Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kalbdenkalbe mesajlar(insanı yüceltki devlet yücelsin anlayışı) (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Toplumun inanç değerlerine aldırmadan, toplumun istek ve taleplerinin aksine karar veren hâkimler ve hukukçular, kararın altında imzası olan kamu görevlileri acaba hiç düşünmüşler midir ki;
"... Evden çıktıklarında bir irade onların günlük kıyafet tercihlerini sorgulasın?.. Giyim tarzını ve seçtiği rengi sorgulasın hatta nerede oturacağını, kiminle konuşacağını, hangi marketten alışveriş yapacağını, ilerleyen zaman diliminde daireye hangi kıyafetle gelmesi gerektiğini sorgulasın..."
Bu müdahaleyi acaba bireysel tercihlerinde ne kadar hukuki bulurlar veya özgürlüklerinin ne denli kısıtlandığını anlayabilirler? Hâlbuki hukukun ve hukukçunun koruması gereken değer, özgür birey ve onların tercihleri olmalıdır. Tarihin hiçbir döneminde özgürlüklerin ve bireysel tercihlerin sınırlanması, gelişmişlik ve çağdaşlık kriteri olmamıştır. Özgürlüklerin sınırlanması ancak olsa olsa toplumsal gerekliliklerle birlikte anıldığında düşünülebilir. Bu takdirde dahi toplumsal alan ile bireysel alan ayırımı yapılmalı, bireysel alana hiçbir müdahale söz konusu olamamalıdır.
"Kamusal alan" devlet daireleri, üniversiteler, askeri alanlardan sokaklara taşıma anlamını içeren bu kararı, demokrasiye birazcık saygısı olan insanların içine sindirmesi mümkün değil, olamaz.
Bir öğretmen bayanın sokakta da turban takamaz kararı, kadına karşı ayrımcılığın en çarpıcı örneklerinden biri olarak hukuk tarihimize geçme özelliği taşıyor.
Bu karar şu anlama geliyor. İnancı gereği başını örten biriyseniz, ekmek parası için okulda başınızı açmanız yetmez.
Yasak kararı, medyanın ilgisini pek çekmedi. Oysa bu kararın manşetlere çekilmesi, insanların özel yaşamına bu boyutta müdahale hakkını kimin, hangi güçten aldığının sorgulanması lazımdı.
Kamu görevlisi olarak hizmet veren bir kişinin, kamu görevlisinin görev bittiği andan itibaren nasıl giyineceğine, nasıl davranacağına karışamazsınız. Bu çifte standarttır, kabul edilemez.
AK Parti, demokrasi, insan hakları, herkese eşitlik söylemiyle iktidara geldi. Ancak, Cumhurbaşkanlığı seçimi, iktidarın tadı AK Parti'ye bu söylemlerini unutturdu. AK Parti kadroları, "Merkez partisi olma" savını fazla ciddiye aldı ve geçmişin ANAP'ından, DYP'sinden farksız bir hale geldi.
AK Parti'nin şu anda başı örtülü kadınlara gösterebileceği bir tek mazereti yoktur.
Avrupa Birliği'ni hedeflediğini ileri süren bir ülkede, bu kararı herhangi bir şekilde izah edemezsiniz.

BAŞÖRTÜSÜNE
SOKAK MÜFETTİŞİ DÖNEMİ
Başörtüsü yasağının sınırlarının her geçen gün genişletilmesi endişe vericidir. Yakında, kamu görevlilerini sokakta çevirip başörtüsü denetimi başlarsa; bu yasak parklara, yollara da taşınırsa, başörtüsü takan bayanların sokakta gezmesine müdahale edilirse, devletin bazı görevlileri sokaklarda başörtülü avına çıkarsa, ileride evlere kadar da götürülürse hiç şaşırmayalım. Böylesi bir tepkisizliğin, vurdumduymazlığın sonu bu olur herhalde.
Danıştay'ın öğretmenlerin okula geliş gidiş sırasında başını açmak zorunda olduğuna ilişkin kararı, kadınların özel hayatlarına müdahaledir. 'Geliş gidiş' ne demek? 'Okula giriş çıkış' mı, yoksa 'sokakta' mı?! Bayan öğretmenlerin peşine hafiyeler mi takacağız? İnsanların özel hayatlarında nasıl davranmaları gerektiğini şekillendiren devlet olamaz. Bu karar kadınları eve hapsetmeyi öngören bir karardır. Bir anaokulu öğretmenine, 'Öğretmenlik yaparken başın açık olacak, dışarıda da başın açık olacak' deme hakkına kimse sahip değildir. Bu anlayış hiçbir hukuk anlayışı içinde tanımlanamaz. Sokakta kadınların ne giyeceğine karışılmamalı. Buna herkes kendisi karar verebilir. Kalkıp da vatandaşımızın din ve vicdan özgürlüğünü kimsenin kısıtlama hakkı yoktur. Bu ancak totaliter rejimlerde olur. Laiklik tam burada lazımdır.
Danıştay kişisel görüşlerini mahkeme kararı olarak sunmuştur. Mahkemeler Türk milleti adına karar verir. Ancak Danıştay'ın bu kararına Türk milletinin katılmadığı çok açıktır. Danıştay Türk milleti adına karar veriyorsa, milletin hassasiyetlerini dikkate almalıdır. Böyle bir karar demokratik hiçbir ülkede görülemez. Bu karar kadını aşağılayan, horlayan, imkânlardan yoksun bırakan bir özellik taşımaktadır. Bu karar evrensel insan hakları beyannamesine, AB sözleşmelerine ve diğer uluslararası hukuklara aykırıdır. Danıştay'ın bu kararının mutlaka iptal edilmesi gerekir. Danıştay kararı özel hayata ilişkin temel hak ve özgürlüklerin daraltılması konusunda sınırları aşmıştır. Karar, hem evrensel hukuk ilkelerine hem Anayasa'ya aykırıdır. Danıştay'ın kararı temel hak ve hürriyetlerden olan özel hayatın dokunulmazlığı hürriyetine aykırıdır.
Verilen kararda, "laikliğe" de vurgu yapılmaktadır. Kararda dayanak yapılan "laikliğin", Anayasa dâhil hiçbir yasada tanımı olmadığına göre, bu ilkeyle ilgili yorumun, karar verenlerin "kişisel" görüşlerini yansıttığı açıktır. Aksi takdirde, laiklik konusunda farklı yorumların olmaması gerekirdi. Danıştay'ın "laiklik" yorumu son derece sorunludur. Danıştay kararlarının bağlayıcılığı dikkate alındığında, idare mahkemelerinin, kendilerini, idarenin yerine koyan tasarruflarda bulunmaması gerekir. Aksine bir uygulama, idarenin, Danıştay'ın, "siyasi" kararlar alması anlamına gelecektir.
Bazı kamu kurumları "Anayasa ve laikliği koruyorum" diye kendi aralarında bir yarışa girmektedirler. Laiklik, Atatürk devrim ve ilkeleri, yasak koyarak, insanların dini vecibelerini sınırlandırılarak korunamaz.
Hem demokratik ve laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetimize sahip çıkacağız, hem de Cumhuriyetimizin temel kuruluş ilkelerini unutacağız.
Bu bakımdan Danıştay kararı hukuki değil, ideolojik gerekçelerle verilmiş olabilir.


MODERN DEVLET
İDEOLOJİK DEVLET
Bu nedenle verilen karar, beklendiği gibi pek çok kişi ve kesim tarafından kıyasıya eleştirildi, eleştirilmeye devam ediyor. Danıştay bir açıklama yaptı ve getirilen eleştirilerin 'Eleştiri sınırlarını aştığını' bildirdi.
Danıştay'ın kararlarıyla konuşmak yerine, siyasi polemiklere girmesi pek hoş bir şey değil. Siyasi içerikli kararlar verince bu kararlara siyasetçilerin siyasi tepki vermesini de olağan karşılamak gerekir.
Evet, evet, hukukçulara göre Danıştay'ın verdiği karar hukuki olmaktan çok siyasi bir karardır. Danıştay'ın ilgili dairesi, bir siyasi yorum yapmış ve siyasi tercihini ortaya koymuştur.
Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir demokratik hukuk devleti değil de resmi ideolojiye sahip bir devlet olsaydı, Danıştay'ın verdiği kararı herkes normal karşılardı zaten.
Laiklik evet Türkiye'de demokrasinin altyapısıdır, demokratik rejimin sürdürülebilirliğinin olmazsa olmazıdır ama öte yandan aynı zamanda gayet mekanik teknik bir şeydir.
Uygulaması ve sınırları artık fazlasıyla belli olan laiklik ilkesini adeta dünyevi bir dine veya her niyete yenen bir ideolojiye çevirmenin âlemi yok.
Bakın aynı Danıştay, geçmişte, 'Türkiye'de üniversitelerin görevinin Atatürkçü gençlik yetiştirmek' olduğuna hükmedebildi. Hayır, dünyanın örnek alınabilir nitelikteki hiçbir ülkesinde üniversitenin görevi belli siyasi görüşe sahip öğrenciler yetiştirmek değildir. Üniversitenin görevi bilim yapmak ve bilimi öğretmektir, o kadar.
Sovyetler Birliği gibi totaliter olduğunu saklama gereği duymayan ülkelerde bile önce Marksizm Leninizm'in 'bilim' olduğu iddia edilir sonra üniversiteler 'Marksist-Leninist gençler yetiştirir'di.

MAALESEF, DANIŞTAY
TÜRKİYE'DE HUKUKUN KALELERİNDEN BİRİ DEĞİL
İşin içine Atatürkçülük, devletçilik, laiklik, özelleştirme, özgürlükler gibi hassas konular girdiğinde Danıştay'ın hukuku yücelten kararlara imza attığını söylemek kolay değil. Maalesef böyle konular gündeme geldiğinde hukukun hayli zorlandığını herkes görüyor.
Türkiye'nin anayasasında devletin herhangi bir siyasi görüşü olduğuna, resmi bir ideolojinin gözetildiğine dair hiçbir emare yok. Ama yine de birileri ve bazı kurumlar sanki sürekli gözetilmesi gereken bir resmi ideoloji varmış gibi hareket ediyor, hukuku bu yönde zorlayarak birtakım kararlar veriyorlar.
Sokakta insanlar istediklerini giyerler. Sokakta ne giyilip ne giyilemeyeceğinin ölçütü toplum ahlakıdır, görgü kurallarıdır v.s.
Ve devlet, kendi memurlarına, çok özel statüdeki hassas görevler yapan bazı memurlar hariç özel hayattaki bazı davranışları nedeniyle ayrımcılık da yapamaz, ayrıcalık da uygulayamaz.
Danıştay'ın tartışılan kararı, devletin ayrımcılık yapmasına izin veren bir karar ve işte bu yüzden eleştiriliyor zaten.

BU GİDİŞLE ÖĞRETMENİN
ORUÇ TUTMASI DA YASAKLANIR
Danıştay'ın okul dışında başörtüsü takan öğretmene ilişkin kararı, kaygı ve hayret vericidir. Hukuka uygun değil. İnsanların özgürlük alanlarını oldukça daraltan bir karar. Türkiye'nin giderek demokratikleşme eğilimine ters bir davranıştır bu. Bu yaklaşımın altında negatif özgürlükler anlayışı vardır. Bu anlayış, bilindiği gibi otoriter, diktatör rejimlerin felsefesidir. Sokakta da benim koyduğum bir kıyafet ile dolaşacaksınız gibi bir düşünce, Demirperde uygulamalarını çağrıştıran bir durumdur. Hâlbuki Türkiye giderek demokratikleşen, bireyin, toplumun haklarının daha da genişletilmesine doğru bir yöneliş içindedir. Bu, Türkiye'nin yönelişine ters bir karardır.
Anlayışımız hep pozitif özgürlüklerden yana olmalıdır. Bu açıdan karar, yanlış ve tehlikelidir. Kararda "Başörtülü olmanın öğrencilere kötü örnek olduğu, öğrencileri olumsuz etkileyeceği" ima ediliyor. Böyle soyut bir gerekçe olamaz. Çocuklar sadece öğretmenlerini değil sokakta binlerce başörtülü insanı görmektedir. Aslında Öğretmenin dışarıda başının kapalı olması kötü örnek değil, bilakis iyi örnek olarak değerlendirilmesi gerekir.
Araştırmalara göre Türkiye'de kadınların yüzde 75'i başörtülüdür. Danıştay'ın bu kararına göre Türkiye'deki kadınların yüzde 75'i kötü örnek oluşturmakta. İnsanlarımızın yüzde 75'ini aşağılayıcı ve üzüntü verici bir karardır. Bu karar, Türk vatandaşını beğenmiyor, dinini de beğenmiyor. Devlet vatandaşını olduğu gibi kabul etmeli. Sokakta kimin ne giydiği hiç kimseyi ilgilendirmez. Bu bireysel bir sorundur.
Ayrıca Almanya'da vicdan testi gibi haksız uygulamalara, Avrupa'da artan yabancı düşmanlığına, hakları kısıtlayıcı yeni kanunlara karşı mücadele verilirken, Danıştay'ın kararı bu mücadeleyi verenleri çok zor durumda bırakacaktır. Türkiye'nin hakları kısıtlayıcı yaklaşımı, Danıştay'ın bu kararı, Avrupa'da çıkacak yeni yasaklayıcı kanunlara kötü örnek olacak. Mesela Almanya'da bir eyalette anaokulunda başörtüsü yasağı getirildi. Şimdi buna karşı mücadele edilirken, bu insanlar Türkiye'nin aşırı yasaklarını örnek getirirlerse ne denilecek, ne cevap verilecek?
Ayrıca böyle bir yaklaşımla giderek, yarın oruç tutan bir öğretmeni bile, öğrenciye yanlış örnek oluyor diye suçlarsınız. Çünkü bu karar, dini bir vecibeyi, yanlış bir örnek olarak gösteriyor. Bunlar çok tehlikeli ve yanlış şeylerdir, düzeltilmesi gerekir. Devletin, kamu görevlisini sokakta takip etmek, denetlemek gibi bir görevi yoktur. Hiç kimse kamu hizmeti verenlerin dışarda özel hayatına karışamaz. Bu karar özel hayata müdahale anlamını taşıyor ve mutlaka düzeltilmesi gerekiyor.
Yargıdan çıkan her kararda yasağın kapsamının biraz daha genişlemesi, bir an önce artık soruna köklü bir çözüm bulunmasının önemini ortaya koydu. Seçim öncesinde ve iktidara geldikten sonra her fırsatta bu sorunun çözümü için mağdurlara söz veren AKP hükümetinden, Anayasa değişikliği yapması veya referandumla kökten bir çözüm bulması isteniyor.
Danıştay kararı, Anayasa'nın değiştirilmesini zorunlu kılmıştır. Anayasa değişmeden başörtüsü sorunu çözülemez. Bu karar, bayan kamu görevlileri arasında bile ayrımcılık yapan bir karardır.


ZİHNİYET DÖNÜŞÜMÜ LAZIM
Bireysel özgürlükleri öne çıkaran, özgür bireyi temel alan demokratik hukuk devleti tahkim edilmesi, güçlendirilmesi gerekir. Elbette bu reformlar, düzenlemeler yapılırken mevzuata dayalı değişiklikler tek başına yeterli olmaz. Arzu edilen neticeye ulaşmak için bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç vardır.
Türkiye'de hukuk zihniyeti, hukuka bakış, ne yazık ki tarihi tecrübenin bir takım çarpıklıklarla malul olduğunu göstermektedir. Yakın zamana kadar Türkiye'de hâkim söylem; Türk demokrasisinin kendine has belli özellikler taşıdığı ve Türkiye'nin özel şartları dolayısıyla evrensel standartların bizim ülkemizde geçerli olamayacağı varsayımına dayanmaktaydı.
Esas itibarıyla bu özel şartlar vurgusu, Türkiye'deki devlet–toplum–birey ilişkilerinin tanzimine yönelikti. Bu özel şartlar içinde hukuk, bireysel özgürlüklerden ziyade, toplum ve birey karşısında devleti korumanın bir aracı olarak görülüyordu. Oysa modern hukukun temel felsefesi, bireyi, insanı, merkeze almaktadır. Demokrasi tarihi içinde şekillenen bütün modern hukuk belgelerinin ve anayasaların asli gayesi, bireydir. Bireyin hak ve hürriyetlerini teminat altına almaktır.
Bu bakımdan temel felsefe, 'insanı yücelt ki devlet yücelsin anlayışı' olmalıdır.

TARİHİ SEYİR
Türk demokrasisi, devleti bireyin önüne koyan ve hukuku da devleti korumanın aracı olmaya indirgeyen bir tarihi seyir izlemiştir. Bu süreçte hukuka kendi içinde bir değer atfedilmemiş, hukuk, devlet için fonksiyonel olduğu ölçüde değer kazanmıştır. Devleti eksen alan, devleti bireyin önüne koyan hukuk zihniyetiyle, bireysel özgürlükleri temel alan hukuk zihniyeti arasındaki farklıların bu tartışmalar vesilesiyle bir kere daha su yüzüne çıkmıştır. Hukuk devleti; temel hak ve özgürlükleri teminat altına alan, bireye hukuk güvencesi sağlayan ve kendini hukukla bağlayan devlettir. Tabi-i ki yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin olmazsa olmaz öğesidir. Öncelikle altını çizerek hatırlatmak isterim ki yargılama süreci devam ederken, siyasetin ve diğer kurumların yargıya müdahale sayılabilecek eylem ve beyanlarda bulunması asla onay verilemeyecek bir durumdur. Ancak, yargı kararı ortaya çıktıktan sonra hukuku savunmak en az hukuk adamları kadar siyasetin ve sivil topumun da görevidir.
Demokratik siyaset, hukuku savunmadan var olamaz. Hukuku savunmayan siyaset, kendi varlık zeminini inkar etmiş olur. Yargının bağımsızlığı, yargı kararlarının eleştirilemez olduğu anlamına gelmez. Pozitif hukuk ve onun neticeleri her zaman eleştiriye açıktır. Yeter ki yargı sürecine halel getirecek müdahaleler söz konusu olmasın. Yargı kararlarının bağlayıcılığı farklı, bu kararların eleştiriye açık olması farklı hususlardır.
Tesis edilmiş bir yargı kararını yorumlamak ya da eleştirmek başka, devam eden bir yargılama sürecini etkileyecek yorum ve beyanlarda bulunmak başka bir şeydir.
Anayasa'nın 138. maddesinin, ancak bugün hem de verilmiş bir karara ilişkin tartışmalar üzerine hatırlanması da ayrıca düşündürücüdür. Hukuk, özgürlüklerin ve toplumsal barışın zemini ise bu zeminde ve sınırları içinde mütalaa yürütmek sadece yargı kurumlarının tekelinde olamaz.



KARARLAR SİYASİ ZEMİNDE ALINMAMALIDIR

Biz yargının kararlarını eleştirmek, tartışmak istemiyoruz. Ama yargının da bu kararlarını siyasi zeminde tartışacak şekilde almaması lazım. Toplumu sıkıntıya sokacak ve yargıyı tartışılır bir noktaya getirmemek lazım. Bu karar, insanların özel hayatına müdahale olarak algılanmaktadır. Düzeltilmesini bekliyoruz.
Çünkü karara muhatap olan öğretmen, okula başını açarak giriyor, derslerini de başı açık olarak veriyor. Yani, mevcut ilkelere harfiyen uyuyor. Sadece, sokağa çıktığında inancının gereği olarak başını örtüyor.
Danıştay kararının anlamı çok açık, "sokakta başörtüsü" takan bir bayan, okulda başını açsa da öğretmenlik yapamaz. Peki, bundan "sokağa müdahale" anlamı mı çıkarmalıyız? Eğer böyleyse bu çok vahim bir durum demektir.
Böyle bir durum karşısında, "demokrasi" ve "özgürlükler" adına gerçekten endişelenmemek mümkün değildir. Çünkü karardaki "okula geliş ve gidişleri sırasında da olsa söz konusu yasal düzenlemelerde belirtilen temel ilkelere aykırı davrandığı sabit olduğundan" şeklindeki bir ifadeyi, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının haklarını, özgürlüklerini garanti altına alan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın ruhuyla nasıl bağdaştıracağız doğrusu merak ediyorum.
Yine Danıştay'ın kararında, "Anayasaya göre, çağdaş eğitim–öğretim esaslarına dayanan düzenin, laiklik ilkesinin göz ardı edildiği bir ortam olmasının mümkün olmayacağı'" vurgulanıyor. İyi güzel de, Anayasa kadınların sokakta başlarını örtmesini yasaklamıyor ki... Peki, sokakta başını örten bir öğretmenin öğretmenlik yapması nasıl "sakıncalı" oluyor? Ayrıca bildiğimiz kadarıyla, Türkiye'de eğitim öğretim sokakta da yapılmıyor. Evet, Türkiye'de okul açığı var, ama bir takım afet dönemleri hariç, Milli Eğitim Bakanlığı'nda dersler bugüne kadar hep okullarda verildi.
Danıştay bu kararı sokakları okul kabul ettiği için vermediğine göre, demek ki aynı zamanda sokakta başörtüsü takılmasını sakıncalı buluyor demektir.
İşte, bu kararın kafaları karıştıran en kritik noktası da burası. Yarın bu karara dayanarak, devletin bazı görevlileri sokaklarda "başörtülü avı"na çıkarsa ne yapacağız? 'Evet, yasal dayanağı vardır' diyerek, bireylerin en temel "insani hakları"na müdahale mi edeceğiz?
Peki bu, Anayasa'nın temel ilkelerine de, ruhuna da aykırı olmaz mı?
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt