ferahhfeza
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 18 Ağu 2007
- Mesajlar
- 10,922
- Tepki puanı
- 8
- Puanları
- 0
- Yaş
- 47
- Web Sitesi
- ferahhfeza.blogcu.com
RASÛLULLÂH -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'i
TÂKÎBDE KALBÎ KIVAM
TÂKÎBDE KALBÎ KIVAM

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in üsve-i hasenesinden gereği gibi istifâde edebilmek için öncelikle kalbî bir kıvâma ulaşmak gerekmektedir. Zîrâ üsve-i hasene ile ilgili âyet-i kerîmede:
“Andolsun ki, Rasûlullâh'ta sizin için; Allâh'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh'ı çok zikredenler için bir «üsve-i hasene» vardır.” (el-Ahzâb, 21) buyurulmaktadır.
Görüldüğü üzere âyet-i kerîmede beyân edilen “Allâh'a ve âhiret gününe kavuşmayı ummak” ve “Allâh'ı çok zikretmek” hususları, Rasûlullâh'ın örnek şahsiyetinden gereği gibi hisse alabilmenin iki mühim basamağını teşkîl etmektedir.
İbâdetler, belirli zamanlarda icrâ edilir. Lâkin îmânın muhâfazası her an şarttır. Kalbdeki kasırgalara karşı mukâvemet gösterebilmek de ancak zikr-i dâimî ile sağlanabilir.
Cenâb-ı Hak muhtelif âyet-i kerîmelerde:
“Ey müminler! Allâh'ı çokça zikredin.” (el-Ahzâb, 41) buyurmaktadır. Lâkin bu âyet-i kerîmelerde belli bir sayı ve miktar bildirilmemesi sebebiyle, zikir emri kemâline masruf olur.1 Bu durumda kula düşen de, her fırsatta ve güç yetirebildiği nisbette Allâh Teâlâ'yı çok zikretmektir.
Diğer bir âyet-i kerîmede de:
“Allâh, gönlünü kendine çevirdiklerini doğru yola hidâyet eder. Bunlar, îmân eden ve gönülleri Allâh'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalbler, ancak Allâh'ın zikriyle itmi'nâna (hakîkî huzûra) erer!” (er-Ra'd, 27-28) buyurulmaktadır.
Allâh'ı zikretmek, hiç şüphesiz ki Allâh lafzının sâdece kelime olarak tekrarlanması değil, onun, tahassüs istîdâdının merkezi olan kalbde mekân bularak ona huzur getirmesi ve bir lezzet hâline gelmesidir. Kalbin zikir ile hâllenmesi netîcesinde kalbin marazları gider, kiri-pası temizlenir, nûr ile dolar, rikkat ve hassâsiyet kazanarak ilâhî sırlara teşne hâle gelir. Kalb vuruşları Hakk'a göre olunca da, niyetler ve ameller seviye kazanır.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde:
“Allâh'ı sevmenin alâmeti, Allâh'ı zikretmeyi sevmektir.” (Suyûtî , , el-Câmiu's-Sağîr, II, 52) buyurmuşlardır.
Hâsılı, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in üsve-i hasenesine tâbî olup ondan gereği gibi istifâde edebilmek için kalblerin muhabbet-i ilâhî ile doldurulması, fânî muhabbetlerden sıyrılarak Allâh ve âhirete kavuşma niyeti ve zikrullâh ile tezyîn edilmesi gerekmektedir.
Varlık Nûru'nun üsve-i hasenesine lâyıkıyla ittibâ edip O'nun rûhâniyetine bürünebilmek için kazanılması gereken kıvâmın diğer bir yolu da O'nunla kalbî râbıtamızı pekiştirecek ve gönüllerimizi muhabbet-i Rasûlullâh ile feyizlendirecek salevât-ı şerîfeyi vird edinmektir.
“Andolsun ki, Rasûlullâh'ta sizin için; Allâh'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh'ı çok zikredenler için bir «üsve-i hasene» vardır.” (el-Ahzâb, 21) buyurulmaktadır.
Görüldüğü üzere âyet-i kerîmede beyân edilen “Allâh'a ve âhiret gününe kavuşmayı ummak” ve “Allâh'ı çok zikretmek” hususları, Rasûlullâh'ın örnek şahsiyetinden gereği gibi hisse alabilmenin iki mühim basamağını teşkîl etmektedir.
İbâdetler, belirli zamanlarda icrâ edilir. Lâkin îmânın muhâfazası her an şarttır. Kalbdeki kasırgalara karşı mukâvemet gösterebilmek de ancak zikr-i dâimî ile sağlanabilir.
Cenâb-ı Hak muhtelif âyet-i kerîmelerde:
“Ey müminler! Allâh'ı çokça zikredin.” (el-Ahzâb, 41) buyurmaktadır. Lâkin bu âyet-i kerîmelerde belli bir sayı ve miktar bildirilmemesi sebebiyle, zikir emri kemâline masruf olur.1 Bu durumda kula düşen de, her fırsatta ve güç yetirebildiği nisbette Allâh Teâlâ'yı çok zikretmektir.
Diğer bir âyet-i kerîmede de:
“Allâh, gönlünü kendine çevirdiklerini doğru yola hidâyet eder. Bunlar, îmân eden ve gönülleri Allâh'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalbler, ancak Allâh'ın zikriyle itmi'nâna (hakîkî huzûra) erer!” (er-Ra'd, 27-28) buyurulmaktadır.
Allâh'ı zikretmek, hiç şüphesiz ki Allâh lafzının sâdece kelime olarak tekrarlanması değil, onun, tahassüs istîdâdının merkezi olan kalbde mekân bularak ona huzur getirmesi ve bir lezzet hâline gelmesidir. Kalbin zikir ile hâllenmesi netîcesinde kalbin marazları gider, kiri-pası temizlenir, nûr ile dolar, rikkat ve hassâsiyet kazanarak ilâhî sırlara teşne hâle gelir. Kalb vuruşları Hakk'a göre olunca da, niyetler ve ameller seviye kazanır.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde:
“Allâh'ı sevmenin alâmeti, Allâh'ı zikretmeyi sevmektir.” (Suyûtî , , el-Câmiu's-Sağîr, II, 52) buyurmuşlardır.
Hâsılı, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in üsve-i hasenesine tâbî olup ondan gereği gibi istifâde edebilmek için kalblerin muhabbet-i ilâhî ile doldurulması, fânî muhabbetlerden sıyrılarak Allâh ve âhirete kavuşma niyeti ve zikrullâh ile tezyîn edilmesi gerekmektedir.
Varlık Nûru'nun üsve-i hasenesine lâyıkıyla ittibâ edip O'nun rûhâniyetine bürünebilmek için kazanılması gereken kıvâmın diğer bir yolu da O'nunla kalbî râbıtamızı pekiştirecek ve gönüllerimizi muhabbet-i Rasûlullâh ile feyizlendirecek salevât-ı şerîfeyi vird edinmektir.
