Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kıyamet alametlerini bildiren, her biri bir mucize olan hadis-i şeriflerden üçü şöyle (1 Kullanıcı)

erzsalih

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2009
Mesajlar
967
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Hemen cevabımı vereyim
1- Ben gerçek olan bütün hadisi şeriflere inanıyorum tabiki , uydurma olanlar hariç
2- Peygamber diye bir kelime KURANI KERİMDE GEÇİYOR MU ? geçtiğini ispat et bende hemen cevabını vereyim
3- Mezhebim İslam dinidir .

Siz bu yazdıklarınızla birşey ispat etmiş değilsiniz bu konuda iki tarafında yani şii lerin ve süninlerin kendilerine göre delilleri mevcuttur
Siz bu örneği vererek sadece hangi safta yer aldığınızı gösterdiniz , Hakkı ispatlamış değilsiniz ... bu konuda şii kaynaklarını da okuyunuz ki tek gözle olaya yaklaşmayın objektif yaklaşın ..

seninde hangi saftan oldugun belli oldu.
 

erzsalih

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2009
Mesajlar
967
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
değerli üye

yazdıklarımın altında koskaca ehliaba.com yazıyor görmüyor musun ?
benim ne olduğum belliydi de ,

sizin ne olduğunuzu öğrenmiş olduk , sizde bir emare yoktu neye inandığınıza dair , siz kendinizce Hakkı tebliğ ettiniz

Bende size Hakkı tebliğ ettim

Hükmü şüphesiz Allahu Teala verecektir ikimizden sadece 1 kişi haklı , öbürünün ise vay haline .

iyi akşamlar

haklısın kardesim elbet biri haklı. sen ki koskoca Peygaberimizin en yakın dostunun ismini karalayan insan bana hakkı ögretecek. ben hiç bir peygamberin hiç bir halifenin hiç bir ashabikeriminadını karalamaya cesaret edemem.
 

ufuk35

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Eyl 2008
Mesajlar
26
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Şüphesiz ki en doğrusunu Allah (c.c.) bilir.
 

denizhkn

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Mar 2009
Mesajlar
421
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
esselamunaleykum ve rahmetullah derğerli erzsalih kardeşim..
konunu ilk açtığımda çok güzel birşey paylaştığını gördüm. Allah cc razı olsun inşallah..
fakat yanlış anlamazsan birşey söylemek istiyorum ve affına sığınıyorum sonra yazan kişilere üslubun biraz sert geldi.. sonuçta hepimiz aynı düşünmeyebiliriz madem islami savunmak ve yaymak güzelliğini göstermek niyetimiz bence biraz daha hoşgörülü olabiliriz emin ol kaybeden biz olmayız.. kimin doğru kimin yanlış yaptığını yalnız ve ancak Allah bilir.. o üyzden suçlamak yerine biraz daha anlayışlı olursak eminim bilgiler daha yararlı olacaktır.. en azından ben öyle düşünüyorum ama siz öyle düşünüp düşünmemekte tabiki de serbestsiniz..
sürçi lisan ettiysem affola..
Allah a emanet olun
Selam ve Dua ile..
Selamunaleykum
 

erzsalih

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2009
Mesajlar
967
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Siz Fedek olayını inkar mı ediyorsunuz ?

İnkar etmeyip Hz. Ebubekiri bu konuda haklı görüyorsanız ,

Hz. Ali'de ResulAllah'ın damadı ,amacasının oğlu, medineye hicrette herkes kendine kardeş seçtiği zamanda ResulAllah'da Hz. Ali'yi kardeş seçmiş

hz Fatıma ResulAllah ın kızı ,

ehlibeyt hakkında ahzab 33 ayeti kerimesi inmiş başka hiçbir kimseye özel böyle bir ayet yok ...

Şimdi siz bana bir tarafı karalıyorsun diyorsunuz ama siz de Ehli beyti karalıyorsunuz ,

bu olayda bir haklı var , Ya Hz. Ebubekir , Hz. Ömer ve icması

yada
Ehlibeyt ve onları severler ,

Ben ehli beyti haklı görüyorum siz hz. Ebubekiri karalıyorsun diyorsunuz peki ya siz

hz. Ebubekiri haklı görürken

Ehli beyti karalamıyormusunuz ?

onların bu tavrı basit bir hurmalık dünya malı için değildi ..

Hakkı söylemek karalamak değildir , her insan hata yapar , siz hatayı kabul etmiyorsunuz .

Hz. Ebu Bekirin Resulullahın mirası olan Fedek arazisini Hz. Fatımaya vermemesinin Mumsema İslam Arşivi Hz. Ebu Bekirin Resulullahın mirası olan Fedek arazisini Hz. Fatımaya vermemesinin
İslam Tarihinde bilindiği üzere Hz Muhammed Mustafanın (sav) mirası olmasıyla ve Kuranı Kerimin ayetleriylen mirasın neye, nasıl ve kimlere verileceği açıklanmışken Hz Ebubekir ve Hz Ömer nicin fedek arazisini Hz Ali ile Hz Fatimatül Zehradan alıkoymuştur?


Medîne, Efendimiz’in vefatının ardından nisbî bir şok yaşıyordu Sahâbe, hususiyle de Hz Ebû Bekir’in (ra) içi cayır cayırdı Bu esnâda, Peygamberimiz’in biricik kızı, ciğerparesi, Ehl-i Beyt’in annesi Hz Fatıma Vâlidemiz: “Babamın Fedek’teki mirası” diyerek Halîfe-i Müslimîn’in kapısına dayandı Şimdi o, çok sevdiği, herkese ve her şeye tercih edeceği Hz Fatıma’ya ne cevap verecekti? O’nu incitemezdi; Rasûlullah’ın (sav) hâtırası olan bu ince, bu müstesnâ anamızı incitmeyi gönlünden bile geçirmezdi Ama, Rasûlullah’ın sünneti, kendi mirası mevzûunda bıraktığı sünneti en kıymetli şahıslar için bile fedâ edilmezdi “Ben, Rasûlullah’ın yaptığı hiçbir şeyi terkedemem”49 diyen İslâm’ın bu Yüce Halifesi, Hz Fâtıma Validemiz’e Rasûlullah’tan duyduğu: “Biz peygamberler topluluğu miras bırakmayız; bizim bıraktığımız, sadakadır”50 hadîsini nakletti O’ndan kalan, O’nun sağlığında sarfettiği yere sarfedilecekti Evet bu en nazik anda bile sünnete muhalefet düşünülmüyordu

Hz Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor:
"Hz Fâtıma ve Hz Abbâs (radıyallâhu anhümâ) Hz Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'e uğrayıp, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan kendilerine kalan mirası sordular Hz Ebû Bekir (radıyallâhu anh) onlara:

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Bize kimse vâris olamaz, bıraktıklarımız hep sadakadır Ancak Âl-i Muhammed bu maldan (ihtiyacı kadarını) yer" dediğini işittim Allah'a yemin olsun Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yaptığını gördüğüm bir şeyi terketmem, mutlaka onu yaparım Ben O'nun emrinden bir şey terkedecek olsam sapıtmaktan korkarım!" dedi

(Buhârî, Fedailu'l-Ashab 12; Müslim, Cihad 53, (1759) Metin Müslim'dendir Hadis Buhârî'de muhtasardır)

AÇIKLAMA:

Hadisin, Müslim'de gelen bir diğer vechinin baş kısmı, meseleyi daha açık bir üslubla vaz'etmektedir Buna göre, Hz Fatıma (ve Abbas) Hz Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'e bizzat gelmezler Birisini göndererek, fey malından, Medine, Fedek ve Hayber'de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hissesine düşen payın kendilerine miras olarak verilmesini iserler Ancak Hz Ebû Bekir onlara şu cevabı verir:

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sağken: "Bize kimse varis olamaz, her ne bırakmışsak sadakadır, bu maldan Âl-i Muhammed yer" buyurdu Ben de, vallahi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sadakasının sağlığındaki durumu ne idiyse, onu kesinlikle değiştiremem Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlarda nasıl tasarruf etti ise ben de öyle tasarrufta bulunacağım" der ve o arazilerin kendi taraflarına bırakılma teklifini, talebini reddeder

Acaba Hz Fatıma ve hatta Hz Ali ve Hz Abbâs (radıyallâhu anhüm) niçin miras istediler?

Bu hususta birkaç tahmin ileri sürülmüş ise de en mâkulü, en doğrusu şudur: Hz Ebû Bekir'in rivayet ettiği: "Bize mirascı olunmaz, bıraktıklarımız sadakadır" hadisini duymamış olmalarıdır Hz Ömer, Hz Ebû Bekir gibi en eski ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a en yakın olan Müslümanların pek mühim meselelerde bile Hz Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hadislerini, O'nun sağlığında değil, ölümünden sonra işitmelerinin birçok örneği var Bu da onlardan biri olmalıdır Hadisi işitmiş olan Hz Ebû Bekir (radıyallâhu anh), Mes'uliyet makamında, işin sorumlusu olarak, Hz Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in tatbikatından ayrılmamayı esas alıp, Hz Fatıma ve Hz Ali (radıyallâhu anhümâ) gibi, çok sevdiği ve hâtırasına son derece saygı duyup bağlılığını her şeyin üstünde tuttuğu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın iki ciğerpâresini gücendirmeyi sineye çekiyor, Hz Ali, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yakınlığını anlatırken hep ağlayarak dinleyen Hz Ebû Bekir'e, onları gücendirmek muhakkak ki çok ağır gelmiş idi Ama ne yapsın? Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan o mevzuda kesin bir bilgiye sahip, onunla amel etmesi lazım: "Bize kimse varis olamaz, bıraktıklarımız sadakadır"

Hz Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'in bu meseledeki haklılığını Hz Ali ve Hz Abbâs (radıyallâhu anhümâ) kabul etmişlerdir Çünkü, bilahare Hz Ali, halife olduğu zaman, mezkur arazilerin, Hz Ebû Bekir tarafından tesbit edilen ve Hz Ömer ve Hz Osman tarafından devam ettirilmiş bulunan statüsünde değişiklik yapmamıştır
Bu hususu açıklayan bir rivayeti Nevevî, Ebû Dâvud'dan kaydeder:
"(Abbasîler'in ilk halifesi) Seffah, ilk hutbesini okuduğu zaman, boynunda Kur'ân asılı olan bir adam yanına gelerek:
"Allah aşkına benimle hasmım arasında şu Mushaf'la hükmet" der Seffâh:
"Hasmın kim?" diye sorunca:
"Ebû Bekir'dir, Fedek arazisini bize menetmiştir" der Halife:
"O sana zulüm mü yaptı?" diye sorar Öbürü:
"Evet!" der Seffah:
"Ondan sonra kimdi?" diye sorar Adam:
"Ömer'di" der Seffah:
"Ömer de zulmetti mi?" der Adam:
"Evet" der Hz Osman için de aynı şeyi söyleyince:

"Ali de sana zulmetti mi?" der Adam bu sefer susar Seffâh bunu üzerine adama sert bir şekilde çıkışır"

Kadı İyaz bu meselede şunu söyler: "Hz Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'in hadisten delil getirmesi üzerine, Hz Fâtıma (radıyallâhu anhâ)' nın ona karşı niza etmekten vazgeçmiş olması, mesele üzerine vaki olan icmâya teslim olduğunu gösterir Bu durum HzFatıma (radıyallâhu anhâ)'nın kendisine hadis ulaşıp te'vili de açıklık kazanınca, o meseledeki şahsî görüşünü terketmiş olduğunu da ifade eder Nitekim bir daha ne kendisinden, ne de zürriyetinden, miras talebi vaki olmamıştır Bilahare Hz Ali halife olduğu zaman, o meselede Hz Ebû Bekir ve Hz Ömer'in amelinden ayrılmadı Öyle ise bu da gösterir ki, Hz Ali ve Hz Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'ın talebleri, o arâzilerin işletilmesiyle ilgili işlerin kendilerine verilmesini taleb etmektir"

Kütüb-i Sitte - Prof Dr İbrahim Canan


ben buna inanıyorum...
 

erzsalih

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2009
Mesajlar
967
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
esselamunaleykum ve rahmetullah derğerli erzsalih kardeşim..
konunu ilk açtığımda çok güzel birşey paylaştığını gördüm. Allah cc razı olsun inşallah..
fakat yanlış anlamazsan birşey söylemek istiyorum ve affına sığınıyorum sonra yazan kişilere üslubun biraz sert geldi.. sonuçta hepimiz aynı düşünmeyebiliriz madem islami savunmak ve yaymak güzelliğini göstermek niyetimiz bence biraz daha hoşgörülü olabiliriz emin ol kaybeden biz olmayız.. kimin doğru kimin yanlış yaptığını yalnız ve ancak Allah bilir.. o üyzden suçlamak yerine biraz daha anlayışlı olursak eminim bilgiler daha yararlı olacaktır.. en azından ben öyle düşünüyorum ama siz öyle düşünüp düşünmemekte tabiki de serbestsiniz..
sürçi lisan ettiysem affola..
Allah a emanet olun
Selam ve Dua ile..
Selamunaleykum

Aleykum Selam kardesim uyardıgın için teşekkür ederim. bende sinirlendim kendimi tutamadım. sanırım kendisi şii benim kaynakşarımın yanlış oldugunu söylemesi zoruma gitti ve kendimi tutamadım. daha dikkatlı olmaya çalışırım teşekkür ederim. Allaha emanet olun.

selamun aleykum
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
BİDAT VE DALALET EHLİ SAHABELERİMİZE ÇATMAYA DEVAM EDİYOR...
EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT BU YOLUN KALKANI VE KALESİDİR...
HİÇBİR ŞOM AĞIZLI VE SAHABE DÜŞMANINA FIRSAT VERMEYECEKTİR...
HZ EBUBEKR RA VE HZ ÖMER RA EFENDİLERİMİZE KÜFREDEN VE ÇATAN BU DALALET SAPIK FIRKALAR EHLİ KÜFÜRDEN DAHA TEHLİKELİDİR..ÖYLEYA KÜFÜR EHLİNİN NİYETİNİ HERKES BİLİR..
BU HAKTAN GÖRÜNÜP İSLAMI YIKMAYA ÇALIŞAN NİFAK EHLİ SAF İNSANLARIN ZİHNİNİ KARIŞTIRABİLİR...
BÜTÜN DİN KARDEŞLERİMDEN İSTİRHAMIM EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT İTİKADIMIZI İYİCE ÖĞRENMELERİ VE EHLİ DALALET-BİDAT VE NİFAK EHLİNE GEREKEN TEPKİYİ GÖSTERMELERİDİR...
SELAM HİDAYETE TABİ OLAN EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT OLAN GERÇEK MÜSLÜMANLARIN ÜZERİNE OLSUN...
Allahcce emanet olasınız kardeşlerim..
O EN GÜZEL VEKİLDİR...
BESMELE...SELAM...DUA...
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Hakkulbeyan fedek konusunu asagıdaki ayet ve hadislere göre lütfen insaf ile değerlendiriniz.
Fedek arazisi üzerinde tartışmaya girmeden önce, Pey­gamber Efendimizin (s.a) vefatı sırasında şahsi arazisi var idiyse bile, acaba bu arazi üzerinde miras hükümleri cari olur mu-olmaz mı meselesinin halledilmesi gerekir. Nübüv­vet makamıyla şereflendikten sonra, Peygamber Efendimiz bütün vaktini, hakkın davetini yaymaya adamış ve ticareti bırakmıştı. Peygamber Efendimiz Mekke'de bulunduğu sü­re içerisinde kendisinin ve Hz. Hatice'nin (r.a) biriktirmiş ol­duğu parayla geçimini sağlamıştı. Rasûlullah (s.a) heybesini toplayıp hicret ederek Medine'ye geldiğinde, elinde hiçbir şe­yi kalmamıştı. Medine'deki ilk zamanlar son derece yoksul­luk içerisinde geçti. Daha sonraları gazveler başladığında, Allah Teâlâ ganimet mallarının beşte birinin ayrılmasını emretti ve Peygamber Efendimize bu hisseden ne kadar mü­nasip görüyorsa ve ihtiyaç hissediyorsa, o kadarım kendi şahsı ve yakınlarının ihtiyaçlarına harcama yetkisi verdi. Geri kalan ise Allah (c.c) yolunda, yetim, miskin ve yolculara harcanacaktı.
"Eğer Allah'a ve (hak ile bâtılın) ayrılma gününde, o iki opluluğun karşılaştığı (Bedir) gün(ün)de kulumuz (Muhammed) e indirdiğimiz (ayetler)e inanmışsanız bilinki ga­nimet aldığınız şeylerin beşte biri, Allah'a, Rasulüne ve (Al­lah'ın Rasulü ile) akrabalığı bulunan(lar)a, yetimlere, yok­sullara ve yolcu(lar)a aittir. Allah her şeye kadirdir."
Bu Peygamber Efendimize verilen ilk geçim kaynağı idi.
Daha sonra, Hicret'in dördüncü yılında Allah Teâlâ Me­dine'deki yahudi kabilelerinden biri olan Beni Nudayr'ın fet­hini müslümanlara nasib edip, yahudiler tüm arazilerini terkedip şehirden gidince şu ayet-i kerime nazil oldu:
"Allah'ın, onlardan peygamberlerine verdiği ganimetlere gelince siz (onu elde etmek için) onun üzerine ne at nede deve sürmediniz. Fakat Allah, peygamberlerini, dilediği kimsele­rin üzerine salar (onlara üstün getirir). Allah her şeye kadir­dir.”
Allah'ın, o kent halkından, Rasulü'ne verdiği ganimet­ler, Allah'a, Rasûl'e, (Rasûl'e) akrabalığı bulunanlara, yetimlere, yoksullara, (yolda kalan) yolcuya aittir. Tâ ki, (o mallar), içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Al­lah'ın azabı şiddetlidir.”
Bu ayete göre Allah Teâlâ, doğrudan savaş neticesinde değil de îslâmî hükümetin heybet ve celali ile kazanılmış tüm mal, arazi ve bölgeleri ganimetten ayırarak hükümetin kontrolüne vermiş ve Peygamber Efendimize kendi ve akra­balarının ihtiyaçları için resmi varlıktan münasib gördüğü kadarını alma hakkı tanımıştır.
Bu hükümlere uygun olarak Peygamber Efendimiz Medine-i Münevvere'deki Beni Nudayr'ın bırakmış olduğu bağ­lardan bir kaç hurmalığı, Hayber'deki bazı arazileri ve yine Fedek'teki bir kısım toprakları kendisine tahsis etmişti. Peygamber Efendimiz bu arazilerin gelirleri ile kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılıyor, yakınlarına yardım edi­yor ve geriye kalan miktarı da Allah yolunda infak ediyor­du.
Mesele üzerinde iyice düşünülürse, bu iki kaynaktan (Ganimet ve Fey) Peygamber Efendimize verilenlerin, Rasullullah'ın (s.a) kendi şahsi ticareti ile bu arazileri elde etti­ği ve kendisinden sonra da bu arazilerin kendi mülkü olarak kalacağı ve varisleri arasında paylaşılacağı şeklinde bir özellik taşımadığı açıkça anlaşılır. Bilakis Peygamber Efen­dimizin mal varlığının şöyle bir özelliği vardı: Nebi (s.a) İslâm devletinin başkanı sıfatıyla tüm vaktini resmi işlere harcadığından ve kendine ait hiçbir geçim kaynağına sahip olmadığından dolayı devlet mallarından kendi ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde tasarrufta bulunma hakkı verilmişti. Rasûlullah'ın (s.a) bu yüce nübüvvet görevini dünya malı el­de etmek ve topraklara sahip olmak için yerine getirmemiş olduğu açıktır. Bu, Peygamberimizin sırf Allah rızası için ye­rine getirdiği ve karşılığını da Allah'tan (cc) beklediği bir hiz­met idi. Hükümet mallarındaki Peygamberimizin payı sade­ce kendisi, ailesi ve muhtaç yakınlarının haklarını eda ede­bilecek ölçüde idi. Bu pay ancak O'nun, mübarek hayatı müddetince söz konusu olabilirdi. Peygamberimizin vefatın­dan sonra bu varlığı, şahsî varlık gibi varisler arasında bö­lüştürmek için bir sebep yoktu. Bunu Peygamber Efendimiz bizzat kendi hayatlarında açıkça ortaya koymuşlardır:
"Benim mirasçılarım aralarında dinar ve dirhem bölüş­mesinler. Hanımlarımın nafakası ve hizmetçilerimin hakkı verildikten sonra, benim bırakmış olduklarımın hepsi sada­kadır.”
"Bizim varisimiz olmaz, ne bırakırsak sadakadır. Âl-i Muhammed bu maldan ancak yer. Yediklerinden fazlasını almak hakları değildir.
"Allah Teâlanın herhangi bir nebiye geçimini temin için verdiği şeyler, O nebinin vefatından sonra kendisinin yerini alana devredilir."
Nebi'nin (s.a), bu varlıkla ilgili söyledikleri gizli saklı de­ğildi. Bilakis, sahabenin ileri gelenlerinin hepsi bunları bili­yordu. Bu konuda Peygamberimizden rivayet edilen hadisle­rin ravileri sadece Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.a) değildir. Hz. Ali, Hz. Abbas, Hz. Abdurrahman b. Avf, Hz. Sa'd b. Ebî Vakkas, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Osman, Hz. Ebu Hureyre ve Peygamberimizin pâk zevcelerinin tamamının şahadetiyle Peygamber Efendimizin kendi mirası hakkında yukarı­da izah edildiği şekliyle açıklamada bulunduğu oldukça müstened rivayetlerle bize kadar ulaşmıştır. Böyle bir kut­sal buyruk bulunduğu halde Rasûlullah'ın halifelerinin O'nun bırakmış olduğu arazi konusunda başka bir karara varmaya yetkili olabileceklerini kim iddia edebilir?
Şimdi isterseniz. Peygamberimizin vefatından sonra mi­ras isteme meselesinin nasıl başladığı ve halifelerin herbirinin kendi zamanlarında bu konuda ne gibi bir yaklaşım ser­gilediklerini araştıralım: Şer'î usullere göre Peygamberimi­zin mirasından üç taraf hak taleb edebilirdi. Birincisi, Hz. Fâtımat'üz Zehra; Peygamberimizin kızı sıfatıyla. İkincisi, Hz. Abbas; Nebi'nin (s.a) amcası sıfatıyla. Üçüncüsü, Rasûlullahın tüm eşleri; O'nun (s.a) hanımı olmaları sıfatıyla. Bunlardan ilk iki taraf, yani Hz. Fâtıma ve Hz. Abbas (r.a) Hz. Ebu Bekir'in halife olarak seçilmesinden hemen sonra Hayber,Fedek ve Medine'deki Peygamberimizin tasarrufu altında olan tüm araziler ile ilgili olarak miras iddiasında bulundular. Hatta, bazı rivayetlerde Hz. Fâtıma'nın Hz. Ebu Bekir'e şöyle dediği nakledilir: "Siz vefat edince sizin mirasınız yakınlarınız arasında taksim ediliyor da, neden benim babamın vefatından sonra O'nun (s.a) mirasından bana pay düşmesin?" Hz. Fatıma'ya, Hz. Ebu Bekir'in verdi­ği cevap ise şöyledir:
"Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: Biz miras bırakmayız. Ne bırakırsak o sadakadır. Daha sonra Hz. Ebu Bekir şöyle dedi: Ben Rasûlullah'ın yaptıklarından yapmadık hiçbir şey bırakmayacağım. Çünkü O'nun (s.a) yaptıklarından herhangi bir şeyi bırakırsam doğru yoldan sapmış olaca­ğımdan korkuyorum."
"Ancak, ben Rasûlullah'ın geçimini sağladıklarının geçi­mini sağlayacak, Rasûlullah'ın infak ettiklerine infak edece­ğim."
“Allah'a yemin olsun ki, bana, Rasûlullah'ın yakınlarıy­la sıla-ı rahim yapmak, kendi akrabalarımla sıla-ı rahim yapmaktan daha sevimlidir.”
Hz. Fâtmıa ve Hz. Abbas'la, Hz. Ebu Bekir arasında geçen bu konuşma ile ilgili bize ne kadar müstened rivayet yetişmişse, onlardan hiçbirinde Hz. Fâtıma ile Hz. Abbas'ın, Hz. Ebu Bekir'in yukarıda naklettiğimiz kavlini işittikten sonra cevaben, onun Hz. Peygambere yanlış bir söz nispet ettiğim söylediklerine dair ne işareten, ne de kinayeli olarak bir şey vardır. Peygamberimize (s.a) böyle bir buyruğun nispet edil­mesinin doğru olması halinde ise, Rasûlullah'ın halifesinin Nebi'den geldiği sabit olmuş bir emri uygulamaktan başka bir seçeneği olmadığı açıktır. Hz. Peygamber'in bu buyruğu, sadece Hz. Fâtıma ile Hz. Abbas'ın değil, Hz. Ebu Bekir'in öz kızı Hz. Aişe'nin (r.a) menfaatine de zarar veriyordu. Çünkü o da kendi kocasının mirasından mahrum kalıyordu. Hak üzere olan Birinci Halife (r.a) kendi kızına bu konuda bir ay­rıcalık tanımış mıdır ki!
Geriye kalan üçüncü tarafa, yani Peygamber'in pâk eşle­rine gelince: Onlar da Hz. Osman'ı (r.a) araya koyarak Hz. Ebu Bekir'e göndermeye ve Rasûlullah'ın mirasından kendi paylarına düşen sekizde birlik hisseyi taleb etmeye niyetlen­mişlerdi. Ancak, Hz. Aişe (r.a) buna muhalefet etmiş, Pey­gamberin (s.a) tüm eşlerine hitaben şöyle buyurmuştu:
Allah'tan korkmaz mısınız, Rasûlullah'ın kendi hakkında: Biz miras bırakmayız. Ne bırakırsak o sadaka­dır. Muhammed'in ailesi maldan ancak yiyebilir, diye bu­yurduğunu bilmiyor musunuz"
Hz. Aişe'nin bu sözlerim işiten ezvac-ı mutahharat miras alma yolundaki iddialarından vazgeçmişti.
Bu meselede Peygamber Efendimizin daha sağlığında Fedek arazisinin Hz. Fâtıma'ya verilmesini kararlaştırdığı şeklinde bir iddia ortaya atılabilir. Bu yüzden Hz. Fâtıma (r.a) Hz. Ebu Bekir'den özellikle Fedek arazisini istemiş ve şahid olarak da Hz. Ali (k.v) ile Ümmü Eymen'i göstermişti. Ancak Hz. Ebu Bekir onların şahitliğini kabul etmemiş ve Fedek arazisini Hz. Fâtıma'ya vermeyi reddetmişti.
Fakat bu olay müstened hadis rivayetlerinin hiçbirinde zikredilmemiştir. Üstelik hikayenin anlatılış biçiminde ye­terince tutarsızlıklar vardır. İbn Sâd'ın rivayeti şöyledir: Hz. Fâtıma (r.a) bunu bizzat Rasûlullah'ın kendisinden değil de Ümmü Eymen'den işitmiş ve onu şahit olarak göstermişti. Bu rivayetin hilafına Belâzurî'deki rivayet ise şöyledir: Hz. Fâtıma, sevgili babasının (s.a) Fedek arazisini kendisine verdiğini bizzat iddia etmişti. Bir rivayete göre Hz. Fâtıma Hz. Ali ile Ümmü Eymen'i, başka bir rivayete göre ise Ümmü Eymen'le birlikte Peygamberimizin azadlı kölesi Rebah'ı şa­hit olarak göstermişti.
Bu olayın rivayet itibariyle durumu işte budur. Meseleye hukuki açıdan yaklaşacak olursak, Peygamber Efendimizin bu fiili ya hibe olabilir veya vasiyyet. Eğer hibedir dersek o zaman Hz. Peygamber kendi sağlığında Fedek arazisinin kontrolünü Hz. Fâtıma'ya vermiş olabilir. Aksi takdirde şi­fahî olarak herhangi bir kimseyi herhangi bir şeyi sahiplen­meye aday yapmak ve sahibinin ölümünden sonra o şeyi, o adaya vermeye niyetlenmek hibe değil de vasiyet olur. Eğer bunun vasiyet olduğu söylenirse, Kuran-ı Kerim'deki miras hükmü nazil olduktan sonra Peygamber Efendimiz mirasın bölüşülmesi meselesinde hiçbir varis lehinde vasiyet yapılamayacağım,
"Varise vasiyyet yoktur" diyerek ilan etmişti. O halde Rasûlullah'ın (s.a) kendi ilan ettiği hüküm aleyhine, diğer varisleri bırakarak belli bir varise vasiyette bulunduğuna nasıl inanılabilir?
Buna ilaveten vasiyet ya da hibe meselesini bir tarafa bı­rakıp, sadece söz konusu iddianın ispatlanması için gösteri­len şahitleri gündeme getirirsek, bu şahitlikler Kuran'daki açık şahitlik kuralları açısından yetersizdir. Kuran'a göre, ya başkalarının şahitliği veya bir erkek iki kadının şahitliği geçerlidir. Hz. Fâtıma (eğer olay doğru kabul edilirse) sadece bir kadını veya bir erkek, bir kadım şahit olarak göstermek­tedir. Bu durumda kanuna aykırı bir karar verilmesi nasıl beklenilebilir? Şahitliğin şer'î ölçüsü şahsiyetlere göre değiş­tirilebilir mi?
Daha sonra bu mesele Hz. Ömer zamanında yeniden gün­deme geldi. Hz. Ömer'in (r.a) halife seçilmesinin üzerinden iki sene geçmişti ki, Hz. Abbas ve Hz. Ali ona giderek, Rasû­lullah'ın mirası meselesini gündeme getirdiler. Hz. Ömer, Hayber ve Fedek'i istisna ederek, Medine'deki araziyi Hz. Ali ve Hz. Abbas'a (r.a) bu arazilerin mülkiyetini, gelirini Peygamberimizin mübarek hayatlarında harcamış bulun duğu kimselere harcamak şartıyla, verdi. Ancak daha sonra Hz. Ali ve Hz. Abbas arasında bu arazilerin idaresi me­selesinde ihtilaf oldu ve her ikisi de meseleyi Hz. Ömer'e gö­türdüler. Bu meselenin oldukça ayrıntılı bir anlatımı Malik b. Evs b. Hadsân nakliyle bütün muteber hadis kitaplarında rivayet edilmiştir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Hz. Malik şöyle diyor: "Ben Hz. Ömer'in huzurunda otu­ruyordum ki, yardımcısı, Hz. Ömer'e: Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvâm ve Said b. Ebi Vakkas'ın (r.a) huzura girmek için izin istediklerini iletti. Hz. Ömer'in müsaadesiyle içeri girdiler. Yardımcısı biraz sonra yeniden geldi ve Abbas b. Abdulmuttalib'le, Ali b. Ebi Talib'in de hu­zura girmek için müsaade istediklerini bildirdi. Hz. Ömer (r.a) izin verdi ve her ikisi de içeri girdiler. Selam verip otur­duktan hemen sonra Hz, Abbas konuya girdi ve "Ey Mümin­lerin Emiri, benimle (yeğeni Hz. Ali tarafına işaret ederek) bunun meselesini sen hallet" diyerek yeğeni hakkında ağır ve sert bazı sözler söyledi. Mecliste bulunan diğerleri "ger­çekten de Ey Müminlerin Emiri bunların meselesi oldukça uzamış, sen bunları bu çekişmeden kurtar" dediler. Hz. Ömer (r.a) onların ayağa kalkmasını isteyerek şöyle dedi: "Buyruğuyla yerler ve gökleri ayakta tutan Allah'ın adına sizlere soruyorum: Rasûlullah'ın;
"biz miras bırakmayız ne bırakırsak o sadakadır" buyurduğunu biliyor musunuz? Dört sahabi de:
"Evet, Rasûlullah böyle buyurmuştur" diye cevap verdi. Daha sonra Hz. Ömer aynı şekilde Hz. Ali ve Abbas'a (r.a) Allah'ın adım anarak:
"Sizler Yüce Peygamber'in böyle böyle buyurduğunu biliyor musunuz" diye sordu. On­lar da:
"Evet, gerçekten de Rasûlullah böyle buyurmuştur" diye cevap verdiler. O zaman Hz. Ömer "güzel" dedi ve ilave etti:
"Ben size şimdi bu meselenin hakikatim açıklayacağım. Allah Teâlâ fey meselesinde Rasûlu ne başkalarına vermedi­ği bazı özel yetkiler vermişti." Daha sonra Hz. Ömer (r.a) Haşr Sûresinden ayetini sonuna kadar okuyarak şöyle buyurdu: "Bu ayete göre bu fey mallan sadece Rasûlullah içindi. Ancak, Allah'a yemin olsun ki, Yüce Peygamber sizleri bırakıp da bütün bunları kendisi için toplamadı. Bu meselede bencillik de yap­madı. Bilakis, elinde üç arazi (Medine, Fedek ve Hayber) ka­lıncaya kadar onları sizin aranızda bölüştürdü. Bu arazilerden Rasûlullah kendi ailesinin bir senelik nafakasını temin ediyordu ve geri kalan gelirini Allah yolunda -nerede har­canması gerekiyorsa orada- harcıyordu. Söz konusu araziler hakkındaki Peygamberimizin tutumu tüm ömrü boyunca iş­te böyle olmuştu. Ben sizlere Allah adına soruyorum: Siz bu söylediklerimi biliyor musunuz?" Dört sahabe de: "Evet bili­yoruz" diye cevap verdiler. Hz. Ömer daha sonra Hz. Ali ile Hz. Abbasi muhatab alarak: "Sizin ikinize de Allah adına so­ruyorum, siz bunu biliyor musunuz" diye sorunca, onlar da:
"Evet biliyoruz" diye cevap verdiler. Bundan sonra Hz, Ömer şöyle dedi: "Daha sonra Allah Teâlâ Nebisini yanına aldı ve Hz. Ebu Bekir Rasûlullah'ın velisi olduğunu söyleyerek O'ndan kalan malları eline aldı ve bu mallarla ilgili olarak Rasû­lullah (s.a) ne yapıyorsa onu yapmaya devam etti. Allah Teâlâ şahittir ki, Ebu Bekir yaptığında tamamen doğru idi ve tam manâsıyla hakka tabi idi. Daha sonra Allah Teâlâ Ebu Bekir'i de yanına aldı ve onun velisi de ben oldum. Ben emirliğimin ilk iki senesinde söz konusu malları elime ala­rak aynen Rasûlullah'ın ve Ondan sonra Ebu Bekir'in amel ettiği gibi amel ettim. Allah şahittir ki, ben de bu yaptığımda doğru ve hakka tabi idim." Hz. Ömer daha sonra Hz. Ali ve Hz. Abbasi muhatab alarak şöyle dedi: "Siz ikiniz bana gel­diniz ve Rasûlullah'ın arazisi hakkında benimle konuştu­nuz. O zaman ikinizin arası iyi idi. Ey Abbas, sen benden ye­ğeninin ve ey Ali sen de hanımından dolayı onun babasının mirasını istedin. Ben size, Rasûlullah'ın:
"Biz miras bırakmayız, ne bırakırsak sadakadır" sözünü hatırlattım. Yalnız, bu araziler konusunda aynen Rasûlul­lah'ın, daha sonra Ebu Bekir'in ve halife olduktan sonra be­nim amel ettiğim gibi hareket etmeniz şartıyla söz konusu arazileri sizlere devredebileceğimi, ama eğer bu şartı kabul etmezseniz, bu konuda benimle konuşmamanızı söyledim." Bunu söyledikten sonra Hz. Ömer dört sahabiye dönüp Al­lah'ın (c.c) adını vererek onlardan söz konusu arazileri bu şartla Hz. Abbas ve Hz. Ali'ye devredip devretmediğini sor­du. Onlar bu soruya müsbet cevap verdikten sonra Hz. Ali ve Hz. Abbas'a dönüp aynı şekilde Allah'ın adını vererek: "Ben bu arazileri size devrederken bu şartı ileri sürmedim mi?" di­ye sordu. Onlar da onun bu şartı ileri sürdüğünü kabul etti­ler. Bunu müteakiben Hz. Ömer (r.a) şöyle dedi: "Şimdi siz benim daha değişik bir karar vermemi istiyorsunuz. Emriy­le gökleri ve yerleri ayakta tutan Allah'a yemin olsun ki, ben başka yeni bir karar vermeyeceğim. Eğer siz bu şart çerçeve­sinde hareket edemiyorsanız, arazileri geri bana devrediniz, idaresini ben üstleneyim.
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanında bu konuda günde­me gelmiş olayların ayrıntıları ile birlikte özgeçmişi işte bu şekildedir. Bu olayları değerlendiren her şahıs halifelerin yaptıklarının zulüm mü, yoksa adalet ve hak mı olduğunu kendisi belirleyebilir. Bununla birlikte insanın doğru bir ka­rar ve görüşe varabilmesi yolunda göz önünde bulundurması gereken iki mesele daha vardır:
1. Asıl söz konusu olan sırf adı geçen arazilerin Peygam­berin vefatından sonra miras olarak bölüştürülüp bölüştürülmeyeceği meselesi idi. Rasûlullah'ın ailesi ve yakınları­nın beyt'ul-mâl'dan nafaka alıp alamayacağı meselesi değil­di. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in (r.a) kendileri ve kendi aile­lerinden defalarca fazla Rasûlullah'ın ailesi ve yakınlarına hizmet ettiğine tarih şahittir. Bu iki halife onların hakkım diğer her haktan önce bilmiş ve onlara bağladıkları maaşlar Hayber,Fedek ve Medine'deki arazilerin mahsulünden da­ha fazla bir miktara ulaşmıştır.
2. Birinci meseleden daha önemli olan hatta bu konuda belirleyici bir özelliğe sahip olan ikinci mesele ise şudur: Hz. Ali'nin (k.v) kendisi de halife olduğunda bu arazileri Pey­gamber Efendimizin mirası olarak belirleyip varisleri ara­sında dağıtma yoluna gitmemiş, bilakis söz konusu arazile­rin Allah yolunda düzenli bir şekilde vakıf olma statüsünü korumuştur.
Hz. Ali'nin bu davranışından şöyle bir soru ortaya çık­maktadır: Eğer söz konusu araziler gerçekten miras idiyse, o halde, Hz. Ali'nin (k.v) kendi iktidarı döneminde Rasûlul­lah'ın varislerini bundan mahrum etmesi nasıl caiz olabilir? Eğer herhangi bir kimsenin canı bu yapılanlara behemehal zulüm demek istiyorsa, o halde biraz insaflı olup böyle davra­nışta bulunan tüm kimselere zalim demelidir. Aynı fiili işle­yen kişilerden bir kısmı hakkında değişik bir yargıya varıp, diğer bir kısmını daha değişik bir şekilde yargılamak insaflı ve hakikat ehli birisinin işi değildir
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Haddinizi aşmaya başladığınızın farkındamısınız bilmiyorum lakin bu şekilde devam ederseniz sitedeki üyeliğiniz en kısa sürede sona ereceğinden şüpheniz olmasın her mesajınızda okumaktan başka başka kaynaklardan okumamızdan bahsediyorsunuz.Fakat görülüyorki siz okumak gibi bir alışkanlığınız yok yada sadece okuyup okuduğunuzu anlamaya çalışmak gibi bir yeteneğe sahip değilsiniz

Benim mesajı gönderme saatim 23:21
Sizin mesajı gönderme saatiniz 23:32
Şimdi bu bağlamda yapacağım açıklamayı sitedeki değerli kardeşlerimin insiyatifine bırakıyorum ve sizide insaflı olmaya çağırıyorum

1-Konuda geçen 2 ayeti düşünüp anlamaya çalışmak konu bağlamında değerlendirmek ve cevabı hazırlamak

2-11 hadisi düşünüp anlamaya çalışmak konu bağlamında değerlendirip cevap hazırlamak

3-Yaklaşık toplam 22000 harfi okuyup değerlendirip cevap hazırlamak
Hepsi toplam 11 dakika!!!

Şimdi size insafla düşünerek cevap vermeniz için soruyorum
Farklı kaynakları okuduğunu gerçeği bulmak adına bizide buna davet ederek doğruyu bulabilceğimizi iddaa ediyorken nasıl oluyorda okuyup okuduğunu anlama gereği duymayan sizin yazdıklarınıza itibar edelim?

İnsaf dairesinde buna bir cevap veremeyeceksiniz
Çünki konuya bir önkoşullu bakış açısı ile nakıyorsunuz.
Hala aynı tavrı sergilemeye devam ederseniz site görevlileri hakkınızda gerekeni yapacaktır

Yaptıım açıklamayıda sitedeki değerli kardeşlerin akli elim bir şekilde değerlendirecek ve size daha fazla cevap yazma gereğide duymayacaklarını ümid ediyorum
Vesselam

siz Ömer Seyfedinin diyet isimli hikayesini okumadınız mı ?
buda o misaldir ;

Hz Fatma şehid edildikten sonra ; Hz Ali ne yapsın o hurmalığı zaten onlar kendileri için istemiyorlardı ki ;
hep bu delili getiriyorlar ama bu bir delil değil ;

kusura bakmayın ama Hz ALi Hz Fatıma bu kadar kırgın bu dünyadan bu olay yüzünden ayrılmışken onun bu kırgınlığına neden olan Fedeği alacak bir insan değildi ; onu ancak yüzsüzler yapar;
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Bir diğer husus,
''kusura bakmayın ama Hz ALi Hz Fatıma bu kadar kırgın bu dünyadan bu olay yüzünden ayrılmışken onun bu kırgınlığına neden olan Fedeği alacak bir insan değildi ; onu ancak yüzsüzler yapar''
Hz.Ali yüzsüzlük yapmamışken
Hz Fatıma, Efendimiz sas öldükten sonra o hurmalığı isteyecek kadar yüzsüzlük yaptı öylemi?
El insaf be el insaf kendi kendini çürütüyorsun


siz Ömer Seyfedinin diyet isimli hikayesini okumadınız mı ?
buda o misaldir ;

Hz Fatma şehid edildikten sonra ; Hz Ali ne yapsın o hurmalığı zaten onlar kendileri için istemiyorlardı ki ;
hep bu delili getiriyorlar ama bu bir delil değil ;

kusura bakmayın ama Hz ALi Hz Fatıma bu kadar kırgın bu dünyadan bu olay yüzünden ayrılmışken onun bu kırgınlığına neden olan Fedeği alacak bir insan değildi ; onu ancak yüzsüzler yapar;
 

erzsalih

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2009
Mesajlar
967
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
siz Ömer Seyfedinin diyet isimli hikayesini okumadınız mı ?
buda o misaldir ;

Hz Fatma şehid edildikten sonra ; Hz Ali ne yapsın o hurmalığı zaten onlar kendileri için istemiyorlardı ki ;
hep bu delili getiriyorlar ama bu bir delil değil ;

kusura bakmayın ama Hz ALi Hz Fatıma bu kadar kırgın bu dünyadan bu olay yüzünden ayrılmışken onun bu kırgınlığına neden olan Fedeği alacak bir insan değildi ; onu ancak yüzsüzler yapar;

ah kardesim sana artık bi şey diyemeyecem. benden bu kadar. seninle konusarak kendi bildigimdende olmak istemiyorum. kafamı karıstırmana izin veremem. ben ehli süünet vel cemaat olan insanlardan olmaya çalışan biinsanım....
 

erzsalih

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2009
Mesajlar
967
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
BİDAT VE DALALET EHLİ SAHABELERİMİZE ÇATMAYA DEVAM EDİYOR...
EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT BU YOLUN KALKANI VE KALESİDİR...
HİÇBİR ŞOM AĞIZLI VE SAHABE DÜŞMANINA FIRSAT VERMEYECEKTİR...
HZ EBUBEKR RA VE HZ ÖMER RA EFENDİLERİMİZE KÜFREDEN VE ÇATAN BU DALALET SAPIK FIRKALAR EHLİ KÜFÜRDEN DAHA TEHLİKELİDİR..ÖYLEYA KÜFÜR EHLİNİN NİYETİNİ HERKES BİLİR..
BU HAKTAN GÖRÜNÜP İSLAMI YIKMAYA ÇALIŞAN NİFAK EHLİ SAF İNSANLARIN ZİHNİNİ KARIŞTIRABİLİR...
BÜTÜN DİN KARDEŞLERİMDEN İSTİRHAMIM EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT İTİKADIMIZI İYİCE ÖĞRENMELERİ VE EHLİ DALALET-BİDAT VE NİFAK EHLİNE GEREKEN TEPKİYİ GÖSTERMELERİDİR...
SELAM HİDAYETE TABİ OLAN EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT OLAN GERÇEK MÜSLÜMANLARIN ÜZERİNE OLSUN...
Allahcce emanet olasınız kardeşlerim..
O EN GÜZEL VEKİLDİR...
BESMELE...SELAM...DUA...


Agzına saglık be kardesim kaç gündür bu kardeşimize bir seyler anlatmaya çalışıyorum ama gel görki anlamak istemiyor.. Allah senden razı olsun
 

erzsalih

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2009
Mesajlar
967
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Haddinizi aşmaya başladığınızın farkındamısınız bilmiyorum lakin bu şekilde devam ederseniz sitedeki üyeliğiniz en kısa sürede sona ereceğinden şüpheniz olmasın her mesajınızda okumaktan başka başka kaynaklardan okumamızdan bahsediyorsunuz.Fakat görülüyorki siz okumak gibi bir alışkanlığınız yok yada sadece okuyup okuduğunuzu anlamaya çalışmak gibi bir yeteneğe sahip değilsiniz

Benim mesajı gönderme saatim 23:21
Sizin mesajı gönderme saatiniz 23:32
Şimdi bu bağlamda yapacağım açıklamayı sitedeki değerli kardeşlerimin insiyatifine bırakıyorum ve sizide insaflı olmaya çağırıyorum

1-Konuda geçen 2 ayeti düşünüp anlamaya çalışmak konu bağlamında değerlendirmek ve cevabı hazırlamak

2-11 hadisi düşünüp anlamaya çalışmak konu bağlamında değerlendirip cevap hazırlamak

3-Yaklaşık toplam 22000 harfi okuyup değerlendirip cevap hazırlamak
Hepsi toplam 11 dakika!!!

Şimdi size insafla düşünerek cevap vermeniz için soruyorum
Farklı kaynakları okuduğunu gerçeği bulmak adına bizide buna davet ederek doğruyu bulabilceğimizi iddaa ediyorken nasıl oluyorda okuyup okuduğunu anlama gereği duymayan sizin yazdıklarınıza itibar edelim?

İnsaf dairesinde buna bir cevap veremeyeceksiniz
Çünki konuya bir önkoşullu bakış açısı ile nakıyorsunuz.
Hala aynı tavrı sergilemeye devam ederseniz site görevlileri hakkınızda gerekeni yapacaktır

Yaptıım açıklamayıda sitedeki değerli kardeşlerin akli elim bir şekilde değerlendirecek ve size daha fazla cevap yazma gereğide duymayacaklarını ümid ediyorum
Vesselam

Allah Sizden razı olsun..
 

erzsalih

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2009
Mesajlar
967
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
sayın ERzsalih

Bu yazdığınız hadisleri kimlerin kabul edip kimlerin etmediğine bir bakın

Bu yazdığınız hadislerde KURAN BİZE YETER görüşünün kimler tarafından çıkarıldığına bir bakın ;

kulaktan duyma değil , araştırarak kabul edin gerçekleri

Bakın size kaynak ASIM KÖKSAL İSLAM TARİHİ kitabından alıntı ;
REsulAllah'ın vefatı bölümünde


'Resûlullah Aleyhisselamın hastalığının şiddetlendiği gündür! [99]

Resûlullah Aleyhisselam, hastalandığı ve evinde de Ömerb. Hattab gibi bazı zâtlar bulunduğu sıra-da: [100]

'Bana kalem ve kağıt getiriniz de, size bir yazı yazayım ki, bundan sonra hiçbir zaman dalâlete düşmeyesiniz, doğru yoldan sapmayasınız!' buyurmuştu. [101]

Ömer b. Hattab:

'Resûlullah Aleyhisselam a hastalığı baskın gelmiştir.

Yanınızda Kur"ân var! Allah'ın Kitabı bize yeter!' dedi.


hala bana laf söyleyin nasılsa ölüm var kıyamet var mizan var ERzsalih ,

ben çokhuzurlu ve rahatım , çünkü Ben Hakkı ifade ediyorum ; Onlarda Hakkı ifade ettiklerini söylüyorlar hükmü Allah'ımız verecek ; o gün görüşeceğiz ; keşke imtihan aleminde kabul etselerdi ama yok inatla kabul etmiyorlar.....



Kur’andan başka delil var mıdır?


Sual: (Kur’andan başka kaynak tanımam, benim için sadece Kur’an delildir. Meal okuyup onunla amel ederim) diyenler haklı değil midir? Allah’ın kitabı yetmiyor mu, başka kaynağa ne ihtiyaç var?
CEVAP
Bunu söyleyen kimsede, zerre kadar samimiyet yoktur. Böyle söyleyenler Kur’an-ı kerime kesinlikle inanmıyorlar. Kur’an-ı kerime inansalar, onun bildirdiklerine de inanırlar.

Allahü teâlâ, (Yalnız bana tâbi olun, yalnız bana itaat edin) buyurmuyor. Resulüne ve âlimlere de uyulmasını emrediyor. Şu âyet-i kerimeleri, hangi mezhepsiz inkâr edebilir ki:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20] (Resule itaat de Kur’an-ı kerimin emridir.)

(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71]

(Resulüm de ki: “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31]

(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Resulüne inanmayan da kâfirdir. Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanıp hepsini beğenmek demektir.)

(De ki, Allah’a ve Resulü’ne itaat edin! [İtaat etmeyip] yüz çevirenler [kâfir olanlar], bilsinler ki, Allah, kâfirleri sevmez.) [Âl-i İmran 32] Allah’tan değil, Resulünden de yüz çeviren kâfirdir.)

(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]

(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157] (Allahü teâlâ, haram kılma yetkisini Resulüne de vermiştir.)

(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54]

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]

(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36]

(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]

(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah ve Resulünden [Kitap ve sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]

(Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resulünün haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dini [İslamiyet’i] din edinmeyen kimselerle; zelil bir halde kendi elleriyle [boyun eğerek] cizye verinceye kadar savaşın.) [Tevbe 29]

(Biz her Peygamberi, kendisine itaat edilsin diye gönderdik.) [Nisa 64]

(Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151]

Allahü teâlâ, Resulüne Kur’anın açıklamasını, hüküm koymasını emredip, iman, itaat ve kelime-i şehadette de Resulünü kendisiyle birlikte bildiriyor. İki âyet-i kerime meali:
(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]

(Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.) [Bekara 151] İmam-ı Şafii hazretleri buyuruyor ki: Bu âyetteki hikmet, sünnettir. Önce Kur’an, peşinden hikmet bildirilmiştir. (Risale s.78)

Bu konudaki hadis-i şerifler de şöyledir:
(Cebrail, Kur’anla beraber, onun açıklaması olan sünneti de getirdi.) [Darimi]

(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]

(Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul edin diyenler çıkar. İyi bilin, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi, Darimi]

(Bana uyan Cennete girer, bana isyan edense Cennete giremez.) [Buhari]

(Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.) [Müslim]

(Ümmetim bozulunca, sünnetimi ayakta tutana şehit sevabı verilir.) [Hakim]

(İhtilaflarda, sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine sımsıkı sarılın!) [Tirmizi]

(Bana uyan, Allah’a uymuş, bana asi olan da, Allah'a asi olmuş olur.) [Buhari]

Mezhepsizler, dindeki dört delilin ikisini kabul etmeyip, kitap ve sünnetten başka delil yok diyorlar. Mezhepsizleri de geride bırakan türediler, kitap ve sünnet tabirine bile saldırıp, (Kur’andan başka, sünnet adı altında din çıkarılıyor, Kur’anı getirmekle Peygamberin işi bitti, o bir postacıdır) diyerek sünneti Kur’andan farklı gibi gösteriyorlar. Âyet-i kerimelerde bunların kâfir oldukları bildiriliyor.

Görüldüğü gibi, yalnız Kur’an diyerek, Resule uymayanların, sahtekâr birer kâfir olduklarını, Allah ve Resulü bildirmektedir. Bunların, Kur’ana inanıyorum demeleri yalandır; çünkü Kur’an-ı kerimi toplayanlar da, hadis-i şerifleri bildirenler de Eshab-ı kiramdır. Birine inanıp öteki inkâr edilmez. Resulullah efendimiz, bunların çıkacağını mucize olarak 14 asır önce bildirmiştir. Üç hadis-i şerif meali:
(Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. Bir hadis söylenince, “Resulullah böyle şey söylemez. Bunu bırak, Kur’andan söyle” derler.) [Ebu Ya’la]

(Bazı kibirli kişiler çıkacak, “Allah Kur’anda bildirilenden başka bir şeyi haram kılmadı” diyecek. Yemin ederim ki, benim de emrettiğim, yasakladığım, koyduğum hükümler vardır. Bunların sayısı Kur’andaki hükümlerden daha çoktur.) [Ebu Davud]

(Kur’andan başka delil kabul etmem diyenler çıkacak.) [Ebu Davud]

Kur’an-ı kerimde, (yalnız Kur’ana uyun) denmiyor, (Allah’a ve resulüne uyun) deniyor. Resulünü dışlayıp, Kur’anın açıklaması olan hadisleri delil saymayan, Kur’anın ifadesiyle kâfir olur.

(Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri, (Ey ahmak! Kur’anda, namazların kaç rekât olduğunu bulabilir misin?) dedi. Hazret-i Ömer, farzların seferde kaç rekât kılınacağını Kur’anda bulamadık diyenlere, (Kur’anda bulamadığımızı, Resulullah’tan gördüğümüz gibi yaparız. O, seferde, 4 rekâtlı farzları iki kılardı) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)

Resulullah’a uymanın önemi anlaşılınca, Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere de uymak gerektiği anlaşılır. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekât olduğu ve nasıl kılınacağı, zekâtın, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiç kimse, bunları Kur’an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu halde Kur’an-ı kerimi anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır. Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Allahü teâlâ, (Peygambere sorun, âlimlere sorun) buyuruyor. Herkes Kur’anı anlayabilseydi o zaman peygambere ne lüzum kalırdı? Kur’an-ı kerimi doğru anlayamadıkları için 72 sapık fırka meydana çıktı? Üç ayet-i kerime meali:
(Eğer onun hükmünü peygambere veya ülül-emre [yetkililere, âlimlere] sorsalardı, öğrenmiş olurlardı.) [Nisa 83] (Demek ki, ülül-emre de uyulması gerekiyor.)

(Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]

(Bilmiyorsanız âlimlere sorun.) [Nahl 43]

Bu âyetler, Kur’an-ı kerimi anlamak için âlimlerin açıklamasına da ihtiyaç olduğunu bildiriyor. Zaten Kur’an meali okuyan, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre, yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yazdığı meali okuyan da, Allahü teâlânın bildirmek istediğini değil, tercüme edenin anladım sanarak kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir. Kur’an-ı kerim mealini okuyan, amel ve ibadetle ilgili bilgileri öğrenemez. İtikada ait bilgileri ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz; çünkü 72 dalalet fırkası, Kur’an-ı kerime yanlış mana verdiği için sapıtmıştır.

Kur’an-ı kerim, dinin anayasası hükmündedir. Yüz binlerce hadis-i şeriflerle açıklanmıştır. Âlimler, Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri açıklamıştır. Bu açıklamalar olmadan Kur’an-ı kerime uyulamaz. Bugünkü Anayasa da öyledir. Kanunlar, tüzükler, yönetmelikler ve mahkeme ictihadlarıyla ülke yönetilmektedir. Bunlar olmadan sırf anayasa ile ülke yönetilmez. Anayasa hep kanunlara havale eder. Kur’an-ı kerim de hep Resulullaha havale eder, âlimlere havale eder. Onun için, sırf anayasa ile memleket idare edilmez, Kur’an mealinden de din öğrenilmez.
 

erzsalih

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2009
Mesajlar
967
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Kur’anda her şey açık değildir


Sual: Hadisler olmadan Kur’anla amel edebilir miyiz?
CEVAP
Hadis-i şerifler olmadan Kur’an-ı kerimle amel etmek mümkün olmadığı gibi, mezhepler olmadan da hadis-i şeriflerle amel etmemiz mümkün olmaz. İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:

İmam-ı Beyheki Delail kitabında şöyle rivayet eder:

Eshab-ı kiramdan İmran bin Husayn (Radıyallahü anh), şefaatle ilgili bazı hadisler nakleder. Oradakilerden biri der ki:
— Siz hadisler bildiriyorsunuz, fakat biz bunlarla ilgili Kur’anda bir şey bulamıyoruz.

İmran bin Husayn hazretleri buyurur ki:

— Sen Kur’anı okudun mu?
— Evet.

— Kur’anda sabah namazının farzının iki, akşamınkinin üç, öğle, ikindi ve yatsının farzının ise dört rekât olduğuna rastladın mı?
— Hayır.

— Peki, bunları kimden öğrendiniz? Bizden [Eshab-ı kiramdan] öğrenmediniz mi? Biz de Resulullahtan öğrenmedik mi? Peki Kur’anda kırk koyunda bir koyun, şu kadar devede şu kadar, şu kadar paraya şu kadar dirhem zekât düştüğüne rastladın mı?
— Hayır.

— Öyleyse bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Resulullahtan öğrenmedik mi? Hac suresinde (Eski evi [Kabe’yi] tavaf etsinler) âyetini okumadınız mı? Peki orada Kabe’yi yedi deva tavaf edin diye bir ifadeye rastladınız mı?
— Hayır.

— Allahü teâlânın Kur’anda şöyle buyurduğunu duymadınız mı?
(Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının.) [Haşr 7]

Hazret-i İmran daha sonra buyurur ki:
Sizin bilmediğiniz bizim Resulullahtan öğrendiğimiz daha çok şey vardır. (Mizan-ül-kübra)

Kur’ana göre ibadet
Sual: (Namaz, zekât ve oruç gibi ibadetleri, uyduruk dine, yani hadislere veya mezheplere göre değil Kur’ana göre yerine getirmelidir) deniyor. Hadisler ve mezhepler Kur’ana aykırı mıdır?
CEVAP
Mezhepsizler, (İslam’a göre ibadet edelim) diyorlardı. Demek bunlar da, (Kur’ana göre ibadet edelim) dediklerine göre, mezhepsizlerin başka kolu oluyor. Bu kasıtlı bir reform değilse, çok cahilce bir tekliftir. (Ülkeyi kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere göre değil, sadece Anayasaya göre idare etmelidir) demekten daha yanlıştır. Her şey Anayasada olmaz, Anayasa kanunlara havale eder. Kur’an-ı kerimde namazın farzlarını, namazı bozan şeyleri, namazın rekâtlarını bile bulamayız. Zekâtın farzını, kaçta kaç verileceğini, uşrun ne oranda verileceğini, Kur’an-ı kerimde bulamayız. Namazın, zekâtın, orucun farzlarını, orucu bozanları Kur’an-ı kerimde bulamayız. Bunları Peygamber efendimiz bildirmiştir. Peygamber efendimizin bildirdiklerini de, mezhep imamlarımız açıklamıştır. Onun için namaz, oruç ve zekât gibi ibadetler ancak mezheplere göre uygulanır. Kur’an-ı kerime hatta hadis-i şeriflere göre bile biz uygulayamayız.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt