav)’in varisliğini şu üç günlük dünya, dünya metaı ve mevki-makam için satabilmektedirler ve böylelikle yapmış oldukları bu alış verişten kesinlikle zararda, hüsranda ve akıbetlerinin ise şer olduğunu bilmekteyiz. Şar’iinin şu hitabı bunu ortaya koymaktadır:

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, incil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. işte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (Tevbe 111)

Bakınız, Allah (c.c.) takvalı alimlerin üzerlerinde barındırması gerekli olan şu sıfatı bildirmekle bahsetmiş olduğumuz mezkur alimlerin takınmış oldukları tavır ve yaşantıları ne kadarda çelişmektedir:

“Kullarından ancak alimler Allah’tan (hakkıyla) korkarlar.” [Fatır 28]

Evet, hakkıyla korkarlar ibaresini akla gelebilecek müphem sorulara net bir cevap bulabilmek için biraz açmamız gerekmektedir.

Korku insanın bekasında var olan içgüdüsel bir fıtri özelliktir. Korku olgusunu bastırabilmiş müminlere cesaretli müminler dememiz mümkündür, çünkü korkunun zıttı cesarettir. İnsanın maddi olan şeylerden korkması ile yaratıcının verebileceği o dehşetli cehennem azabından korkması arasında mevcut farkı anlamak lazım. İnsan beka içgüdüsü gereği yırtıcı hayvanlardan veya gözü dönmüş cani insanlardan korkar. Neden, çünkü insan yaratılış gereği ölmekten korktuğu için. Şimdi tam burada İslam’da mü’minin ulaşabileceği en üstün ölüm olan şehit olarak ölmeyi arzu etmemiz gerektiğini Resulullah (sav) bir çok hadisinde izah etmiş bulunmaktadır. Çünkü tam burada Allah korkusunun, dünya korkusuna egemen olduğunu çok net bir şekilde görmüş oluyoruz da onun için. Bakınız Resulullah (sav) ne buyurmaktadır:

“Kim Allah’ın kelâmı yüce olsun için savaşırsa işte o aziz ve celil olan Allah yolundadır.” (Ebu Davut)

Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre’den Nebi (sav)’in şöyle dediğini rivayet ettiler:

“Allah, evinden ancak Allah yolunda cihad için çıkan kimseye kefil olmuştur. O kimse evinden Allah’ın; yolunda cihad edenleri cennete koyacağına ya da sevap ve ganimetten elde ettiğini elde etmiş olduğu halde evine döndüreceğine dair sözünü tasdik ederek çıkmıştır. Muhammed’in canı elinde olan yemin olsun ki; Allah yolunda alınan bir yara yoktur ki, ilk meydana geldiği şekli ile, rengi kan rengi, kokusu da misk kokusu olduğu halde Kıyamet Gününde çıkıp gelmesin. Yine Muhammed’in canı elinde olana yemin olsun ki, mü’minlerden bir takım erkekler, ben savaşa çıktığım halde kendileri istemeyerek benden geride kalmasalardı ve ben onları taşıyacak binek bulamıyor olmasaydım, Allah yolunda savaşan hiçbir seriyeden geri kalmazdım. Muhammed’in canı elinde olana yemin olsun ki, Allah yolunda öldürülmemi, sonra dirilmemi, sonra yine öldürülmemi, sonra dirilmemi, sonra yine öldürülmemi arzularım.” (Müslim, K. imârat, 3484)

Birkaç başka meşhur rivayetlerde ise şöyle buyurulmaktadır:

“Cihadın en üstünü, zalim yöneticiye karşı hak sözü söylemektir.”

“Şehitlerin efendisi, Muttalib oğlu Hamza ve zalim yöneticiye iyiliği emredip onu kötülükten alı koyarken katledilen kimsedir.”

“Sakın biriniz görüp şahit olduğu bir konuda, hak sözü söyleme hususunda insanlardan çekinmesin! Gerçek şu ki hakkı söylemiş olması, ne ecelini ileri getirir ne de ona gelecek olan bir rızka engel olur.”

Şu durumda müminde şahlanmış olan iman şuuru onun Allah (c.c.)’nun rızasını elde etmek sureti ile cennet nimetinin ağırlığı ve gerçek korkulması gereken tek varlığın Allah (c.c.) olduğu kanaati, onu maddi olan hiç bir şeyden korkmadan, ölüme seve seve gitmeye sebep olan hakikat ortaya çıkmış bulunmaktadır. Şair Hamza için ne güzel söylemiş Hz:

Doğrudur ey Hamza gördüğün hiçbir şeyden korkmazsın,

Velakin heybetini gizli tut yürüyüşün ölümü korkutuyor.

Fakat şu tehlikeyi de dile getirmemiz gerekmektedir, kişi insanlar bana cesaretli desinler diye korku olgusunu yenerek savaşır veya öldürülür ise bakınız akıbetinin ne olduğuna. Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır:

“Muhakkak ki, Kıyamet gününde hakkında hüküm verilen ilk insan, şehit edilen bir adamdır. O adam getirilip kendisine nimet tanıtılır. O da onu tanımış olur. Allah ona, Bunun için ne yaptın? der. O da; şehit olasıya kadar Senin için savaştım, der. Allah da; Yalan söyledin, sen cesur desinler diye savaştın, nitekim öyle denildi, der. Sonra onun ateşe atılasıya kadar yüzüstü sürüklenmesini emreder.”

İşte, tüm bu gerçekleri bilip, okuduktan sonra acaba bir mümin hele hele bir alim nasıl olurda bu gerçeğin tam zıttı harekette bulunabilir, gerçekten insan anlamakta zorluk çekmektedir.

Nedir bu alimlerin fısk ve fücur diye nitelendirmesine sebep olan hal ve hareketleri, konuşmaları? Bu alimlerden ve onların tehlikeli söz ve hareketlerinden haberdar olmamız için, yapmış ve halen yapıyor oldukları söz ve hareketlerinden bir kaç örneği izah etmeye çalışacağız inşaAllah.

Devami gelecek!!
 

imported_Mehmet_Aydin

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
9
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Küffarın Hizmetkarları Olan Sahte Ve Satılmış Alim'lerin İçyüzü!!!

Evvela alim kelimesi ile alakalı bir kaç konuya değinmek istiyoruz: Alim lafzı, ilm kelimesinin çoğuludur, ilimden kasıt ise bir konuda malumat sahibi olmak yani o konuya vakıf olmak demektir. Öyleyse; alim yani ilim erbabı genel bir tanımdır. Alim dendiğinde İslam ilimlerine vakıf olan kişi kastediliyor olmakla beraber genele ait bilgilere, ilimlere yani makine, tıp gibi bilgilere vakıf olan hatta küfür fikirlerine, ilimlerine vakıf olan da dahi kast edilmektedir. Hatta ve hatta İslam’i ilimlerine vakıf olan gayri müslim dahi kast ediliyor olabilir. Lakin bizim konumuz ile alakalı olan İslam ilimleri ile meşgul olan Müslüman alimler olduğundan, onlardan bahsedeceğiz.

Mevcut yaşantımızda da sıkça rastladığımız şu gerçek hepimizin karşılaştığı gerçektir. Herhangi bir olay ile karşılaştığımızda hep hocamız ve hocalar diye bir takım alimleri öne süreriz ve hiçbir zaman onları sorgulamayız, dayandıkları delilleri duymak istemeyiz. Hele hele işimize göre fetva veriyorsa onu ilelebet koruruz. Halbuki Müslüman, kişileri değil de onun bu konudaki Kur’an ve Sünnetten anladığına bağlanmak zorundadır. İşte, bu rahatlık hocalarımızın da çok rahat hareket etmelerine, dünya metaı için hükümleri çok kolay tevil/manupule etmeye sebep olmaktadır. Yani ümmetin içinde maalesef delil sorma, hükmü anlama isteği ve bu konu için yeterli ön bilginin mevcut olmadığına şahit olmaktayız. Bundan dolayı halkı çok rahatlıkla saptırabilecek sahte hoca ve alimleri belki de bu zaaftan faydalanmak için, özellikle küffarın isteği doğrultusunda yetiştirilen alimleri gerçeğinden ayırt edebilmekte çok zorluk çekmekteyiz. İslam düşmanlarının özellikle de faydalandıkları şu yanlış haslette onların ekmeğine yağ çalmaktadır. Sathi düşünmek yani dış görünümünden etkilenmek ve ona göre onu yargılamak demektir. Bir kişinin sakallı veya sarık cüppeyle dolaşmış olması kesinlikle onun birşey bildiğine delalet etmemektedir. Bilakis sahip olduğu fikirler ve söyledikleri sözler ile onun içyüzü ortaya çıkmaktadır.

Bu üzücü gerçeği anlayabilmek için bir kaç örnek verelim: Herkesin çok yakından tanımış olduğu bir alimin son zamanlarda çokça gündeme geldiği faaliyet ve uğraşının dinlerarası diyalog olduğuna şahit olmaktayız. Hatta bu o kadar ilerlemişti ki Hıristiyanların ölmüş papası olan Papa 2.Jean Paul’ e 1998 mart ayında yapılan ziyaretle bu daha da pekişmişti. Neydi bu diyalogun veya daha doğrusu diyalogların özellikle diyanetin hazırlamış olduğu sempozyumlarda ileri sürülen ana hedef? Bakınız Türkiye Diyanet işleri başkanı olan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu diyalog için ne demektedir:

Diğer taraftan Kur’an’da sık sık kullanılan ehl-i kitap kavramı Müslümanlara, Yahudiler ve Hıristiyanlarla aynı dinî gelenekten geldiklerini, dolayısıyla birçok ortak buluşma noktalarının olduğunu hatırlatır. Ayrıca tevhit inancı, ahiret inancı ve salih amel vurgusu bu dinlerin ortak noktaları olup İslam Yahudiler ve Hıristiyanlara da Müslümanlarla diyaloglarını geliştirmeleri çağrısında bulunulur. Bir başka yerinde ise şöyle söylemektedir: Bize düşen bu ilâhî dinlerin evrensel mesajını yorum farklılıklarımızla birbirimize dayatmamamızdır. Amaç müşterektir: Herkesi yaratan bir Tanrı vardır ve o, yine herkesi bu dünyada yapıp ettiklerinden dolayı ahirette hesaba çekecektir. (28 Nisan - 01 Mayıs 2004 tarihleri arasında Kahire’de düzenlenen 16. Uluslararası “İslam Medeniyetinde Hoşgörü” Konferansında Diyanet işleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu tarafından sunulan metnin türkçesidir.)

İslam’da her şeyde olduğu gibi bu konuda da mevcut hükümler bulunmaktadır. Müslüman’a düşen ise her ne pahasına olursa olsun bildirilen mevcut kıstasın kesinlikle dışına çıkmamaktır. Allah (c.c.) tevhit inancı olarak sadece bir dini seçmiştir ve diğer din mensupların ise ahirette hüsranda olduklarını bildirmektedir:

“Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Ali imran 85)

Bakınız Allah (c.c.) Hıristiyanlar için açıkça ne söylemektedir:

“Andolsun "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler de kafir olmuşlardır. Halbuki bir tek Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur. Eğer diye geldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kafir olanlara acı bir azap isabet edecektir.” (Maide 73)

Kafirlerin akıbetinin ise cehennem olacağını Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

“Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve tas olan cehennem ateşinden sakinin. Çünkü o ateş kafirler için hazırlanmıştır.” (Bakara 24)

Dolayısıyla Hıristiyan ve yahudilere yani ehli-kitaba söylenecek tek söz var o da; Müslüman ol, aksi taktirde akıbetiniz cehennem azabıdır demektir. İslam’da ehli kitap hakkında özel hükümlerin inmiş olduğu konusu ise yani onların etlerinin yenilebilmiş olması veya Müslüman erkeklerin ehli kitaptan olan bir kadınla evlenebiliyor olması kesinlikle Allah’ın bir emridir ve bahis konusu olan dinler arası diyalogla hiçbir alakası yoktur ve olamazda.

Meşkur alimlerin yapmış oldukları bu tavır ise kesinlikle İslam’ın esaslarına ters bir tavırdır ve kesinlikle alimdir diye Müslümanlar bu söylem ve eylemleri tasvip edemez, hatta bilakis muhasebe etmeleri gerekir.

İslam aleminin en değer verdiği İslam fakültelerinden biri olan El Ezher Üniversitesinin dekanı şeyh Tantavi’nin son zamanlarda söylemiş olduğu fısk kokan şu sözlerine bir bakalım. Cihad, savaş ve terör kelimelerinin sürekli karıştırıldığını vurgulayan şeyh Tantavi, bu kelimeleri şu şekilde izah ediyor:

“Cihad savaş değildir. İnsanın her alanda elinden gelen en son gücü ve gayreti sarf etmesidir. ilimde gayret göstermek, imar faaliyetlerinde bulunmak, rızk peşinde koşmak ve hatta insanları sevmek cihaddır. Savaş ise şiddettir. Savaşın alanı sadece inancı ve vatanı korumaktır. Terör ise masum insanları korkutmak, öldürmek ve düşmanlıktır. Terör bazen düşmanı caydırmaya yönelik olabilir. Mesela Soğuk Savaş dönemindeki nükleer yarış kesinlikle bir terör eylemidir. Ama denk kuvvetler niteliğinde olan ABD ve Sovyetler Birliği, bu yarışla bir şekilde büyük bir savaşı da engellemiştir. Aynı şekilde Pakistan ve Hindistan da bu nükleer yarışla belki de büyük bir savaşa girişmekten kaçınıyor.” (10,09,05/Zaman Gazetesi)

Bu söyledikleri yetmiyormuş gibi bir de Allah Resulüne (sav)’e iftira atarak şu fıskı kusmaktadır. İslam'ın, din, dil, ırk, renk farkı gözetmeksizin tüm canları kutsal saydığına değinen Seyh Tantavi; “Resulullahın, bir Yahudi'nin cenaze namazına katılmasını hatırlatarak, “Sahabeden bunun sebebi sorulur. O da; ‘Ölen canlı değil miydi?' şeklinde cevap verir. Kur'an, tüm insanoğlunu yüce bir varlık olarak tanımlıyor. Sadece Müslüman veya belli bir dine ait olanları ayırtmıyor insanoğlu arasında eşitlik var. Sadece takva ile farklılık oluyor.” (10,09,05/Zaman Gazetesi)

Sözde İslam aleminin en değer verdiği alimin söylemiş olduğu bu iki husus hakkında Kur’an ve Sünnetin dediğine dönmeden önce, şunu çok iyi bilmemiz gerektiği kanısındayım. İslam Aleminin yaklaşık elli parçaya ayrılmış beldelerin başında o hain ve küffarın adeta hizmetkarları olan idareciler olmamış olsa, bilakis tüm İslam beldelerini bir çatı altında toplayacak olan Raşidi Hilafet Devleti sancağı altında bir Halifemiz olmuş olsa idi (ki zaten bunun olması an meselesi inşallah), vallahi bu ümmet bu mezkur alimleri değil hürmet ve saygı göstermeyi onları tükürükleri ile boğardı.

Cihad kelimesinin bir şer’i anlamı olduğu gibi bir de sözlük anlamı bulunmaktadır. Cihad kelimesinin sözlük anlamı ceht kökünden gelip güç kullanmak gayret sarf etmek anlamına gelmektedir. Yani sözlük anlamına göre, bir nesneyi kaldırmak veya kalem ile bir şey yazmak cihad olmaktadır.

Halbuki bizi/Müslümanları bağlıyan ve cihad derken anlamamız gereken anlamı bakınız Allah (c.c.) nasıl buyurmaktadır:

“Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karsı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varis yeridir!” (Tevbe 73)

“Onlara/düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal 60)

“İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır.” (Tevbe 20)

“(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek agir olarak savasa çikin, mallarinizla ve canlarinizla Allah yolunda cihad edin. Eger bilirseniz, bu sizin için daha hayirlidir.” (Tevbe 41)

Bir de bu ayeti celileleri açıklayan veya bir fiil bunu bize gösteren Allah’ın Resulünden bir kaç örnek vermek istiyoruz:

Ebu Hureyre (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:

Hz. Peygamber'e (a.s.)'a: "Hangi ibadet Yüce Allah yolunda yapılan cihada denk olabilir?"diye soruldu. Hz. Peygamber: "Ona gücünüz yetmez" buyurdu. Bu soru iki ya da üç defa tekrar edildi. Hz. Peygamber bu suallerin hepsinde; "Ona gücünüz yetmez" cevabını veriyordu. Üçüncü defasında; "Allah yolunda savaşan mücahidin benzeri oruç tutan, namaz kılan ve Allah yolunda cihat eden mücahit evine dönünceye kadar orucundan ve namazından hiç gevşemeyerek Allah'ın ayetlerine uyan kimsedir" buyurdu.

(Sahih-i Müslim'deki hadis numarası [Sadece Arapça]: 3490)

Enes b. Malik'in (r.a.) anlattığına göre; Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Allah yolunda (cihat için) yapılan bir sabah veya akşam seferi, dünyadan ve bütün dünya varlıklarından daha hayırlıdır." (Sahih-i Müslim 3492)

Ebu Hureyre'nin (r.a.) anlattığına göre Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Biri diğerini öldürüp sonra Cennete giren iki kimseyi Allah rızası ile karşılar." Sahabeler; "Bu nasıl olur? Ey Allah'ın Resulü!" dediler; "İlki, Yüce Allah yolunda cihat ederken şehit olur. Sonra Allah onu öldürene tövbe ve hidayet nasip eder de Müslüman olur. Sonunda O da Yüce Allah yolunda cenk eder ve neticede şehit düşer" buyurdu. (Sahih-i Müslim 3504)

Cabir (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: "Bir kimse (Süveyd'in hadisinde: bir kimse Uhud gününde): Ey Allah'ın Resulü! (Cihat ederken) öldürülürsem nerede olacağım?" diye sordu. Hz. Peygamber; "Cennette olacaksın" buyurdu. Bu cevap üzerine o kişi elinde bulunan hurmaları yere attı ve ölünceye kadar (düşmanla) savaştı. (Sahih-i Müslim 3518)

Herhalde bu kadarı ile ihtiva etmemiz yeterli olsa gerek, çünkü Cihat ve şehitlikle alakalı onlarca Ayeti celile ve Hadis bulunmaktadır.

Bu ayet ve hadislere baktığımızda söz konusu cihadın anlamının sözlük anlamı olmadığını bilakis Allah (c.c.)’nun cihad lafzına özel bir anlam yüklediğini dolayısıyla bu şer’i anlam haricinde başka bir anlamın İslamî olarak kabul edilemeyeceği gerçeğini bilmek zorundayız.

Cihadın şer’i anlamı: Allah (c.c.)’nun dinini yani Kelimetullahı aleme hakim kılmak için, karşısına çıkan tüm engelleri kıtal ile yani savaş ile bertaraf etmektir. Bir de Cihad-ul def vardır ki o da İslam Devletinin bekasına yapılan her türlü saldırıya karşı, Ümmeti Muhammed’in kendisini yine kıtal ile korumasıdır.

Şimdi tekrar hatırlayacak olursak; Seyh Tantavi ne demişti: “Cihad savaş değildir. insanın her alanda elinden gelen en son gücü ve gayreti sarf etmesidir.” (10,09,05/Zaman)

İşte bu söz kesinlikle İslam’a onun Resulüne apaçık bir iftiradır. Allah (c.c.) bu gibi alimlerin o şerli zihniyetlerinden Ümmeti Muhammedi korusun ve bu gibi alimlerin desiselerini başlarına çevirsin.

Birkaç örnekte hak dava uğrunda ölümü seve seve göze alan gerçek hakiki Allah Resulünün varisliğini inşaAllah hak etmiş olan alimlerden verelim: Ashabın en ileri gelenlerinden olan ilmin kapısı Ali'nin bilgisi, fıkıh metinleri ve hükümleriyle sınırlı kalmamış, çağdaşlarını kat kat geçtiği matematik ve bunun gibi bilimlere kadar uzanmıştır. Ali'den sonraki İslamî çağlarda en büyük fıkıh bilimcisi Ebu Hanife de, onun öğrencisiydi. Ebu Hanife, Cafer Bin Muhammed'in yanında okudu. O da babasının yanında okudu. Ali Bin Ebu Talip'e varıncaya kadar... Aynı zamanda imam-ı Malik Bin Enes de silsile yoluyla Ali'nin öğrencisiydi. Kendisi Rabia'dan, Rabia’da Akreme'den, Akreme’de Abdullah Bin Abbas'tan, Abdullah Bin Abbas da Ali'den öğrenmiştir. Bütün bunların üstadı durumundaki Bin Abbas'a “Amcanın bilgisi önündeki bildiğin nedir?” diye sordular. (Ali kastedilmektedir.) Cevap olarak; Atlas okyanusu önünde bir damla yağmurdur; dedi. Hz. Ali (ra)'ın Örnek Cesareti Hz. Ali (ra)'ın ilmi üstünlüğü ve adil yönetim anlayışının yanında Kur’an ahlakının bir sonucu olarak ön plana çıkan diğer bir özelliği de örnek cesareti olmuştur. Kur’an ahlakına göre gerçek cesaret, Allah'ın sınırlarını bütünüyle ve kusursuzca korumada Allah'tan başka kimseden korkmadan ve çekinmeden kararlılık göstermek, hiçbir şart ve ortamda Kur’an ahlakından taviz vermemektir. Bir müminin cesaretinin asıl kaynağı ise Yüce Rabbimiz'e olan imanı, derin sevgisi, Allah korkusu ve cennete duyduğu özlemdir. Hz. Ali (ra)’da üstün ahlaki özellikleriyle gerek Peygamber Efendimiz (sav)'le birlikte katıldığı savaşlarda, gerekse Hicret esnasında tüm müminlere örnek olacak bir cesaret sergilemiştir. Tebük Seferi hariç tüm savaşlarda Peygamberimiz (sav)'in yanında bulunan Hz. Ali (ra), her olayda bir müminin göstermesi gereken ahlakı ve cesareti eksiksiz olarak sergilemiştir. Tarihi kaynaklara göre, Yemen Savaşı'nda ordu kumandanı olarak görevlendirilen Hz. Ali (ra)'ın hicreti ise Peygamberimiz (sav)'in ona sahiplerine verilmek üzere bıraktığı emanetleri teslim ettikten sonra gerçekleşmiştir. Hz. Ali (ra)'ın Allah'a olan tevekkülünün ve Peygamberimiz (sav)'e olan kayıtsız şartsız bağlılığının birçok örneği vardır.

Allah (c.c.) bizleri böyle hakiki ilim şerbetinden içmiş olan alim ve mütefekkirlerden ayırmasın. Yine Allah (c.c.) biz Müslümanları fısk ve fücur kokan alim’lerden ve onların her türlü fitne ve cehaletinden korusun (amin).

Yarabbi bizleri en kısa zamanda Raşidi Hilafet Devleti ile şereflendir. (Amin).

Kardeşiniz Mehmet Aydın
 

ravzanuru

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2006
Mesajlar
190
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Küffarın Hizmetkarları Olan Sahte Ve Satılmış Alim'lerin İçyüzü!!!

Konu biraz uzun olmuş.
Güzel paylaşım için ALLAH razı olsun

Alim ile Zalim

Vakti zamaninda bir zalim vardir. Adam dizi dizi haksizliklar etmis, nice zavalilari acimasiz zulmüyle pençesi altinda inim inim inletmistir. Sayisiz derecede yoksul ve düskünlerin ocaklarini söndürmüs ve ettiGi zulümleriyle ülkesinde adini azgin zalime çikarmistir.
iste bu zalim, bir gün isi icabi etrafinda saygi ve sevgiyle anilan Allah baGlisi bir alime ziyarete gider. Kapiyi çalip içeri girdiGinde dünyadan el-etek çekmis bulunan alim, kendisini görmesin diye yüzünü örter. Kapiyi açan oGlu zalimin zulmünden korktuGu için, "Kusura bakmayin" der. "Babam, çok hasta, ne yaptiGini bilmiyor. Her halde farkinda olmadan yüzünü örtmüs olacak. Yoksa sizin tesrif ettiGinizi bilseydi hiç yüzünü örter miydi? Babamin namina sizden özür dilerim."
Bunlari tek tek duyan Allah asiGi alim ortaya atilarak söyle haykirir: "OGlum, neden yalan söylüyorsun? Ben hasta masta deGilim. Allah'a sükürler olsun hiçbir seyim yok. Fakat böyle zulmüyle destanlar yazan kötü kisileri görmek istemem. O yüzden de gözlerimi örttüm. Lütfen zalim ayaklarinizla evimi kirletmeyiniz."
Bunun üzerin zalim adam bir anda kendine gelir. Ve evi terk ederken iki gözü iki çesme aGliyarak bütün samimiyetle yaptiklarina tövbe eder. Allah'tan af diler. Allah da hem zalimi, hem de alimi yaygin rahmetiyle affina mazhar eder. Alim evine gelen zalimin yüzüne bakmadiGindan ötürü, zalimi de yiGin yiGin haksizliklarindan pismanlik duyduGu için baGislar.
Yüce Allah (cc) cümlemizi gerek kendimize, gerek baskalarina karsi en ufak bir haksiz harekette bulunmaktan korusun, amin!..

selam ve dua ile inşallahB)B)B)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt