Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kişi sevdiğiyle beraber haşr olacaktır.. (1 Kullanıcı)

yakais

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
3,363
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
67
Konular çok güzel..Hata insan içindir ,hatadan dönmek yapmak için çaba sarf etmeli ve af dilemeye devam edilmeli...Halk içinde HAK ile olunacak...Çok insan çok ibtila demektir ,başarı ise elde edeceğin zaferin müjdecisidir...
Yanlız çok dikkat edilmeli ,çok aşk,çok Takva vs...Şimdiik ayrılmam lazım sağlıcakla kalın...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
ImageProxy.mvc


Hazret-i Mevlânâ Mesnevî’nin bir beytinde diyor ki:
“Merd-i İlâhî’den başkasını kuru kum farz et ki her vakit senin ömrünü su gibi içer.”

Tâhirû’l-Mevlevî, Hazret-i Pîr’in bu beytini açıklarken şunları söylüyor:

“Hâfız-ı Şîrâzî bir gazelinde:
«Bir derenin kenarında otur da ömrün geçişini seyret.» der.


Bilindiği gibi derenin suyu, birçok damlalardan meydana gelmiştir. Suyun akmasıyla o damlalar da akıp gider, bir daha eski yerine gelmez. İşte ömür de böyledir. O da sayılı birkaç nefesten ibarettir. İnsan bir defa nefes alıp verdi mi, ömür suyunun iki damlası gitmiş demektir. Diğer cihetten bir dere hakikî mecrasında cereyan ederse akacağı kadar akar. Lâkin kumsal bir vadiden, kızgın bir çölden geçecek olursa onun âteşîn kumları, derenin suyunu emer, çabucak kurutur. İşte Allah ehlinden başkasının sohbeti de hayat nefeslerimizi böylece emer, bitirir. O gibilerle boş yere konuşmak, nâfile yere çene çalmak, derenin suyunu kumlu çölde kurutmak gibi olur.”

Sayılı nefesleri kurutmamak için, hayat iksirini her dem taze tutmak için sohbet erbabıyla, gönül dostlarıyla bir olmak, beraber olmak gerekiyor. Kişi sevdiğiyle beraberdir. Öyleyse Allâh’ın sevdiklerini, Peygamber’in hoşlandıklarını kendimize örnek kabul edelim. Zaten başka çaremiz de yok. Ya böyle yapacağız veya aziz ömrümüzü lüzumsuz işlerle, mâlâyânî sözlerle telef etmek zorunda kalacağız. Bu ikincisinden Allah cümlemizi korusun. Allah dostlarıyla dost olmanın, dost kalmanın yolu, muhabbet-i Rasûlullah’tan, muhabbet-i ulemâdan, muhabbet-i urefâdan geçiyor.

iktibas
 

yakais

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
3,363
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
67
Gölden deniz efdaldır...Büyük deniz deryadır...Coşku aşktır...Heyecandır...Külli itaattir...Coşmaktan korkmak aşk şerbetinden içmemek olmaz...Mevlam hareketi sever...İnsan denizine dalmak aşk şerbetinden içmek gerek...
Muhammed Mustafa A.S. gibi...

Yunus A.S. gibi kaçarsan İnsan deryasından olmaz bilmek ibret almak ve coşup Yunus A.S gibi olmak gerek...
 

melissa26

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,857
Tepki puanı
18
Puanları
36
Yaş
51
Yıkılmadım ayaktayım:a26:dertlerimle başbaşayım
Nerde olursan ol, gönlün akan ırmaktır, aş denizi bul,
Behey şaşkın, ara , ara aradığını bul
Durmakla yol alınmaz, bu dünya kimseye kalmaz
Ne güzeldir Rabbim sorularıma kızmaz...
Vazgeçmek olur mu? hamur yoğrulmadan olmaz
Yanan aşık , kor getir, aşıklar yanmaya doymaz
Umud'dan vaz geçme, kararan kalplerde umuda yer yolmaz
Sorma garip! gaybın anahtarı benden başkasında bulunmaz
Özür dilerim Rabbim , özür dilerim...bağışla üzüntümden sordum
Dua, dua , Rabbim hayırlı eyle (sonucu bekle) hikmetinden sual olmaz
 

melissa26

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,857
Tepki puanı
18
Puanları
36
Yaş
51
•“Salihleri anmak günahlara kefarettir.” [Deylemi]
•“Fazilet ehlini ancak fazilet sahipleri tanır.” [Deylemi]
•“Fıkıh öğrenilen yerde bulunmak, bir senelik ibadetten daha hayırlıdır.” [Deylemi]
•“Kırk gün içinde, bir ilmi sohbette bulunmayanın kalbi kararır. Büyük günah işlemeye başlar. Çünkü ilim, kalbe hayat verir.” [Mektubat-ı Rabbani]
•“Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibadetten daha sevaptır.” [Deylemi]
•“Ya âlim, ya talebe veya bunları dinleyenlerden olun! Yahut ilim ehlini sevenlerden olun! Bunlardan gayrısı olan helak olur!” [Beyheki]
•“Evliyayı görünce, Allah hatırlanır.” [H.Tirmizi]
•“Her şeyin kaynağı vardır. Takvanın menbaı ariflerin kalbleridir.” [Taberani]
•“Büyüklerle oturun, âlimlere sorun ve hikmet ehli ile beraber olun!” [Taberani]

İlim Kalbe hayat verir...
Bir saat ilim, bütün günü ibadetle gecirene bedeldir...
Bilmenin güzelliği nedendir?
Bilmeyen niye , neye, kime? nasıl ibadet ettiğinden haberi olmaz
Bilmek cennetin güzelliklerindendir
Bir haber, cennet birbirini Hak için sevenlerindir (e güzel de niye?)
Rabbim bu kulunu sevdim, senin için Ben dedim mi niye?
Seni sevenleri hatırlatır, aşkı yüreğimde artırır, dara düştügümde önümde ki engeli kaldırır....
Seni sevenler, senin yoluna çağırır (tamam işte) ondan bilmediğinin ardına düşme
Anladım, kimse kimsenin ne olacagını bilemez, Rabbim bağışla...sevenlerimi üzme(tamam inşallah)
Şey:a15: Ariflerin kalbine nasıl girilir??(garip git işine)
 

smyyes

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
3,791
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
30
Allah razı olsun Ahmed kardeşim.
öyle güzel bir paylaşım olmuş ki.kendi adıma çok faydalı oldu
ve melissa kardeşimm..sizde ki nasıl bir aşk.maşAllah..Allah çok daha iyisini size de/bize de nasip etsin.
 

ahmet_99

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
1,767
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Allah razı olsun Ahmed kardeşim.
öyle güzel bir paylaşım olmuş ki.kendi adıma çok faydalı oldu
ve melissa kardeşimm..sizde ki nasıl bir aşk.maşAllah..Allah çok daha iyisini size de/bize de nasip etsin.

Allah sizden de razı olsun kardeşim, güzel duanıza da içten amin diyorum..
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Uzun ama muhteşem bir yazı.Okunmaya değer.)

Yazamam ki… Çünkü ben, Sen’i yaşamadım ki… Her yazdığım, “yaşadığım” değil, ama belki…
Zaten, taklit edemiyorum… Öyle tahlile de gücüm yok Sen’i… Sadece hayal benimkisi… Sen gibi yaşamaktan, Sen’i anlamaktan uzaklarda… Sadece hayal…
Uzaklarda dediysem, öyle çok da uzak değil aslında… Hatta pek ilginçtir, ama birçok sözüme ve görüşüme delil yapmışımdır Sen’i… Örnek diye Sen’i vermişimdir… İdeal diye Sen’i sunmuşumdur… Bunca ayrılığıma karşın, apayrı kalmamışımdır Sen’den… Bunu, Sen’in beni sevişine bağlıyorum, zira “Kişi, sevdiğiyle beraberdir.” buyuran Sen’sin.
Madem, ben taklit edecek kadar bile sevememişken, Sen bunca dilimdesin; o halde, beni seviyor olmalısın. Ve bu beraberlik de, Sen’in beni sevişin hürmetine olmalı. Yani ben Sen’inle değilim evet, ama Sen, benimle berabersin.
Bu aynı, “…Ben, kuluma şah damarımdan daha yakınım!” (Kâf, 16) buyuran Rabbimin hâli gibi… Şöyle ki: O bana şah damarımdan daha yakınken, ben çoğu zaman O’ndan gâfil kalırım… Ve O’nunla bunca yakın oluşumuz, benim O’na duyduğum sevginin değil, O’nun bana duyduğu şefkatin neticesidir.
“Ümmetim, ümmetim!” feryâdıyla, en zor zamanında bile beni duânın içine katışın da gösterir ki, Sen beni seversin. Hatta bana “Kardeşim!..” hitabıyla, asırlar öncesinden seslenişin de bundan. Ve işte Sen’i, bu yazı vesîlesiyle hayal etmeye durmam da, yine O’nun bir lütfudur ki, pek âlâ başka bir durumda bulunuyor da olabilirdim.
Şimdi, mahzun bir çocuk canlanıyor hayalimde… Hani, babasını daha doğmadan yitirmiş; anasını ise, o kucaklanıp sevilmeye pek de muhtaç yaşında kaybedince, yalnız ve mahzun kalmış bir çocuğun bakışı... Bu bakış, öylesine yakıcı geliyor ki bana, üstelik ne öksüz, ne de yetim değilken; bu iki hâlin ne anlama geldiğini hiç bilmemiş biriyken, gözlerim doluveriyor…
O mahzun çocuğun, bir Nisan ayında doğuşu geliyor sonra aklıma… Seninle aynı ayda doğan arkadaşlarım, sanki Sen’in “sıkıntı çekme” sünnetini pek yoğun yaşıyor gibiler… Aklıma pek imtihanlı geçmekte olan bir ömür geliveriyor, biri “Nisan’da doğdum.” deyince… Bu ayın başında doğanlara “Koç” diyorlar. O çileli arkadaşlarıma, “Koçum benim!” deyip, espriyle karışık tesellî vermeye çalışırken, hep bir kolaylık ve kavîlik duâsı ediyorum gizlice… Bir yandan, Sen’deki kavîlikten eser taşıdıklarını seyredip, saygı duyuyorum onlara…
Babasız olduğun için sütanne bulmakta zorlanışın, dedeciğine sığınışın, düşmanların daha çocukluğunda kıymetini fark edip peşine düşmüşken, amcan Ebû Leheb tarafından horlanışın geliyor sonra aklıma… Sen’i fark etmiş olmak, düşmanlarına hayır getirmemişti… Sen’i fark etmemiş olmak da amcana… İşte o vakit, uyanıklığın da, uykunun da hayırlısını diliyorum tekrar tekrar...
Pek genç yaşında, onca emîn bir kişi olarak Hatice’ye tavsiye edilişin, ardından, aynı Hatice’ye, zevc olarak lutfedilişin… İlk vahyin titretişiyle evine koşman ve:
“– Beni örtün!” diyerek seslenişin canlanıyor gözümde… “Heybet” ve “korkuyla titreyiş” aynı bedende kendisine bu kadar yakışan ikinci bir insan gelmiş midir diye düşünüyorum…
Huzurunda, heybetinden titreyen birine:
“– Korkma, ben Kureyş’ten, kuru et ve ekmek yiyen bir kadının oğluyum!..” diyen o rahatlatıcı tavrını… Vazgeçmeni isteyen amcana:
“– Bir elime hilâli, diğerine de güneşi verseniz, yine de dâvâmdan dönücü değilim, ya bu dâva muzaffer olur, ya da ben bu yolda ölür giderim!..” diyen kararlılığını…
Mescide pisleyen bedevîye gösterdiğin, ana şefkatinden kat kat öte merhametini… Sırtına işkembe yükleyen gâfile gösterdiğin eşi bulunmaz sabrını… Ve gözbebeği kızın Fatıma’ya, onca sevmene karşın, dünyalık hususlarda tâviz vermeyişini hatırlayıveriyorum işte…
Nedense, sevdiklerini toprağa verirken ağlayışından ziyâde, geride bırakıp gittiklerinin hâli geliyor gözlerimin önüne…. Nedense, ağlayışından ziyâde, sana ağlayanların hâli acıtıyor içimi… Belki, Sen’den geriye kalmışlardan biri olduğum içindir, Sen’den ayrılmayı yaşamışların hâlini az-çok hissedivermem…
Seni, hiç görmeden; sadece yaptıklarını ve yaşadıklarını duyarak tanımaya çalışmak tuhaf… Seni bizzat görüp, dokunup, kokunu duyup, sözlerini senin meclisinde, senin sohbet halkanda dinleyip de senden ayrılmış olanlar, şüphesiz pek çetin bir imtihan, pek ağır bir acı yaşamışlardır. Fakat bu ağırlık, elbet Sen’inle birlikte bulunmanın hazzına ait bir külfettir. Kendimi, hem o hazdan, hem de o külfetten uzakta hissediyorum. Hani biraz, Medine’ye, Sen’i ziyarete gidip gelen hacıların yüzünde oluyor sanki o acı… Ve ben bunu da anlayamıyorum, çünkü oralara gelmişliğim hiç yok…
Zaten, öyle aman aman bir özlem de yok içimde, yanına gelmeye dair… Ben, Sen’i özlemeyi pek bilmiyorum… Sadece, özlemlerim arasına zaman zaman giren bir düşünce gibisin… Sadece bir-iki sefer, Medine’ye, yanına gelmeyi, oralarda sırf sana hürmet duygusuyla yalınayak yürümeyi ve topraklarının sıcağıyla ayaklarımın yanmasını… Sonra bir duânla o yanıkların geçivermesini hayal etmiştim, o kadar… Sonra, Sana dair yanıklık ya da özlem adına her ne varsa geçti gitti… Ben hasret denince, sevda denince Sen’i hatırlamıyorum ki… Sana yanmıyorum ki ben… Ve içinde bir yanık sızısı bile yokken mektup yazmak Sana, öyle zor ki…
Ben Sana tâbi de değilim hem… Tâbi olmak sevmekle olur... Ben Sen’i sevemiyorum ki… Âişe’ninki gibi bir kıskançlık var içimde… Ama kıskandığım Sen değilsin. Sen değilsin, ismi anılınca içimi titreten… Sen değilsin, ayrılığıyla burnumun direkleri sızlayan. Ve Sana karşı böylesi donukken, yazmak Sen’i, öyle zor ki…
Hani, hayal ediyorum ara sıra ama, diğer tüm hayallerimden vakit kalırsa… Öyle, arada bir yerlerde… Öyle, boşluk doldururcasına… Esas hayalim, biricik özlemim değilsin… Özlemek denince, aklıma gelen Sen değilsin…
İşte bak gör, nerelerde geziniyorum ki, yolum da yurdum da uzak görünüyor Sana.… Yazdığım şu yazı da belki, uzaklığımı ve yabancılığımı îtiraftan ibaret… Hani tevâzulu tavır, kişiyi güzelleştirir ya… Hatta belki tüm bu dediklerim, birilerinin gözünde güzelleşmek arzusundandır, bilmiyorum. Hani, ben Sana uzaklığımı haykırdıkça, insanların beni Sana yakın sandıklarını fark etmişimdir de belki, bundan yapıyorumdur bunca lakırdıyı... Ne fenayım değil mi!? Ama yine de, hiç değilse, Sana yakınlığın iyi bir şey olduğunu fark etmişim….
Yoksa, kime ne yakınlığımdan ya da uzaklığımdan! Kime ne faydası var, Sana sevdalanmamın... Ve kime ne zararı var, Sana el gibi kalmamın… İşte şu, hissettiği ve hissetmediği her şeyi, gevezelik ederek ortaya dökme huyumun bir neticesidir belki bu da… Böylece, herkese, her hâlimle âyân olmanın bir devamını yaşıyorumdur belki...
Günlerdir Sen’inle ilgili bir yazı yazmam gerekiyordu ve ben ne yazacağımı bilmeden, bekliyordum. Sen’den bahseden bir yazı yazmak mecbûriyetinden ötürü pek ağırlaşmıştım. Zira, konu Sen olunca, öyle bir hadsizlik, öyle bir boşluk, öyle bir seviyesizlik çarpıyor ki, benden bana, yazmak bile istemiyordum. Ne yazabilirdim ki, Sana dair, uzaklığımdan başka… Zaten bak, şimdi, ellerim kendiliğinden yazıyor sanki… Sen’i değil, Sen’den ayrılığımı yazmaya başlayınca işim kolaylaşıyor…
Oysa, az çok tadını tatmışımdır sevmenin… Sevince nasıl da dökülür kelimeler kağıda, az çok bilirim… Ve bilirim ki, Seni sevemediğimi yazmaktan başka çıkarım yok, bu noktada… Sana methiyeler ve şiirler döktüren âşıkların neler hisseder, nasıl bir ateşle yanar, hiç bilmem ben. Sen hiç, “Ne yana baksam gördüğüm, biricik güzel!..” olmadın benim için... Sen hiç, gözümün biricik perdesi olmadın. Her baktığımda gördüğüm “yegâne sevgilim” olmadın ki hiç…
Hem, karnı açlıktan hiç sırtına yapışmamış, karşısına çıkan densizlere karşı Sen’in gösterdiğin sabrın zerresini bile, neredeyse hiç göstermemiş… Bir hurmayla doymasını bilmemiş… Bir “söz taşı”na, başka bir “söz taşı”yla karşılık vermekten geçmemiş biri olarak ben, Sen’den aşkla bahsetmeye kalksam ne çıkar!?
Tâif’te taşlanışın ve buna rağmen sadece ellerini açıp, o kişiler için hayırlı bir nesil dileyişin, benim için çok uzaklarda bir hâl iken, Sana dâir sevgi cümleleri kursam ne çıkar?!
Sevmek, benzeşmek değil midir?
Kara gözlerinden, ay parlaklığını kıskandıran teninden, gül kokundan, inci dişlerinden, o hafif dalgalı saçlarından, hasır izi çıkmış gül yanağından hangi yüzle bahsedeyim ki!? Yumuşacık yastıklarda gömülüp kalmış, uykulu yüzümle mi?!
Geceleri namaz kılarken şişen ayaklarını hangi yüzle anayım… Ayaklarım namaz kılmaya gitmekten bile bunca âciz kalırken, üstelik “namaz kılmaktan yorulmak” nedir, hiç bilmez ki... Bunca bilmezlikle, Sen’i yine de dilime dolasam ne çıkar!? Bu, gevezelikten başka bir şey mi olur?!
Yediği önünde, yemediği dolaplarda bekleyen biri olarak ben, nereden bilebilirim ki, yarının rızkı için endişelenmemeyi ve kapısına her kim gelirse gelsin boş çevirmemeyi… Kendi açlığı pahasına, bir başkasını doyurmayı ben ne bilirim. Böylesine bilmezken, şimdi, sırf yazılması gerekiyor diye yazıyorsam Sen’i, ne çıkar?!
Evet, konu Sen olunca yazmak, bana çok ağır!.. Ama işte! Sözü uzun etmeye gerek yok! Hâlim, vaktim, vaziyetim budur!..
Alnımda böylesine etiketten ibâret kalmışken «ümmetlik», nasıl olur da:
“– Ya Rasûlallah! Ben senin ümmetindenim! Bana da şefaat et!..” derim?! Ama ben yine de derim ha, pek edepsiz ve pek pişkinim!
Rabbimin Sevgilisi! Ben, Canımı bile işte böyle yarım yamalak, laftan ibaret bir sevgiyle severim. O hâlde, gel, Sen bu kötüyü, sana yakışan rahmetle, pek derin, yine de sev, ki Sen sevmezsen, “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” sözünün müjdesine dâhil olmam mümkün değil…
Bunca ayrılık içinde, tek bir şey var; işte, ondan şeksiz şüphesiz eminim: Hâlimin manzarası ne olursa olsun, Sen’i andığım her andan, mutlaka haberdarsın…. Ve selam göndermeye muktedir oluşumun biricik sebebi de ancak, Sen’in hasretle bekleyişindir….
* * *
O hâlde, ey vazifeli melek! Hadi, her zaman yaptığın gibi, götür selâmımı, o kadrini bilmekten âciz kaldığım Rasûller Efendisi’ne!.. O saf kula, o arş nuruna götür!
De ki:
“– Ey Allah’ın sevdiği! Ümmetinden Neslihan Nur’un selamı var… Seni sevmekten âciz kalmış… Mahzunmuş, ama masum değilmiş; paklığını, saflığını yitirmiş… Hem ilmi, hem ameli, hem ibadeti eksikmiş… Kendisi de bıkmış bu hâlinden ama… Öyle-böyle, yine de arkandaymış… Yine de dilinde adın varmış… İşte, yine dilendi, yüzsüzlüğüne yüzsüzlük ekleyip, hem utanmadan, bir de şefaat diledi…
Salat ve selam Sana olsun!..” dedi, “Ey Allah’ın habibi! Salât ve selâm sana olsun….”
 

melissa26

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,857
Tepki puanı
18
Puanları
36
Yaş
51
İyi arkadaş, güzel koku satan gibidir. Sana koku sürmese de, yanında bulunduğun müddetçe güzel kokusundan faydalanırsın.” [Müslim]

Ne güzel, bende hep yanında dururum. Hey cennet sana mı özel? Hayır , tüm sevenlere sunulan ikrama gel güzel...
Bal tutan parmağını yalar, uymadımı?
Yarin kokusu güzel, bahar anlatır verdiği çoşku özel
Kalpten derin bir Allah dersin , işte o sana özel (öylemi ?)
Peki Medine kokusu nerden gelir?
Resul' u(s.av.) sevenler bellidir,
Ondan mı , bize onu anımsatır
Garip işin yok mu senin? çok .. hadi işine .. tamam yahu , haddimi aştım ne?
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,591
Tepki puanı
957
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
HAŞR 59/10.
Onlardan sonra gelenler:
"Rabbimiz!
Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla;
kalbimizde müminlere karşı kin bırakma;
Rabbimiz!
Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin" derler.*
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Hakiki dostu arayıp duranlardan mısınız?

Öyle birini dost edinme fırsatınız var ki, ideolünüzün de üstünde vasıflarla donatılmış…

•Düşünün ki, sizin ona her zaman ihtiyacınız oluyor Fakat O, size hiç ihtiyacı olmadığı halde, sizi dost kabul edip, size tenezzül buyurup, size iltifat ediyor

• Siz ona 1 adım yöneldiğinizde; O size 10, bilemedin 1000 adımla yöneliyor

•Önünüzdeki engelleri ortadan kaldırıp, darda kaldığınızda imdadınıza yetişiyor ve hayatınızdaki zorlukları kolaylaştırıyor Hem de bunu, hiçbir çıkar beklemeksizin yapıyor

• Size her seferinde çokça ikram ettiği gibi, cömertliğini de hiç terketmiyor

• Çok zengin Öyleki hiçbir şeye muhtaç olmuyor

• Tüm yaradılmışlara çok merhametle ve şefkatle muamele ediyor Merhameti, gazabına galip geliyor

• Verdiği sözü tutuyor Her ne pahasına olursa olsun sözünden asla dönmüyor

• Özür dilediğiniz vakit, hatanızı görmezden geliyor ve sizi affediyor

• Her yaptığı işi yerli yerince ve kusursuzca yapıyor

• Kendisine güvenip, vekil edinenlerin işlerini, mükemmelce yerine getiriyor

• Hayırlı işlerinizde sizi destekleyip, size yardım ediyor

• Kendisini memnun eden işleriniz için, size ikramlarda bulunup, kat kat
fazlasıyla karşılığını veriyor

• Her zaman sabırla ve merhametle muamele ediyor

• Kendisinden bir şey talep ettiğinizde, isteklerinize muhakkak karşılık
veriyor Ya istediğinizi misliyle veriyor, ya isteğinizin daha iyisini veriyor, veyahut iyi olan şeyi sonraya saklayarak sizi kötülüklerden sakındırıyor

• Asla mağlup edilemiyor ve her şeye gücü, kuvveti yetiyor

• Hakemlik yaptığında, en adaletli hükmü veriyor Asla adaletsiz davranmıyor

• Kendisine itimat edip güvendiğinizde, umudunuzu ve güveninizi boşa çıkarmıyor

• Kendisini sevip itaat ettiğinizde, sizi sevip koruyor ve sevdiklerine de sevdirtiyor

• Her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteriyor

• Dilediği şeyi mutlaka yapıyor Hiçbirşey, karşısında duramıyor ve engel olamıyor

• Arayış içinde olduğunuzu görünce, sizin için faydalı olanı ve doğru yolu tavsiye ediyor

• Mazlumun hakkını, zalimden zerresine kadar alıyor ve zalimi zelil ediyor

• Kendisine sığınanları himaye edip, emniyete kavuşturuyor

• Sevdiklerinin mertebelerini yükseltip, güzel makamlar veriyor

• Hiç beklemediğiniz bir anda, ümitlerinizin tükendiği vakit, sizi birdenbire sevindiriyor

• Bütün icraatlarında; hakkı, adaleti ve dengeyi gözetiyor

• Cezalandırmaya gücü yettiği halde, cezalandırmada acele etmiyor Muhatabı, kendini düzeltir diye mühlet veriyor Çok merhametli ve şefkatli
davranıyor

• İdaresi altında bulunanların bütün ihtiyaçlarını, karşılıksız temin ediyor

• Siz öldükten sonra, yüzyıllar geçse de sizi unutmuyor ve sizinle ilgileniyor
O, size hiç de uzak olmayan, şah damarınızdan daha yakın olan Allah‘tır (cc)

Bu dostluğun tek bir şartı var : “ Yaşamınız ve Ölümünüz ” O’nun için ve O’nun yolunda olmalı

Düşünün bir kere…

O‘na (cc) dost olunca , O’nun dostlarına da dost oluyorsunuz
En başta Hz Muhammed (sav) olmak üzere Hz İbrahim, Hz Musa, Hz İsa ve diğer peygamberlere…

Resulullah‘ın yakın arkadaşlarına: Hz Ebubekir, Hz Ömer, Hz Osman, Hz Ali ve diğerlerlerine, sair peygamberlerin arkadaşlarına…
Ve ismini sayamayacağımız nice âlimlere, mü‘minlere …

O’nunla (cc) ve Onlar’la dostluk kurmak sizce zor mu?

Bu, çok zor değil aslında Unutmamalıyız ki;
"Kişi, sevdiği ile beraberdir"
 

ahmet_99

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
1,767
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Hakiki dostu arayıp duranlardan mısınız?

Öyle birini dost edinme fırsatınız var ki, ideolünüzün de üstünde vasıflarla donatılmış…

•Düşünün ki, sizin ona her zaman ihtiyacınız oluyor Fakat O, size hiç ihtiyacı olmadığı halde, sizi dost kabul edip, size tenezzül buyurup, size iltifat ediyor

• Siz ona 1 adım yöneldiğinizde; O size 10, bilemedin 1000 adımla yöneliyor

•Önünüzdeki engelleri ortadan kaldırıp, darda kaldığınızda imdadınıza yetişiyor ve hayatınızdaki zorlukları kolaylaştırıyor Hem de bunu, hiçbir çıkar beklemeksizin yapıyor

• Size her seferinde çokça ikram ettiği gibi, cömertliğini de hiç terketmiyor

• Çok zengin Öyleki hiçbir şeye muhtaç olmuyor

• Tüm yaradılmışlara çok merhametle ve şefkatle muamele ediyor Merhameti, gazabına galip geliyor

• Verdiği sözü tutuyor Her ne pahasına olursa olsun sözünden asla dönmüyor

• Özür dilediğiniz vakit, hatanızı görmezden geliyor ve sizi affediyor

• Her yaptığı işi yerli yerince ve kusursuzca yapıyor

• Kendisine güvenip, vekil edinenlerin işlerini, mükemmelce yerine getiriyor

• Hayırlı işlerinizde sizi destekleyip, size yardım ediyor

• Kendisini memnun eden işleriniz için, size ikramlarda bulunup, kat kat
fazlasıyla karşılığını veriyor

• Her zaman sabırla ve merhametle muamele ediyor

• Kendisinden bir şey talep ettiğinizde, isteklerinize muhakkak karşılık
veriyor Ya istediğinizi misliyle veriyor, ya isteğinizin daha iyisini veriyor, veyahut iyi olan şeyi sonraya saklayarak sizi kötülüklerden sakındırıyor

• Asla mağlup edilemiyor ve her şeye gücü, kuvveti yetiyor

• Hakemlik yaptığında, en adaletli hükmü veriyor Asla adaletsiz davranmıyor

• Kendisine itimat edip güvendiğinizde, umudunuzu ve güveninizi boşa çıkarmıyor

• Kendisini sevip itaat ettiğinizde, sizi sevip koruyor ve sevdiklerine de sevdirtiyor

• Her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteriyor

• Dilediği şeyi mutlaka yapıyor Hiçbirşey, karşısında duramıyor ve engel olamıyor

• Arayış içinde olduğunuzu görünce, sizin için faydalı olanı ve doğru yolu tavsiye ediyor

• Mazlumun hakkını, zalimden zerresine kadar alıyor ve zalimi zelil ediyor

• Kendisine sığınanları himaye edip, emniyete kavuşturuyor

• Sevdiklerinin mertebelerini yükseltip, güzel makamlar veriyor

• Hiç beklemediğiniz bir anda, ümitlerinizin tükendiği vakit, sizi birdenbire sevindiriyor

• Bütün icraatlarında; hakkı, adaleti ve dengeyi gözetiyor

• Cezalandırmaya gücü yettiği halde, cezalandırmada acele etmiyor Muhatabı, kendini düzeltir diye mühlet veriyor Çok merhametli ve şefkatli
davranıyor

• İdaresi altında bulunanların bütün ihtiyaçlarını, karşılıksız temin ediyor

• Siz öldükten sonra, yüzyıllar geçse de sizi unutmuyor ve sizinle ilgileniyor
O, size hiç de uzak olmayan, şah damarınızdan daha yakın olan Allah‘tır (cc)

Bu dostluğun tek bir şartı var : “ Yaşamınız ve Ölümünüz ” O’nun için ve O’nun yolunda olmalı

Düşünün bir kere…

O‘na (cc) dost olunca , O’nun dostlarına da dost oluyorsunuz
En başta Hz Muhammed (sav) olmak üzere Hz İbrahim, Hz Musa, Hz İsa ve diğer peygamberlere…

Resulullah‘ın yakın arkadaşlarına: Hz Ebubekir, Hz Ömer, Hz Osman, Hz Ali ve diğerlerlerine, sair peygamberlerin arkadaşlarına…
Ve ismini sayamayacağımız nice âlimlere, mü‘minlere …

O’nunla (cc) ve Onlar’la dostluk kurmak sizce zor mu?

Bu, çok zor değil aslında Unutmamalıyız ki;
"Kişi, sevdiği ile beraberdir"

Allah razı olsun kardeşim, çok çok çok güzel bir yazıymış, çok beğendim, emeğine gönlüne sağlık...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bir sevda girdi mi yüreğe, o yürekte benlikten eser kalmaz. Sevilen içindir bütün kalp atışları, yakarışlar, duâlar, davranışlar… Akıl devreden çıkar, kalp hükmeder sevene... Gönlü sevgiyle dolan, sevdiğinin hâliyle hâllenir. Yani, âşığı görenler, mâşuğu hatırlarlar. Zaman içinde seven, sevilende fenâ olur.

Ivazsız, garezsiz gösterilen sevgi; insanı ruhen besler, olgunlaştırır. Vücudumuzun ihtiyacı ekmek-su ise, ruhumuzun ihtiyacı da sevmek ve inanmaktır.

Sevmek…

Allah Teâlâ’nın insanoğluna lütfettiği bu yüce duygu, öylesine sırlı bir nîmet ki; âdeta girdiği gönlü içten içe kavurur. “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurmuştur, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-... Burada zâhirî beraberlikten çok, bâtınî beraberlik söz konusu... Seven, sevdiğinden bir an olsun ayrılmaz. Sürekli onu düşünür, onu anar, kalben onunla beraberdir. Sanki aralarında bir bağ oluşur. Seven ile sevilen birbirlerine benzerler. Âşık; mâşukta kendi özelliklerini gördüğü için ona yakınlık duyar, muhabbet eder. Bir bakıma sevdiklerimiz bizim aynamız gibidir.

Sevgi; sabır, hoşgörü, fedakârlık, teslimiyet, cesaret, kıskançlık, merhamet gibi duyguları güçlendirir. Seven; sevdiğini olduğu gibi kabul edip, hata ve kusurlarını hoş görür. Sevilenin her hâli, ona güzel görünür; ondan gelen olumsuz davranışlara karşı sabreder, onunla birlikte bütün acı ve sıkıntılara katlanır. Âşığın, mâşuğu için yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Yeter ki, sevdiği istesin. Sevilenin, sevenden istemesi, onun için en büyük mutluluktur. Dilediği şey, imkânsız da olsa sevdiğini memnun edebilmek için gücü nispetinde uğraşır. Kendi mutsuzluğu pahasına bile, sevdiğinin mutluğunu ister; onun için gerekirse gece-gündüz uykusuz kalmaya, günlerce yorulmaya râzı olur. Aşkı uğruna, malını ve canını seve seve fedâ eder.

Fedakârlıkla birlikte teslimiyet duygusu da güçlenir âşığın... Sevdiğinin arzularını sorgulamadan yerine getirir. Yani kendisini, bilerek ve isteyerek onun irâdesine teslim eder.

Seven insan, aynı zamanda cesur, kıskanç ve merhametli olur. Sevdiği için her şeyi göze alır, onu sahiplenir, kimseyle paylaşamaz. Sevenin kalbi rakîk, yani hassas olur; mahlûkata karşı şefkati artar.

* * *

Seven, sevilenle sürekli râbıta hâlindedir. O yokken bile hoşlanmayacağı davranışlardan sakınır ve onu daima yanında hisseder. Mâşuğun sıkıntıları âşığa mâlum olur. Bu konu ile ilgili anlatmadan geçemeyeceğim bir hâdise oldu. Yakînen tanıdığım bir arkadaşım var. Onun da çok sevdiği bir arkadaşı var. Tanıdığımın arkadaşı bir gece arabasıyla şehir dışına yolculuk yapıyormuş. Benim tanıdığım ise, İstanbul’da, kendi yatağında istirahat ediyormuş. Rüyasında, o çok sevdiği arkadaşının kendisine seslendiğini ve şöyle bir ricada bulunduğunu duymuş:

“-Çok üşüyoruz. Bizim için Yâsîn sûresini okur musun?”

Gecenin o vaktinde, gördüğü bu rüyadaki ricaya uyan tanıdığım yatağından kalkmış, abdest almış ve Yâsîn’i okuyup bitirmiş. Ardından da çok sevdiği arkadaşına duâ etmiş.

Meğer gerçekten onun Yâsîn Sûresi’ni okuduğu esnada arkadaşı da zor durumdaymış. Arabaları arıza yapmış, yoldan gelen geçenler yardım ettiği hâlde bir türlü tamir edememişler. O Yâsîn Sûresi’nin bittiği zamanlara yakın, kendileri arabayı tekrar çalıştırmak istediklerinde araba çalışmış ve yollarına varmışlar. Anne ile çocuk arasında da benzer bir bağ var. Annelerin evladlarına olan düşkünlüklerinden dolayı, yavrusunun sıkıntıları anneye mâlum oluyor.

* * *

Âşık, mâşuğun yanındayken maddî ve mânevî acıların hiçbirisini hissetmez. Sevdiğinden incinmez, daima affedici olur; bütün zorluklara göğüs gerebilecek gücü kendinde bularak, onun hatırına her şeye katlanır. Sevdiğini de hiçbir zaman incitmez.

Seveni en çok mutlu edecek şeylerden biri de; sevdiğinden gördüğü ilgi ve alâkadır. Fakat sevgi, bir alış-veriş olarak anlaşılmamalıdır. Bazen karşılık görmeyebilirsin de; ama yüreğinde hakiki bir aşk var ise, onu sevmekten vazgeçemezsin.

Seven yürek, Allah Teâlâ’ya daha yakın olur. Zaten kalbimizdeki sevgi, bizi Rabbimize yaklaştırmıyorsa, o sevgiyi tekrar gözden geçirmek lâzımdır.

Âşık doyumsuzdur, mâşuğa olan hasreti hiçbir zaman bitmez. Onu, yanındayken bile özlediği için kaybetme korkusunu çok yoğun bir şekilde yaşar. Bir de sevdiğinin kendisine olan sevgisini yitirmekten ve onu üzmekten korkar, seven… Bu yüzden sürekli duâ hâlindedir. Duâ da insanı Mevlâ’ya yaklaştıran ibadetlerden birisidir.

Ayrıca sevdiklerimizi, Rabbimizin bir lütfu ve emâneti olarak görürsek onlara gereğinden fazla bağlanmayız. Esas sevgi, Allah ve Rasûlü’ne ait olmalıdır.

Fânîlere duyulan muhabbet, insanı bu denli değiştirebiliyorsa; Rabbimize olan gerçek sevginin, kula Allah için neler yaptırabileceği tahayyül bile edilemez. Temelinde rıza ve teslimiyet olan Allah aşkı, insanı en çok mutlu eden aşktır. Diğer sevgiler sadece onun yansımasıdır. Rabbini seven kişi, yaşadığı bütün güzelliklerin Hak Teâlâ’dan geldiğini bilir ve sebeplere bağlanmaz. Bir sıkıntısı olduğunda da, yine Mevlâ’ya sığınıp, “Derdimden büyük Allah var; O her şeyin çaresidir.” diyerek huzur bulur.

Seven, sevdiğinden gelen her şeye râzı olur. Ali Seyyidî’nin de dediği gibi, “Sevilen varlığın, kendisini sevenlerin isteklerine zıt hareket etmesi, onların sevgilerindeki samimiyeti tartmak içindir.” Allah Teâlâ, kullarını çeşitli şekillerde imtihan ederek, hakiki mânâda sevenleri ortaya çıkarır. Hak aşkıyla yanan kulun, yaşadığı sıkıntılar, kalbindeki Allah sevgisini azaltmaz, aksine güçlendirir. O’nun râzı olacağı şekilde davranmaya çalışarak, sürekli kendisini Rabbiyle beraber hisseder. Bu da onu kontrollü kılar ve günahlardan alıkoyar. Böylece hem dünyada, hem de âhirette mutlu olur.

Kalbinde Allah sevgisi olan kişi, bilerek ve isteyerek varlığını O’nun iradesine bırakıp, işlerini O’na havale eder. Bu şekilde huzura erer. Teslimiyeti tam olan kimse, mutlaka menzil-i maksûduna ulaşacaktır.

Gönlünde Allah aşkı bulunan kişi cesur olur. Yaratandan başka hiç kimseden korkmaz; doğruluktan ayrılmaz, her zaman hakkı savunur.

Hak âşıklarının kâinâta bakış açısı da farklıdır. Bakmakla yetinmezler, görürler. Mahlûkatta Rabbimin güzelliklerini sezerek, yaratılanı yaratandan ötürü sever; gönüllerinde bütün varlıklara karşı merhamet beslerler.

* * *

Muhabbetin en kârlısı, Allah Teâlâ’ya olanıdır. Rabbimiz; “Kulum sen bana bir adım yaklaş, ben sana on adım geleyim!” buyuruyor. İşte Hak Teâlâ’ya yaklaşmanın yollarından birisi de kurban kesmektir.

Kurban; fedakârlığın, teslimiyetin, yakınlığın, yani sevginin ifadesidir. Seven, sevdiğine kurban eder. Allah -celle celâlühû- İbrahim -aleyhisselâm-’ın kendisine olan sevgisini denemek için oğlunu boğazlamasını istedi. O da bu emre itaat etti. Çünkü her şeyin bir emânet olduğunu, zamanı gelince bu emânetlerin, biricik sahibi Yaratanımıza teslim edileceğini biliyordu. Bu yüzden şeytanın tüm vesveselerine rağmen, Mevlâ’yı râzı etmek için çocuğunu bıçak altına yatırdı. İbrahim -aleyhisselâm- evladını fedâ edecek kadar, Hak Teâlâ’ya karşı gönlünde hakiki bir muhabbet besliyordu. Bu büyük teslimiyet örneği, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirilir:


“Sonra ikisi de teslimiyet gösterip, oğlunu kurban etmek için alnı üzere yatırınca, ona şöyle seslendik: «Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin; işte biz iyi davrananları böyle mükâfâtlandırırız.» Bu, gerçekten apaçık bir imtihandı. Biz oğluna bedel olarak büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler için ona (iyi bir nâm) bıraktık.” (es-Saffât 103-108)


Teslim olan kazanır:

“Hâlbuki her kim ihsan duygusu içinde varlığını Allâh’a teslim ederse, bir insanın sarılabileceği en sağlam kulpa sarılmış olur. Zaten bütün işlerin sonu, Allâh’a varır.” (Lokman, 22)


Sadece Allah Teâlâ’ya teslim olunur:

“…İlâhınız tek bir ilahtır, yalnız O’na teslim olun…” (Hacc, 34)

Ayrıca, Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîmde: “Allâh’a, kestiğiniz kurbanların ne etleri, ne de kanları ulaşır. O’na ancak sizin takvanız ulaşır…” buyurmuştur. (Hacc, 37)

Allâh’a yaklaşmak için bir vesîle olan kurbanlarımızı, yalnızca O’nun rızası için kesmeliyiz. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Âdemoğlunun kurban bayramının birinci günü yaptığı işlerin Allâh’a en sevimli olanı, kurban kanı akıtmaktır. O gün Allah katında bundan daha sevimli amel yoktur. Kıyamet günü kurban; kılları, boynuzları ve tırnakları ile gelir. Kurbanın kanı da henüz yere düşmeden Allâh’ın rızasına nâil olur ve kabul edilir. O hâlde kurbanlarınızı gönül hoşnutluğu ile kesin.”
Rabbim, bütün amellerimizle birlikte kurbanlarımızı da O’nun rızası için kesmeyi nasip eylesin ve gönlümüze hakiki bir Allah aşkı ihsan etsin! Âmin…
 

melissa26

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,857
Tepki puanı
18
Puanları
36
Yaş
51
Kişi Sevdigiyle Beraberdir,ama nasıl?



Saffet Bey: “Peygamber Efendimiz (asm), “Kişi sevdiğiyle beraber haşrolacaktır.” Hadisini nerede, kime ve ne maksatla söylemiştir? Bu hadisin kaynağı nedir? Bu hadisi açıklar mısınız?”

Kişinin dünyada sevdikleriyle beraber olduğu gibi, âhirette de sevdikleriyle beraber olması Allah’ın hususî bir lütfudur. Zaten beşer olarak biz de bunu istiyoruz. Çünkü ancak sevdiklerimizle birlikte olduğumuzda mutlu olabiliyoruz, yüzümüzden tebessümler taşıyor. Sevdiklerimizden uzak olduğumuzda ise içimizi bir düşüncedir, bir kederdir, bir garipliktir, bir mutsuzluktur, bir keyifsizliktir alıp gidiyor.

Beşer olarak sevdiklerimiz içinde yaşamak, sevdiklerimiz içinde gülmek, sevdiklerimiz içinde ağlamak, sevdiklerimiz içinde ölmek istemiyor muyuz? Acımızda, kıvancımızda, sevincimizde, düğünümüzde, derneğimizde hep sevdiklerimizi yanı başımızda görmek istemiyor muyuz? Öyle ki, başımız ağrıdığında sevdiklerimiz çâre buluyor, dişimiz ağrıdığında sevdiklerimiz merhem oluyor, düştüğümüzde sevdiklerimiz elimizden tutuyor.

Hazret-i Âdem (as) yaratıldıktan hemen sonra, sevdiği bir eş olarak berâberinde Hazret-i Havvâ validemizin de yaratılmış olması ve ikisi arasında derhal sevgi, muhabbet ve ünsiyet var edilmiş olması ve ikisinin de gerçekten birbirini sevmesi insan oğlunun ne derece sevdikleriyle birlikte yaşama isteği ile dolu dolu yaratıldığını ve bu istekle yaşadığını gösterir. Cenâb-ı Hak da bu isteğe cevap olarak insanoğluna sevebileceği eşler, dostlar, ahbaplar ve arkadaşlar yaratmıştır.

Madem sevdiklerimizi bize Cenâb-ı Hak ihsan etmiştir. Öyleyse onları Allah için sevmeliyiz. Onları Allah için sevdiğimizde, Cenâb-ı Hak ebedî âhiret hayatında da inşaallah onları bize, bizi onlara ihsan eder. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Ruhlar, sınıf sınıf toplanmış cemaatlerdir. Birbiri ile dünyada tanışmış ve birbirlerini sevmiş olan salih ruhlar, orada bir araya gelirler ve birbirlerini yine severler. Dünyada birbiri ile zıtlaşan, birbirini inkâr eden, birbirine muhalif giden ve birbirini sevmeyenler ise, orada yine birbirlerine muhalif giderler, birbirlerini sevmezler ve birbirinin sınıfında da olmazlar.”46
Alıntı...
 

yakais

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
3,363
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
67
Gül Berra ...;

Duygularını güzelce anlatmışsın.Haydi bizde Empati yapıp cevabı düşünüp yazalım...
Allah C.C. nun Resulü Muhammed Mustafa A.S. da size nasıl cevap verirlerdi...;

Sizin bu güzel sözlerinizi duyunca...;

Yarabbimiz büyük ve Yücedir...Yarabbimize Hamd ve Şükürler olsun...
Gül Berra bende seni seviyorum...
Allah C.C. da seni seviyor...
Sende çok sev onu...

Buyururdu...

İNŞALLAH...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Öyle bir gece ki gecelerin en güzeli…

Güzelliği O’ndan gelen…

Hz. Aişe’nin dizlerine yaslamıştı mübarek başını…

Gökyüzünü seyrediyorlardı…

Biraz sonra Hz. Aişe’nin gözyaşlarının yüzüne damladığını fark etmişti…

- Niçin ağlıyorsun ya Aişe dedi…

Dedi ki En Sevgili’nin Sevgilisi…

- Ya Rasulallah bir Ay’a bakıyorum birde sizin yüzünüze sizin
yüzünüz Ay’dan daha parlak!..

Ve cevap verdi Güllerin Efendisi…

- Bilmez misin ya Aişe Ay nurunu benden alır…

İşte bu yüzden Ay’a her baktığımızda Ay yüzünü görmek
ister salâvat getiririz…En Sevgiliye

''
ImageProxy.mvc
ümmesalli Alâ Seyyidina ve Nebiyyina Muhammed''

 

yakais

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
3,363
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
67
Ay'ın iki yüzünü birden görmeye dayanamazsınız....Nur'dan... derdi bir büyüğümüz...
Allahumme Salli Ala Seyidina Muhammed Mustafa A.S. .......
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,591
Tepki puanı
957
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Enes bin Malik (ra) der ki:
- Bir adam geldi ve Resûl-i Ekrem Efendimize (asm):
“Yâ Resûlallah! Kıyamet ne zaman kopacak?” dedi. Resul-i Ekrem (asm):
“Sen kıyâmet için ne hazırladın ki?” buyurdu.
Adam:
“Allah’ın ve Resûlünün (asm) sevgisini hazırlayabildim yâ Resûlallah!” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Resul-i Ekrem (asm):
“Muhakkak sen sevdiğinle berabersin!” buyurdu.
Enes (ra) der ki:
“Biz İslâm’a girdikten sonra Hazret-i Peygamber’in (asm), ‘Sen sevdiğinle berabersin!’ sözünden dolayı duyduğumuz sevincin üstünde daha şiddetli bir sevinç duymadık. Ben, Allah’ı, Resûlünü, Ebû Bekir’i ve Ömer’i severim. Ben onların hayır işlerine benzer hayır ve ibadet işlememiş olsam bile, onlara olan bu sevgim sebebiyle ahirette onlarla beraber olacağımı Allah’ın kerem ve inayetinden umarım.
3- Müslim, Birr, 50
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........



ImageProxy.mvc

Hz Peygamber (sa) buyurur: “Şu üç özeliğe sahip olan kimse imanın tadını bulur: 1 Allah ve resulünü her şeyden çok sevmek, 2 Sevdiğini ancak Allah için sevmek, 3 Küfre dönmekten, ateşe atılmaktan çekindiği gibi çekinmek” (Buhari, iman,9: Müslim, iman, 67)

Hadisimizdeki “imanın tadı” sözü ilgi çekici bir ifadedir Demek ki iman tad veren bir şeymiş Bu bir manevi taddır, lezzettir, huzurdur Maddi lezzetlerle kıyaslanamaz Bedenimize, organlarımıza hitap eden lezzetler, tadlar sınırlıdır Doyum noktasına ulaştıktan sonra sıkıntı vermeye başlar Susuzluktan yanıp tutuşan bir kimse belli miktar su içtikten sonra fazlasını içemez, içmeye kalkarsa bünyesi kabul etmez Bütün maddi lezzetleri buna benzetebiliriz
mehmet Akif “İmansız olan paslı yürek sinede yüktür” der Gerçekten inanan insan daha güçlüdür, inancı köklü ve tad alma seviyesine çıkmışsa bu gücü daha da artar.

Her inanç kendine göre değerlidir Hadiste söz konusu olan ise elbette İslam dininin inancıdır Dinimizde iman esasları bellidir Bunları kabul eden, diliyle söyleyip içinden benimseyen kimse iman etmiş sayılır Bu ön şartları yerine getirdiği halde, manevi huzuru bulamayan, mutlu olamayan çok insan vardır Bu ek***lik nasıl giderilebilir?

Bunun yollarından biri, Hz Peygamber’in ifadesiyle söylersek “imanın tadını bulmak” suretiyle mümkün olur İmanın tadını elde etmek için gerekli görülen üç şarttan ikisi “sevgi”ye dayanıyor: Allah ve Resulünü her şeyden daha çok sevmek ve bir kimseyi severse ancak Allah için sevmek.

Sevginin gücü
Kur’an-ı Kerim’de “sevgi” sözü sıkça geçer Mâide suresinin 54 ayetinde “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler” buyrulur Yani sevmek ve sevilmek Allah’ın vasfıdır “Sevelim sevilelim” sözünün menşei bu ayet olsa gerektir Bakara suresinin 165 ayetinde de: “Mü’minlerin Allah’a karşı pek şiddetli bir sevgisi vardır” denir Buradaki şiddetli sevgi (eşeddü hubben) Allah aşkı olarak değerlendirilir.

Sevgi en güçlü ve yapıcı duygumuzdur Onu pek çok objeye yöneltebiliriz Bunlara beşeri/mecazi sevgi de denir Dini-tasavvufi inanışa göre en çok sevilmesi gereken Allah’tır Allah kâinatı bir sevgi eseri olarak yaratmıştır Bir bakıma yaratmak sevmek demektir Buna göre sevginin kaynağı Allah’tır, o sevmiş de yaratmıştır Ona yakın olmanın en kestirme yolu O’nu sevmektir.

Allah’ı sevmek nasıl olur? O’nu sevmek, kendisini yanımızda, yakınımızda, içimizde hissetmek; O’nunla ilgiyi, iletişimi devam ettirmektir O’nun rahmeti ve şefkati gazabından üstündür “Bana bir adım yaklaşana ben on adım yaklaşırım” buyurur Onun rızası, hoşnutluğu bizim iyi insan, olgun insan olmamız yönündedir.

Bu bakış açısından sevgi dindarlığı dediğimiz anlayış çıkmaktadır Sevgi ve aşka dayalı din ve iman anlayışı daha içten, daha sıcak ve daha kucaklayıcı bir görünüm taşır Aşka dayalı iman, sahibinin eşyaya, çevresine, öteki insanlara ve Allah’a karşı daha içten ve candan yaklaşmasını sağlar.

Sâdece kitâbî bilgilere dayanan bir îmân anlayışı vecd ve heyecandan mahrum, son derece “kuru” bir mâhiyet arzeder Böyle bir dindarlık da mânevî zevkten yoksun, âdetâ robotlaşmış ve mekanik bir görüntüye sâhip olur Îman ve dîne ruh ve revnak verecek olan sevgidir, aşktır Kur’an’da da bir kaç yerde “Kalbleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun” denir (Bk Zümer,39/22; Hacc, 22/53)
Peygamber’i sevmek.

Hadisteki ikinci nokta Hz Peygamber’i sevmektir Peygamber bize Allah’ı tanıtan yüce bir şahsiyettir Onun meşhur isimlerinden biri “Habîbullah” (Allah’ın sevgilisi)’dir Allah’ı seven kimsenin onun sevdiğini sevmesi tabii bir sonuçtur Peygamberi sevmek demek onun yolunda gitmek demektir “Kişi sevdiğiyle beraberdir” hadisi sevenlere bir müjdedir.

Hz Peygamber zamanında abdullah adında birisi vardı, halk arasında kendisine hımâr (eşek) lakabı takılmıştı Hoş sohbet biriydi, ara sıra latifeleriyle Hz Peygamber’i güldürürdü Şarap içtiği için zaman zaman Hz Peygamber kendisine hadd (bir tür ceza) vurdururdu Anlaşılan müzmin alkolik olmalı ki yine bir gün sarhoş halde huzura getirilmişti Gene hadd vurulacaktı, orada bulunanlardan Hz Ömer adama lanet okuyup “içki yüzünden ne kadar çok yakalanıp geliyor!” diye söylendi Bunu duyan Resulullah dedi ki : “Ey Ömer ona lanet etme, vallahi kesin olarak bildiğim bir şey varsa, o da, abdullah’ın Allah’ı ve Resulünü sevdiğidir” (Bk Tecrid-i sarih terc, II, 253-54)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt