Hz. Osman Radıyallahu Anh'ın hilafetinin son zamanları idi. İslam coğrafyası üzerindeki sıyasi karışıklıklar her geçen gün artarak gelişmeye başlamıştı. Bir kısım uygulamaları kabul etmeyenler, Halife'ye karşı olmaya başlamışlardı. Halifenin uygulamalarına karşı olmak zamanla Halife'ye karşı olma halini almaya başladı. Bu hareketi fırsat bilen fitne ve şer odakları düğmeye basarak tarihin en büyük fitne hareketini bir daha sönmemek üzere başlattılar.
Başını Yahudi asıllı Abdullah b. Sebe'nin çektiği bu fitne hareketi İslam'ın halifesinin şehadeti ile neticelendir. İbni Sebe'nin çıkardığı fitne neticesinde Mısır, Basra ve Kufe'den yola çıkan eşkıya güruhu Medine'ye varıp Halife'yi evinde muhasara etiler. Sayıları konusunda net bir açıklama yoksa da binin üzerinde oldukları rivayet edilmektedir. Halife Hz. Osman Radıyallahu Anh'ın evini muhasara altına alarak dış dünya ile bağlantısını kesmişlerdi, hiç kimse ile görüşmesine müsaade edilmemekte, ihtiyaçlarının teminine dahi izin verilmemekteydi. Önce Mescid'e çıkıp namaz kılmasını engelledirler, sonra da su ile olan irtibatını keserek muhasarayı daralttılar.
Hz. Osman Radıyallahu Anh evinin müsait bir yerinden asilere hitab etti, şöyle dediği rivayet edilir:
"Benim girmemi yasakladığınız Allah'ın Resulü'nün şu mescidi var ya, o ilk zamanlar çok dar ve küçüktü. Resul–i Ekrem, 'Her kim bu mescidi genişletirse, cennette ona çok yüksek bir makam verileceğini' buyurdu. Ben derhal Resul–i Ekrem'in emrini yerine getirdim. Siz şimdi beni bu mescitte namaz kılmaktan men ediyorsunuz. Biz Medine'ye geldiğimiz zaman Rume kuyusundan başka suyu tatlı olan bir kuyu yoktu. Resul–i Ekrem 'Kim bu kuyuyu satın alır da Müslümanlara vakfederse Allah cennette ona daha büyük bir ecir ihsan eder' buyurdular. Allah'ın inayeti ile bu iyiliği yapmak bana nasip oldu. Siz şimdi beni bu kuyunun suyundan mahrum ediyorsunuz…"
Hz. Osman Radıyallahu Anh'ın bu hitabı da bir işe yaramadı. Asiler son darbeyi indirmek için harekete geçtirler. Osman Radıyallahu Anh'ın evinin kapısında nöbet bekleyen, halifeyi korumaya çalışanların arasında Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'in sevgili torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de bulunuyordu. Asilerin son saldırısında Hz. Hasan yaralanmıştı, bu kargaşadan istifade eden asilerin elebaşları eve girmeye muvaffak oldu. Eve girenlerin arasında, Halife Ebu Bekir'in oğlu Muhammed bin Ebu Bekir de vardı. Muhammed bin Ebu Bekir Halife Osman Radıyallahu Anh'ın sakalını tuttu, tam bir şey yapacağı sırada, Osman Radıyallahu Anh ona:
"Vallahi, eğer baban bu davranışını görseydi seni çok kötü karşılardı" dedi. Bu hitap karşısında bir anda neye uğradığını bilemez bir vaziyette, oradan hızla uzaklaştı. İçeri giren asilerden Gafiki melunu, bir demir parçası ile Hz. Osman'ın kafasına vurdu. O sırada elinde Kur'an–ı Kerim bulunuyordu, başından akan kanlar Kur'an–ı Kerim'in sayfalarını kana bulamıştı. Bir başka asi de kılıcı ile saldırdı, Halife'nin hanımı Naile, Halife'yi korumak için elini kılıca doğru uzattı, kılıç parmaklarını kesti. Ardından ikinci kılıç darbesi Hz. Osman'ın şehadetini getirdi.
Hz. Aişe Radıyallahu Anha validemiz anlatıyor: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz hastalığının oldukça ilerlemiş olduğu bir vaktinde:
"Yanımda ashabımdan birinin bulunmasını istiyorum!" buyurdular. Biz de:
"Ey Allah'ın Resulü! Sana Ebu Bekr'i mi çağıralım?" dedik, sükut buyurdular. Bunun üzerine:
"Sana Ömer'i mi çağıralım?" dedik, yine sükut buyurdular. Bunun üzerine:
"Sana Osman'ı mı çağıralım?" dedik.
"Evet!" buyurdular. Onu çağırdık. Derhal huzura geldiler. Resulullah onunla başbaşa kaldı. Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona konuştukça Hz. Osman'ın yüzü değişiyordu. Kays der ki:
"Bana, Ebu Sehle Mevla Osman'ın anlattığına göre, Hz. Osman, yevmü'ddar'da (evinde muhasara edildiği günde) kendisine: "Resulullah bana bir ahidde (sözde) bulunmuştu. (Şu anda) ben ona kavuşmaktayım" demiştir.
Hadisin ikinci ravisi Ali İbnu Muhammed'in rivayetinde Hz. Osman:
"Ben bu ahid üzerine sabrediciyim" demiştir.
Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, dostu Osman'a kim bilir daha neler söylemişti. İşte o yüzden asilerin saldırılarında "Ben bu ahid üzerine sabrediciyim" demişti.
Hz. Osman Radıyallahu Anh şehit edildiği gün oruçlu idi. O gün oruç tutmasını eşi Naile şöyle anlatmıştır. Bir gün öncesinde bir rüya görmüştü. Rüyasında Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i görmüştü, yanında Ebu Bekir ve Ömer de vardı. Resulullah:
"Sabret, yarın akşam beraber iftar edeceğiz" buyurmuştu. İşte bu rüyadan dolayı ertesi gün oruç tuttu ve oruçlu iken şehit oldu.
Hiç şüphe yok ki orucunu can dostları ile birlikte açmıştır.
Çıkarılacak ders:
Fitne ve fesadın ne kadar kötü bir şey oldukları bu olayda gözler önüne serilmektedir. İnsanlar bir defa raydan çıktı mı bir daha yola gelmeleri oldukça zordur. Buradaki işin en garip tarafı, yaptıkları işi ve icraatı İslam adına yapmalarıdır. İslam adına İslam'ın halifesini şehit edeceksin. İslam'ın adına, İslam Peygamberi'nin en candan dostunu, arkadaşını şehit edeceksin. Bütün bunları akıl almaz; işte bu yüzdendir ki, fitne, fesat ve hasetten uzak durmak gerekir. Bu olayla öyle bir fitne ateşi tutuşturuldu ki bir daha sönmemek üzere.
ŞEHİTLER ALAYI
Tarih Miladi 1915, yer Çanakkale Boğazı, Bomba sırtı. Çok çetin bir savaş verilmektedir. Yedi düvelle savaşılmakta, Osmanlı askerleri fakr u zaruret içinde bulunmaktadır. Ne yiyecekleri vardır ne de giyecekleri; ayaklarında da yamalı potinler, bir kısmında da deriden yapılmış çarıklar vardır. İşte bu şartlar altında 57. Alay Komutanı alayındaki son taburuna da taarruza hazır olması emrini verir. Ertesi gün bir ölüm kalım savaşı verilecektir, tabur yarın sabahki ölüm kalım savaşına hazırlanmaktadır.
Hücuma geçecek olan taburu, sabahın erken saatlerinde teftişe gelen alay komutanı; Bomba sırtının güney eteklerinden aşağıya baktığında çok garip bir manzara ile karşılaşır. Arazi beyaz bir örtü ile örtülmüştür. Merak içinde tabur komutanını yanına çağırır:
"Aşağıda görülen beyazlıklar nedir?" Tabur komutanı:
"Efendim, onlar az sonra emriniz gereği taarruza geçecek erlerimizin iç çamaşırlarıdır."
Bu cevap kalbi imanla dolu olan alay komutanını çok duygulandırır.
Bu mübarek vatan evlatları, sabah yapacakları taarruzda şehadet şerbetini içersek Rabbimiz'in huzuruna temiz çamaşırlarla çıkalım diye iç çamaşırlarını geceden yıkamışlardır.
Sabahın ilk ışıkları ile birlikte yapılan taarruz pek şiddetli geçmiş, o mübarek vatan evlatları temiz niyetlerinin neticesinde Rablerine kavuşmuşlardı. Öyle bir kahramanlık gösterirler ki, savaşın seyri değişmiştir. Zafer Müslüman Türk ordusuna daha yakındır. Ne var ki o mübarek ve mukaddes alayın ve de taburun mürettebatından hayatta kalan yoktur. Savaştan önce ve savaş sırasında ismi 57. Alay olan bu alayın, savaştan sonra ismi de değişmiştir. Artık 57. Alay yerine adı tarihe "Şehitler Alayı" olarak geçer.
Çıkarılacak ders
Ey bu yazıyı okuyan okuyucu kardeşim! İyi oku ve düşün… O savaşa Çanakkale Savaşı denmemiştir, bir çok tarihçi Çanakkale Destanı demiştir. Destanlaşmasının, tarihin en büyük zaferi olarak adlandırılmasının yegane sebebi, orada savaşanların iman ve ihlas boyutudur. İslam coğrafyasının değişik bölgelerinden gelerek savaşa katılan bu iman erlerini incelediğimizde hayretten hayrete düşmememiz elde değildir. Sefalet ve yoksulluk had safhadadır. Her bir vatan evladı geride ya gözü yaşlı bir anne–baba, ya eş, ya evlat veya bir yakın bırakmıştır. Geride bıraktıkları aile ocaklarının çoğunluğu aç ve perişan vaziyettedir. Kendileri de imkansızlıklar içinde bulunmakta, tarihî kaynaklardan öğrendiğimize göre de bir çoğunun ayağında sağlam bir ayakkabı (postal) dahi bulunmamaktadır. Yemek bulamadıkları zaman, deriden yapılmış ayakkabılarını (çarık) ıslatarak kemirdikleri rivayet edilmiştir. İşte bu ahval ve şeraitte isyan etmemiş, Rablerinin rızasını en üst makamda kazanmak için gönül birliği etmişlerdir. Şair onlar için "Ancak Bedr'in Arslanları bu kadar şanlı idi" cümlesini kullanırken, kelimedeki düz anlam ile biraz haddi aşmış görünse de, biz şunu demek istediğini anlıyoruz: Yukarıda bahsi geçen şehitler alayından daha üstün olanlar ancak Bedir'in aslanlarıdır, Resulullah'ın arkadaşlarıdır. Tarihin diğer zamanlarında böyle bir mücadele, böyle bir savaş vuku bulmamıştır. Aksi durumda Bedr'in şanlı şehit ve mücahitlerine ne erişilir ne de birileri onlarla mukayese edilir.
Öyle bir inanç ve saygı var ki; ölüm kesindir, ölümü bilerek hazırlık yapıyorlar, iç çamaşırlarını kefen olarak hazırlıyorlar. Rabbimizin huzuruna çıktığımızda temiz olalım… Bu nokta sözün bitip duyguların konuştuğu bir noktadır.
Son söz olarak denilebilir ki; atalarımız böyle bir mücadele ile yedi düveli vatan topraklarından kovmuştur. Kıymetini, kadrini bilelim, o güzide şehitlere fatihalarımızı minnetle gönderelim.
MEVLA'NIN İSMİNE SAYGI GÖSTERİRSEN MEVLA DA SENİN İSMİNE SAYGI GÖSTERTİR
Bişr–i Hafi devrin zengin ailelerinden birinin oğludur. Zenginliğin verdiği imkan ve rehavetle zevk ve sefa içinde bir yaşam sürmektedir. Özelliklede içkiye müptela olmuştu, çoğu defalar evinin yolunu bulamayacak derecede sarhoş olur, sokak ortalarında sızıp kalırdı.
Yine çok sarhoş olduğu günlerden bir gündü, meyhaneden çıkmış evine gitmeye çalışmaktadır. Yağmurdan yerler çamur olmuştur, bu durum yürümesini bir o kadar daha zorlaştırmaktadır. Yolda çamurların içinde çözüne bir kâğıt parçası takılır, bu kâğıt parçasını ayağı ile eşeler. Eğilir kâğıdı yerden alır. Kâğıtta Allah'ın ism–i celilinin yazılı olduğunu görür. Kâğıdı kalbinin üzerine kor ve evine gelir. Evinde kâğıdın üzerindeki çamurları temizler, güzel kokular sürer, öper, koklar, gözyaşı ile kâğıdı ıslatır ve odasının en üst köşesine asar.
Sarhoşluğun verdiği halsizlikle yatağına uzanır ve derin bir uykuya dalar. Gecenin ilerlemiş saatlerinde dehşet içinde uyanır. Gördüğü rüyanın azamet ve güzelliğinden kan ter içinde kalmıştır. Rüyasında ona tarifi mümkün olmayan bir cihet ve bir makamdan hitap edilmiştir:
"Ey Bişr! Sen bizim ismimizi çamurdan kaldırıp yüksek bir yere koydun. Bundan sonra biz de senin ismini ulular arasında katacağız…!"
Bu gördüğü rüyanın etkisiyle göz yaşlarına boğuldu. Pişman oldu, tövbe etti…
Bişr–i Hafi Rahmetullahi Aleyh ilerleyen zamanlarda büyük devlete erer.. Allah Celle Celaluhu onu üstün velilerinin listesine yazar. Gerçek bir mürşid–i kamil olur.
Çıkarılacak ders
Bu hadiseden çıkarılacak çok ders bulunmaktadır. Önce temiz bir niyet ve halis kalb ile yapılan tövbenin önemi bildirilmektedir. Geçmişte günah bataklığına düşenler, yanlış işler yapanlar, hiçbir zaman ümitsizliğe düşmeyin. Mevla'mızın rahmet ve bağışlaması boldur. İşte size en güzel örnek Bişr–i Hafi Rahmetullahi Aleyh. Tam manası ile bir günah bataklığına saplanmıştı… Sonuç tam manası ile bir tövbe, pişmanlık ve takvaya sarılmak.
Bir başka çıkarılacak ders de; samimiyet, ihlas ve muhabbet. Mübarek ve mukaddes değerlere gösterilen saygı, sevgi ve hürmete Rabbimiz çok önem veriyor. Sevgi, saygı ve muhabbet bir noktada kalbî hasletler olduğu için riyası olmuyor. Daha açık bir ifade ile sevgi, saygı ve muhabbet elle tutulur, gözle görünür şeyler değil. Bunlar kalbî duygulardır, bu duyguları kalbinde barındıran insanı ancak Allah bilir. Duygularında samimi olanı da Allah bilir, olmayanı da. Ben saygı, sevgi ve muhabbet içindeyim demekle olmuyor. İşte bu konuda samimi olan, mübarek ve mukaddes değerlere karşı saygı, sevgi ve muhabbet besleyenlere ne mutlu. Hiç şüphesiz onların isimleri de Bişr–i Hafi Rahmetullahı Aleyh'de olduğu gibi, iyilerle birlikte yazılacaktır.
Başını Yahudi asıllı Abdullah b. Sebe'nin çektiği bu fitne hareketi İslam'ın halifesinin şehadeti ile neticelendir. İbni Sebe'nin çıkardığı fitne neticesinde Mısır, Basra ve Kufe'den yola çıkan eşkıya güruhu Medine'ye varıp Halife'yi evinde muhasara etiler. Sayıları konusunda net bir açıklama yoksa da binin üzerinde oldukları rivayet edilmektedir. Halife Hz. Osman Radıyallahu Anh'ın evini muhasara altına alarak dış dünya ile bağlantısını kesmişlerdi, hiç kimse ile görüşmesine müsaade edilmemekte, ihtiyaçlarının teminine dahi izin verilmemekteydi. Önce Mescid'e çıkıp namaz kılmasını engelledirler, sonra da su ile olan irtibatını keserek muhasarayı daralttılar.
Hz. Osman Radıyallahu Anh evinin müsait bir yerinden asilere hitab etti, şöyle dediği rivayet edilir:
"Benim girmemi yasakladığınız Allah'ın Resulü'nün şu mescidi var ya, o ilk zamanlar çok dar ve küçüktü. Resul–i Ekrem, 'Her kim bu mescidi genişletirse, cennette ona çok yüksek bir makam verileceğini' buyurdu. Ben derhal Resul–i Ekrem'in emrini yerine getirdim. Siz şimdi beni bu mescitte namaz kılmaktan men ediyorsunuz. Biz Medine'ye geldiğimiz zaman Rume kuyusundan başka suyu tatlı olan bir kuyu yoktu. Resul–i Ekrem 'Kim bu kuyuyu satın alır da Müslümanlara vakfederse Allah cennette ona daha büyük bir ecir ihsan eder' buyurdular. Allah'ın inayeti ile bu iyiliği yapmak bana nasip oldu. Siz şimdi beni bu kuyunun suyundan mahrum ediyorsunuz…"
Hz. Osman Radıyallahu Anh'ın bu hitabı da bir işe yaramadı. Asiler son darbeyi indirmek için harekete geçtirler. Osman Radıyallahu Anh'ın evinin kapısında nöbet bekleyen, halifeyi korumaya çalışanların arasında Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'in sevgili torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de bulunuyordu. Asilerin son saldırısında Hz. Hasan yaralanmıştı, bu kargaşadan istifade eden asilerin elebaşları eve girmeye muvaffak oldu. Eve girenlerin arasında, Halife Ebu Bekir'in oğlu Muhammed bin Ebu Bekir de vardı. Muhammed bin Ebu Bekir Halife Osman Radıyallahu Anh'ın sakalını tuttu, tam bir şey yapacağı sırada, Osman Radıyallahu Anh ona:
"Vallahi, eğer baban bu davranışını görseydi seni çok kötü karşılardı" dedi. Bu hitap karşısında bir anda neye uğradığını bilemez bir vaziyette, oradan hızla uzaklaştı. İçeri giren asilerden Gafiki melunu, bir demir parçası ile Hz. Osman'ın kafasına vurdu. O sırada elinde Kur'an–ı Kerim bulunuyordu, başından akan kanlar Kur'an–ı Kerim'in sayfalarını kana bulamıştı. Bir başka asi de kılıcı ile saldırdı, Halife'nin hanımı Naile, Halife'yi korumak için elini kılıca doğru uzattı, kılıç parmaklarını kesti. Ardından ikinci kılıç darbesi Hz. Osman'ın şehadetini getirdi.
Hz. Aişe Radıyallahu Anha validemiz anlatıyor: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz hastalığının oldukça ilerlemiş olduğu bir vaktinde:
"Yanımda ashabımdan birinin bulunmasını istiyorum!" buyurdular. Biz de:
"Ey Allah'ın Resulü! Sana Ebu Bekr'i mi çağıralım?" dedik, sükut buyurdular. Bunun üzerine:
"Sana Ömer'i mi çağıralım?" dedik, yine sükut buyurdular. Bunun üzerine:
"Sana Osman'ı mı çağıralım?" dedik.
"Evet!" buyurdular. Onu çağırdık. Derhal huzura geldiler. Resulullah onunla başbaşa kaldı. Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona konuştukça Hz. Osman'ın yüzü değişiyordu. Kays der ki:
"Bana, Ebu Sehle Mevla Osman'ın anlattığına göre, Hz. Osman, yevmü'ddar'da (evinde muhasara edildiği günde) kendisine: "Resulullah bana bir ahidde (sözde) bulunmuştu. (Şu anda) ben ona kavuşmaktayım" demiştir.
Hadisin ikinci ravisi Ali İbnu Muhammed'in rivayetinde Hz. Osman:
"Ben bu ahid üzerine sabrediciyim" demiştir.
Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, dostu Osman'a kim bilir daha neler söylemişti. İşte o yüzden asilerin saldırılarında "Ben bu ahid üzerine sabrediciyim" demişti.
Hz. Osman Radıyallahu Anh şehit edildiği gün oruçlu idi. O gün oruç tutmasını eşi Naile şöyle anlatmıştır. Bir gün öncesinde bir rüya görmüştü. Rüyasında Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i görmüştü, yanında Ebu Bekir ve Ömer de vardı. Resulullah:
"Sabret, yarın akşam beraber iftar edeceğiz" buyurmuştu. İşte bu rüyadan dolayı ertesi gün oruç tuttu ve oruçlu iken şehit oldu.
Hiç şüphe yok ki orucunu can dostları ile birlikte açmıştır.
Çıkarılacak ders:
Fitne ve fesadın ne kadar kötü bir şey oldukları bu olayda gözler önüne serilmektedir. İnsanlar bir defa raydan çıktı mı bir daha yola gelmeleri oldukça zordur. Buradaki işin en garip tarafı, yaptıkları işi ve icraatı İslam adına yapmalarıdır. İslam adına İslam'ın halifesini şehit edeceksin. İslam'ın adına, İslam Peygamberi'nin en candan dostunu, arkadaşını şehit edeceksin. Bütün bunları akıl almaz; işte bu yüzdendir ki, fitne, fesat ve hasetten uzak durmak gerekir. Bu olayla öyle bir fitne ateşi tutuşturuldu ki bir daha sönmemek üzere.
ŞEHİTLER ALAYI
Tarih Miladi 1915, yer Çanakkale Boğazı, Bomba sırtı. Çok çetin bir savaş verilmektedir. Yedi düvelle savaşılmakta, Osmanlı askerleri fakr u zaruret içinde bulunmaktadır. Ne yiyecekleri vardır ne de giyecekleri; ayaklarında da yamalı potinler, bir kısmında da deriden yapılmış çarıklar vardır. İşte bu şartlar altında 57. Alay Komutanı alayındaki son taburuna da taarruza hazır olması emrini verir. Ertesi gün bir ölüm kalım savaşı verilecektir, tabur yarın sabahki ölüm kalım savaşına hazırlanmaktadır.
Hücuma geçecek olan taburu, sabahın erken saatlerinde teftişe gelen alay komutanı; Bomba sırtının güney eteklerinden aşağıya baktığında çok garip bir manzara ile karşılaşır. Arazi beyaz bir örtü ile örtülmüştür. Merak içinde tabur komutanını yanına çağırır:
"Aşağıda görülen beyazlıklar nedir?" Tabur komutanı:
"Efendim, onlar az sonra emriniz gereği taarruza geçecek erlerimizin iç çamaşırlarıdır."
Bu cevap kalbi imanla dolu olan alay komutanını çok duygulandırır.
Bu mübarek vatan evlatları, sabah yapacakları taarruzda şehadet şerbetini içersek Rabbimiz'in huzuruna temiz çamaşırlarla çıkalım diye iç çamaşırlarını geceden yıkamışlardır.
Sabahın ilk ışıkları ile birlikte yapılan taarruz pek şiddetli geçmiş, o mübarek vatan evlatları temiz niyetlerinin neticesinde Rablerine kavuşmuşlardı. Öyle bir kahramanlık gösterirler ki, savaşın seyri değişmiştir. Zafer Müslüman Türk ordusuna daha yakındır. Ne var ki o mübarek ve mukaddes alayın ve de taburun mürettebatından hayatta kalan yoktur. Savaştan önce ve savaş sırasında ismi 57. Alay olan bu alayın, savaştan sonra ismi de değişmiştir. Artık 57. Alay yerine adı tarihe "Şehitler Alayı" olarak geçer.
Çıkarılacak ders
Ey bu yazıyı okuyan okuyucu kardeşim! İyi oku ve düşün… O savaşa Çanakkale Savaşı denmemiştir, bir çok tarihçi Çanakkale Destanı demiştir. Destanlaşmasının, tarihin en büyük zaferi olarak adlandırılmasının yegane sebebi, orada savaşanların iman ve ihlas boyutudur. İslam coğrafyasının değişik bölgelerinden gelerek savaşa katılan bu iman erlerini incelediğimizde hayretten hayrete düşmememiz elde değildir. Sefalet ve yoksulluk had safhadadır. Her bir vatan evladı geride ya gözü yaşlı bir anne–baba, ya eş, ya evlat veya bir yakın bırakmıştır. Geride bıraktıkları aile ocaklarının çoğunluğu aç ve perişan vaziyettedir. Kendileri de imkansızlıklar içinde bulunmakta, tarihî kaynaklardan öğrendiğimize göre de bir çoğunun ayağında sağlam bir ayakkabı (postal) dahi bulunmamaktadır. Yemek bulamadıkları zaman, deriden yapılmış ayakkabılarını (çarık) ıslatarak kemirdikleri rivayet edilmiştir. İşte bu ahval ve şeraitte isyan etmemiş, Rablerinin rızasını en üst makamda kazanmak için gönül birliği etmişlerdir. Şair onlar için "Ancak Bedr'in Arslanları bu kadar şanlı idi" cümlesini kullanırken, kelimedeki düz anlam ile biraz haddi aşmış görünse de, biz şunu demek istediğini anlıyoruz: Yukarıda bahsi geçen şehitler alayından daha üstün olanlar ancak Bedir'in aslanlarıdır, Resulullah'ın arkadaşlarıdır. Tarihin diğer zamanlarında böyle bir mücadele, böyle bir savaş vuku bulmamıştır. Aksi durumda Bedr'in şanlı şehit ve mücahitlerine ne erişilir ne de birileri onlarla mukayese edilir.
Öyle bir inanç ve saygı var ki; ölüm kesindir, ölümü bilerek hazırlık yapıyorlar, iç çamaşırlarını kefen olarak hazırlıyorlar. Rabbimizin huzuruna çıktığımızda temiz olalım… Bu nokta sözün bitip duyguların konuştuğu bir noktadır.
Son söz olarak denilebilir ki; atalarımız böyle bir mücadele ile yedi düveli vatan topraklarından kovmuştur. Kıymetini, kadrini bilelim, o güzide şehitlere fatihalarımızı minnetle gönderelim.
MEVLA'NIN İSMİNE SAYGI GÖSTERİRSEN MEVLA DA SENİN İSMİNE SAYGI GÖSTERTİR
Bişr–i Hafi devrin zengin ailelerinden birinin oğludur. Zenginliğin verdiği imkan ve rehavetle zevk ve sefa içinde bir yaşam sürmektedir. Özelliklede içkiye müptela olmuştu, çoğu defalar evinin yolunu bulamayacak derecede sarhoş olur, sokak ortalarında sızıp kalırdı.
Yine çok sarhoş olduğu günlerden bir gündü, meyhaneden çıkmış evine gitmeye çalışmaktadır. Yağmurdan yerler çamur olmuştur, bu durum yürümesini bir o kadar daha zorlaştırmaktadır. Yolda çamurların içinde çözüne bir kâğıt parçası takılır, bu kâğıt parçasını ayağı ile eşeler. Eğilir kâğıdı yerden alır. Kâğıtta Allah'ın ism–i celilinin yazılı olduğunu görür. Kâğıdı kalbinin üzerine kor ve evine gelir. Evinde kâğıdın üzerindeki çamurları temizler, güzel kokular sürer, öper, koklar, gözyaşı ile kâğıdı ıslatır ve odasının en üst köşesine asar.
Sarhoşluğun verdiği halsizlikle yatağına uzanır ve derin bir uykuya dalar. Gecenin ilerlemiş saatlerinde dehşet içinde uyanır. Gördüğü rüyanın azamet ve güzelliğinden kan ter içinde kalmıştır. Rüyasında ona tarifi mümkün olmayan bir cihet ve bir makamdan hitap edilmiştir:
"Ey Bişr! Sen bizim ismimizi çamurdan kaldırıp yüksek bir yere koydun. Bundan sonra biz de senin ismini ulular arasında katacağız…!"
Bu gördüğü rüyanın etkisiyle göz yaşlarına boğuldu. Pişman oldu, tövbe etti…
Bişr–i Hafi Rahmetullahi Aleyh ilerleyen zamanlarda büyük devlete erer.. Allah Celle Celaluhu onu üstün velilerinin listesine yazar. Gerçek bir mürşid–i kamil olur.
Çıkarılacak ders
Bu hadiseden çıkarılacak çok ders bulunmaktadır. Önce temiz bir niyet ve halis kalb ile yapılan tövbenin önemi bildirilmektedir. Geçmişte günah bataklığına düşenler, yanlış işler yapanlar, hiçbir zaman ümitsizliğe düşmeyin. Mevla'mızın rahmet ve bağışlaması boldur. İşte size en güzel örnek Bişr–i Hafi Rahmetullahi Aleyh. Tam manası ile bir günah bataklığına saplanmıştı… Sonuç tam manası ile bir tövbe, pişmanlık ve takvaya sarılmak.
Bir başka çıkarılacak ders de; samimiyet, ihlas ve muhabbet. Mübarek ve mukaddes değerlere gösterilen saygı, sevgi ve hürmete Rabbimiz çok önem veriyor. Sevgi, saygı ve muhabbet bir noktada kalbî hasletler olduğu için riyası olmuyor. Daha açık bir ifade ile sevgi, saygı ve muhabbet elle tutulur, gözle görünür şeyler değil. Bunlar kalbî duygulardır, bu duyguları kalbinde barındıran insanı ancak Allah bilir. Duygularında samimi olanı da Allah bilir, olmayanı da. Ben saygı, sevgi ve muhabbet içindeyim demekle olmuyor. İşte bu konuda samimi olan, mübarek ve mukaddes değerlere karşı saygı, sevgi ve muhabbet besleyenlere ne mutlu. Hiç şüphesiz onların isimleri de Bişr–i Hafi Rahmetullahı Aleyh'de olduğu gibi, iyilerle birlikte yazılacaktır.