Selamün Aleyküm
Rabbimiz bu hususu şöyle anlatıyor
94:"De ki; eğer âhiret yurdu Allah indinde başkalarına değil de sadece size ayrılmış ise, o halde sâdıksanız hadi ölümü temenni edin!"
95:"Hayır hayır, ellerinin kazandıkları yüzünden, onu hiç bir zaman temenni edemeyeceklerdir. Allah zâlimleri çok iyi bilir." ''bakara''
Elleriyle yedikleri naneler yüzünden, onlar onu hiç bir zaman temenni edemeyecekler. Elleriyle işledikleri günahlar yüzünden onlar asla ölmeyi isteyemeyeceklerdir. Biz de isteyemiyoruz o yüzden. Niye? E işimiz var, aşımız var canım. Değil mi? Planlarımız var, programlarımız var, dükkanımız var, tezgahımız var. Amir olacağız, müdür olacağız, baş olacağız, ayak olacağız, gideceğiz, geleceğiz. Veya da-ha kutsal görevlerimiz var efendim, bu ümmete daha Kur’an anlatacağız, sünnet anlatacağız, teşkilatımızı büyüteceğiz, cihan şümul hale getireceğiz, devlet kuracağız, biz ölmeyeceğiz yâni. Daha çok işlerimiz var bizim diye böyle kendi kendimize ölümden öte bir hayat istiyoruz.
Yâni cennetteki kadar rahat, ama ölmemek üzere dünyada böyle bir cennet istiyoruz. Sanki bugün müslümanlar İslâm’ın ön gördüğü hayatı sadece rahatlık anlıyorlar. Yâni sanki peygamber Taif’te hiç taşlanmamış, Bedir’de hiç işkence görmemiş, Uhut’ta yara almamış ve hiç aç kalmamış, açıkta kalmamış, perişan olmamış, hiç bir şey olmamış. Yâni böyle müslüman oluverdin mi, oh tamam senden iyisi yok.
Her evde İslâmî yayınlar yapan televizyonlar. Kapının ağzında hizmete âmâde bekleyen, otomatiğin otomatiği arabalar, yazın yazlıklar, kışın kışlıklar, kaplıcalar, ılıcalar filan olacak, biz böyle müslü-manca yaşayacağız ve yine de ölüm olmayacak. Hele tıp dünyası da ölüme bir çare buluverse tamam biz yaşayıp gideceğiz böyle, hiç başımız ağrımadan. Oysa bu dünyada bunlar olacaktı. Allah korusun da böyle düşünen adam insanlardan küçük bir azap görünce de korkusundan ne yapacağını şaşırıp kalıveriyor tabii. Hani Ankebût sûresinde bu husus şöyle anlatılıyordu:
"İnsanlardan kimileri de vardır ki, Allah’a inandık der, fakat Allah yolunda bir eziyete uğratıldığı zaman da insanların işkencesini Allah’ın azabına denk tutuverir."
(Ankebut 10)
Böyle oluveriyor bu sefer de. Yâni insanlardan gelen küçük bir azabı Allah’tan gelen azap gibi kabul ediveriyor ve korkmaya başlayıveriyor. Geri adım atmaya kalkıyor yâni. Öyleyse bizler imanlarımızla amellerimizi dengeye getiremezsek, dengede tutmayı beceremezsek, bilelim ki; bu ikilemi sürekli yaşayacağız demektir. Yâni bunun için, bundan kurtulabilmek için çare şu: İman ettikçe amel edeceğiz, iman ettiğimizi hep amele dönüştüreceğiz, amelimiz hep imandan kaynaklanacak, o zaman hiç korkmayız, başımıza ne gelirse gelsin hiç etki-lemez bizi. Sahâbe onun için dayanıklıydı. Yâni biz imandan kaynaklanmayan ameller peşinde koşarsak veya iman ettiğimiz halde o konunun amelini gündeme getirmezsek, o zaman işte böyle bozuk düzen bir hayat yaşarız. Metanetimiz, dayanıklılığımız da olmaz. Sahâbe öyle değildi. İnanıyor yaşıyordu, inanıyor yapıyordu, yaptığı inancıydı, inandığını yapıyordu, işte böyle devam edince de güçlü oluyordu sahabe. Fark etmiyordu ki onun için, hesabı her gün denkleştiriyor, kasa hesabı her gün sıfırlanıyor, aldığı belli, verdiği belli tamam, o kadar rahat ki; ölecekmiş, neden korksun da? Hesabı tamam, biliyordu ki zaten ölecek.
Düşünün, düşünelim hemen ölümle karşılaşmayı ister misiniz? Hiç düşündünüz mü? Hiç hesap yaptınız mı? Hemen bir anda ölümü kabullenmek kolay değil değil mi? Bu işin muhasebesine bile kendimizi inandıramıyoruz. Düşünmek bile ürpertiyor insanı. Kolay mı? Yaşadığımız hayat belli, ellerimizin kazandıkları da belli, bu hayatın bizi nereye götüreceği de belli. Onun için korkuyoruz ölümden. Evet yahudi ve hıristiyanların ölüm konusunda böyle davrandıklarını anlatıyor Rabbimiz. Ölümden bu denli korkmalarını, hayata bu kadar yapışkan olmalarını anlatıyor. Yaşadıkları hayatın kendilerini nereye doğru götürdüğün farkında oldukları için böyle olduklarını ortaya koyuyor.
Allah'u teala nasıl yaşadığımızın farkında olanlardan eylesin cümlemizi inşaAllah
Selametle