Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kalbdenkalbe mesajlar(vay başımıza gelen muhammedin dediği doğru çıkacak) (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Efendimizin hayatının Mekke döneminde gerek zatının uğradığı eziyet ve sıkıntılar, gerekse mü'minlerin uğradıkları işkencelerde akıl sahipleri için büyük ibretler vardır. Mekke döneminde İslâm'ı kabul edip de, işkenceye uğramayan yoktur. Müşriklerin korkup fizikî müdahale edemedikleri mü'minlere de, ilişkilerini keserek, onları toplumdan dışlayarak, sosyal işkenceye başvuruyorlardı.
Eziyet, sıkıntı ve işkenceler mü'minleri çok zor durumlara düşürmüştü. Bazı zamanlar bu zulümler dayanılmaz boyutlara ulaşıyor, işte o anda mü'minlerde bir patlama oluyordu. Bir gün bir mü'min, imanını müşriklerin yüzüne haykırıyor, bir başka gün de işkenceye uğrayan bir mü'min, işkence edene çıkışıyordu. Bu başkaldırış, bilinçli olmuyor, zulme ve haksızlığa karşı bir refleks olarak meydana geliyordu.
Buna bir noktada kıyam da denilebilirdi. Bu kıyamlardan birini de Ebû Bekir Radıyallahu Anh yapmıştı. Bir gün, Ebû Bekir ve mü'min arkadaşlarından bir grup, Kâbe'nin yakınında oturmuş sohbet ediyorlardı. Az ileride de bir müşrik topluluğu sohbet etmekte idi. İçi Allah aşkı, Resûlullah sevgisi ile dolu olan Ebû Bekir, imanının verdiği heyecanla müşriklere karşı dönerek haykırdı:
–Ey Kureyş uluları! Gökleri ve yeri yoktan var eden âlemlerin Rabbine iman edin. Kendisine ve çevresine ne bir fayda ne de bir zarar vermekten aciz olan putlara tapmaktan vaz geçin…" Ebû Bekir büyük bir inanç ve ihlâsla konuşmasını sürdürdü. Daha sözlerini tamamlamamıştı ki, müşrik topluluktan birkaç kişi üzerine saldırdı. Bu saldırı neticesinde Ebû Bekir kan revan içinde kalmıştı. Araya girip, müşriklere engel oldular, Ebû Bekir'i evine götürdüler. Aldığı darbelerin etkisi ile gün boyu evinden çıkamadı, kendini iyi hissettiği zaman annesine Kâinatın Efendisi'ni sordu. Ondan bir haber almak istedi, kendisini bu duruma getiren müşrikler, acaba Resûlullah'a da bir şey yapmışlar mıydı?
İslâm'ın bu ilk devrindeki mü'minler kendilerinden çok Resûlullah'ı düşünür, kendilerini O'na feda etmeye her dem hazır olduklarını her fırsatta dile getirirlerdi. İşte Ebû Bekir, bunca yaşadığı zulüm ve işkenceye rağmen, o kendini değil de Resûlullah'ı soruyor, onu merak ediyordu. Kendini iyi hissettiğinde kalkıp doğruca Resûlullah'ın bulunduğu yere gitti. Kâinatın Efendisi de onu merak etmişti, Ebû Bekir'i yara bere içinde görünce çok üzüldü. Ebû Bekir, Resûlullah'a açıklamada bulundu:
–Anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Resûlü! Azgın, Utbe b. Rabia bana saldırıp, bu hâle getirdi…"


Meraklanma o beni göremez
Müşriklerin saldırıları duracak gibi değildi. Biri bitiyor, diğeri başlıyordu. Peygamberimizin evi, iki azılı müşrikin evine komşu idi. Bunlardan biri Ebû Leheb, diğeri de Ukbe b. Ebû Muayt'tı. Bu iki azılı kâfir komşu, Kâinatın Efendisi'ne her fırsatta saldırıyorlardı. Ellerine geçirdikleri pislikleri, Efendimizin kapısının önüne koyuyorlardı. Özellikle Ebû Leheb'in karısı olan Ümmü Cemil, Efendimizin evinin çevresini, dikenli ağaç dalları, kaya parçaları ile dolduruyordu. Amacı özellikle gece eve gelirken, bu dikenli dallar ve kaya parçaları Efendimizin ayaklarına batması, ona eziyet vermesiydi.
Bir defasında Ebû Leheb bir deve pisliğini kaptığı gibi Efendimizin kapısına atacaktı ki, Hazreti Hamza çıkageldi. Ebû Leheb'i elinde deve pisliği ile görünce, elindeki deve pisliğini alarak, Ebû Leheb'in başına koydu.
Ebû Leheb ve karısı Ümmü Cemil'in bu yaptıkları haddi çoktan aşmıştı. Onlar hakkında âyet–i kerime nazil oldu.
"Ebû Leheb'in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde karısı da (ateşe girecek)" (Mesed, 1–5)
Kendisi ve kocası hakkında âyet nazil olduğunu duyan Ümmü Cemil, eline bir taş alarak Kâinatın Efendisi'ni aramaya çıktı. O sırada Kâinatın Efendisi, Ebû Bekir ile birlikte Kâbe'nin yanında oturmuş sohbet ediyorlardı. İleriden hışım ve öfke ile kendilerine doğru elinde taşla Ümmü Cemil'in geldiğini gören Ebû Bekir:
–Ya Resûlullah! Ümmü Cemil, pis ve ahlâksız bir kadındır. Onun gelişi hiç de hayra benzemiyor; sana bir zararının dokunmasından endişe ediyorum. Ona muhatap olmadan buradan uzaklaşsanız.
–Meraklanma, o beni göremez.
Kâinatın Efendisi'nin dediği gibi oldu. Ümmü Cemil yanlarına geldi ve Ebû Bekir'e arkadaşının nerede olduğunu sordu.
–Ne yapacaksın onu?
–Duyduğuma göre arkadaşın beni hicvetmiş. O şairse, biz de şairiz. O bizi hicvetmiş, biz de onu hicvediyoruz. Onun anlattıklarına isyan ediyoruz. Biz onun dininden hoşlanmıyoruz. Vallahi onun bulduğumda şu taşı kafasına vuracağım. Ebû Bekir:
–Vallahi benim arkadaşım şair değildir. O şiir söylemez, seni de hicvetmiş değildir. Ümmü Cemil:
–Sen benim katımda doğru sözlü olarak bilinirsin, diyerek oradan ayrıldı. Ebû Cehil'in karısı uzaklaştıktan sonra Ebû Bekir şöyle dedi:
–Ya Resûlullah! O seni görmedi.
–Evet. Rabbim onunla benim arama perde çekti, ben olanları gördüm, o beni görmedi.

Köpeklerden bir köpeği
musallat eder
Peygamber Efendimize risalet gelmeden önce kızları Hazreti Ümmü Gülsüm'ü Ebû Leheb'in oğlu Uteybe ile, Hazreti Rukayye'yi de, Utbe ile nişanlamışlar, evlilik gerçekleşmemişti. Tebbet sûresi nazil olduktan sonra, Ebû Leheb her iki oğluna da, nişanlarını bozmalarını söyledi:
–Muhammed'in kızları ile olan nişanlarınızı bozmazsanız, başım başınıza haram olsun.
Babasından bu uyarıyı alan Uteybe, vakit kaybetmeden Resûlullah'ın yanına giderek:
–Ben senin dinine karşıyım, seni de tanımıyorum, kızından da ayrıldım, dedi. Sözlerini bitirdikten sonra Efendimizin üzerine saldırdı, elbisesini yırttı, mübarek yüzlerine tükürdü. Bu hakaretler Efendimizi üzmüştü, Uteybe'ye döndü ve dedi ki:
–Rabbimden dilerim ki, sana köpeklerinden bir köpeği musallat eder.
O yıllarda Mekkeliler başta Şam olmak üzere değişik bölgelere ticaret kervanları gönderirlerdi. Ebû Leheb'in oğlu Uteybe, Efendimizin kızı ile olan nişanı bozduğu sıralarda, Şam'a ticaret kervanı götürüyordu. Yola çıkacakları sırada Efendimize bu şekilde saldırması ve saldırı karşısında Efendimizin ona beddua etmesi, Ebû Leheb ve Uteybe'yi korkutmuştu. Ebû Leheb korkusunu şu sözlerle dışa vurmuştu:
–Muhammed'in oğlum hakkındaki bedduasından korkuyorum.
Ticaret kervanı yola çıkmış, birkaç gün yol aldıktan sonra, bir yerde konaklamışlardı. Gece herkes uykuya daldığı bir vakitte Uteybe'nin bulunduğu çadıra bir aslan musallat olmuştu. Aslanı gören Uteybe şöyle haykırdı:
–Vay başıma gelen. Muhammed'in dediği doğru çıkacak.
Aslan çadırın çevresinde dolaştıktan sonra uzaklaştı. Sabah gün doğmak üzere idi ki, derin uykuda bulunan kervan ahalisi, Uteybe'nin korkunç çığlığı ile uyanmıştı. Uteybe'nin yanına gittiklerinde kafasının parçalandığını gördüler, son nefesini vermek üzereydi. Son sözleri şöyle oldu:
–Muhammed'in dediği oldu. Ben size demiştim, Muhammed doğru sözlüdür.
Haber Ebû Leheb'e ulaştığında o da oğlu gibi dedi:
–Ben size onun bedduasından korktuğumu söylemiştim.

Ebter ile konuştum
Utbe b. Ebû Muayt ile As b. Vail, Kâinatın Efendisi'ne düşmanlık yapmakta aralarında ittifak kurmuş ve birbiri ile yarış hâlinde idiler. Birbirlerine söz vermişlerdi ki, Muhammed ile konuşmayacaklar. Nasıl oldu ise, As b. Vail ile Efendimizin arasında bir konuşma geçmişti. Bu konuşma duyulmuştu. As b. Vail'in, sözünden döndüğü söyleniyordu.
Kâbe'deki bir toplantıda müşrik ileri gelenleri As b. Vail'e sordular:
–Sen verdiğin sözde durmadın. Duyduklarımız doğru mu, kiminle konuşuyordun?
As b. Vail, kendini haklı çıkartmak ve Efendimize hakaret etmek kastı ile şöyle dedi:
–Evet. Ebter ile konuştum.
O devirde "ebter", Araplar arasında hakaret, aşağılamak için kullanılan bir sözdü. "Erkek çocuğu olmayan, nesli kurumuş, soyu olmayan" mânasına bu "ebter" sözü söylenirdi. O sıralarda Efendimizin üçüncü erkek evladı da vefat etmişti. Önce Kasım, sonra Abdullah, daha sonra da Tahir adlarındaki evlatları vefat etmişti.
As b. Vail'in bu yakıştırması, kısa sürede Kureyş müşrikleri arasında yayıldı ve bir alay vesilesi olarak dillerinden düşmez oldu. Bunun üzerine Mevlâ Teâlâ Kevser sûresini inzal buyurdu:
"(Resûlüm!) Kuşkusuz biz sana Kevser'i verdik. Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes. Asıl soyu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir." (Kevser,1–3)
Kâinatın Efendisi Kâbe'de namaz kılıyordu. Tam secdeye vardığında, azılı kâfirlerden olan Utbe b. Ebû Muayt, Efendimizin üzerine saldırdı, ridasını çekerek mübarek boğazına doladı ve sıkmaya başladı. Utbe b. Ebû Muayt, Efendimizi boğacaktı. Tam o sırada Ebû Bekir yetişti, müdahale ederek, Utbe b. Ebû Muayt'ı oradan uzaklaştırdı. Hâdiseyi izleyen kâfirlerin yüzüne dönerek şu âyet–i kerimeyi okudu:
"…Siz bir adamı "Rabbim Allah" diyor, diye öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir. Eğer o yalancı ise, yalanı kendisinedir. Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiğinin (azabın), bir kısmı olsun gelip size çatar. Şüphesiz Allah haddi aşan, yalancı kimseyi doğru yola eriştirmez." (Mü'min, 28)
Zulüm ve işkencenin ardı arkası kesilmiyor, arttıkça artıyordu. İşkence ve zulüm arttıkça İslâm dinine olan ilgi ve alâka daha bir hızla gelişip artmakta idi. Onlar karartmaya çalıştıkça, her geçen gün daha bir aydınlık oluyor, İslâm ile şereflenenlerin sayısı hızla artıyordu. Zulüm ve işkence altında inleyen mü'minlere her safhada Rablerinin âyetleri güç ve kuvvet katıyordu.
Burada üzerinde durulması gereken en önemli konu şudur: Bunca dayatma, işkence ve zulme rağmen iman edenler bir tek fire dahi vermemiştir. Bu hâdise Efendimizin, Kur'an–ı Kerim'in başlı başına bir mucizesidir. Bu kadar eziyet, bu kadar vaat ve karşı koymaya rağmen bir tek fire verilmemiştir. Bu durum batılı birçok yazarın dikkatini çekmiş, hatta Hazreti Muhammed'e kin besleyen birçok yazarın, bu tespitleri ile, İslâm'a ve onun aziz Peygamberine bakışları değişmiştir.



EY ALLAH'IM! KUREYŞ MÜŞRİKLERİNİ SANA HAVALE EDİYORUM

Günlerden bir gün Kâinatın Efendisi Kâbe'nin yanında namaz kılmakta idi. O namaz kılarken, yakın bir yerde de müşriklerin azılılarından bir grup, O'na sözlü saldırıda bulunuyorlardı. Ebû Cehil'in dikkatini bir şey çekmişti. Bir iki gün önce kestiği devenin işkembeleri yakınlarında bir yerde idi. Ebû Cehil yanında bulunan arkadaşlarına seslendi:
–İçinizde hangi yiğit var ki, Muhammed'in üzerine, dün kestiğim devenin işkembelerini atacak!
Azılı düşmanlardan biri olan Ukbe b. Ebû Muayt:
–Ben varım, diyerek, hızla oradan uzaklaştı ve kısa bir süre sonra iki eli deve işkembesi ile dolu vaziyette çıkageldi. Tam o esnada Kâinatın Efendisi de secdede bulunuyordu. Tam secdede bulunduğu sırada, işkembeyi Kâinatın Efendisi'nin iki omzu arasına koydu.
Müşrikler kahkahalarla gülmeye, aşağılık sözlü saldırılarda bulunmaya başladılar. Efendimiz ise, o vaziyette secdede duruyor, secdeden kalkmıyordu. Bu manzarayı uzaktan görenlerden birinin haber vermesi ile Hazreti Fatıma çıkageldi. Ağlayarak babasının omuzlarındaki deve işkembesini kaldırdı. Efendimiz selâm vererek namazını tamamladı. Kâbe'ye dönerek ellerini kaldırdı ve müşriklerin de duyacağı şekilde şu niyazda bulundu:
"Ey Allah'ım! Kureyş müşriklerini sana havale ediyorum.
Ey Allah'ım! Ebû Cehil Amr b. Hişam'ı sana havale ediyorum.
Ey Allah'ım! Utbe b. Rebia'yı sana havale ediyorum.
Ey Allah'ım! Şeybe b. Rebia'yı sana havale ediyorum.
Ey Allah'ım! Ukbe b. Ebû Muayt'ı sana havale ediyorum.
Ey Allah'ım! Ümeyye b. Halef'i sana havale ediyorum.
Ey Allah'ım! Velid b. Utbe'yi sana havale ediyorum.
Ey Allah'ım! Umare b. Velid'i sana havale ediyorum."
Kâinatın Efendisi'nin kendileri aleyhine bu şekilde dua ettiklerini duyan müşriklerin gülmeleri bir anda sona erdi. Az önceki gülmenin yerini korku ve endişe almıştı. Efendimiz olduğu yerden Ebû Cehil'e doğru yöneldi ve ona hitaben şöyle dedi:
–Vallahi sen ya bu nefret ve düşmanlığından vazgeçersin ya da başına büyük felaketler gelecektir.
Bu hâdiseyi orada gören, ancak zayıf Müslümanlardan olduğu için müdahale edemeyen ve yıllar sonra bu olayı anlatan Abdullah b. Mes'ud şöyle der:
"Muhammed'i peygamber olarak gönderen, Kur'an'ı hak kitap olarak indiren Allah'a yemin ederim ki, o gün Resûlullah'ın adlarını saydığı kişilerin hepsinin Bedir günü öldürülüp, yerlerde yattıklarını gördüm. Bir çukur kazmıştık, hepsini o çukura doldururken, havanın sıcaklığından cesetleri kokmaya başlamıştı, çok pis ve korkunç bir manzara ile karşı karşıyaydık."
 

ayşe

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Şub 2006
Mesajlar
182
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: kalbdenkalbe mesajlar(vay başımıza gelen muhammedin dediği doğru çıkacak)

BU COK AMA COK DEGERLI BILGILERI BIZLERLEDE PAYLASITIGINIZ ICIN SAGOLUN
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: kalbdenkalbe mesajlar(vay başımıza gelen muhammedin dediği doğru çıkacak)

çok tşk ederim ayşe kardeşim ilginize
 

OKU

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Ağu 2006
Mesajlar
267
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: kalbdenkalbe mesajlar(vay başımıza gelen muhammedin dediği doğru çıkacak)

A.S..
ELLERİNİZE
SAĞLIK
A.E.O
SELAMETLE
S.A..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt