Aşkâ Mecnun
Kayıtlı Kullanıcı
Onların tümü-toplanıp Allah'ın huzuruna (kıyamette) çıktılar da zayıflar (müstaz'aflar) büyüklük taslayanlara (müstekbirlere) dedi ki: "Şüphesiz, biz size tâbi idik; şimdi siz, bizden Allah'ın azabından herhangi bir şeyi önleyebiliyor musunuz?" Dediler ki: "Eğer Allah bize doğru yolu gösterseydi biz de sizlere doğru yolu gösterirdik. Şimdi yakınsak da, sabretsek de farketmez, bizim için kaçacak hiç bir yer yoktur." (İbrahim:21)
AÇIKLAMA
Bu ayet başkalarını gözü kapalı takip eden veya "Biz zayıfız" diyerek zalimlere boyun eğip itaat eden herkese bir uyarı niteliğindedir. Böyle kimseler şu şekilde uyarılmaktadırlar: "Sizin bugün körü körüne peşinden gittiğiniz liderler, azizler, yöneticiler ve hakimler sizi asla Allah'ın cezasından kurtaramayacaklardır. O halde bugün sizin peşinden gittiğiniz kimselerin nereye gittiklerini ve sizi neye yönelttiklerini iyi düşünmelisiniz."
İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim.
Günahkarlar şeytanı kendilerini saptırmakla suçladıklarında şeytan suçunu kabul edecek ve şöyle diyecektir: "Siz şimdi, Allah'ın verdiği bütün söz ve vaadlerin gerçek olduğunu ve benim sözlerimin hep boşa çıktığını görüyorsunuz. Ben de size zenginlik hakkında boş vaadlerde bulunduğumu, sizi açgözlülüğe teşvik ettiğimi ve sizi büyük beklentilerle oyaladığımı itiraf ediyorum. Sizi ahiret hayatının olmadığı, eğer varsa bile şu veya bu ulu kişinin şefaatiyle azaptan kurtulacağınız konusunda sizi temin ettim. Sizin yapmak zorunda olduğunuz tekşey, her şeyi onun huzurunda yapmanızdır. Sonra dilediğinizi yapmakta serbestsiniz, çünkü O sizi bütün sonuçlardan muaf tutacaktır. Bütün bunları söylediğimi ve taraftarlarıma da bunları söylemelerini emrettiğimi tekrar ediyorum."
Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz.
Yani, "Siz doğru yola uymak istediğiniz halde benim sizi yanlış yola saptırdığımı söyleyemez ve bunu ispat edemezsiniz. Siz kendiniz bile bunun böyle olmadığını kabul edersiniz. Ben sizi Hakka karşı batıla davet etmekten ve fazilet yerine rezalete yöneltmekten başka birşey yapmadım. Eğer iki yoldan birini seçme özgürlüğüne sahip olduğunuzda doğru yola uymak isteseydiniz, benim sizi yanlış yola uymaya zorlayacak gücüm yoktu. Şimdi ben size yaptığım zavallı çağrının sorumluluğunu yükleniyorum, fakat siz benim davetimi kabul etme sorumluluğunun yükünü üzerinizden atamazsınız, çünkü bunu kendi arzunuzla yaptınız. O halde bütün sonuçlarına da katlanmalısınız."
Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım.
Bu, imanda şirkten ayrı olarak amelde işlenen şirke açık bir örnektir. Şeytan kendi takipçilerinden, kendisini Allah'a ortak kabul etmelerini isteyecektir. Fakat iman sözkonusu olduğunda, şeytanı ilahlıkta ve ibadette Allah'a ortak kabul eden hiç kimse yoktur, bilakis herkes onu kötü amelleri nedeniyle lanetler. Bununla birlikte insanlar ona boyun eğip itaat ederler ve sanki o " tanrı " imiş gibi onu körü körüne izlerler. İşte buna "şirk" denir.
Şimdi de bunun aksi olan görüşü ele alalım. Bazıları bunun, sadece burada değinilen şeytanın sözüne dayanan bir görüş olduğunu söyleyebilirler. Fakat eğer bu dayanıksız olsaydı ilk önce Allah bunu kabul etmezdi. Yanısıra bu, Kur'an'da zikredilen tek şirk örneği değildir. İşte Kur'an'da zikredilen birkaç şirk örneği:
a) Kur'an Yahudi ve Hıristiyanları şirkle suçlar, çünkü onlar rahiplerini, din adamlarını Allah'ın yanısıra "Rab" olarak kabul etmişlerdir. (Tevbe,31)
b) Batıl gelenek ve inançlara uyanlara da müşrik adı verilmiştir. (En'am, 136-139).
c) Arzu ve şehvetlerine uyanlar da kendi "nefislerini" ilah edinmekle suçlanmışlardır. (Furkan, 43).
d) Allah'a isyan edenler "Şeytan"a ibadet etmekle suçlanmışlardır. (Yasin, 60).
e) Allah'ın izni olmaksızın insanların hükümlerine uyanlar, gerçekten Allah'ın izni olmaksızın bu kimseleri Allah'a ortak koşmaktadırlar. (Şura, 21).
Yukarıdaki örneklerin tümü şirkin sadece, kişinin ibadette Allah'a bir ortak koşması olayını imanın bir şartı olarak kabul etmesi ile sınırlı olmadığını göstermektedir. İlahi bir izin olmaksızın, bilakis ilahi bir yasaklamaya rağmen kişinin Allah'tan başkasına teslim ve tabi olması da şirktir. Böyle bir kişi, tabi olduğu ve peşinden gittiği kimseyi lanetlese bile şirk günahını işlemiş olur. İki tür şirk arasındaki fark işlenen günahın mahiyetinde değil derecesindedir. (Geniş bilgi için En'am suresinin 87, 107 açıklama notları ile, Kaf suresinin 50. açıklama notuna bakınız).
Gerçek şu ki, zalimlere acıklı bir azab vardır." (İbrahim: 22)
"Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır." (Meryem: 44)
Arapça metnin "şeytana tapma" anlamında olduğuna dikkat edilmelidir. Gerçi Hz. İbrahim'in babası ve diğer insanlar putlara taptıkları gibi veya o anlamda şeytana tapmıyorlardı, fakat onlar şeytana uyup ona itaat ettikleri için Hz. İbrahim (a.s) onları şeytana tapmakla suçlamıştır. Bu nedenle eğer bir kimse şeytana uyar ve ona itaat ederse, gerçekte ona tapmış olur. Çünkü şeytan insanların tapınma nesnesi olarak kabul ettikleri varlık değildir. Hatta insanların çoğu hem şeytanı lanetlerler, hem de aynı zamanda ona taparlar.
"Benim ortaklarım sandığınız şeyleri çağırın" (diye küfre sapanlara) diyeceği gün; (50) işte onları çağırmışlardır, ama onlar, kendilerine cevap vermemişlerdir. Biz onların aralarında bir uçurum koyduk. (51) (Kehf: 52 )
(50). Bu konu Kur'an'ın birçok yerinde ele alınmıştır. Bu, Allah'ın hidayetini ve emirlerini bir tarafa atıp, Allah'tan başkasının emir ve yol göstermesine uymanın dil ile Allah'ın ortağı bulunduğu söylenmese bile böyle bir davranışın şirk olduğu vurgulanmaktadır. Hatta bir kimse başkalarını lanetliyor onları kabul etmiyor, fakat aynı zamanda ilâhî emirler yerine onların emirlerine uyuyorsa o zaman böyle bir kimse de şirk koşuyor demektir. Meselâ, bu dünyada herkesin şeytanları lanetlediğini, fakat yine de onlara uyduklarını görüyoruz. Kur'an'a göre, şeytanları lanetlemelerine rağmen insanlar onlara uyarsa, bu insanlar şeytanları Allah'a şirk (ortak) koşmuş olurlar. Belki bu söz ile yapılan bir şirk değildir. Fakat davranışlarda ortaya çıkan şirktir ve Kur'an bunu şirk olarak kabul ediyor.
(51). Müfessirler genellikle buna iki anlam vermişlerdir. Birincisi, bizim mealimizde benimsediğimiz anlamdır. İkinicisi ise şöyledir: "Biz onların arasına bir düşmanlık koyarız." Yani: "Onların dünyadaki dostlukları ahirette korkunç bir düşmanlığa dönüşür."
Üzerlerine (azab) sözü hak olanlar derler ki: "Rabbimiz, işte bizim azdırıp-saptırdıklarımız bunlar; kendimiz azıp-saptığımız gibi, onları da azdırıp-saptırdık. (Şimdiyse) Sana (gelip onlardan) uzaklaşmış bulunmaktayız. Onlar bize tapıyor da değillerdi. (Kasas: 63)
Bu kimseler, insanlar ve cinlerden olan şeytanlardır, bu dünyada Allah'a ortak koşmuşlar, öğretileri ilahî emirlere tercih edilmiş, halkı doğru yoldan çevirip onlara yanlış hayat tarzları benimsetmişlerdir. Böyle şeytanlar asla ilâh olarak isimlendirilemez, onlara rab denemez. Fakat madem ki yalnızca Allah'a ibadet ve itaat gerekirken onlara da ibadet ve itaat ediliyor, şu halde onlar uluhiyete ortak koşulmuşlar demektir. (İzah için bkz. Kaf an: 50)
Yani, "Biz onları zorla yaptırmadık, onları ne görme, ne işitme kuvvetlerinden, ne de düşünme melekesinden mahrum ettik ve ne de onlar hak yola girmek istediklerinde onları zorla bâtıl yola çekebileceğimiz bir durum sözkonusuydu. Gerçek şudur ki, nasıl biz kendi özgür irademizi kullanarak saptıysak, onlar da kendi özgür iradeleriyle bizim kendilerine sunduğumuz yanlış yolu tercih ettiler. Dolayısıyla onların yaptıklarından biz sorumlu değiliz; onlar kendi yaptıklarından, biz kendi yaptıklarımızdan sorumluyuz.
Burada işaret edilmesi gereken ince bir nokta vardır. Aslında Allah kendisine onları ortak koşanları hesaba çekecektir, fakat onlar cevap vermeden bizzat ortak koşulanlar cevap verecektir. Bunun sebebi şudur: Bütün müşrikler bu şekilde sigaya çekilirken onların önder ve kılavuzları azap vaktinin kendileri için geldiğini anlayacaktır, çünkü besbelli ki izleyiceleri kendilerini saptırdığı için onları suçlayacaktır. Dolayısıyla izleyiciler birşey söylemeden onlar atılacak ve masumiyetleri için mazeret ve ricada bulunacaklardır.
Yani, "Onlar bize tapmıyorlardı, sadece kendilerine tapıyorlardı."
Tefhimul Kur'an Tefsiri
AÇIKLAMA
Bu ayet başkalarını gözü kapalı takip eden veya "Biz zayıfız" diyerek zalimlere boyun eğip itaat eden herkese bir uyarı niteliğindedir. Böyle kimseler şu şekilde uyarılmaktadırlar: "Sizin bugün körü körüne peşinden gittiğiniz liderler, azizler, yöneticiler ve hakimler sizi asla Allah'ın cezasından kurtaramayacaklardır. O halde bugün sizin peşinden gittiğiniz kimselerin nereye gittiklerini ve sizi neye yönelttiklerini iyi düşünmelisiniz."
İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim.
Günahkarlar şeytanı kendilerini saptırmakla suçladıklarında şeytan suçunu kabul edecek ve şöyle diyecektir: "Siz şimdi, Allah'ın verdiği bütün söz ve vaadlerin gerçek olduğunu ve benim sözlerimin hep boşa çıktığını görüyorsunuz. Ben de size zenginlik hakkında boş vaadlerde bulunduğumu, sizi açgözlülüğe teşvik ettiğimi ve sizi büyük beklentilerle oyaladığımı itiraf ediyorum. Sizi ahiret hayatının olmadığı, eğer varsa bile şu veya bu ulu kişinin şefaatiyle azaptan kurtulacağınız konusunda sizi temin ettim. Sizin yapmak zorunda olduğunuz tekşey, her şeyi onun huzurunda yapmanızdır. Sonra dilediğinizi yapmakta serbestsiniz, çünkü O sizi bütün sonuçlardan muaf tutacaktır. Bütün bunları söylediğimi ve taraftarlarıma da bunları söylemelerini emrettiğimi tekrar ediyorum."
Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz.
Yani, "Siz doğru yola uymak istediğiniz halde benim sizi yanlış yola saptırdığımı söyleyemez ve bunu ispat edemezsiniz. Siz kendiniz bile bunun böyle olmadığını kabul edersiniz. Ben sizi Hakka karşı batıla davet etmekten ve fazilet yerine rezalete yöneltmekten başka birşey yapmadım. Eğer iki yoldan birini seçme özgürlüğüne sahip olduğunuzda doğru yola uymak isteseydiniz, benim sizi yanlış yola uymaya zorlayacak gücüm yoktu. Şimdi ben size yaptığım zavallı çağrının sorumluluğunu yükleniyorum, fakat siz benim davetimi kabul etme sorumluluğunun yükünü üzerinizden atamazsınız, çünkü bunu kendi arzunuzla yaptınız. O halde bütün sonuçlarına da katlanmalısınız."
Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım.
Bu, imanda şirkten ayrı olarak amelde işlenen şirke açık bir örnektir. Şeytan kendi takipçilerinden, kendisini Allah'a ortak kabul etmelerini isteyecektir. Fakat iman sözkonusu olduğunda, şeytanı ilahlıkta ve ibadette Allah'a ortak kabul eden hiç kimse yoktur, bilakis herkes onu kötü amelleri nedeniyle lanetler. Bununla birlikte insanlar ona boyun eğip itaat ederler ve sanki o " tanrı " imiş gibi onu körü körüne izlerler. İşte buna "şirk" denir.
Şimdi de bunun aksi olan görüşü ele alalım. Bazıları bunun, sadece burada değinilen şeytanın sözüne dayanan bir görüş olduğunu söyleyebilirler. Fakat eğer bu dayanıksız olsaydı ilk önce Allah bunu kabul etmezdi. Yanısıra bu, Kur'an'da zikredilen tek şirk örneği değildir. İşte Kur'an'da zikredilen birkaç şirk örneği:
a) Kur'an Yahudi ve Hıristiyanları şirkle suçlar, çünkü onlar rahiplerini, din adamlarını Allah'ın yanısıra "Rab" olarak kabul etmişlerdir. (Tevbe,31)
b) Batıl gelenek ve inançlara uyanlara da müşrik adı verilmiştir. (En'am, 136-139).
c) Arzu ve şehvetlerine uyanlar da kendi "nefislerini" ilah edinmekle suçlanmışlardır. (Furkan, 43).
d) Allah'a isyan edenler "Şeytan"a ibadet etmekle suçlanmışlardır. (Yasin, 60).
e) Allah'ın izni olmaksızın insanların hükümlerine uyanlar, gerçekten Allah'ın izni olmaksızın bu kimseleri Allah'a ortak koşmaktadırlar. (Şura, 21).
Yukarıdaki örneklerin tümü şirkin sadece, kişinin ibadette Allah'a bir ortak koşması olayını imanın bir şartı olarak kabul etmesi ile sınırlı olmadığını göstermektedir. İlahi bir izin olmaksızın, bilakis ilahi bir yasaklamaya rağmen kişinin Allah'tan başkasına teslim ve tabi olması da şirktir. Böyle bir kişi, tabi olduğu ve peşinden gittiği kimseyi lanetlese bile şirk günahını işlemiş olur. İki tür şirk arasındaki fark işlenen günahın mahiyetinde değil derecesindedir. (Geniş bilgi için En'am suresinin 87, 107 açıklama notları ile, Kaf suresinin 50. açıklama notuna bakınız).
Gerçek şu ki, zalimlere acıklı bir azab vardır." (İbrahim: 22)
"Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır." (Meryem: 44)
Arapça metnin "şeytana tapma" anlamında olduğuna dikkat edilmelidir. Gerçi Hz. İbrahim'in babası ve diğer insanlar putlara taptıkları gibi veya o anlamda şeytana tapmıyorlardı, fakat onlar şeytana uyup ona itaat ettikleri için Hz. İbrahim (a.s) onları şeytana tapmakla suçlamıştır. Bu nedenle eğer bir kimse şeytana uyar ve ona itaat ederse, gerçekte ona tapmış olur. Çünkü şeytan insanların tapınma nesnesi olarak kabul ettikleri varlık değildir. Hatta insanların çoğu hem şeytanı lanetlerler, hem de aynı zamanda ona taparlar.
"Benim ortaklarım sandığınız şeyleri çağırın" (diye küfre sapanlara) diyeceği gün; (50) işte onları çağırmışlardır, ama onlar, kendilerine cevap vermemişlerdir. Biz onların aralarında bir uçurum koyduk. (51) (Kehf: 52 )
(50). Bu konu Kur'an'ın birçok yerinde ele alınmıştır. Bu, Allah'ın hidayetini ve emirlerini bir tarafa atıp, Allah'tan başkasının emir ve yol göstermesine uymanın dil ile Allah'ın ortağı bulunduğu söylenmese bile böyle bir davranışın şirk olduğu vurgulanmaktadır. Hatta bir kimse başkalarını lanetliyor onları kabul etmiyor, fakat aynı zamanda ilâhî emirler yerine onların emirlerine uyuyorsa o zaman böyle bir kimse de şirk koşuyor demektir. Meselâ, bu dünyada herkesin şeytanları lanetlediğini, fakat yine de onlara uyduklarını görüyoruz. Kur'an'a göre, şeytanları lanetlemelerine rağmen insanlar onlara uyarsa, bu insanlar şeytanları Allah'a şirk (ortak) koşmuş olurlar. Belki bu söz ile yapılan bir şirk değildir. Fakat davranışlarda ortaya çıkan şirktir ve Kur'an bunu şirk olarak kabul ediyor.
(51). Müfessirler genellikle buna iki anlam vermişlerdir. Birincisi, bizim mealimizde benimsediğimiz anlamdır. İkinicisi ise şöyledir: "Biz onların arasına bir düşmanlık koyarız." Yani: "Onların dünyadaki dostlukları ahirette korkunç bir düşmanlığa dönüşür."
Üzerlerine (azab) sözü hak olanlar derler ki: "Rabbimiz, işte bizim azdırıp-saptırdıklarımız bunlar; kendimiz azıp-saptığımız gibi, onları da azdırıp-saptırdık. (Şimdiyse) Sana (gelip onlardan) uzaklaşmış bulunmaktayız. Onlar bize tapıyor da değillerdi. (Kasas: 63)
Bu kimseler, insanlar ve cinlerden olan şeytanlardır, bu dünyada Allah'a ortak koşmuşlar, öğretileri ilahî emirlere tercih edilmiş, halkı doğru yoldan çevirip onlara yanlış hayat tarzları benimsetmişlerdir. Böyle şeytanlar asla ilâh olarak isimlendirilemez, onlara rab denemez. Fakat madem ki yalnızca Allah'a ibadet ve itaat gerekirken onlara da ibadet ve itaat ediliyor, şu halde onlar uluhiyete ortak koşulmuşlar demektir. (İzah için bkz. Kaf an: 50)
Yani, "Biz onları zorla yaptırmadık, onları ne görme, ne işitme kuvvetlerinden, ne de düşünme melekesinden mahrum ettik ve ne de onlar hak yola girmek istediklerinde onları zorla bâtıl yola çekebileceğimiz bir durum sözkonusuydu. Gerçek şudur ki, nasıl biz kendi özgür irademizi kullanarak saptıysak, onlar da kendi özgür iradeleriyle bizim kendilerine sunduğumuz yanlış yolu tercih ettiler. Dolayısıyla onların yaptıklarından biz sorumlu değiliz; onlar kendi yaptıklarından, biz kendi yaptıklarımızdan sorumluyuz.
Burada işaret edilmesi gereken ince bir nokta vardır. Aslında Allah kendisine onları ortak koşanları hesaba çekecektir, fakat onlar cevap vermeden bizzat ortak koşulanlar cevap verecektir. Bunun sebebi şudur: Bütün müşrikler bu şekilde sigaya çekilirken onların önder ve kılavuzları azap vaktinin kendileri için geldiğini anlayacaktır, çünkü besbelli ki izleyiceleri kendilerini saptırdığı için onları suçlayacaktır. Dolayısıyla izleyiciler birşey söylemeden onlar atılacak ve masumiyetleri için mazeret ve ricada bulunacaklardır.
Yani, "Onlar bize tapmıyorlardı, sadece kendilerine tapıyorlardı."
Tefhimul Kur'an Tefsiri