Kalbe gelen bütün düşünce ve etkiler altı çeşittir. Onlar kalbi, çepeçevre kuşatıp etkisi altına almışlardır. Onların ötesinde, gayb hazineleri ve melekût aleminin kuvvetleri vardır. Onlar, Allahu Teala’nın hazırda bekleyen askerleridir. Kalp de melekût hazinelerinden bir hazinedir. Onu istediği şekle döndüren Yüce Mevla, içine birçok ilim ve hikmetler yerleştirmiş; Refik-i Âlâ ehlinden ve melekût aleminde bir mevki sahibi olanlardan dilediklerinin kalbine azamet ve ceberût nurlarını saçmıştır.
Kalbe gelen düşüncelerin ilk ikisi, nefsin ve şeytanın vesveseleridir. Müminlerin ekseriyeti bu ikisinden yakalarını kurtaramazlar. Bunlar kınanmış ve kötülenmiş iki düşünce türüdür ki, kalbe ancak kötü arzuları ve ilmin kabul etmediği şeyleri getirirler.
Bir de, ruhtan ve melekten gelen düşünceler vardır. Seçkin müminler bunları devamlı hissederler ve fark ederlerler. Bu iki düşünce övülmüştür. Onlar ancak hakkı ve ilmin gösterdiği şeyleri kalbe getirirler.
Kalbe gelen düşüncelerden birisi de akıldan gelen his ve düşüncedir. Bu, yukarıda geçen rahmanî ve şeytanî olan dört düşüncenin ortasında bulunur. Bazen kınanan düşüncelere uygun gelir. Kul, temyiz yani hayrı-şerri seçme sıfatına sahip olduğu için; bu tür düşünce aleyhine bir delil olur. Çünkü kul, şehvetine uyarak hevasına tabi olmuş olur. Bir de, iradesiyle hareket etmiş olduğundan, bu netice hasıl olmaktadır.
Aklın düşüncesi bazen de övülen düşüncelere uygun olarak gelir. O zaman, melekten gelen düşünceye bir şahid, ruhtan gelene de bir destek mahiyetinde olur. Kul, güzel niyetinden ve samimi maksadından dolayı sevap elde eder. Ancak aklın düşüncesi, bazen nefse, bazen şeytana, bazen de ruh ve meleke uygun olarak gelir. Allahu Teala’nın bir hikmeti icabı; kulun, hayra ve şerre bilerek, görerek ve fark ederek girmesi ve sonuçta yaptıklarının sonucu fayda veya zarar olarak kendisine ait olması için, bu böyle olmaktadır.
Çünkü Allahu Teala, bu cismi, hikmetine uygun olarak ahkamının uygulandığı bir mekan ve iradesinin cereyan ettiği bir mahal yapmıştır. Aynı şekilde aklı da, cisim hazinesinde hayır ve şer için bir vasıta yapmıştır. Çünkü, bu durumda kulun cismi, teklif ve tasarrufa müsait bir yer olmakta ve yaptığı fiillerin ahirette nimet veya azap şeklinde karşılık bulmasına sebep teşkil etmektedir. Akıl, kuldan ayrılmamıştır ki, kul akılsız olsun. Kulun şehveti de kurumamıştır ki, nefis ve his yok olsun. Eğer böyle olsaydı (yani kulda akıl ve şehvet bulunmasaydı) o zaman, Allah’ın kulun aleyhine ortaya koyduğu hüccet zayıf olur, delil kuvvetini kaybederdi. Çünkü akıl, delilin şahidi, nefisteki şehvet, imtihan yeri, kalpteki niyet de (kul için verilecek hükme sebep olacak) delilin elde ediliş yoludur. Emir ve nehiylerin (helal ve haramların) karşılığının kula ait olmasının sebebi de budur.
Görülüyor ki, akıl, hayrı ve şerri temyiz/ayırt etme özelliğinde yaratılmış, bununla birlikte, iyiliğin yanında bazen da çirkin şeylere tevessül edecek cibilliyette şekillendirilmiştir. Nefis ise, devamlı şehvetlere meyil ve hevaya ait şeyleri emretme özelliğinde yaratılmıştır. Allahu Teala, onların her birine bu görevleri vermiş; kendilerine iyilik ve kötülüğe, doğruya ve eğriye götürecek hâli ilham etmiş, sebep olup ele geçirecekleri şeyleri daha önceden ilâhî kitapta (Levh-i Mahfuzda) tespit ve takdir etmiştir. Nitekim, bu anlattıklarımızı ifade eder ve destekler mahiyette Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
“O, her şeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip, sonra da doğru yola iletendir.”1107
Başka bir ayette de şöyle buyurmuştur:
“Bunlara da kitapta yazılı olan nasipleri erişir.”1108
Bir diğer ayette de şöyle buyrulmuştur:
“Şeytanla ilgili şu hüküm yazılmıştır: “Kim onu takip ederse muhakkak şeytan, peşinden gideni sapıtır ve onu alevli ateş azabına götürür.”1109
Kalbe gelen düşüncelerden birisi de, yakînden gelen düşünce ve hislerdir. O, imanın hayat kaynağı ve ilmin artış sebebidir. İman ve ilim, yakine dayanırlar ve aynı zamanda ondan kaynaklanırlar. Yakînden gelen düşünce, seçkin havas tabakasına mahsustur. Onu ancak yakîn ehli, şehitler ve salihler elde ederler. Gelişi gizli olsa da, o ancak hakkı getirir ve kalbe Cenab-ı Hakk’ın muradına uygun ilim atar. Her ne kadar bunun delilleri ve istidlal yönü gizli ve kapalı gibi gözükse de, o, Allahu Teala’nın has ve sevgili kullarına gizli kalmaz. Bunlar, Allahu Teala’nın şu ayetinde anlatılan kimselerdir:
“Şüphesiz bunda, (iman ve marifetle aydınlanmış bir) kalbi olan kimse için bir öğüt (ibret) vardır.”1110 Yani, Allahu Teala’nın, masivadan kalbini korumayı üzerine aldığı kul için bir ibret vardır.
Rasulullah (s.a.v), bu kalbin durumuna şu hadislerinde işaret buyurmuştur:
“Kalbinde sıkıntı vereni (içini tırmalayanı) terket.”1111
Günah, kalbi sıkan ve rahatsız eden şeydir. Yani, günah kalpte etkisini gösterince, kalbin ince, temiz, yumuşak ve latif olmasından dolayı onu büzer ve üzer. Rasulullah (s.a.v) kendisine salih amellerin ve şerrin aslı olan iyilik ve kötülüğü soran bir adama:
“Müftüler sana fetva verse de, sen kalbine sor.”1112 buyurmuştur. Hadiste işaret ediliyor ki, muttakiler, müşahede ve muayeneye dayalı ilimleriyle, gizli yorum ve ruhsatın manalarını, inceliklerini bilirler. Bir de bunun ötesinde, azimet ve hakikat üzere amelle elde edilen sır ilmi vardır. Zahir ehli de, Allahu Teala’nın zahir ahkamını, zahir ilim sahipleri için bir hüccet olan lisanla ifade edilen ilimden öğrenirler. Senin kalbin de, iman ile nurlanmış bir fakihtir. Onunla bakar ve bâtın ilminden, imanın hakikati olan bâtinî kalp ilmine dayanarak onunla bahsedersin. Bu ilmin faydası, bâtın ilim sahiplerine aittir.
Rasulullah’ın (s.a.v), kendisine soru soran zatı ancak fakih olan bir kimseye göndermesi uygun düşerdi. Eğer kalp ilmi, fıkhın hakikati ve esası olmasaydı, Rasulullah (s.a.v) soranı, zahiri fetva sahiplerini bırakıp kalbine danışmaya sevk etmezdi. Bu durumda, kalb ilmi, ilmin hası olan gerçek ilimdir. Çünkü Rasulullah (s.a.v) onu, hüküm verirken zahiri ilimle hükmeden müftülere hakim yapmış, onun hükmünü daha üstün tutmuştur. Demek ki, bâtın alimi, alimlerin alimidir ve bu sebeple ona, zahirî alimleri taklit etmesi caiz değildir. Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
“İyilik, kalbin huzur bulduğu ve nefsin (işlerken) sukün bulduğu şeylerdir. Her ne kadar aksine fetva verseler de...”1113
Bu anlatılan zikirle açılmış, nurlanmış kalbin sıfatıdır. O aynı zamanda iyilik ve devamlı sekinet/ilahi rahmet ile sükun bulan nefsin hâlidir. Nitekim Allahu Teala, açıkça ve işaret yoluyla, müminlerin kalplerinin hâl ve sıfatını bize açıklamıştır. Manaca açık olan ilâhî beyan şöyledir:
“Onlar, iman edip kalpleri Allah’ın zikriyle mütmain olan /huzur ve sükun bulan kimselerdir. Şunu iyice biliniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.”1114
Diğer bir ayette de şöyle buyrulmuştur:
“İmanlarına iman katmaları için, müminlerin kalplerine huzuru indiren O’dur.”1115
Kalplerin hâlini, işaret yoluyla anlatan ayetlere gelince: Allahu Teala, (zikrinden, kudret ve birliğini anlamaktan) kalpleri perdelenmiş olanları anlatırken şöyle buyurmuştur:
“Onların (kalp) gözleri, benim zikrime (beni hatırlatacak ayetlerime) karşı perde içindeydi ve (hakkı) dinlemeye de tahammül edemiyorlardı.”1116
Bir diğer ayet de şudur:
“Gayba ait bilgi, onun yanında da (hakkı) o görüyor mu.”1117
Bu ayetlerin manası iyice düşünülürse, ortaya şu çıkar: Yüce Allah’ın dostları, onun davetine icabet etmiş, emrine candan kulak vermiş ve O’nun zikriyle keşfe ulaşıp, gayba nazar etmiş kimselerdir.
Yine bu konuda Allahu Teala, şöyle buyurmuştur:
“Bu iki grubun (müminlerle kafirlerin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Bunların hali bir olur mu hiç?”1118
Ayette kör ve sağır olarak anlatılanlar, hak yolun dışındaki sapık yol ve hallere tabi olarak, sırat-ı müstakimden ayrılmış kimselerdir. Gören ve işitenler ise, sırat-ı müstakime tabi olan hidayete ermiş kimselerdir.
Diğer bir ayeti kerimede, şöyle buyrulmuştur:
“(Çünkü onlar) hakkı işitmeye güç ve tahammül gösteremiyor ve onu göremiyorlardı.”1119
Başka bir ayet-i kerimede, şu hâl anlatılır:
“Şüphesiz bunda (uyanık bir) kalbi olan ve (gerçek bir) şahit olarak kulak veren kimse için bir öğüt vardır.”1120
Diğer bir ayet-i kerimede de şu tür şahıslardan bahsedilir:
“Eğer Allah sizi azdırmak istemişse, ben size nasihat etsem de nasihatim size fayda vermez. Rabbiniz O’dur ve siz O’na döndürüleceksiniz.”1121
Rasulullah (s.a.v) özetle, kalbin sıfatını anlatırken, kalbine işaret ederek:
“Takva buradadır.”1122 buyurmuştur.
Allahu Teala, günahlar sebebiyle kapanmış kalpleri anlatırken şöyle buyurmuştur:
“Eğer biz dilemiş olsaydık, onları da günahları sebebiyle (cezalandırır) musibetlere uğratırdık ve kalplerini mühürlerdik de, artık onlar (hakkı ve hayrı) işitmezlerdi.”1123
Allahu Teala, takva yoluna uyan kimsenin elde edeceği neticeyi şöyle ifade buyuruyor:
“Allah’tan korkun ve dinleyin.”1124
“Allah’tan korkun, o size ilim öğretir.”1125
Bir haberde şöyle buyrulmuştur:
“Allahu Teala, bir kula hayır ulaştırmak istediği zaman, içinde günahlardan bir sakınma duygusu ve kalbinde (ona hakkı tarif ve tavsiye eden) bir vaiz yaratır.”1126
Başka bir haberde ise şöyle buyurulmuştur:
“Kimin kalbinde, kendisi için (hakkı tavsiye ve hayrı gösteren) bir vaiz varsa, Allah tarafından ona (görevlendirilmiş) bir muhafız bulunur.”1127
Allahu Teala’nın:
“Rabbimiz! Şüphesiz biz: “Rabbinize inanın” diye inanmaya çağıran davetçiyi işitip iman ettik.”1128 ayetinin tefsirinde: “Kalbimizle işittik.” manası verilmiştir.
Allahu Teala, mümin olmayan düşmanlarının, kalp durumlarını ise şöyle anlatmıştır:
“Onlara (sanki) çok uzak bir yerden çağrılıyor da (hakkı) işitmiyorlar.”1129 Yani, kalplerinden çok uzak olan şeylere çağrılıyorlar da duymuyorlar.
Cenab-ı Hakk, kalplerin haktan kaymasından ve başka şeylere yönelmelerinden tövbe konusunda şöyle buyurmuştur:
“Eğer Allah’a tövbe ederseniz, kaymış olan kalbleriniz düzelmiş olur.”1130
Başka bir ayette ise şöyle buyurulmuştur:
“Başaramayacakları bir işe giriştiler. Eğer tövbe ederlerse, onlar için çok hayırlı olur.”1131
Kalplerin körelmesi konusunda da şöyle buyurulmuştur:
“Şüphesiz, (her zaman) gözler kör olmaz, fakat (daha çok) göğüsteki kalpler kör olur.”1132
Bütün bunlardan anlaşılmıştır ki, uyanık kalp sahipleri insanlardan bir vâiz olmadan öğüt ve ibret alır, zahirde bir sakındıran bulunmaksızın kötülükten sakınır ve çekinirler. Zikretmiş olduğumuz diğer düşünce çeşitleri, genel olarak mü’minlerin yakasını kurtaramadığı türden düşüncelerdir.
Kalp, Allahu Teala’nın, gayb hazinelerinden bir hazinedir. Zikrettiğimiz bu mana ve haller ise, Allahu Teala’nın, kalbin etrafına yerleştirdiği askerleridir. Onlardan dilediğini gizler, dilediğini ortaya çıkarır. Dilediği ile kalbi genişletir, dilediği ile kalbin sıkıntısını artırır.
Kalbe gelen düşüncelerin ilk ikisi, nefsin ve şeytanın vesveseleridir. Müminlerin ekseriyeti bu ikisinden yakalarını kurtaramazlar. Bunlar kınanmış ve kötülenmiş iki düşünce türüdür ki, kalbe ancak kötü arzuları ve ilmin kabul etmediği şeyleri getirirler.
Bir de, ruhtan ve melekten gelen düşünceler vardır. Seçkin müminler bunları devamlı hissederler ve fark ederlerler. Bu iki düşünce övülmüştür. Onlar ancak hakkı ve ilmin gösterdiği şeyleri kalbe getirirler.
Kalbe gelen düşüncelerden birisi de akıldan gelen his ve düşüncedir. Bu, yukarıda geçen rahmanî ve şeytanî olan dört düşüncenin ortasında bulunur. Bazen kınanan düşüncelere uygun gelir. Kul, temyiz yani hayrı-şerri seçme sıfatına sahip olduğu için; bu tür düşünce aleyhine bir delil olur. Çünkü kul, şehvetine uyarak hevasına tabi olmuş olur. Bir de, iradesiyle hareket etmiş olduğundan, bu netice hasıl olmaktadır.
Aklın düşüncesi bazen de övülen düşüncelere uygun olarak gelir. O zaman, melekten gelen düşünceye bir şahid, ruhtan gelene de bir destek mahiyetinde olur. Kul, güzel niyetinden ve samimi maksadından dolayı sevap elde eder. Ancak aklın düşüncesi, bazen nefse, bazen şeytana, bazen de ruh ve meleke uygun olarak gelir. Allahu Teala’nın bir hikmeti icabı; kulun, hayra ve şerre bilerek, görerek ve fark ederek girmesi ve sonuçta yaptıklarının sonucu fayda veya zarar olarak kendisine ait olması için, bu böyle olmaktadır.
Çünkü Allahu Teala, bu cismi, hikmetine uygun olarak ahkamının uygulandığı bir mekan ve iradesinin cereyan ettiği bir mahal yapmıştır. Aynı şekilde aklı da, cisim hazinesinde hayır ve şer için bir vasıta yapmıştır. Çünkü, bu durumda kulun cismi, teklif ve tasarrufa müsait bir yer olmakta ve yaptığı fiillerin ahirette nimet veya azap şeklinde karşılık bulmasına sebep teşkil etmektedir. Akıl, kuldan ayrılmamıştır ki, kul akılsız olsun. Kulun şehveti de kurumamıştır ki, nefis ve his yok olsun. Eğer böyle olsaydı (yani kulda akıl ve şehvet bulunmasaydı) o zaman, Allah’ın kulun aleyhine ortaya koyduğu hüccet zayıf olur, delil kuvvetini kaybederdi. Çünkü akıl, delilin şahidi, nefisteki şehvet, imtihan yeri, kalpteki niyet de (kul için verilecek hükme sebep olacak) delilin elde ediliş yoludur. Emir ve nehiylerin (helal ve haramların) karşılığının kula ait olmasının sebebi de budur.
Görülüyor ki, akıl, hayrı ve şerri temyiz/ayırt etme özelliğinde yaratılmış, bununla birlikte, iyiliğin yanında bazen da çirkin şeylere tevessül edecek cibilliyette şekillendirilmiştir. Nefis ise, devamlı şehvetlere meyil ve hevaya ait şeyleri emretme özelliğinde yaratılmıştır. Allahu Teala, onların her birine bu görevleri vermiş; kendilerine iyilik ve kötülüğe, doğruya ve eğriye götürecek hâli ilham etmiş, sebep olup ele geçirecekleri şeyleri daha önceden ilâhî kitapta (Levh-i Mahfuzda) tespit ve takdir etmiştir. Nitekim, bu anlattıklarımızı ifade eder ve destekler mahiyette Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
“O, her şeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip, sonra da doğru yola iletendir.”1107
Başka bir ayette de şöyle buyurmuştur:
“Bunlara da kitapta yazılı olan nasipleri erişir.”1108
Bir diğer ayette de şöyle buyrulmuştur:
“Şeytanla ilgili şu hüküm yazılmıştır: “Kim onu takip ederse muhakkak şeytan, peşinden gideni sapıtır ve onu alevli ateş azabına götürür.”1109
Kalbe gelen düşüncelerden birisi de, yakînden gelen düşünce ve hislerdir. O, imanın hayat kaynağı ve ilmin artış sebebidir. İman ve ilim, yakine dayanırlar ve aynı zamanda ondan kaynaklanırlar. Yakînden gelen düşünce, seçkin havas tabakasına mahsustur. Onu ancak yakîn ehli, şehitler ve salihler elde ederler. Gelişi gizli olsa da, o ancak hakkı getirir ve kalbe Cenab-ı Hakk’ın muradına uygun ilim atar. Her ne kadar bunun delilleri ve istidlal yönü gizli ve kapalı gibi gözükse de, o, Allahu Teala’nın has ve sevgili kullarına gizli kalmaz. Bunlar, Allahu Teala’nın şu ayetinde anlatılan kimselerdir:
“Şüphesiz bunda, (iman ve marifetle aydınlanmış bir) kalbi olan kimse için bir öğüt (ibret) vardır.”1110 Yani, Allahu Teala’nın, masivadan kalbini korumayı üzerine aldığı kul için bir ibret vardır.
Rasulullah (s.a.v), bu kalbin durumuna şu hadislerinde işaret buyurmuştur:
“Kalbinde sıkıntı vereni (içini tırmalayanı) terket.”1111
Günah, kalbi sıkan ve rahatsız eden şeydir. Yani, günah kalpte etkisini gösterince, kalbin ince, temiz, yumuşak ve latif olmasından dolayı onu büzer ve üzer. Rasulullah (s.a.v) kendisine salih amellerin ve şerrin aslı olan iyilik ve kötülüğü soran bir adama:
“Müftüler sana fetva verse de, sen kalbine sor.”1112 buyurmuştur. Hadiste işaret ediliyor ki, muttakiler, müşahede ve muayeneye dayalı ilimleriyle, gizli yorum ve ruhsatın manalarını, inceliklerini bilirler. Bir de bunun ötesinde, azimet ve hakikat üzere amelle elde edilen sır ilmi vardır. Zahir ehli de, Allahu Teala’nın zahir ahkamını, zahir ilim sahipleri için bir hüccet olan lisanla ifade edilen ilimden öğrenirler. Senin kalbin de, iman ile nurlanmış bir fakihtir. Onunla bakar ve bâtın ilminden, imanın hakikati olan bâtinî kalp ilmine dayanarak onunla bahsedersin. Bu ilmin faydası, bâtın ilim sahiplerine aittir.
Rasulullah’ın (s.a.v), kendisine soru soran zatı ancak fakih olan bir kimseye göndermesi uygun düşerdi. Eğer kalp ilmi, fıkhın hakikati ve esası olmasaydı, Rasulullah (s.a.v) soranı, zahiri fetva sahiplerini bırakıp kalbine danışmaya sevk etmezdi. Bu durumda, kalb ilmi, ilmin hası olan gerçek ilimdir. Çünkü Rasulullah (s.a.v) onu, hüküm verirken zahiri ilimle hükmeden müftülere hakim yapmış, onun hükmünü daha üstün tutmuştur. Demek ki, bâtın alimi, alimlerin alimidir ve bu sebeple ona, zahirî alimleri taklit etmesi caiz değildir. Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
“İyilik, kalbin huzur bulduğu ve nefsin (işlerken) sukün bulduğu şeylerdir. Her ne kadar aksine fetva verseler de...”1113
Bu anlatılan zikirle açılmış, nurlanmış kalbin sıfatıdır. O aynı zamanda iyilik ve devamlı sekinet/ilahi rahmet ile sükun bulan nefsin hâlidir. Nitekim Allahu Teala, açıkça ve işaret yoluyla, müminlerin kalplerinin hâl ve sıfatını bize açıklamıştır. Manaca açık olan ilâhî beyan şöyledir:
“Onlar, iman edip kalpleri Allah’ın zikriyle mütmain olan /huzur ve sükun bulan kimselerdir. Şunu iyice biliniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.”1114
Diğer bir ayette de şöyle buyrulmuştur:
“İmanlarına iman katmaları için, müminlerin kalplerine huzuru indiren O’dur.”1115
Kalplerin hâlini, işaret yoluyla anlatan ayetlere gelince: Allahu Teala, (zikrinden, kudret ve birliğini anlamaktan) kalpleri perdelenmiş olanları anlatırken şöyle buyurmuştur:
“Onların (kalp) gözleri, benim zikrime (beni hatırlatacak ayetlerime) karşı perde içindeydi ve (hakkı) dinlemeye de tahammül edemiyorlardı.”1116
Bir diğer ayet de şudur:
“Gayba ait bilgi, onun yanında da (hakkı) o görüyor mu.”1117
Bu ayetlerin manası iyice düşünülürse, ortaya şu çıkar: Yüce Allah’ın dostları, onun davetine icabet etmiş, emrine candan kulak vermiş ve O’nun zikriyle keşfe ulaşıp, gayba nazar etmiş kimselerdir.
Yine bu konuda Allahu Teala, şöyle buyurmuştur:
“Bu iki grubun (müminlerle kafirlerin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Bunların hali bir olur mu hiç?”1118
Ayette kör ve sağır olarak anlatılanlar, hak yolun dışındaki sapık yol ve hallere tabi olarak, sırat-ı müstakimden ayrılmış kimselerdir. Gören ve işitenler ise, sırat-ı müstakime tabi olan hidayete ermiş kimselerdir.
Diğer bir ayeti kerimede, şöyle buyrulmuştur:
“(Çünkü onlar) hakkı işitmeye güç ve tahammül gösteremiyor ve onu göremiyorlardı.”1119
Başka bir ayet-i kerimede, şu hâl anlatılır:
“Şüphesiz bunda (uyanık bir) kalbi olan ve (gerçek bir) şahit olarak kulak veren kimse için bir öğüt vardır.”1120
Diğer bir ayet-i kerimede de şu tür şahıslardan bahsedilir:
“Eğer Allah sizi azdırmak istemişse, ben size nasihat etsem de nasihatim size fayda vermez. Rabbiniz O’dur ve siz O’na döndürüleceksiniz.”1121
Rasulullah (s.a.v) özetle, kalbin sıfatını anlatırken, kalbine işaret ederek:
“Takva buradadır.”1122 buyurmuştur.
Allahu Teala, günahlar sebebiyle kapanmış kalpleri anlatırken şöyle buyurmuştur:
“Eğer biz dilemiş olsaydık, onları da günahları sebebiyle (cezalandırır) musibetlere uğratırdık ve kalplerini mühürlerdik de, artık onlar (hakkı ve hayrı) işitmezlerdi.”1123
Allahu Teala, takva yoluna uyan kimsenin elde edeceği neticeyi şöyle ifade buyuruyor:
“Allah’tan korkun ve dinleyin.”1124
“Allah’tan korkun, o size ilim öğretir.”1125
Bir haberde şöyle buyrulmuştur:
“Allahu Teala, bir kula hayır ulaştırmak istediği zaman, içinde günahlardan bir sakınma duygusu ve kalbinde (ona hakkı tarif ve tavsiye eden) bir vaiz yaratır.”1126
Başka bir haberde ise şöyle buyurulmuştur:
“Kimin kalbinde, kendisi için (hakkı tavsiye ve hayrı gösteren) bir vaiz varsa, Allah tarafından ona (görevlendirilmiş) bir muhafız bulunur.”1127
Allahu Teala’nın:
“Rabbimiz! Şüphesiz biz: “Rabbinize inanın” diye inanmaya çağıran davetçiyi işitip iman ettik.”1128 ayetinin tefsirinde: “Kalbimizle işittik.” manası verilmiştir.
Allahu Teala, mümin olmayan düşmanlarının, kalp durumlarını ise şöyle anlatmıştır:
“Onlara (sanki) çok uzak bir yerden çağrılıyor da (hakkı) işitmiyorlar.”1129 Yani, kalplerinden çok uzak olan şeylere çağrılıyorlar da duymuyorlar.
Cenab-ı Hakk, kalplerin haktan kaymasından ve başka şeylere yönelmelerinden tövbe konusunda şöyle buyurmuştur:
“Eğer Allah’a tövbe ederseniz, kaymış olan kalbleriniz düzelmiş olur.”1130
Başka bir ayette ise şöyle buyurulmuştur:
“Başaramayacakları bir işe giriştiler. Eğer tövbe ederlerse, onlar için çok hayırlı olur.”1131
Kalplerin körelmesi konusunda da şöyle buyurulmuştur:
“Şüphesiz, (her zaman) gözler kör olmaz, fakat (daha çok) göğüsteki kalpler kör olur.”1132
Bütün bunlardan anlaşılmıştır ki, uyanık kalp sahipleri insanlardan bir vâiz olmadan öğüt ve ibret alır, zahirde bir sakındıran bulunmaksızın kötülükten sakınır ve çekinirler. Zikretmiş olduğumuz diğer düşünce çeşitleri, genel olarak mü’minlerin yakasını kurtaramadığı türden düşüncelerdir.
Kalp, Allahu Teala’nın, gayb hazinelerinden bir hazinedir. Zikrettiğimiz bu mana ve haller ise, Allahu Teala’nın, kalbin etrafına yerleştirdiği askerleridir. Onlardan dilediğini gizler, dilediğini ortaya çıkarır. Dilediği ile kalbi genişletir, dilediği ile kalbin sıkıntısını artırır.