Siyahgulsevdalisi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 Haz 2006
- Mesajlar
- 2,046
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Koşarken ölen bir gönül eri
Rahmetli Hacı Yusuf Kemâl Erimez Ağabey’in yardımcılarından Kadir Tufan’dan bir mektup aldım. Mektupta yazılan bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum...
Tacikistanlı Nureddin Narov, dokuz kardeşin en küçüğü idi... Yetimdi, öksüzdü. Hem annesini hem de babasını küçük yaşta kaybeden Nureddin, amcasının yanında büyümüştü. Ailenin gözbebeği bu kabiliyetli çocuk, köyünün kıraç topraklarından gelip Tacik-Türk Koleji’nde okumuştu. Mezuniyeti sırasında Hacı Ataları bütün arkadaşlarıyla beraber kendisine şöyle bir vasiyette bulunmuştu: “Üniversiteye gidip yurtdışında okuyacak, tahsilinizi bitirince vatanınız Tacikistan’a geri dönecek ve burada hizmet edeceksiniz. Geri dönmezseniz, size hakkımı helâl etmiyorum.”
Nureddin dört yıl önce Eskişehir’de üniversitenin İngilizce öğretmenliği bölümünden mezun oldu. Türkiye’de iki sene özel bir okulda İngilizce hocalığı yaptı. Ama ülkesi Tacikistan’dan “İngilizce öğretmenine ihtiyaç var, gel.” davetine derhal kulak verdi ve Hacı Atası Hacı Kemal Erimez’in ikazını hatırladı. Türkiye’de iki senedir vazife yaptığı okuldan memnundu, hem de başarılı idi. İmkânları da iyiydi. Bütün bunları elinin tersiyle itip yola çıktı. Her şeyi bir tarafa bırakıp Haziran 2004’te zor şartlar altındaki ülkesine döndü. Yeni okulu, Hacı Ata’nın adına açılmış ve ülkenin en güzel ve en güzide okullarından biri olan Duşanbe Müşterek Tacik-Türk Hacı Kemal Lisesi’ydi. Bir yıl hizmet verdiği bu okulda hem okul personeli hem de öğrencilerin gönlünde taht kurdu. İkinci sene de yine Şelâle AŞ’ye bağlı eğitim kurumlarından biri olan Duşanbe Dil Merkezi’nde vazifeye başladı. Sekiz ay içerisinde burada da herkesin takdirini kazandı. Artık evliydi ve sekiz ay sonra kucağına alacağını ümit ettiği yavrusunun hayaliyle baba olma heyecanını yaşıyordu.
İşini çok seviyordu. Daha mükemmelini yapmak için de “açık ders” uygulaması yapıyordu. Yani ayda bir artı ve eksilerini görmek, hem de eğitim adına uyguladığı ve uygulanabilecek yeni ve güzel metotları meslektaşlarıyla paylaşmak üzere açık dersler veriyordu. Bu derslere isteyen herkes iştirak edebiliyor ve kendince notlar alabiliyordu. Bu ders okul müdürünün nezaretinde artısı ve eksisiyle masaya yatırılıyor ve hep birlikte çıkarılabilecek güzel neticelere ulaşılmaya çalışılıyordu. 29 Nisan günü de yine böyle bir açık ders günü vardı. Ama Nureddin bir gün önce eve gitmeden arkadaşının bilgisayarına “YARIN AÇIK DERS OLMAYACAK” notunu yazıp altına imzasını atarak yapıştırmış ve öyle okuldan çıkmıştı. Dediği gibi 29 Nisan 2006 Cuma günü açık ders yapılamadı. Çünkü o günün sabahı yine aynı aşk ve şevkle evden çıkıp işine heyecanla yönelen Nureddin Narov, elîm bir trafik kazası geçirip vefat etti. O, 27 yıllık ömrüne çok şey sığdırabilmiş bir adanmış ve eğitim gönüllüsü idi. Cenazesine üç bini aşkın cemaat katılmıştı.
Tevafuka bakınız ki, cebinden belki de akşam son bir defa okuyup cebine koyduğu ve kanıyla renklendirdiği “Koşarken Ölmeli” başlıklı ibretli yazı çıktı. Şöyle deniliyordu: “Evet, kendini yeterli görmeyen bir mümin, Allah’ın bahşettiği imkânları yine O’nun yolunda kullanıp ebedileştirmek için gecesi-gündüzüyle hayatının her anını en iyi şekilde değerlendirmeye çalışır. Rıza-yı İlâhî için koştururken bazan evinin yolunu unutur; kimi zaman çocuklarının sîmasını zor hatırlayacak hale gelir. Gelir ve sürekli sâlih bir amel peşinde koşar. Benim hayallerimi süsleyen Kur’an talebesi de hizmete giderken solukları tükenen, koşarken kalbi duran ve yatakta değil de yolda ölen bahtiyardır. Böyle birinin vefat haberini duysam, onun ardından gözlerim dolar, hicranla gözyaşı dökerim. Fakat aynı zamanda da o gözyaşları benim takdir hislerimin de ifadesi olur. Çünkü hakiki Kur’an talebesi, kalbinin durduğunun farkına varamayacak şekilde bir küheylan gibi koşan ve kendini adadığı dava uğrunda bir vazifeye giderken yolda son nefesini veren insandır. İşte böyle bahtiyar bir ruh, yapıp ettikleriyle asla yetinmez; o güne kadarki koşuşunu hareketlerini, yaptığı işleri ve vesile olduğu onca güzellikleri kâfî saymaz. Allah’ın bahşettiği imkânları tam olarak değerlendirememiş olmanın endişelerini taşır. Yaptıklarını unutup yapabileceklerine yönelir ve ‘Daha yok mu?’ deyip yeni vazifelerin altına girmeye âmâde bulunur. Samimiyet ve faziletin remzi böyle bir insan, ne kabiliyetleriyle, ne aklıyla, ne mantığıyla, ne ortaya koyduğu eserleriyle ve ne fütuhâtlarıyla kendini asla yeterli görmez.”
Böylelerin mekânları ebedî cennet olsun.
11 haziran 2006 zaman gazetesi nden alınmıştır
Rahmetli Hacı Yusuf Kemâl Erimez Ağabey’in yardımcılarından Kadir Tufan’dan bir mektup aldım. Mektupta yazılan bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum...
Tacikistanlı Nureddin Narov, dokuz kardeşin en küçüğü idi... Yetimdi, öksüzdü. Hem annesini hem de babasını küçük yaşta kaybeden Nureddin, amcasının yanında büyümüştü. Ailenin gözbebeği bu kabiliyetli çocuk, köyünün kıraç topraklarından gelip Tacik-Türk Koleji’nde okumuştu. Mezuniyeti sırasında Hacı Ataları bütün arkadaşlarıyla beraber kendisine şöyle bir vasiyette bulunmuştu: “Üniversiteye gidip yurtdışında okuyacak, tahsilinizi bitirince vatanınız Tacikistan’a geri dönecek ve burada hizmet edeceksiniz. Geri dönmezseniz, size hakkımı helâl etmiyorum.”
Nureddin dört yıl önce Eskişehir’de üniversitenin İngilizce öğretmenliği bölümünden mezun oldu. Türkiye’de iki sene özel bir okulda İngilizce hocalığı yaptı. Ama ülkesi Tacikistan’dan “İngilizce öğretmenine ihtiyaç var, gel.” davetine derhal kulak verdi ve Hacı Atası Hacı Kemal Erimez’in ikazını hatırladı. Türkiye’de iki senedir vazife yaptığı okuldan memnundu, hem de başarılı idi. İmkânları da iyiydi. Bütün bunları elinin tersiyle itip yola çıktı. Her şeyi bir tarafa bırakıp Haziran 2004’te zor şartlar altındaki ülkesine döndü. Yeni okulu, Hacı Ata’nın adına açılmış ve ülkenin en güzel ve en güzide okullarından biri olan Duşanbe Müşterek Tacik-Türk Hacı Kemal Lisesi’ydi. Bir yıl hizmet verdiği bu okulda hem okul personeli hem de öğrencilerin gönlünde taht kurdu. İkinci sene de yine Şelâle AŞ’ye bağlı eğitim kurumlarından biri olan Duşanbe Dil Merkezi’nde vazifeye başladı. Sekiz ay içerisinde burada da herkesin takdirini kazandı. Artık evliydi ve sekiz ay sonra kucağına alacağını ümit ettiği yavrusunun hayaliyle baba olma heyecanını yaşıyordu.
İşini çok seviyordu. Daha mükemmelini yapmak için de “açık ders” uygulaması yapıyordu. Yani ayda bir artı ve eksilerini görmek, hem de eğitim adına uyguladığı ve uygulanabilecek yeni ve güzel metotları meslektaşlarıyla paylaşmak üzere açık dersler veriyordu. Bu derslere isteyen herkes iştirak edebiliyor ve kendince notlar alabiliyordu. Bu ders okul müdürünün nezaretinde artısı ve eksisiyle masaya yatırılıyor ve hep birlikte çıkarılabilecek güzel neticelere ulaşılmaya çalışılıyordu. 29 Nisan günü de yine böyle bir açık ders günü vardı. Ama Nureddin bir gün önce eve gitmeden arkadaşının bilgisayarına “YARIN AÇIK DERS OLMAYACAK” notunu yazıp altına imzasını atarak yapıştırmış ve öyle okuldan çıkmıştı. Dediği gibi 29 Nisan 2006 Cuma günü açık ders yapılamadı. Çünkü o günün sabahı yine aynı aşk ve şevkle evden çıkıp işine heyecanla yönelen Nureddin Narov, elîm bir trafik kazası geçirip vefat etti. O, 27 yıllık ömrüne çok şey sığdırabilmiş bir adanmış ve eğitim gönüllüsü idi. Cenazesine üç bini aşkın cemaat katılmıştı.
Tevafuka bakınız ki, cebinden belki de akşam son bir defa okuyup cebine koyduğu ve kanıyla renklendirdiği “Koşarken Ölmeli” başlıklı ibretli yazı çıktı. Şöyle deniliyordu: “Evet, kendini yeterli görmeyen bir mümin, Allah’ın bahşettiği imkânları yine O’nun yolunda kullanıp ebedileştirmek için gecesi-gündüzüyle hayatının her anını en iyi şekilde değerlendirmeye çalışır. Rıza-yı İlâhî için koştururken bazan evinin yolunu unutur; kimi zaman çocuklarının sîmasını zor hatırlayacak hale gelir. Gelir ve sürekli sâlih bir amel peşinde koşar. Benim hayallerimi süsleyen Kur’an talebesi de hizmete giderken solukları tükenen, koşarken kalbi duran ve yatakta değil de yolda ölen bahtiyardır. Böyle birinin vefat haberini duysam, onun ardından gözlerim dolar, hicranla gözyaşı dökerim. Fakat aynı zamanda da o gözyaşları benim takdir hislerimin de ifadesi olur. Çünkü hakiki Kur’an talebesi, kalbinin durduğunun farkına varamayacak şekilde bir küheylan gibi koşan ve kendini adadığı dava uğrunda bir vazifeye giderken yolda son nefesini veren insandır. İşte böyle bahtiyar bir ruh, yapıp ettikleriyle asla yetinmez; o güne kadarki koşuşunu hareketlerini, yaptığı işleri ve vesile olduğu onca güzellikleri kâfî saymaz. Allah’ın bahşettiği imkânları tam olarak değerlendirememiş olmanın endişelerini taşır. Yaptıklarını unutup yapabileceklerine yönelir ve ‘Daha yok mu?’ deyip yeni vazifelerin altına girmeye âmâde bulunur. Samimiyet ve faziletin remzi böyle bir insan, ne kabiliyetleriyle, ne aklıyla, ne mantığıyla, ne ortaya koyduğu eserleriyle ve ne fütuhâtlarıyla kendini asla yeterli görmez.”
Böylelerin mekânları ebedî cennet olsun.
11 haziran 2006 zaman gazetesi nden alınmıştır