Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kalbdenkalbe mesajlar(kuranda dost kavramı) (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yüce Allah,Kur’an’da Mü’minlerin dost edinebileceği kimseleri bildirdiği gibi dostluğunu yasakladığı kimseleri bildirmektedir.
Mü’minlerin dost/sırdaş edinemeyeceği kimseler

1-Kafirler
“Ey Mü’minler! Mü’minleri bırakıpta kafirleri dost edinmeyin” (4/144)
“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin.Kim böyle yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmaz”(3/28)



2- Münafıklar
“Onlardan (münafıklardan) dostlar edinmeyin…Onlardan ne dost,ne de yardımcı edinmeyin”(4/89)
“Münafıklara acıklı bir azap olduğunu bildir.Onlar,mü’minleri bırakıp kafirleri dost tutarlar..”(4/138-139)
3- Yahudi ve Hristiyanlar
“ Ey Mü’minler! Yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin.Onlar, birbirinin dostlarıdır.Sizden kim onları dost edinirse o, onlardandır”(5/51)
“Ey Mü’minler! Kafirler ve kendilerinden önce kitap verilenlerden dininizi oyun ve eğlence yapanları dostlar edinmeyin”(5/57)
4-Allah, Peygamber ve Mü’minlerin düşmanları
“Ey Mü’minler! Benim düşmanlarım ve sizin düşmanlarınızı dost edinmeyin..”(60/1)
“ Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir toplumun- babaları,oğulları,kardeşleri veya akrabaları bile olsa-Allah’a ve Peygamberine düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin..”(58/22)

Yüce Rabbimiz yukarıda sayılanların dostluklarını yasaklamıştır. Bunun sebepleri Kur’an’da bildirilmiştir.Bir kısmı şöyledir;
1- Kafirler,Mü’minlerin inandığı değerleri kabul etmez,Kur’an ve Peygamber’imizin(sav) hak olduğuna inanmazlar(60/1)
2- Mü’minleri sevmezler, onlara kin tutarlar,gelişme ve kalkınmalarının önlenmesi için ne gerekiyorsa yaparlar.sıkıntıya düşmelerini arzu ederler(3/118-119)
3- Mü’minleri doğru yoldan çıkarıp sapıtmalarını(3/69),kendileri gibi kafir olmaları isterler(2/109,4/8,60/1), bu uğurda ne gerekiyorsa yaparlar.
4- Mü’minlerin nimet,refah,bolluk içinde olmasını istemezler(2/105)
5- Mü’minlere düşmandırlar fırsat buldukça onlara elleri ve dilleri ile kötülük ederler(60/1)
6- Zalim ve fasıktırlar(2/254,9/67)
7- Kötülükleri emredip,iyilikleri nehy ederler(9/67)
8- Kafirler,münafıklar,Yahudi ve hristiyanlar sadece birbirinin dostudurlar.Şeytanda onların dostudur(8/73,45/19,9/67)
9- Kafirler dinlerini oyun eğlence yerine koymuşlardır,Dünya hayatı kendilerini aldatmıştır.(6/70)

Yukarda sayılan zümreyi dost edinmek ; onların inanç ,düşünce,ahlak,söz, fiil,davranışlarını benimsemek, meyletmektir.Mü’minlerin sırlarını onlara vermek,mü’minler aleyhinde onlarla yardımlaşmak,ortak hareket etmektir.
5-Şeytanlar
Şeytanlar ve avaneleri insanların düşmanlarıdır.
“İman edenler,Allah yolunda savaşırlar,inkar edenler de tağut(şeytan) yolunda savaşırlar.O halde şeytanın dostlarıyla savaşın.Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.”(4/76)
“O şeytan sizi kendi dostlarından korkutuyor.Eğer mü’minler iseniz, onlardan korkmayın benden korkun”(3/175)
“Biz şeytanları iman etmeyenlerin dostları yaptık”7/27)
6-Tağutlar
Kendilerine tapılan, itaat edilen varlıklar,insan ve cin şeytanlarına ,insanları hak yoldan çıkaran azgın insanlara tağut denir. Tağutun dostu kafirlerdir.
“Kafirlerin dostları tağutlardır.Tağut da onları aydınlıktan karanlığa çıkarır.Onlar ateş halkıdır,orada ebedi kalacaklardır.”(2/257)
7- Putlar
Ağaç,taş, MERMER,toprak, TUNÇ vb şeylerden yapılan tanrı diye tapılan varlıklar,kendilerine itaat(kulluk) edilen insanlar, arzu ve heveslerdir.
Rabbimiz buyuruyor ki;
“(Ey Peygamberim!) De ki; O (Allah) tan başka kendilerine bir fayda ve zarar vermeyen putları mı dost edindiniz?” 13/16)
“ Allah’tan başka dostlar edinen (müşrik)ler ‘biz bunlara sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz’diyorlar”39/3)

Dostun zıddı “düşman”; insanı inciten,zarara sokan,kötülük eden kimselerdir. Kur’an’da “adüvv”(çoğulu a’dâ) ve “udvân” kelimeleriyle ifade edilmiştir. Allah’ın,Peygamberin,insanların ve mü’minlerin düşmanlarından söz edilmiştir.
Yukarda saydığımız bu kişi ve kavramlara karşı Rehberimiz Kur’an ve örneğimiz, öğretmenimiz Peygamberimiz (sav) emir ve yasaklarını dosdoğru kavrayıp,hayatımızı bu doğrultuda inşa etmek durumundayız.
Rabbim cümlemizi kendisine ,Peygamberine dost olanlardan, dost olduklarıyla dostluk/sırdaşlık yapmayı nasip etsin inşallah (amin)
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
kalbdenkalbe mesajlar(kuranda çelişki yoktur 2 )alıntıdır

kalbdenkalbe mesajlar(kuranda çelişki yoktur 2 )alıntıdır

Bir çok ayette göklerin ve yerin 6 günde yaratıldığından söz edilir. Fussilet suresinde ise göğün ve yerin yaratılış ve düzenlenme safhalarından söz edilirken toplam 8 günün ortaya çıktığı öne sürülmekte ve bunun çelişki olduğu düşünülmektedir. Oysa belirtilen yaratma aşamalarının yanlış hesaplanması sonucundan ötürü çelişki var gibi görünmektedir. Eğer ayetteki ifadeler dikkatli okunursa yaratılış kısmının sadece 6 günde olduğu anlaşılacaktır. Şimdi Fussilet Suresindeki ayetleri görelim:

De ki: "Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratanı inkâr ediyor ve O'na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, alemlerin Rabbidir." Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler. Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)'ın takdiridir. (41 Fussilet Suresi, 9/12)

Burada 9. ayette yerin yaratılmasının iki günde olduğu bildirilmektedir. 10. ayette ise dağların ve besinlerin takdir edilmesinin 4 günde olduğu söylenmektedir.Yerin ve göğün yaratılış süreci beraber gerçekleşmiştir. Allah göklerin ve yerin birlikte iken onları birbirinden ayırdığını ayette bildirmektedir:

O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık …… (21 Enbiya Suresi, 30)

Yer yaratıldığında gökte diğer yandan aynı zamanda yaratılmaktadır. 11. ayete bakarsanız burada sonra duman halinde olan göğe yönelindiğinden söz edilir. Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi bir gök vardır. Daha önceden var edilmiştir. Dolayısı ile bundan sonra bir yaratma söz konusu değildir. 12. ayete bakılırsa burada var olan göğün 7 kat olarak düzenlendiğinden söz edildiği görülecektir. Bu ayette geçen ifade yaratmaktan farklıdır. Yaratmak için “haleke” (خلق)fiili kullanılırken, bu ayette geçen kelime farklıdır. Bu kelime karşılığı yaratma değil düzenleme anlamına gelen “Qadeyehune” (قضيهن) kelimesidir. Yani burada yaratılmış var edilmiş bir şeyin daha sonradan düzenlenmesi söz konusudur. Bu düzenleme 2 gün sürmüştür. Bu bir yaratılma değil bir düzenlemedir sadece. O yüzden 6 günde yaratmanın dışında bir süreci ifade eder. Yaratılmanın olduğu kısım 9 ve 10. ayete bildirilen 6 günde tamamlanmıştır. Dolayısıyla yaratmanın 8 gün sürmesi söz konusu değildir.

Yukarıda ki ayetlere göre düşünülürse, ilk iki günde yer yaratılmaya başlanmıştır. Sonraki dört günde yeryüzündeki dağlar oluşmaya başlarken bir yandan da atmosfer oluşmaya başlamıştır. Bu esnada yeryüzünde ilk besinlerin de oluşmaya başlandığı anlaşılmaktadır.Bu besinleri günümüzdeki bitkiler vs olarak düşünmemek gerekir. Bu ilk canlılığın yeryüzünde oluşmaya başlanmasıdır. Ayetteki ifade dikkatli edilirse “isteyip arayanlar” için besinlerin yaratıldığı söylenmektedir. Yani yeryüzünün ilk taratılmasından sonra yerde var olan canlı türleri hangisiyse ( Örneğin o dönemki atmosfer şartlarına göre bakteriler olabilir) onların ihtiyacı olan yani ayetteki ifadeyle onların isteyip aradığı besinler de aynı anda var edilmiştir. Bu süreç 4 gün sürmüştür. Toplam olarak yerlerin ve göklerin yaratılması bu 6 günde meydana gelmiştir. Burada yaratma süreci bitmiş ve düzenleme süreci başlamıştır. Son iki günde ise daha önceden var olan, yaratılmış olan gökyüzünün günümüzde olduğu gibi 7 kat olarak düzenlenmesidir.
Ayrıca gün kelimesinin Kur'an'da " Çağ,dönem,..." anlamlarında kullanıldığını da unutmayalım!Yani Dünya 6 dönemin sonunda var edilmiş, yaratılmıştır !

Gök mü yer mi önce yaratıldı?

Naziyat ve Fussilet suresinde geçen ifadelerden yola çıkarak iki farklı yerde yerin ve göğün yaratılışıyla ilgili farklı bir sıralamanın olduğu iddia edilmektedir. Bu farklılığın bir çelişki olduğu söylense de, gerçek iddia edildiği gibi değildir. Aslında yerler ve göklerin yaratılmasında bir sıralama yoktur. İkisi de aynı anda yaratılmıştır. Enbiya suresindeki bir ayette şöyle bildirilmektedir:

O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık . (21 Enbiya, 30)



Görüldüğü hem gök hem de yer birlikte vardı. Yaratılışlarında bir sıralama olmadığı gibi birlikteyken ayrılma söz konusu olmuştur. Diğer ayetler de dikkatli okunduğunda. Böyle bir sıralama yapılmadığı görülecektir.
İlk önce Fussilet suresindeki ayetlere bakarsak bunu daha iyi görebiliriz.



Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler. (41 Fussilet Suresi, 10/11)


10. ayete bakarsak yerin yaratılmasından söz edilir. 11. ayette ise “sonra duman halinde göğe yöneldi” ifadesi vardır. Yani burada göğün daha sonradan yaratılması söz konusu değildir. Gök zaten vardır. Olan duman halindeki göğe yönelmedir. Eğer 11. ayete bakarsanız konu şöyle devam eder:



Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)'ın takdiridir. (41Fussilet Suresi, 12)


Burada duman halinde var olan gök yerin yaratılmasından sonra 7 kat gök olarak tabaklandırılmasıdır. Yeni bir yaratılış söz konusu değildir.Sadece düzenleme söz konusudur.Şimdi atmosferin oluşumuyla ilgili bilimsel teorilere bakarsak bu ifadenin onunla örtüştüğünü de görürüz. Sadece şunu söyleyeyim, atmosferin ilk başta duman halinde olması daha sonradan tüm atmosferin 7 değişik katman şeklinde şekillendiğini bilimsel bazda zaten ifade edilmektedir. Şu anda atmosferimizde ayette bildirildiği gibi 7 ayrı katmandan oluşmaktadır. Bu ayetlerdeki anlatımlar bilimsel gerçekler açık bir şekilde ifade edilmektedir.

Naziyat suresindeki ayetlere bakarsak da benzer bir durum olduğunu görürüz.
Burada göğün yaratılmasından bahsedilir. Bunlar anlatıldıktan sonra ise yer ile ilgili şöyle bildirilir:

'Bundan sonra da yeryüzünü düzenledi.'(79 Naziat-30)



Burada da yerin yaratılmasından söz edilmez. Zaten yer vardır. Burada söz edilen yerin düzenlenmesidir. Yani bir yaratılış yoktur. Naziyat ve fussilet surelerindeki ayetlerde anlatılan yer ile gökler birlikte yaratılmıştır. Daha sonra da yer ve gök düzenlenmişlerdir. Fussilet Suresinin 11. ayetinde yerlerin ve göklerin birlikte hareket etmesi “böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler.” Böyle ifade edilir.
Yine yerin ilk oluşumuyla ilgili bilimsel çalışmalara bakılırsa, tüm kıtaları birlikte tek bir kara parçası olduğu daha sonra karaları oluşturan tabakaların hareket ettiği, bu hareketler sırasında kıtaların birbirinden uzaklaşarak yeryüzünde yayıldığı, dağların zaman içinde şekillendiği anlatılır. Konuyu fazla dağıtmamak için o kısımdan fazla söz etmek istemiyorum. Sadece yerin yayılmasıyla ilgili şu ayeti belirteyim:

Yeri de Biz döşeyip-yaydık; ne güzel döşeyici(yiz).(51 Zariyat, 48)



Bu ayette de bu bilimsel gerçek ifade edilmektedir. Görüldüğü gibi iki grup ayette göklerin ve yerin yaratılmasının birbirinden önce yada sonra yaratıldığı söylenmez. Burada bahsedilenler yaratılmış olan göğün ve yaratılmış olan yerin düzenlenmesidir. Bu düzenlenme de tıpkı bilimsel araştırmalar sonucunda ortaya çıkan gerçeklerde de söylendiği gibi oluşmuş olmasıdır.
Bu ayetler de bırakın çelişki olmasını, ancak son yüzyılda ortaya çıkan bilimsel gerçekler ifade edilmektedir.

Şer-kötülük Allah’tan mı gelir?

Bu konuda eleştiri yapılmaya çalışılan Nisa Suresindeki iki ayettir. İlk başta bu ayetlere bakalım:

Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: "Bu, Allah'tandır" derler; onlara bir kötülük dokunsa: "Bu sendendir" derler. De ki: "Tümü Allah'tandır." Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya çalışmıyorlar? Sana iyilikten her ne gelirse Allah'tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter. (4 Nisa Suresi, 78/79)

78. ayette tümü Allah katındandır derken, 79. ayete ise kötülüklerin kendinden olduğu bildirilmektedir. Bu iki mealde mana aynı gibi gözükürken, orijinal arapçasında birbirinden farklı olarak geçen bir kelime vardır. 78. ayete tümü Allah’tandır derken burada Arapça “ indi” (عند) (tarafından) kelimesi geçer. Fakat 79 ayette bu kelime geçmez. Bu kelime önemli bir anlam farkı ortaya çıkartır. Her şey Allah tarafından (indi Allah) dır. Her şey sonuçta Allah’ın dilemesi ve takdiriyledir. Başlara gelen kötülükler ise kendi elleriyle kazanılması sonucundadır.Örneğin bir insan elini ateşe soksa eli yanar. Elinin yanması Allah’ın yarattığı kanunlar gereğidir. Fakat elini yakan buna elini sokandır. Sorumluluk elini sokan insandandır ama onun elini yakan bu doğa kanunlarını yaratan Allah’tır.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
kalbdenkalbe mesajlar(haşır mahşer)

kalbdenkalbe mesajlar(haşır mahşer)

Haşir, toplanmak demektir. Öldükten sonra tekrar dirilmeye ve hesap için Allah'ın huzurunda toplanmaya haşir denir. Bu işin olacağı geniş alana mahşer denir. Haşir, Hz. İsrafil'in (a.s) Sur'a ikinci kez üfürmesiyle başlar. Bu üfürmeye "Nefha" denir. Sur'un sesini duyan bütün mahlukat süratle kabirlerinden ve bulundukları yerlerden çıkıp hesap yerinde Arasat meydanında toplanırlar. Yüce Rabbimiz bu hâli şöyle haber veriyor:

"Sonra Sur'a ikinci kez üfürülür; bir de bakarsın ki herkes kabrinden kalkmış ne olacağını bekliyor."( Zümer, 68.) işte bu an mahşerin kurulduğu ve büyük hesabın başlayacağı andır. Yüce Rabbimiz mahşere geliş şeklimizi şöyle haber veriyor:

"Hepinize ölüm serhoşluğu gerçekten gelir. O zaman size: Ey insan işte bu, senin kaçıp durduğun şeydir, denir.

Sur'a üfürülür; işte bu, geleceği va'dedilen gündür.

Herkes yanında (birisi kendisini mahşere) götüren ve (diğeri de kendisine) şahitlik yapacak (olan iki melekle) birlikte mahşere gelir.

Ona: "Sen bu günden ve bu halden gafil idin. Şimdi senin gözündeki perdeyi kaldırdık. Bugün artık gözün çok keskindir, her şeyi net görürsün" denir."( Kâf, 19-22.)

Kabrinden ilk kalkan, mahşere ilk gelen, kendisine ilk olarak konuşma ve şefaat yetkisi verilen, Cennet'te ilk giren Hz. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz olacaktır.( Buhari, No:3532; Müslim, iman, 230-233; Ahmed, Müsned, III, 136,140)

İnsanlardan başka melekler, hayvanlar, şeytan ve cinler de mahşerde toplanacaktır.( Enam, 38; Kehf, 48; Meryem, 68; Nebe, 38.)

Kabirlerden kalkış ve mahşere geliş esnasında insanlar çıplak, yalın ayak ve sünnetsiz halde olacaklardır.( Buhari, Rikak, 45; Müslim, Cennet, 41.) Herkes grup grup, sınıf sınıf, bölük bölük mahşere sevkedilecektir.( Kehf, 48; Nebe, 18.)

Hz. Rasulullah (s.a.v) insanların mahşere üç halde geleceklerini haber vermiştir: Yaya olarak, binekli olarak, yüzü üstü sürünerek.( Nesai, Cenaiz, 118; Ahmed, Müsned, V, 165.)

Yaya gidenler avam mü'minler; binekli gidenler muttakiler;( Meryem, 85.) yüzüstü sürünenler de kafirlerdir.( isra, 97.)

Allah Rasülü (s.a.v) mahşerde ümmetini abdest azalarında parlayan nurdan tanıyacak ve kendilerine Allah'ın huzurunda şahitlik edecektir.

Mahşerde herkes dünyada tabi olduğu, sevip peşinden gittiği önder ve imamları ile birlikte ilahi huzura çağırılacaklardır.( isra, 71.) Şeytana uyanlar onun peşinde mahşere geleceklerdir. Zalim, kafir, fasık kimseleri seven ve ömrünü onların peşinde geçirenler onlarla birlikte hesap vereceklerdir. Peygamberlerin sadık ümmetleri onlarla beraber ilahi huzura alınacaklardır. Salihleri, velileri, kamil mürşitleri seven ve kendilerine tabi olanlar, Hz. Peygamber'in (s.a.v) "Livâü'l-Hamd" ismiyle meşhur sancağın altına, bu imamları ile birlikte gelecektir.

Mahşerde bütün dostluklar bitecektir. Kimsenin nesebi, dünya şerefi, makamı, malı, evladı, ağalığı, paşalığı geçerli olmayacaktır. Dostlukları sırf dünya adına olanlar ve isyanda bir araya gelenler biribirlerine lanet okuyacaklardır.( Sebe, 31-33; Ahzab, 67-68.) Sadece Allah için biribirini seven muttakilerin dostluğu kalacak ve fayda verecektir.( Zuhruf, 67.) Cenab-ı Hakk mahşer günü şöyle buyuracaktır:

"Benim celâlim (rızam) için birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün onları kendi (rahmet) gölgemde gölgelendireceğim."( Müslim, Birr, 12 (No:37).)

Herkesin mahşerdeki hâli, sıkıntısı, ızdırabı ve terlemesi farklı olacaktır.( Buhari, Zekat, 52; Müslim, Cennet, 62.) Mahşerin çok değişik hâl ve manzaraları vardır. Mahşerde Allahu Teala celal ve cemal sıfatlarıyla tecelli edecektir. Müminlere sonsuz rahmetinin en açık tecellilerini gösterecek; zerre kadar imanı olanlar ateşte bırakılmayacaktır. Kafirler ise, O'nun Kahhar, Melik, Aziz, Muntakim sıfatlarının tecellisini göreceklerdir. Kendilerine tam bir adalet uygulanacaktır.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
kalbdenkalbe mesajlar(vel-asrin idrakı)alıntıdır

kalbdenkalbe mesajlar(vel-asrin idrakı)alıntıdır

Ve’l-Asr’ın İdraki



Zamanın su gibi akıp gittiğini söylemeyeceğim, zira hepimiz aynı akış içinde nefeslerimizi tüketmekteyiz. Ömrümüz her ne zaman nihayet bulacaksa, o ana kadar hayatımızı değerlendirmekle, boşa geçirmemekle mükellefiz. İnsanların en çok aldandığı iki şeyden birinin boş zaman olduğu sevgili Elçi (s.a.) tarafından vurgulanır.

Sabahıyla akşamıyla, gecesiyle gündüzüyle, seheriyle kuşluğuyla, bebekliğiyle çocukluğuyla, gençliğiyle olgunluk dönemiyle, en son ihtiyarlık dönemiyle zaman kesitlerinden geçiyoruz. Her bir kesitte hüsranlarımız, tühlerimiz, eyvahlarımız, keşkelerimiz olmakta.

Kur’anda yemin ifadeleri ile dikkatimizi çeken alanlardan pek çoğunu bu zaman kesitleri oluşturur.

VE’L-LEYL, VEN-NEHAR, VE’D-DUHA, VE’S-SUBH diye başlayan ayetlerdeki -VE-ler Arapça’da birer yemin edatıdırlar. Ve zamanın birer parçasını yemin konusu yapmaktadırlar.

Hepimiz bir zamanın içinde doğar, yaşar, yetişir ve ölürüz ve yine hepimiz ayrı ayrı as(ı)rlarda hayatımızı idame ettiririz. Kaçıncı asırda yaşadığımız değil, asrımızda nasıl yaşadığımız önemlidir.

Kur’an’ın bir sûresinin adı da ASR sûresidir. Pek çok anlamlar yüklenir asra. Yüzyıl denir, ikindi vakti denir.

Kur’an her çağa hitap, ettiğine göre benim asrıma nasıl yansıyor derseniz; “VE’L ASRÎ her bir bireyin kendi yaşadığı ve yaşayacağı yıllara yemindir” derim.

Adeta Allah şöyle sesleniyor:

“Sen ey kulum! Senin şu geçirdiğin ve geçireceğin yıllarına, hayatına, senin içinde bulunduğun şu asra yemin ederim ki, sen insan olarak bir hüsranın, kaybın içindesin. Bu, senin iradenle imtihan salonunda oluşunun bir hikmeti ve sen seni ziyana en çok sokan şeytan ve nefsi isteklerinle sınanıyorsun. Ama buna rağmen seni bu kayıptan kurtarmanın reçetesini dört ana başlık halinde sana bildiriyorum. Bunlar; iman; salih amel; Hakkın ve sabrın tavsiyesidir.”

Sıradan şeyler üzerine yemin edilmez. Değer verdiklerimiz üzerine yemin ederiz.

İnsan zamana bağlıdır. Yaşadığı yıllardan hesaba çekilecektir insan. Kimse kimsenin günahını çekmez. Hesap anında tüm insanlar en yakınlarından bile uzaklaşır, görmek bile istemez, hatta onlardan kaçarlar. Herkes kendi başının derdindedir zira.

Dünlerimizde bir takım kusurlarımız olmuşsa hemen tevbe etmek suretiyle pişmanlığımızı yüce yaratıcıya iletmeli bir daha aynı tür günahlara ve yanlışlara düşmemenin yollarını özeleştiri yaparak bulmalıyız.

Yarın henüz gelmemiştir, yaşanmamaktadır. Dün ise çoktan geçmiş, bir daha yaşanması imkansızlaştırılmıştır. Bizim için, önemli olan kronometrenin çalıştığı şu andır. İnsan şu andan sorumludur. Herkes şu anda ne yapmakta olduğuna dikkat etmelidir. Bizim asrımız şu andır. Şu anda imanımızın ne derece sağlam olduğu, bu imanın bizi yararlı eylemler yapmaya sevkedip etmediği, Hakkın ve sabrın (direnişin) tavsiye edilip edilmediği önemlidir.

İmanı olmayan nasıl imanı tavsiye edebilir ki? Salih amel işlemeyen, Hakkın emirleri istikametinde yürümeyen direnişin, sıkıntının, acıların içinde olmayan nasıl sabrı tavsiye edebilir ki?

O halde asrımızı ziyanla geçirmemeliyiz. Ömrümüz kayıp yıllardan oluşmamalı. Her insanın ömrü bir defaya mahsustur. Kazanmak ya da kaybetmek her insanın kendi elindedir. VE’L-ASR yaşadığınız yılların ta kendisidir. Ziyana düşmemek için bize sunulan imkânın diğer bir adıdır VEL-ASR.

Bize yazılmış dört tane ilacı nasıl kullanacağımız, Kur’an’ın satırları arasında yazılıdır. İmanın ne demek olduğu, imanla neleri reddedip neleri kabullendiğimiz, hangi eylemlerin salih bir amel niteliğinde olduğu, gerçeklerin, ilahî olanın, sabır ve metanetin ne olduğu, bizim çok kolay bulabileceğimiz cevaplardır. Bize düşen reçeteyi çok iyi okumak, reçeteyi yazana kulak vermektir. İlacın kullanım şeklini anlatan elçiyi de dikate almaktır.

Yemin eden Allah’tır. Sözüne tam güvenin olduğu bir zatın yemine ne ihtiyacı vardır ki? Tüm kulları yaratan madem ki O.

Herkesin hayatına bir yemin bu. Günlerimize, saatlerimize, dakikalarımıza yemin. Değil mi ki bu zaman dilimleri asrın bir parçası, o halde şu satırları okuduğunuz anda bile bizi ziyana sokabilecek eylemlerden uzak durmalıyız.

Salih amel ise basit bir ifade değildir. Bir eylemin salih olabilmesi için;

1) Allah’ın hoşnutluğuna sahip

2) Kullara yarayışlı

3) Kişinin kendisine yarayışlı

4) Diğer canlılara karşı yarayışlı olması gerekmektedir.

Bir tanıdığım vardı, üç ayları tamamen oruçla geçirir ama çoluk çocuğuna eziyet ederdi. Peşpeşe oruç tutmanın üzerinde oluşturduğu sabırsızlık, halsizlik öfkeye dönüşür, bu öfkeyi çocuklarından çıkarır, bağırır çağırırdı. Onun bu orucu kullara karşı yarayışlı değildi. Bir ibadetin en güzel biçimiyle ifa edilmesi, örneğin namazın tadili erkanına göre kılınması, orucun sadece mideye değil tüm vücuda tutturulması, sadakanın reklâm yapılmadan verilmesi Allah’ın hoşnutluğunu kazanan ibadet örneklerini oluşturur.

Bir kurbanın ehline kestirilmeyip, acı çektirerek, zorlanarak bıçaklanması ibadet adına olan, ama salih (elverişli) olmayan eylemlerimizdendir.

Hakk için, Allah için, İslam için, din için tavsiyede bulunabileceğimiz insanlar kümesi oluşturabilmek, bu yolda karşılaşabileceğimiz sıkıntılara karşı sabır, metanet ve direnişi tavsiye temek ve bu tavsiyeleri de yararlı eylemlere dönüştürebilmek ASRIN İDRAKÎnde olmaktır. Ya da hüsranda olmamak demektir
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
kalbdenkalbe mesajlar(kıyamet)

kalbdenkalbe mesajlar(kıyamet)

Kalkmak, dikilmek, ayaklanmak, doğrulmak ve dirilmek. İslam inancında, evrenin düzeninin bozulması, her şeyin altüst olarak yok olması ile ölen tüm insanların yeniden dirilerek ayağa kalkması olayını dile getirir. Bu olay Kur'an'da çok çeşitli isimlerle anılır.

Bunların başlıcaları Yevmü'l-Kıyâme (Kalkış, Diriliş Günü), el-Saa (Saat), Yevmü'l-Âhir (Son Gün), el-Âhire (Gelecek Hayat), Yevmü'd-Din (Ceza Günü), Yevmü'l-Hesap (Hesap Günü), Yevmü'l-Fası (Karar Günü), Yevmü'l-Cem (Toplanma Günü), Yevmü'l-Hulud (Sonsuzluk, Sonsuzlaşma Günü), Yevmü'l-Ba's (Diriliş Günü), Yevmü'l-Haşre (Pişmanlık Günü), Yevmü't-Teğabün (Kusurların Ortaya Çıktığı Gün), el-Karia (Şaşırtan Felâket), en-Naşiye (İnsanı Dehşete Düşüren Felâket), et-Tamme (Herşeyi Kuşatan Felâket), el-Hakka (Büyük Hakikat) ve el-Vakıa (Büyük Olay)'dır. Bu isimler Kıyamet'in oluş biçimi ve sonuçlarına ilişkin çeşitli nitelik ve yönlerini açığa çıkarmakta, tanımlamaktadır.

Kıyâmet, Allah inancından sonra İslâm'ın ikinci temel inancı olan Âhiret hayatının ilk aşamasını oluşturur. Genel bir yok oluş ve yeniden dirilişle birlikte gelişecek Haşr, Hesap, Mizan, Cennet ve Cehennem gibi olaylar hep Kıyâmet gününün gündem içindedir. Bu nedenle Âhiret inancı, Kıyâmet ve onunla birlikte gelecek olaylara inançtan başka birşey değildir. Bu büyük önemi yüzünden Kur'an Kıyâmet olayım sık sık hatırlatır, zaman zaman da bir korkutma, uyarma öğesi olarak kullanır. Kıyamet kesin olarak gerçekleşecek (el-Hicr, 15/85), şüphe götürmeyen bir olaydır (el-Hac, 22,7). Alametleri belirmiş (Muhammed, 47/18), yaklaşmıştır (el-Kamer, 54/1). Ancak bir göz kırpması gibi ya da daha yakındır (en-, Nahl, 16,77). Kâfirler bu günden devamı, bir şüphe içinde kalırlar (el-Hac. 22/55), yalanlarlar (el-Furkan 25/11). Onun ağırlığına ne gökler, ne de yer dayanabilir, ansızın gelir (el-A'raf, 7/187). Sarsıntısı korkunç bir şeydir (el-Hac, 22/1). Belalı ve acı bir Saat'tır (el-Kamer, 54/46). Yalanlayanlar için çılgın bir ateş hazırlanmıştır (Furkan, 25/11).

Kur'an, Kıyâmet olayının kesinliğini, yakınlığını bildirdiği, hatta oluş biçimine ilişkin tasvirler verdiği halde zamanı konusunda bir açıklama yapmaz. Kıyâmet doğrudan doğruya Allah'ın dilemesine bağlı bir olaydır ve O'ndan başka hiç kimsenin bu konuda bir bilgisi yoktur. Kur'an, "Kıyâmet saatinin bilgisi şüphesiz Allah katındadır" (Lokman, 31/34) gibi âyetlerle Kıyâmet'in zamanının hiç kimse tarafından bilinemeyeceğini belirttikten sonra, bu konuda sorulan soruları şöyle cevaplar: "De ki: 'Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini kendisinden başkası açıklayamaz" (el-A'raf, 7/187). "Kıyâmet'in ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. Senin neyine gerek onun zamanını bildirmek. Onun nihayeti ancak Rabbine aittir" (en-Nâziât, 79/42-44). Cibril Hadisi olarak ünlü hadiste, Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Cebrâil'in bu konudaki sorusunu "Soruları sorandan daha bilgili değildir." diye cevaplayarak kendisinin de kıyâmet'in zamanına ilişkin bir bilgiye sahip olmadığını açıklamıştır (Buhârî, İmân, 37).

Kur'an kıyâmet'in oluş biçimine ilişkin ayrıntılı ve dehşet verici tablolar çizer. Buna göre Kıyâmet "Sur'a üflenince" (ez-Zümer, 39/68) başlayacak, kulakları sağır edecek bir ses ve korkunç bir sarsıntı nedeniyle emzikli kadınlar kucaklarındaki çocukları unutacak, hamile kadınlar bebeklerini düşürecek, insanlar sarhoş gibi olacaklardır (el-Hac, 22/1-2). Gök, erimiş maden gibi, dağlar atılmış yün gibi olacak, kimse dostunu soramayacaktır (el-Meâric, 70/8-10). Gök yarılacak, yıldızlar dağılıp dökülecek, denizler fışkıracak, kabirler altüst edilecektir (el-İnfitâr, 82/1-5). Gözler dehşetten kamaşacak, ay tutulacak, güneş ve ay kararacak, insanlar kaçacak sığınacak bir yer bulamayacaktır (el-Kıyame, 75/6-12). Dehşetten on aylık gebe develer bile salıverilecek, yabani hayvanlar bir araya toplanacak, denizler kaynatılacak, nefisler çiftleşecek, gök sıyrılıp düşecek, Cehennem alevlendirilecek, Cennet yakınlaştırılacaktır (el-Tekvir, 81/1-13).

Kıyâmet'in genel yok oluşu belirten bu ilk safhasını Sur'a ikinci kez üflenmesiyle ikinci safha izleyecek, tüm insanlar yeniden dirilerek ayağa kalkacaklardır (ez-Zümer, 39/68). Bu diriliş ve kalkışı (Bas') toplanma (Haşr)izleyecektir. Kur'an Kıyâmet'in bu ikinci safhasını da canlı tasvirlerle anlatır: O gün insanlar gözleri dönüp kararmış bir halde, öteye beriye yayılmış çekirgeler gibi kabirlerinden çıkacak ve davet edene koşacaklardır. Bu arada kâfirler "bu ne çetin gün" diyerek korkularını dile getireceklerdir (el-Kamer, 54/7-8). Muttaki kullar ise Allah'ın huzuruna elçiler olarak toplanacaklardır (Yûnus 10/45). 0 gün herkes kardeşinden, anasından babasından, eşinden ve oğlundan kaçacaktır. Çünkü her insan ancak kendi derdi ile uğraşacaktır. Mü'minlerin yüzleri parıl parıl parlayacak, gülecek ve sevinç içinde olacaklardır. Kâfir ve fâcirlerin yüzleri ise sanki toprak bürümüşçesine kapkara kesilecektir (Abese, 80/34-42). Tüm insanlar tabi oldukları önderlerle birlikte çağrılacak (el-İsra, 17/71), peygamberler ümmetlerine şahitlik etmek üzere toplanacak (el-Mürselat, 77/11), gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve melekler bölük bölük ineceklerdir (el-Furkan, 25/25).

Yeniden diriliş, kalkış ve toplanışın ardından insânlara amel defterleri dağıtılacak, mizan kurularak sevap ve günahları tartılacak, hakedenler Cennet'e, müstahak olanlar geçici ya da süresiz olarak Cehennem'e gönderilecek; böylece sonsuz âhiret hayatı mutluluk ya da azabla başlayacaktır.

Kur'an ve Sünnet'ten kesin bir delile dayanmamakla birlikte müslümanlar arasında ölüme küçük Kıyâmet (kıyâmet-i suğra) denilmesi gelenekleşmiştir. Bazı bilginlere göre bu tanımlama, ölümün âhiret hayatına bir geçiş olmasına dayanılarak yapılmıştır. Kimi bilginler ise bu tanımlamanın Kur'an'a dayandığını öne sürmektedir. Bu bilginlere göre "Allah'a kavuş(up huzura çık)mayı yalan sayanlar, gerçekten ziyana uğradı(lar). Nihayet kendilerine ansızın Saat gelince, onlar (günah) yüklerini sırtlarına yüklenerek (gelirler ve): "Orada (hayatta iken), işlediğimiz büyük kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize! " derler..." (el-En'am, 6/31) ayetinde "Kıyâmet" anlamındaki "Saat" aynı zamanda ölümü de dile getirmektedir. Bu geleneğe göre gerçek kıyâmet, Kıyâmet-i Kübra (Büyük Kıyâmet) olarak anılır.

Küçük kıyâmet (ölüm) ile başlayan ve büyük kıyâmet'e kadar süren dönem Kabir Hayatı ya da Berzah olarak adlandırılır. Kabir Hayatı içinde Münker ve Nekir adlı meleklerin sorgusu ve ölünün mü'min ya da kâfir oluşuna göre mutluluk ya da azab vardır. Kabir Hayatı'na ilişkin bir hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s) kabri ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da Cehennem çukurlarından bir çukur olarak nitelemiştir (Tirmizî, Kıyâmet, 26). Bir başka hadiste de Münker ve Nekir'in sorgusundan sonra ölünün nimetlendirildiği yada azaba uğratıldığı anlatılır. Buna göre Mü'minin mezarı yetmiş arşın genişletilir, aydınlatılır ve ona "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi Mahşer gününe kadar uyumana devam et" denilir. Münafık kişinin mezarına da "Bu adamı alabildiğine sıkıştır" emri verilir. Yer, cendere gibi adamı, kemikleri hurdahaş oluncaya kadar sıkıştırır ve ölü yeniden dirilene kadar böyle işkence görür (Tirmizi, Cenaiz; 70).
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
kalbdenkalbe mesajlar(hucurat süresi)

kalbdenkalbe mesajlar(hucurat süresi)

Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla
49.1. Ey iman edenler! Allah'ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.
--------------------------------------------------------------------------------

49.2. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.
--------------------------------------------------------------------------------

49.3. Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
--------------------------------------------------------------------------------

49.4. (Resûlüm!) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez kimselerdir.
--------------------------------------------------------------------------------

49.5. Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
--------------------------------------------------------------------------------

49.6. Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.
--------------------------------------------------------------------------------

49.7. Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.
--------------------------------------------------------------------------------

49.8. Bu, Allah'tan bir lütuf ve nimettir. Allah alîmdir, hakîmdir.
--------------------------------------------------------------------------------

49.9. Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever.
--------------------------------------------------------------------------------

49.10. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.
--------------------------------------------------------------------------------

49.11. Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.
--------------------------------------------------------------------------------

49.12. Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.
--------------------------------------------------------------------------------

49.13. Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.
--------------------------------------------------------------------------------

49.14. Bedevîler ”İnandık” dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama ”Boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
--------------------------------------------------------------------------------

49.15. Müminler ancak Allah'a ve Resûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.
--------------------------------------------------------------------------------

49.16. De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
--------------------------------------------------------------------------------

49.17. Onlar İslâm'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur.
--------------------------------------------------------------------------------

49.18. Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gizliliklerini bilir. Allah yaptıklarınızı görendir.
--------------------------------------------------------------------------------
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
kalbdenkalbe mesajlar(fetih süresi..dünyanın dört bir köşesindeki zulüm altındaki kardeşlerimizin za

kalbdenkalbe mesajlar(fetih süresi..dünyanın dört bir köşesindeki zulüm altındaki kardeşlerimizin za

48.1. Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.
--------------------------------------------------------------------------------

48.2. Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir.
--------------------------------------------------------------------------------

48.3. Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder.
--------------------------------------------------------------------------------

48.4. İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır.
--------------------------------------------------------------------------------

48.5. (Bütün bu lütuflar) mümin erkeklerle mümin kadınları, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.
--------------------------------------------------------------------------------

48.6. (Bir de bunlar) Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir. Müslümanlar için bekledikleri kötülük çemberi başlarına gelsin! Allah onlara gazap etmiş, lânetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!
--------------------------------------------------------------------------------

48.7. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah azîzdir, hakîmdir.
--------------------------------------------------------------------------------

48.8. Şüphesiz biz seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
--------------------------------------------------------------------------------

48.9. Ta ki (ey müminler!) Allah'a ve Resûlüne iman edesiniz, Resûlüne yardım edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah'ı tesbih edesiniz.
--------------------------------------------------------------------------------

48.10. Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.
--------------------------------------------------------------------------------

48.11. Bedevîlerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki: ”Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile.” Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
--------------------------------------------------------------------------------

48.12. Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helâki hak etmiş bir topluluk oldunuz.
--------------------------------------------------------------------------------

48.13. Kim Allah'a ve Resûlüne iman etmezse bilsin ki biz, kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.
--------------------------------------------------------------------------------

48.14. Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine ceza verir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
--------------------------------------------------------------------------------

48.15. Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar: Bırakın, biz de arkanıza düşelim, diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: ”Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur.” Onlar size: Hayır, bizi kıskanıyorsunuz, diyeceklerdir. Bilâkis onlar, pek az anlayan kimselerdir.
--------------------------------------------------------------------------------

48.16. Bedevîlerden (seferden) geri kalmış olanlara de ki: Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağırılacaksınız. Onlarla, teslim oluncaya kadar savaşacaksınız. Eğer emre itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azaba uğratır.
--------------------------------------------------------------------------------

48.17. Köre vebal yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur. (Bunlar savaşa katılmak zorunda değildirler.) Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır.
--------------------------------------------------------------------------------

48.18. Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.
--------------------------------------------------------------------------------

48.19. Yine onları elde edecekleri birçok ganimetlerle de mükâfalandırdı. Allah üstündür, hikmet sahibidir.
--------------------------------------------------------------------------------

48.20. Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimet vâdetmiştir. (Bu ganimetlerden) işte şunları hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bu, müminlere bir işaret olsun ve sizi dosdoğru yola iletsin.
--------------------------------------------------------------------------------
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
kalbdenkalbe mesajlar(fitne zamanında ibadet tıpkı bana hicret gibidir)

kalbdenkalbe mesajlar(fitne zamanında ibadet tıpkı bana hicret gibidir)

Bu 'Nefislerine zulmedenler', münafıklardan bir takımlarıdır ki, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Medinei Münevvere'ye gitmeyip, Mekke'de geri kaldılar. Sonra Kureyş müşrikleriyle beraber Bedir'e çıkarak orada helâk edilenler arasında onlar da helâk oldular


Nefislerine zulmedenlerin canlarını alacak olan melekler muhakkak (onlara):
"(Dininizle alâkalı) ne işte idiniz?" derler. Onlar:
"Biz yeryüzünde zayıf sayılan (din işlerimizi tatbikten aciz) kimselerdik." derler. (Melekler de):
"Allah'ın arzı geniş değil miydi? Oraya hicret edeydiniz (İslâm'ı yaşayamadığınız yerden yaşayacağınız bir yere göçseydiniz) ya!" derler. İşte onlar (var ya) onların barınağı cehennemdir. O ne kötü uğranacak bir yerdir." (1)
"Tefsir–i Kebir"de zikredildiğine göre, âyet–i celilede geçen "Teveffi" (ruhların alınması) kelimesi hakkında iki görüş vardır:
1– Bunun mânası, "Melekler, ölüm esnasında onların ruhlarını alırlar." demektir ki, bu cumhurun görüşüdür. Bu mânaya göre eğer; Allahu Teala'nın
"Allah ölümü zamanında ruhları alandır." (2)
"O zat ki, ölümü de hayatı da yaratandır." (3)
"Allah'ı nasıl oluyor da inkâr ediyorsunuz? Halbuki siz ölü iken O sizi diriltti. Sonra sizi yine O öldürecek, tekrar sizi O diriltecek." (4) kavl–i şerifleriyle, bu âyet–i celilede geçen "Meleklerin ruhları alması" ifadesi, bir de:
"De ki: Size müvekkel kılınan ölüm meleği canlarınızı alacak." (5) kavl–i şerifi nasıl birleştirilebilir?"denecek olursa, buna cevaben denilir ki: Ölümü yaratan Allahu Teâlâ'dır. Bu iş kendisine ısmarlanmış olan reis ise, ölüm meleği olan Azrail'dir. Diğer melekler ise, onun yardımcılarıdır ki, onlar ruhun damarlardan ve sinirlerden çekilip alınarak ruhun bedenle alâkasının kesilmesine çalışmaktadırlar. Ruh boğaza geldikten sonra bizzat alan ise, Azrail Aleyhisselâm'dır.
2– Bu ifadenin mânası "Melekler o insanları cehennemde toplarlar." demektir ki, bu Hasan Basrî'nin görüşüdür. Bu mânaya göre, "Teveffî" "Haşr" (toplamak ) mânasına gelir.
Kurtubî tefsirinde zikredildiğine göre, âyet–i celilede geçen "nefislerine zulmedenler"den maksat; Mekke ehlinden bir cemaattır ki, bunlar Efendimize Müslüman olduklarını açıklamışlar, lâkin Efendimiz Medine–i Münevvere'ye hicret ettiğinde ise, müşrik kavimleriyle kalarak dinlerinden döndürülmüş, Bedir Gazası'nda ise, bunlardan bir kısmı kâfirler tarafından harbe çıkmışlardır. İşte bu âyet–i kerime bunlar hakkında inmiştir.
Bir rivayete göre, onlar Müslümanların sayısını az görüp şüpheye düşerek mürted olmuşlar, sonra da mürted olarak öldürülünce bazı Müslümanların "Bizim bu arkadaşlarımız Müslümandılar, kâfirler tarafından harbe zorla çıkarılmışlardır. Dolayısıyla onlar için istiğfar edin." demeleri üzerine, Mevlâ Teâlâ bu âyet–i celileyi indirerek, onların kötü hâlde öldüklerini açıklamıştır.

Hicret etmeyen kimseler

cennete giremeyecek
Hicretin ehemmiyeti ve gerekliliği zihinlere öylesine yerleşmişti ki, artık sahabe–i kiram "Hicret etmeyen kimseler cennete giremeyecek." diyebiliyordu. Hatta hicret etmeyen kimsenin imanının makbul olmayacağı bile söyleniyordu. Bu hususu Kur'an–ı Kerim teyit ediyor. Nitekim Mevlâ Teâlâ Hazretleri; Efendimizin Medine–i Münevvere'ye hicretinden sonra, hiçbir özrü olmadığı hâlde Medine'ye hicret etmeyenlerin Müslümanlıklarını kabul etmemiş ve onların hakkında:
"İman edip de, hicret etmeyenler ise, onlar hicret edinceye kadar, onların velâyetinden (mirasından) size hiçbir şey yoktur (siz onlara varis olamazsınız)" (9) buyurarak Müslümanlarla bütün ilişkilerini kesmiştir.
Semure b. Cündüb Radıyallahu Anh'dan rivayet edilen bir hadis–i şerifte de, Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:
"Her kim bir müşrikle beraber bulunur da onunla birlikte sakin olur sa (ikamet ederse), şüphesiz ki o da onun gibidir." (10) buyurarak, hicret etmeyenlerin müşrik olduklarını açıklamıştır.
Tabiî Medine'ye hicretin farz oluşu, Mekke'nin fethine kadar devam etmiştir. Bu hüküm Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in:
"Fetihten (Mekke fethinden) sonra artık hicret (in farziyeti) yoktur. Velâkin cihad ve niyet vardır." (11) hadis–i şerifiyle neshedilmiş (kaldırılmış)tır.
Muhacirlerin faziletine erişmek için (zira Medine'ye hicret etmek dini bir vecibe olmanın yanında, hicret etmeyen, muhacir olmayanların da ulaşamayacağı bir faziletti aynı zamanda) fetihten sonra hicret üzere biat etmek isteyenleri Peygamber Efendimiz geri çevirmiş, bu sebeple gelen bir kişiye:
"Hayır! Artık seninle cihad üzere biat ederiz, fetihten sonra hicret yok." buyurmuştur. Zira artık Müslümanlar güçlenmiş fevç fevç insanlar İslâm'a tâbi olmaya başlamışlardı. Herkes dinini istediği yerde korkusuzca yaşayabiliyordu.
Bu hadis–i şeriflerin ışığında, Mekke fethinden sonra küfür diyarında oturup İslâm'ı yaşayabilen kimselerin, İslâm diyarına hicret etmeleri çok faziletli ise de, özürsüz de olsa bunu yapmadıkları takdirde bir farzı terk etmiş olmayacaklarından, âyet–i celiledeki tehdide maruz kalmazlar.
Nitekim "en– Nâsih ve'l–mensûh" isimli eserde, hicretin İslâm'ın bidayetinde farz olup, sonra farziyeti neshedilip, mendup bir amel olarak baki kaldığı zikredilmiştir.
"Kurtubî Tefsiri"nde zikredildiğine göre; bu âyet–i celilede, kendisinde isyanlar işlenen bir memleketin terk edilmesinin faziletine dair bir delil bulunmaktadır.
Nitekim Saîd b. Cübeyr Radıyallahu Anh:
"Bir memlekette isyan ediliyorsa, oradan çık." Buyurmuş, sonra da, "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Oraya hicret edeydiniz ya!" meâlindeki bu âyet–i kerimeyi okumuştur.
Hz. Hasan Radıyallahu Anh'dan rivayet edilen bir başka hadis–i şerifte:
"Her kim, diniyle bir yerden diğer bir yere bir karış da olsa hicret ederse, cenneti kendisine vacip eder ve o kişi (cennette) Muhammed Aleyhisselâm ile İbrahim Aleyhisselâm'ın refiki (arkadaşı) olur." (12) buyurmuştur.
Mekke'nin fethinden sonra olan hicret, artık belli bir hâdise değil, her devirde, her yerde ve her gönülde kıyamete kadar devam edecek olan bir mâna ve mefhumdur. Kıyamete kadar gelecek olan bütün ümmetin bundan istifade edebilmesi için Peygamber Efendimiz bir hadis–i şerifinde şöyle buyurmuştur:
"Muhacir o kimsedir ki, Allah'ın nehyettiklerinden hicret eder." Bir başka hadis–i şerifte ise:
"Herc (fitne) zamanında ibadet, tıpkı bana hicret gibidir." (13) buyurmuştur.



ONLARDAN KİMİ,
NEFSİNE ZULMEDENDİR

"Tefsir–i Kebir" ve "Alusî"de zikredildiğine göre, zulüm kelimesiyle bazen şirk ve küfür mânaları kastedilir. Nitekim Mevlâ Teâlâ "Şüphesiz ki şirk, elbette büyük bir zulümdür." (6) buyurmuştur. Bazen de bu kelimeyle masiyet kastedilir. Mevlâ Teâlâ'nın "Onlardan kimi, nefsine zulmedendir." (7) kavl–i şerifi bu mânadadır.
Âyet–i celilede geçen bu kimselerin nefislerine zulmetmelerinin mânasına gelince, bu iki türlü düşünülebilir:
1– Bununla, küfür diyarında Müslüman olup orada oturmaya devam ederek, İslâm diyarına hicret etmeyen kimseler kastedilmiştir. Nitekim Taberânî, İbn Abbas Radıyallahu Anhüma'nın "Mekke'de bir topluk vardı ki, İslâm'ı kabul ettikleri hâlde, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hicret ettiğinde, kâfirlerden korkarak hicret etmeyi istemediler. İşte bu âyet–i celileyi Allahu Teâlâ onlar hakkında indirmiştir." buyurduğunu zikretmiştir.
2– Bu âyet–i celile, korktukları için mü'minlere iman ettiklerini söyleyip, kendi kavimlerinin yanına geldiklerinde ise, kâfir olduklarını ortaya koyan ve Medine–i Münevvere'ye hicret etmeyen birtakım münafıklar hakkında inmiştir. İşte bunun üzerine Mevlâ Teâlâ bu âyet–i kerimeyle bu gibi kimselerin nifakları, küfürleri ve hicret etmeyişleri sebebiyle, kendi nefislerine zulmetmiş olduklarını beyan etmiştir.
Nitekim İbn Cerîr, İmam Dahhak'ın:
"Bu 'nefislerine zulmedenler' münafıklardan birtakımlarıdır ki, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Medine–i Münevvere'ye gitmeyip, Mekke'de geri kaldılar. Sonra Kureyş müşrikleriyle beraber Bedir'e çıkarak orada helâk edilenler arasında onlar da helâk oldular. İşte Allahu Teâlâ bu âyet–i celileyi onlar hakkında indirmiştir." buyurduğunu nakletmiştir.
Âyet–i celiledeki: "Melekler canlarını aldıkları kimselere: 'Siz ne işte idiniz?' derler." Kavl–i şerifinin mânası hakkında üç izah vardır:
1– Bu "Dininizle ilgili meselelerde ne yaptınız?" demektir.
2– "Muahmmed Aleyhissalâtü Vesselâm ile mi, yoksa onun düşmanlarıyla mı savaşıyordunuz?" mânasındadır.
3– "Niçin cihadı bırakıp kâfirlerin diyarında oturmaya razı oldunuz?" mânasına gelmektedir.
Bütün bu mânaların maksadı: Hicret edebilecek güçte oldukları hâlde, hicret etmedikleri, kâfirlere yardım edip onların ordusu içinde bulunarak kalabalıklarını artırdıkları, İslâm nişanlarını ve hükümlerini açıklamak ve tatbik etmekten, ayrıca Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yardım etmekten geri kaldıkları için, onları bir nevi menetmek ve azarlamaktır.
Daha sonra Mevlâ Teâlâ meleklerin: "Ne işte idiniz?" sorusuna cevap olarak münafıkların: "Biz yeryüzünde müstaz'af (zayıf tutulan, aciz) kimselerdik." dediklerini, meleklerin ise, onlardan bu cevabı kabul etmeyip:
"Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi? Siz de oraya hicret edeydiniz ya!" diyerek bu cevabı onların yüzlerine vurduklarını açıklamıştır.
Meleklerin bu sözleriyle kasıtları şudur:
"Sizler Mekke'den çıkıp dininizi açıkça yaşayabileceğiniz memleketlere gidebilirdiniz. Ama siz, hicret edemediğinizden değil, aksine buna gücünüz yettiği hâlde, kâfirler içinde oturup kaldınız." İşte bundan dolayı Mevlâ Teâlâ âyet–i celilenin sonunda:
"İşte onların barınakları cehennemdir. O ne kötü bir yerdir." buyurarak onları tehdit etmiştir.
Alusî ve "Ruhu'l–Beyan" tefsirlerinde zikredildiğine göre hicret, İslâm'ın başında farz olduğu için bu farzı terk edenler cehennemle tehdit edilmişlerdir.
Başlangıçta İslâm'a girenlerin kendi yurtlarını terk edip Medine'ye hicret etmeleri farzdı. Tabiî bunun birçok sebebi vardı. Müslümanlar hicretle birlikte Medine'yi yurt edinince İslâm'a yeni girenlerin de gerek zulüm ve baskıya maruz kalmadan yaşamaları, gerekse yeni kurulan İslâm toplumuna ve bu toplumun çekirdeğini oluşturan ensar ve muhacirlere destek olmaları gerekiyordu. Aynı zamanda İslâm esaslarını öğrenmek imkânına kavuşmaları bakımından da muhacirlere katılmaları zarûrî idi. İşte bu gibi sebeplerle Peygamber Efendimiz, kendisine iman ve biat etmek üzere gelen kişilerden biat şartı olarak hicret etmelerini istiyordu. (8)
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

1:5 - Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti. (Ya Rab!).



2:45 - Bir de sabırla, namazla yardım isteyin. Şüphesiz bu, (Allah'a) saygılı olanlardan başkasına ağır gelir.
(Bakınız: Huşu, Namaz, Sabır)


2:48 - Ve öyle bir günden korunun ki, kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefaat da kabul edilmez, kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım da yapılmaz.
(Bakınız: Fidye, Şefaat)





1:5 - Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti. (Ya Rab!).



2:45 - Bir de sabırla, namazla yardım isteyin. Şüphesiz bu, (Allah'a) saygılı olanlardan başkasına ağır gelir.
(Bakınız: Huşu, Namaz, Sabır)


2:48 - Ve öyle bir günden korunun ki, kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefaat da kabul edilmez, kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım da yapılmaz.
(Bakınız: Fidye, Şefaat)


2:86 - Bunlar ahireti, dünya hayatına satmış kimselerdir. Onun için bunlardan azap hafifletilmez ve kendilerine bir yerden yardım da gelmez.
(Bakınız: Ahiret, Dünya)


2:89 - Yanlarındakini tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri inanmayanlara karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, o tanıdıkları kendilerine gelince, bu sefer kendileri onu inkâr ettiler. İşte bundan dolayı Allah'ın laneti kâfirleredir.
(Bakınız: Fetih, Kafir, Lanet, Tevrat)


2:107 - Bilmez misin ki, hakikaten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır, hepsi O'nundur. Size de Allah'dan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
(Bakınız: Gökler, Veli)


2:120 - Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne yahudiler, ne de hıristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar. De ki, gerçekten de Allah'ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir. Şânım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah'dan ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı.
(Bakınız: Din, Dost, Heva, Hıristiyanlar, İlim, Tutku, Yahudi)


2:123 - Ve öyle bir günden sakının ki, o gün kimse, kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez ve ona şefaat de fayda vermez, hiçbir taraftan yardım da görmezler.
(Bakınız: Fidye, Şefaat)


2:153 - Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.
(Bakınız: Namaz, Sabır)


2:214 - Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hali (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlaraöyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve beraberinde iman edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" derlerdi. Bak işte! Gerçekten Allah'ın yardımı yakındır.
(Bakınız: Müminler, Yoksul)


2:250 - Calut ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!"
(Bakınız: Adım, Calut, Davud (as), Kafir, Ordu, Sabır, Talut)


2:270 - Her ne çeşit nafaka verdinizse veya ne türlü bir adak adadınızsa, Allah onu kesinlikle bilir. Ve zalimlere hiçbir şekilde yardım olunmayacaktır.
(Bakınız: İnfak, Nafaka, Zulm)


2:286 - Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı hayır kendisine, yaptığı kötülüğün zararı yine kendisinedir. Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et bize! Sensin bizim Mevlamız, kâfir kavimlere karşı yardım et bize.
(Bakınız: Affetmek, Bağışlamak (affetmek), Kafir, Mevla)


3:13 - Hiç şüphesiz karşı karşıya gelen iki toplulukta size bir âyet, bir işaret ve ibret vardır. Onlardan biri Allah yolunda savaşıyordu, öbürü de kâfirdi ve karşılarındakini göz kararıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da gönderdiği yardımla dilediğini destekliyordu. Gören gözleri olanlar için elbette bunda apaçık bir ibret vardır.
(Bakınız: Basiret, Bedir, Kafir)


3:22 - İşte bunlar öyle kimselerdir ki, dünyada da ahirette de bütün yaptıkları boşa gitmiştir. Onların hiçbir yardımcıları da olmayacaktır.
(Bakınız: Ahiret, Boşa Çıkmak, Dünya)


3:52 - İsa onların inkârlarını hissedince: "Allah yolunda yardımcılarım kim?" dedi. Havariler: "Allah yolunda yardımcılar biziz. Allah'a iman ettik. Şahit ol ki, biz muhakkak müslümanlarız." dediler.
(Bakınız: Havari, İsa (as), Şahitlik)


3:56 - "İnkâr edenlere gelince, onlara dünyada da, ahirette de şiddetli bir şekilde azab edeceğim, onların hiçbir yardımcıları da olmayacaktır".
(Bakınız: Ahiret, Dünya)


3:81 - Allah peygamberlerden şöyle söz almıştı: "Andolsun ki size kitab ve hikmet verdim, sonra yanınızda bulunan (kitaplar)ı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde ona muhakkak inanacak ve ona yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?" demişti. Onlar: "Kabul ettik" dediler. (Allah da) dedi ki: "Öyleyse şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım".
(Bakınız: Ahid-anlaşma, Hikmet, Şahitlik)


3:91 - Muhakkak ki inkâr edenler ve kâfir oldukları halde de ölenler, yeryüzü dolusu altın fidye verseler bile hiç birisinden asla kabul edilmeyecektir. İşte dayanılmaz azab onlar içindir. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.
(Bakınız: Altın, Fidye, Kafir, Yeryüzü)


3:111 - Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşmaya kalkışsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.
(Bakınız: Savaş)


3:122 - O zaman içinizden iki takım bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. İnananlar, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.
(Bakınız: Bedir, Müminler, Tevekkül, Uhud Savaşı)


3:123 - Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah size Bedir'de yardım etmişti. Allah'tan sakının ki, O'na şükretmiş olasınız.
(Bakınız: Bedir, Şükür, Zafer)


3:124 - O zaman sen müminlere: "Rabbinizin size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?" diyordun.
(Bakınız: Bedir, Melekler)


3:125 - Evet, sabreder ve (Allah'tan) korkarsanız, onlar ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı nişanlı beş bin melekle yardım eder.
(Bakınız: Bedir, Melekler, Sabır)


3:126 - Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yardım, yalnız daima galip ve hikmet sahibi olan Allah katındandır.
(Bakınız: Bedir, Hikmet, Kalp, Zafer
 

OKU

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Ağu 2006
Mesajlar
267
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

S.A
KARDEŞİM
ELLERİNİZE
SAĞLIK
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

allah cc herzaman inanlara yardım etmiştir ama biz aciz kullar bunu anlatmaktada okadar aciziz rabbim kendisini hakkıyla anlayanlardan eylesin tşk ederim kardeş bu bir emek değil görevdir
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: kalbdenkalbe mesajlar(fetih süresi..dünyanın dört bir köşesindeki zulüm altındaki kardeşlerimizi

RE: kalbdenkalbe mesajlar(fetih süresi..dünyanın dört bir köşesindeki zulüm altındaki kardeşlerimizi

bu mübarek süreyi hergün enazından birkere dünyanın dört bir tarafında fetih bekleyen müslümanlara ve özellikle gereçk bir fethe ihtiyacı olan nefisle mücadele içinde oalnlar niyetine okumalıyız bu bir tavsiyedir anlayan anlamıştır
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
kalbdenkalbe mesajlar(bir ayet)

kalbdenkalbe mesajlar(bir ayet)

Beni bırakıp şeytanın ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar size düşmandırlar. Zalimler için bu ne kötü bir bedeldir.” (Kehf; 50)
 

tubagny

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
10
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

tum paylastıklaarın ıcın saol
Allah razı olsun
 

OKU

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Ağu 2006
Mesajlar
267
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: kalbdenkalbe mesajlar(bir ayet)

RE: kalbdenkalbe mesajlar(bir ayet)

A.S
EUZU
BİLLAHİ
SEMIYYIL
ALİYMİ
MİNEŞŞEYTANİRRACİM..
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

rabbim cümlemizden razı olsun kardeşim
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: kalbdenkalbe mesajlar(bir ayet)

RE: kalbdenkalbe mesajlar(bir ayet)

kovulmuşve taşlanmış şeytanın şerrinden rabbime sığınırım
 

konak

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2006
Mesajlar
1,186
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

Güzel bir nasihat.
Rabbim uayn kullarından eylesin.
 

beadgirl

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Ağu 2006
Mesajlar
262
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

paylaşımların için allah razı olsun zerda abla senin yazılarını çok beğeniyorum gerçekten çok güzel oluyorlar tekrar teşekkürler......B)B)B) devamını beklerim inş;)
 

medina

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Ağu 2006
Mesajlar
148
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

RE: kalbdenkalbe mesajlar(allahın mümine yardımı)

Allah hepinizden razı olsun kardeşlerim çok güzel konu ve sözlerB)B)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt