Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

KALBDENKALBE MESAJLAR(SENİ BAŞIMIZA REİS YAPALIM) (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Müşrikler onun
peygamber olduğunu biliyorlardı
Zaman ilerledikçe, Kâinatın Efendisi'nin tespitleri birer birer gerçekleşiyordu. Bu durum zaman zaman Kureyş'in ileri gelenlerinde korku ve paniğe sebep oluyordu. Bazen de Kur'an–ı Kerîm Kureyş müşriklerinin durumunu haber veriyordu. Onların gizli hâllerini ortaya çıkarıyordu. Bu durum Kureyş'in ileri gelenlerini korku ve panikten başka bir duruma düşürüyordu; itibarlarını kaybetmekle karşı karşıya kalmışlardı.
Kalem sûresinde Velid b. Muğire'nin kendisinin dahi bilmediği bir hâdise haber verilmektedir. Kâinatın Efendisi'ne yapılan hakaret, kötülük ve her türlü fitne ve fesadın altından çıkan isimlerden biri de Velid b. Muğireydi. Kendisi ile ilgili haberleri duymadan önce gayrimeşru ilişkiden doğan biri olduğunu bilmiyordu.
"(Resûlüm!) Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine, mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme." (1)
Bir gün Velid b. Muğire anasına sordu:
"Muhammed beni on sıfatla vasıflandırdı. Kendimde bu sıfatların dokuzunu buldum. Fakat soysuz olduğumu bilmiyordum. Eğer sen şimdi bana gerçeği söylemezsen, hiç tereddüt etmeden senin boynunu vururum."
Oğlunun kararlı ve öfkeli hâlini gören anne, gerçeği açıklamaktan başka çaresi olmadığını gördü ve anlattı:
"Senin baban kudretsizdi. Öldüğü zaman mal mülkü başkalarına kalır diye korkuya kapıldım. O sırada bir çoban buldum ve onu kendime davet ettim. İşte sen o çobanın oğlusun." dedi.
Bu ve benzeri hâdiseler Kureyş'te panik yaşanmasına sebep oluyordu. Bu panik, bazen onları öyle şaşkınlığa düşürüyordu ki, şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Yine böyle şaşırdıkları günlerden bir gün Ebû Leheb, Kâinatın Efendisi'ne rastlar ve O'na hiç beklenmedik bir soru sorar:
"Yâ Muhammed! Ben şimdi sana iman eder ve dinine girersem, bana ne verilir, benim kazancım ne olacak?" Kâinatın Efendisi:
"Her mü'mine ne veriliyorsa, sana da o verilecektir."
"Yanında bulunan köle ve düşkünlerin üstünde benim için bir üstünlük olmayacak mı?"
"Başka ne istersin?"
"Benim onlarla bir tutulacağım bu dine yuh olsun!" (2)
Muğire b. Şube anlatıyor: Bir gün Ebû Cehil b. Hişam ile beraber Mekke'de yürüyorduk. Derken birden Resûlullah'la karşı karşıya geldik. Kâinatın Efendisi, Ebû Cehil'e dönerek:
"Ey Hakem'in babası! Gel şu inadından vazgeç. Allah'a ve Resûlü'ne iman et, ben de senin için Rabbime dua edeyim." buyurdu. Ebû Cehil:
"Yâ Muhammed! Sen bizim ilâhlarımıza dil uzatacaksın, onlara tapmaktan bizi men edeceksin, sadece tebliğ ettiğin şeylere iman etmemizi isteyeceksin. Öyle mi! Ben senin söylediğin şeylerin hak ve gerçek olduğuna inanmıyorum. Eğer inansaydım sana tâbi olurdum." dedi. Bu karşılıklı konuşmadan sonra Kâinatın Efendisi başka bir şey söylemeden oradan uzaklaştı. Ondan sonra Muğire b. Şûbe, Ebû Cehil'le konuşarak yürümeye devam ettiler. Ebû Cehil, Muğire'ye:
"Ey Muğire! Ben çok iyi biliyorum ki, onun söyledikleri hak ve gerçektir. Fakat bugüne kadar Kusayy oğulları ne talep ettilerse onlara "Evet" dedik. "Kâbe'nin hizmeti bizdedir." dediler, biz "Evet." dedik. "Nedve hizmeti bizdedir." dediler, biz "Evet" dedik. Onlar "Liva hizmeti bizdedir." dediler, biz "Evet" dedik. "Sikaye hizmeti bizdedir." dediler, "Evet" dedik. Onlar halka yemek yedirdiler biz de yedirdik. Onlarla birçok konuda yarıştık, hep atbaşı olduk. Şimdi onlar dediler ki: "Bizde bir peygamber var." İşte buna "Evet" demeyeceğim." dedi.
Kureyş'in içinde Ebû Cehil'in düşüncesinde olan çok insan vardı. Onlar kibir ve gururlarını bir türlü kırarak hakikate ulaşamadılar. Onlar Muhammed'in hayatında hiç yalan söylemediğini çok iyi biliyorlardı. Muhammed'e inen Kur'an'ın mükemmelliğini ve insan eseri olmadığını çok iyi biliyorlardı. Bir gün azılı müşriklerden biri şöyle diyordu:
"Ne olurdu şu Muhammed'e gelenler, Kureyş'in ulularından ve zenginlerinden birine gelseydi." Velid b. Muğire de şöyle diyordu:
"Ben Kureyş'in seyidi, ulu kişisiyim, vahiy Muhammed'e değil de bana gelecekti."
Kur'an'a hayranlığını her fırsatta dile getiren Velid b. Muğire yine bir mecliste şöyle bir söz eder:
"Ne olurdu Muhammed'e gelen şu âyetler, Mekkelilerden veya Taiflilerden bir adama, örneğin Ümeyye b. Halef gibi birine gelseydi." deyince orada bulunan Ebû Uhayha:
"Ey Abdüşems'in babası! Senin gibi birine ya da Sakif kabilesinden Mes'ûd b. Amr'a veya Kinane b. Abdü Yalîl'e ya da Mes'ûd b. Muttib'e veya oğlu Urve b. Mes'ûd'a inseydi." dedi. (3)
Bir başka hâdiseyi de yıllar sonra Müslüman olan Ebû Süfyan anlatmaktadır:
"Muhammed'in peygamber olarak gönderildiğini Ümeyye b. Ebü's–Salt'a haber verdim. Ümeyye bana:
"Anlattıkların doğrudur, o gerçekten peygamberdir. Sen ona tâbi ol." dedi. Ben de Ümeyye:
"Bana ona tâbi olmamı söylüyorsun. Peki, seni ona tâbi olmaktan alıkoyan nedir?" dedim. Ümeyye:
"Sakif kadınlarının benim için, "Abdü Menaf oğullarından bir gence tâbi oldu." demelerinden utandığımdandır." dedi.

Bu söz bambaşka
bir sözdür
Kureyş ne yapacaklarını kararlaştırmak için toplantı hâlindedir. Toplantıda hazır bulunanlardan biri de Utbe b. Rebia'dır. Utbe, kavmi arasında liyâkat ve ilim sahibi bir kişidir. Toplantıda hazır bulunanlara der ki:
"Ey Kureyş topluluğu! Şimdi kalkıp Muhammed'in yanına gitsem ve ona bazı öneri ve tekliflerde bulunsam, o da bu öneri ve tekliflerimi kabul etse ve bizimle uğraşmaktan vazgeçse olmaz mı?" Orada bulunanların tamamı:
"Ey Velid'in babası! Çok iyi düşünmüşsün. Hiç vakit kaybetmeden git ve onunla konuş." dediler. Utbe oradan ayrıldı ve doğruca Kâinatın Efendisi'nin yanına vardı:
"Ey kardeşimin oğlu! Sen de biliyorsun ki, Kureyş içinde soy, şeref ve itibarca bizden üstünsün. Ne yazık ki, sen, kavminin başına büyük iş açtın. Yaptığın iş ile onları perişan ettin, aşağıladın. Beni iyi dinle, şimdi sana bir şeyler teklif edeceğim. Teklif ettiklerimin bir kısmını belki kabul edersin." dedi. Kâinatın Efendisi ona:
"Anlat bakalım Velid'in babası, seni dinliyorum." dedi. Utbe:
"Ey Kardeşimin oğlu! Senin şu getirdiğin ve üzerinde direnip durduğun iş ile eğer mal ve servet sağlamak istiyorsan, sana bizimkilerden daha çok mal toplayıp verelim. Eğer bu getirdiğinle bizim içimizde daha çok şerefli olmak istiyorsan, seni en şereflimiz yapalım ve senin görüşün alınmadan hiçbir iş yapmayalım. Yok, eğer getirdiğin şeyle bize hükümdar olmak istiyorsan, seni kendimize hükümdar yapalım.
Yok, senin bu getirdiklerin, sende bir hastalık sonucu meydana gelmişse, seni onlardan kurtarmak için en iyi hekimleri bulup getirelim, seni tedavi ettirelim." dedi. Utbe söyleyeceklerini söyledikten sonra Kâinatın Efendisi:
"Ey Velid'in babası, söyleyeceklerin bitti mi?" diye sordu. Utbe:
"Evet, bitti." dedi. Kâinatın Efendisi:
"Şimdi beni dinle." dedi ve Fussilet sûresinin başından itibaren okumaya başladı:
"Hâ, Mîm. Kur'an, Rahmân ve Rahîm olan Allah katından indirilmiştir. Bu bilen bir kavim için âyetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi, artık bilmezler. Dediler ki: "Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmamaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, bizde yapmaktayız." De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahiy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay hâline."" (4) Kâinatın Efendisi okumaya devam eder, ta ki sûrenin on üçüncü âyet–i kerîmesine geldi:
"Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: "İşte Ad ve Semud'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırgaya karşı uyarıyorum."" (5)
Tam bu esnada Utbe, Kâinatın Efendisi'nin mübarek ağızlarını elleri ile tuttu. Sanki âyet–i kerîmede geçen azap uyarısı orada Utbeye ilişecekti. Utbe öyle korktu ki, Kâinatın Efendisi'nden, akrabalık bağından dolayı daha fazla okumamasını istedi.
Utbe b. Rebia, Kâinatın Efendisi'nin yanından ayrılarak kendisini bekleyen Kureyş'in ileri gelenlerinin yanına gitti. Onlar da Utbe'yi merakla bekliyorlardı:
"Ey Velid'in babası! Arkanda ne haberler bırakarak bize geldin?" dediler.
"Arkamdakini merak ediyorsunuz. Ben öyle bir söz dinledim ki, vallahi ben onun bir benzerini daha önce hiç dinlememiştim. Yemin ederim ki, o ne şiirdir, ne sihirdir, ne de kehânettir. Ey Kureyş topluluğu! Beni dinlerseniz, siz bu adamı dâvâsı ile baş başa bırakın. Siz aradan çekilin, ayrılın. Vallahi benim ondan dinlediğim söz büyük bir haberdir. Siz onu, dışınızda kalan Arap kabilelerine bırakacak, araya girmeyecek olursanız, iyi edersiniz. Onlar ona kâfi gelirler, engel olurlar. Bunun tersi olur da, eğer o, Araplara galebe ederse, onun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz, onun şerefi sizin şerefiniz demektir." dedi. Utbe'yi dinleyen Kureyş liderleri:
"Ey Velid'in babası! Vallahi o anlattıkları ile seni büyülemiş." dediler. Utbe:
"Bu, benim onun hakkındaki kanaatimdir. Siz kendi görüşünüze göre dilediğinizi yapın." dedi. (6)

BİR GÜN SEN BİZİM PUTLARIMIZA TAP,

BİR GÜN DE BİZ SENİN İLÂHINA TAPALIM

Müşrikler köşeye sıkışmışlar, bir çıkış yolu arıyorlardı. Kâinatın Efendisi bir güneş gibi parlıyor, karşısındaki hurafe ve bâtıl inanışlar kar misâli her gün biraz daha eriyorlardı. Müşrikler teklif üstüne teklif yapıyorlardı. Onlar ne kadar güçlü görünse de, uzlaşmak için teklif götürmeleri mağlubiyetlerinin bir ifadesi idi. Yine günlerden bir gün başta Velid b. Muğire ve As b. Vail olmak üzere birkaç müşrik Kâinatın Efendisi'nin yanına gittiler ve O'na yeni bir teklifte bulundular:
"Seni Mekke'nin en zengini yapacak kadar kendi mallarımızdan verelim. Ayrıca kızlarımızın en güzellerini de sana verelim. Sen de bizim putlarımızı, atalarımızın dinini kötüleme, aşağılama. "
Kâinatın Efendisi hiç tereddüt etmeden bu teklifi reddeder. Sonra As b. Vail der ki:
"Hiçbir teklifimizi kabul etmedin, o zaman şöyle bir şey yapalım. Bir gün sen bizim putlarımıza tap, bir gün de biz senin ilâhına tapalım."
Kâinatın Efendisi bu teklifi de tereddütsüz reddetti. Müşriklerin bu teklifine karşılık Kâfirûn sûresi nazil oldu:
"(Resûlüm!) De ki: Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz. Ben sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. Evet, siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim de bana." (7)
Kureyş bu uzlaşma çabalarına son vermeye karar vermek üzeredir. Çünkü bugüne kadar yapmadıkları teklif kalmamıştır. Hiçbir tekliften olumlu bir cevap alamamışlardır. Utbe b. Rebia'nın başlattığı son bir uzlaşmadan bahsederek, bu hususu kapatalım: Utbe, Kâinatın Efendisi'ne gider ve ona her zamanki gibi mal, mülk, makam vesaire dünyalıklar teklif eder Kâinatın Efendisi de her zamanki gibi reddeder:
"Siz bana ne teklif ederseniz, cevabım "Hayır"dır. Çünkü ben sizden mallarınızı istemek, şöhret kazanmak ya da başınıza lider olmak için gönderilmedim. Rabbim beni size peygamber olarak gönderdi. Bana kitap indirdi. Bana iyiliklerden dolayı cennetle, kötülüklerden dolayı da cehennemle müjdelememi emretti. Ben, Rabbimin bana bildirdiklerini size bildirdim."
Kâinatın Efendisi'nin bu sözlerine karşılık Utbe dedi ki:
"Anlaşılan; sen yaptığımız tekliflerin hiçbirini kabul etmeyeceksin. Bari şu son isteğimizi yerine getir. Bu yaşadığımız topraklar Mekke vadisidir. Buranın suyu kıttır ve geçimi zor bir memlekettir. Sen Rabbinden iste de şu dağları ortadan kaldırsın ve dağların yerine ovalar meydana getirsin, bu ovaların içinden ırmaklar akıtsın. Ayrıca geçmiş atalarımızdan birkaçını diriltsin; özellikle diriltmesini istediğimiz Kusay b. Kilab'dır. O doğru sözlü, ulu bir kişidir. Senin bize söylediklerini ona soralım. Bakalım, o, senin bu söylediklerine ne diyecek. Bir de o bahçelerin içinde altından, gümüşten hazineler yaratsın. Sen de o hazineler sayesinde zengin ol da çarşı pazarda geçimini sağlamak için bir şeyler satmak durumunda kalma. Bu dediklerimizi yaparsan, seni peygamber olarak tanır ve sana inanırız." Utbe söyleyeceklerini söylemişti. Orada bulunanlar Kâinatın Efendisi'nin bunlara ne cevap vereceğini merakla beklediler. Kâinatın Efendisi: "Sizin benden istediğiniz şeyleri ne yaparım, ne de Rabbimden böyle şeyler isterim." dedi.
Sona doğru yaklaşılıyordu. Bu teklif, müşriklerin umudunun tükendiğinin bir belirtisi olarak, bundan sonra uzlaşma çabalarının biteceğinin de işareti gibiydi. Utbe dedi ki:
"Sen bizim hiçbir teklifimize yaklaşmıyorsun. Bize ulaşan habere göre; senin bize iman etmemizi istediğin şeyleri, sana Yemame de ismi Rahmân olan biri öğretiyormuş. Şunu bil ki, biz hiçbir zaman Rahmân'a inanacak değiliz. Yâ Muhammed! Biz sana, bu gittiğin yolun doğru bir yol olmadığını, bu yolun sonunda neticenin senin için hayırlı olmayacağını hatırlattık. Şunu bil ki ya sen ya da biz yok olup gidinceye kadar senin yakanı bırakmayacağız."
Bundan sonra müşriklerin mücadele şeklinin değişeceği görülmektedir.



Dipnotlar:
1– Kalem, 67/10–15
2– Mustafa Asım Köksal, "İslâm Tarihi", Şamil Yayınevi, c.4, s.49
3– Mustafa Asım Köksal, "İslâm Tarihi", Şamil Yayınevi, c.4. s.51
4– Fussilet, 41/1–6
5– Fussilet, 41/13
6– M. Said Ramazan el–Bûtî, "Fıkhussiyre", terc. Ali Nar, Orhan Aktepe, İslâmî Edebiyat Yayınları, s.109
7– Kâfirun, 109/1–6
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt