Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kendi nefsini bilmek (2 Kullanıcı)

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Insan bedeninde Allah'ü teâlâ’nın şaşılacak...

Insan bedeninde Allah'ü teâlâ’nın şaşılacak...

Anlattıklarımız kalbin bâzı sıfatlarının izahıdır [açıklamasıdır]. Bu, insanın bir rüknüdür. Diğer rüknü de bedendir. Bedenin yaratılmasında da şaşılacak hâller çoktur. Dıştaki ve içteki her bir uzuvda; garib, duyulmamış mânâlar, faydalar vardır.
İnsanın bedeninde binlerce damar, sinir ve kemik vardır. Her birinin şekli ve sıfatı başkadır. Her birinin vazifesi ayrıdır. Senin ise onlardan haberin yoktur.
Senin bildiğin şu kadardır: El ve ayak, tutmak ve yürümek içindir. Dil, konuşmak içindir. Ama gözün on ayrı kısımdan yapıldığını, bunlardan biri vazifesini yapmazsa görme işi olmayacağını bilmezsin ve yine bu kısımların her birinin ne yaptıklarını ve hangi sebeple görmeye tesir ettiklerini bilemezsin. Gözün madde olarak büyüklüğünü herkes bilir. Ona ait bilgiler ise cildlerle kitaplarda ancak anlatılmıştır.
Bunu da bilmemene şaşmamak lâzım. Karaciğer, dalak, öd kesesi, böbrek ve buna benzer iç organların vazifelerini de bilemezsin. Karaciğerin vazifesi, mideden kendisine gelen çeşitli gıdaları kan renginde bir hâle getirmek ve yedi uzva, yâni bütün vücuda yayacak şekle sokmaktır.
Kan, ciğerde oluşunca üstünde sarı renkli bir köpük bulunur. Bir de tortu bırakır. Bu ise lenftir. Dalağın vazifesi bu safrayı, lenfi kandan almaktır. Sarı renkli köpük safradır. Öd kesesinin vazifesi bu safrayı emmek, toplamaktır. Kan, ciğerden çıkınca, gayet ince ve suludur. Böbreğin vazifesi, kandan suyu almaktır. Ancak böylece kan, safrasız ve lenfsiz kendi renginde ve kıvamında damarlara ulaşır.
Safra kesesinde bir arıza olursa, safra kana karışır. Sarılık hastalığı meydana gelir. Safra ile alâkalı diğer hastalıklar da baş gösterir. Dalak iyi çalışmazsa lenf kana karışır. Lenfavî hastalıklar meydana gelir. Böbrekler çalışmazsa su kana karışır, istiska [deri altı su toplama – ödem] hastalığı meydana gelir.
Bunun gibi, insanın dışındaki ve içindeki her parçayı bir iş için yaratmışlardır. Beden bunlarsız sağlam olamaz. Belki, insanın bedeni, âlemin bir nümunesidir, muhtasarıdır. Âlemde yaratılan her şeyin insanda bir numunesi [misali] vardır. Kemik dağ gibi, damarlar nehirler gibidir. Kıllar ise ağaçlara, beyin göklere, duygu azaları yıldızlara benzemektedir. Bunu uzun anlatırsak çok sürer.
Âlemdeki her şeyin insanda bir numunesi, bir benzeri vardır. Domuz, kurt, at, şeytan, cin ve melek gibi. Daha önce bunlara işaret eyledik. Âlemde olan her san'atın onda bir benzeri vardır. Midedeki kuvvet, aşçı gibidir. Yemekleri hazmeder. Saf gıdaları ciğere, tortu ve posalarını bağırsaklara gönderen şıracı gibidir.
Gıdaları ciğerde kan hâline getiren boyacıdır. Kanı göğüste beyaz süt yapan, iki yumurtada beyaz nutfe [meni] yapan çamaşırcı, böbrekler de ciğerden su çekip mesaneye götüren saka, büyük abdesti dışarı atan, çöpçü gibidir. Safrayı ve lenfi harekete getirip, bedene zarar veren kuvvet, hırsız gibidir. Safrayı ve hastalıkları gideren kuvvet, adil bir başkana benzer ki, uzatırsak bunun da sonu gelmez.
Bunlardan maksat, bedenin içinde iş yapan nice organlar olduğunu bilmendir. Her biri bir işle meşgul olurken, sen tatlı tatlı uykudasın. Onlar sana hizmetten bir ân bile geri durmuyorlar. Sen ise onları tanımıyorsun. Aynı zamanda sana olan hizmetlerine de şükretmiyorsun!
Bir kimse hizmetçisini bir gün sana hizmet ve yardıma gönderse, bütün gün belki hayatın boyunca ona teşekkür edersin. Ama bu kadar san’atkârları bedenin içinde hizmetinde bulunduran, hayatın boyunca onları sana hizmetten bir an geri bırakmayanı hatırlamazsın.
Bedenin yapısını, terkibini ve her azanın faydalarını bilmeye ilm-i teşrih denir. Bu, derin bir ilimdir, insanlar bunu bilmezler ve dokunmazlar. Okuyanlar tıb ilminde müderris [profesör] olmak için okurlar. Halbuki tıb ve tıb ilmi de muhtasardır, kısadır. Lüzumlu ise de, din ile alâkası yoktur.
Fakat bedenine Allahü Teâlâ'nın yarattıklarındaki akılları durduracak incelikleri görmek için bakıldığında, Allahü Teâla'nın sıfatlarından üç sıfat kendiliğinden olur:
Birincisi, bilir ki, bu kalıbın [bedenin] ustası ve bu şahsın yaratıcısının kudreti tamdır. Noksanlık ve acizlik O'nun kudretine yanaşamaz. Zira, bir damla sudan böyle bir insan yaratabiliyor. Bunu yapabilen, ölümden sonra diriltmeyi daha kolay yapar.
İkincisi, bu bedeni yaratanın ilminin, her şeyi kuşatan bir ilim olduğunu bilir. Zira, böyle şaşılacak şeylerin, böyle şaşılacak faydalarla bir arada bulunması, ancak en üstün bir ilimle olabilir.
Üçüncüsü, kullarına lütuf, rahmet ve inayetinin sonu yoktur. Zira, yaratılması lüzumlu olanlardan bir tane bırakmayıp, hepsini yarattı. Onlar zaruri lâzımdırlar. Kalb, ciğer, beyin ve canlılık gibi. İnsanın ihtiyacı olduğu, fakat zaruri olmadığı şeyleri de yarattı. El, ayak, göz ve dil gibi. Hepsini o verdi. Lâzım olmayan, zaruri de olmayan fakat fazlalık da olmayıp güzelliğe sebep olanları da verdi: Saçın siyahlığı, dudağın kırmızılığı, kaşın kavisliği ve kirpiklerin düzgünlüğü ve buna benzer şeyler.
Bu lütuf ve inayetini yalnız insanoğluna vermedi. Bütün yaratıklarına, sivrisineğe, arıya ve sineğe de verdi. Evet, bunlardan her birine lâzım olanları verdi. Şekillerini ve suretlerini, güzel çizgilerle ve renklerle süsledi.
O hâlde insanın vücudunun yaratılmasına dikkatle bakmak, Allahü Teâlâ'nm sıfatlarını bilmenin anahtarıdır. Bu şekilde ve bu sebeple bu ilim kıymetli olur. Hekimlerin bu ilme ihtiyacı olmasında, bu şeref yoktur.
Şiirdeki, kitap yazmadaki ve san’attaki incelikleri ne kadar çok bilirsen, şairin, yazarın ve san’at sahibinin büyüklüğü, kalbinde artar. Allahü Teâlâ'nın işlerindeki incelikler ve aklın eremediği mânâlar, bunları yapan Allahü Teâlâ'nın büyüklüğünün anahtarıdır. Bu da kendini bilmekten bir kısımdır. Fakat kalb ilmine göre muhtasardır.
Çünkü bu, beden ilmidir. Beden ise binek hayvanı gibidir. Kalb, üstündeki süvariye benzer. Maksat süvarinin yaratılmasıdır, bineğin değil. Çünkü binek hayvanı, ona binen içindir. Binici, binek hayvanı için değildir. Bu kadarını söylemekle insanın kendisini böyle kolay anlayamayacağını bildirdik.
Hâlbuki, sana senden daha yakın hiçbir şey yoktur. Kendini tanımayıp, başkalarını tanıdığını, bildiğini iddia eden, kendini doyuracak yemeği olmadığı hâlde şehirdeki fakirlerin hepsinin kendi yemeğini yemekte olduklarını iddia etmesine benzer ki, gayet çirkin ve yakışık almayan bir şeydir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Insan bu dünyada son derece âciz ve noksandır

Insan bu dünyada son derece âciz ve noksandır

Buraya kadar anlatılanlardan, insanın kalb cevherinin kıymetini, âczini ve büyüklüğünü anladın. Şimdi bil ki, bu kıymetli cevheri sana verdiler ve sonra seni onun üzerine örttüler! Onu aramaz, zayi eder ve onu unutursan çok aldanırsın ve büyük ziyanlara duçar olursun.
Kalbini yeniden aramaya, dünya meşgalelerinden kurtulmaya ve onu kendi yüksek makamına ulaştırmaya gayret et. Onun şeref ve izzeti, öbür dünyada anlaşılacaktır. Üzüntüsüz neş'e, fenâsız beka, acısız kudret, şüphesiz marifet ve Allahü Teâlâ'yı perdesiz görmek olacaktır.
Fakat, bu dünyada onun [yâni insanın] şerefi, kendisinde bulunan istidat [doğuştan gelen sonradan geliştirebilen…] ve liyakat ile hakiki şeref ve izzete kavuşmaktır. Yoksa, bugün ondan daha kusurlu ve zavallı kim vardır. Zira açlığın, susuzluğun, sıcaklığın, soğukluğun, hastalığın, ızdırabın, elemin, sıkıntının, hışmın ve hırsın esiri olmuştur. Rahatının ve lezzetinin bulunduğu şeyler, ona zarardır. Ona faydalı olanlar acı ve elemle karışıktır.
Aziz ve kıymetli olan kimse, ya ilim, ya kuvvet ve kudret, ya himmet [manevi yardım] ve irade, veyahut da yüzünün güzelliği ile kıymetli ve azizdir.
İnsanın ilmine bakarsan, ondan daha cahil kim vardır? Zira, eğer beyninde bir damar eğrilse, öleceğinden yahut delireceğinden korkulur. İnsan ise, neden olduğunu ve ilâcının ne olduğunu bilemez. Belki de ilâcı yanındadır, onu daima görür, fakat bilmez.
Kuvvet ve kudretine bakarsan, ondan daha âciz kim vardır? Zira sinek ile boy ölçüşemez. Kendisine musallat olan sivrisineğin elinde helak olur. Arı, iğnesini kendisine batırırsa, uyumaz ve huzursuz olur.
Himmetine bakarsan, bir dang [yaklaşık olarak yarım gram] gümüş veya altın kaybetse, hâli değişir ve üzülür. Açlık zamanında bir lokma verilmezse, bayılır kalır. O hâlde bundan aşağılık olur mu?
Yüzünün güzelliğine bakarsan, çöplük üzerine örtülmüş post gibidir. İki gün kendini yıkamazsa, yüzünde öyle bedlik ve çirkinlik olur ki, kendisinden tiksinir, fena bir koku hissedilir. Onun karnında taşıyıp hamallığını yaptığı ve günde birkaç defa eliyle yıkadığı pis kokulu kazurattan daha aşağı hangi şey vardır?
Bir gün Şeyh Ebû Saîd-i Ebü'Hayr (rahmetullahi aleyh) sofilerle beraber gidiyordu. Bir ara, lâğım kuyusunu temizlemekle uğraşanların yanından geçiyorlardı. Yol necasetlenmiş, etraf pislik içerisinde idi. Sofiler burunlarını tutup, hepsi bir tarafa kaçtılar. Şeyh, olduğu yerde durdu ve şöyle söyledi:
«Ey insanlar, bakınız bu pislikler bana ne söylüyor. Diyorlar ki, dün pazarda (nefis ve leziz yiyecekler şeklinde) idik. Hepiniz bizi ele geçirmek için, keselerinizi boşaltmıştınız. Bir geceden fazla sizinle kalmadık. Bu hâle geldik! Bizim mi sizden, yoksa sizin mi bizden kaçmanız yakışır?».
Hakikaten insan, bu dünyada noksanlık, acizlik ve zavallılığın son noktasındadır. Pazara çıkarılma günü yarın olacaktır. Eğer kimyâ-yı saadet kalb cevherine düşerse, hayvanlar seviyesinden melekler derecesine yükselir.
Yok, eğer yüzünü dünyaya ve dünya arzularına dönerse, yarın köpek ve domuzdan aşağı olur. Çünkü, onların hepsi toprak olacak ve elem çekmeyecektir. O ise azabda kalacaktır. Şerefini bildiği gibi, noksanlığını ve zavallılığını da bilmelidir. Bu sebepten dolayı kendini bilmek, Allahü Teâlâ'yı bilmek anahtarlarından bir anahtardır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt