Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

K a d e r.. (1 Kullanıcı)

Mekkavi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Nis 2012
Mesajlar
100
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
82
Web Sitesi
www.ibrahimbeser.com

B i s m i l l â h i r r a h m a n i r r a h i m
Esselâmu aleykum..

Konu : K a d e r..

İnsanı Kaderi ile birlikte yaratan Cenabı Allah, İnananları kurtardıktan sonra inançsız yaşamlarından dolayı, yaradılış gâyesinin dışına çıkan, NUH – AD – SEMUD – LUT ve diğer kavimleri helâk etmiştir.
Eğer murad etseydi yine Dünyada yaradılış gayelerinin dışına çıkıp sorumsuzca davranış sergileyenleri de cezalandırabilirdi.

“Allah dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni bir mahluk getirir. Bu (yok etme ve yaratma) Allah’a zor değildir.” (Fatır sûresi 16 ve 17. âyetler)

“Onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz şüphesiz yeter ve kimse bizim önümüze geçemez.” (Meâric sûresi 41. âyetler)


Peki bu kavimleri cenabı Hak neden ortadan kaldırdı? Bunun bir çok nedeni vardır. Onların helâk olmalarının nedenlerinden biriside, nasıl olsa kaderimiz yazılmıştır diyerek kaza ve kader konusunu kendilerine çıkar kabul edip fani dünyanın zevkine, sefâsına ve şeytanlarına yenik düşmelerinden kaynaklanmıştır.

“Allah'a şirk koşanlar dediler ki: Allah dileseydi, ne biz, ne babalarımız Ondan başkasına kulluk etmezdik ve Onun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık Kendilerinden öncekiler de böyle demişlerdi.” (Nahl sûresi 35. âyet)

“Yahut şöyle diyecektir: Allah bana doğru yolu gösterseydi, her halde ben de tâkva sahiplerinden biri olurdum.” (Zümer sûresi 57. âyet)


Yukarıdaki Âyeti kerimelerin Kura’n da ki yorumu şöyledir ;
(Müşrikler kader inancını, sadece iradesine ihanet sınırında bırakmayıp, Cenabı Mevlâ’ya iftira etmeye kadar götürdüğünün çarpıcı bir ifadesidir.)

Yukarıdaki âyeti kerimelerden anlaşılacağı gibi Günümüzde de kader konusunu sık sık gündeme taşıyarak, kendileri için çıkar zemini hazırlayıp bundan istifade cihetine gitmek isteyen zavallı insanlar vardır.

Bu konu ile ilgili Peygamber Efendimiz s.a.v. kader konusunda tartışma yapan sahâbeleri uyararak şöyle buyurmuştur ;

“Siz bununla mı emrolundunuz ? Yoksa ben bunun için mi gönderildim ? Şunu iyi bilin ki sizden önceki ümmetler bu tür tartışmalara daldıkları için helâk olmuşlardır.”

Kader ; yüce Rabbimizin yaratacağı bütün varlıkların ruhları, dünyaya gelmeden önce levhi mahfuzda Rabbimizin ezeli ilmi olarak toptan bulunmasıdır. Kaza ise ; bu mahlukâtın dünyaya geldikten sonra yazılarının zamanı gelince birer birer gerçekleşmesidir.

Kişinin dünyadaki ameli doğrultusunda Allah’u teâlâ dilerse bu yazıları yazdığı gibi değiştirmeyi de murat edebilir veya silebilir. Onun gücüne, kuvvetine, kudretine, Âlim ve Kâdir sıfatına kimse erişemeyeceği gibi dilediğini yapar. Hiç kimsenin karşı gelmeye gücü yetmez.

“Murad ettiği şeyleri mutlaka yapar.” (Buruc sûresi 16. âyet)

Sahabelerden birisi Peygamber Efendimiz s.a.v.’e Yazımız yazıldığına göre bizim amel etmemize ne gerek var? diye sorunca şöyle cevap almıştır ;

“İyilik yapmak isteyene iyilik yapmak kolaylaştırılır. Kötülük yapmak isteyene de kötülük kolaylaştırılmıştır.” Buyurmuş ve şu âyeti kerimeyi okumuştur ;

“Kim verir ve sakınırsa (itaat ve hayır), güzeli de tasdik ederse biz onu en kolaya hazırlar, onda başarılı kılarız. Kim cimrilik yapar, vermezse, kendini zengin sayıp hakka boyun eğmez, en güzeli de yalanlarsa, biz onu en zora yöneltiriz.”
(Leyl sûresi 5. âyetten 10. âyete kadar)

Diğer âyeti kerimeler ise şöyledir ;
“İşte bu kendi ellerinizle yaptıklarınızdır. Yoksa Allah kullarına zulmedici değildir.” ( Enfal sûresi 51. âyet )

“Gaybın anahtarı Allah’ın yanındadır. Onun için gaybı ancak o bilir. O karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. Onun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içinde tek bir tane yaş veya kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır (Levhi mahfuzda yazılıdır veya Allah’ın ilmindedir).” (Enam sûresi 59.âyet)


“Şüphesiz ki ne yerde nede gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.” (Âli imran sûresi 5.âyet)

Müminin kişi akraba ve yakınlarıyla alâkasını devâm ettirmesi, onlardan ilgisini kesmemesi onları koruyup gözetmesi, yâni akraba ziyaretinde bulunması, dinimizin çok önem verdiği esaslardan biridir. Dolayısıyla Müslüman, “sıla-i rahim” vazifesini hiçbir zaman ihmâl etmemelidir. Cenâbı Allah Kuran’ı Kerimde şöyle buyurur:

“Akrabâlık haklarına riâyetsizlikten sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisa süresi 1. âyet.)

Hadisi şerifler şöyle buyuruyor :
“İyilikleri emredenler, kötülüklerin yolunu tıkar. Gizli sadaka Allah’ın gazabını önler. Akraba ziyareti ömrü uzatır. Her iyilik sadakadır. Dünyada iyilik ehli ahirette iyilik ehlidir. Dünyada kötülük ehli ahirette de kötülük ehlidir.” Faydul kadir hadis no 5041)

“ Büyüklerinizden neslinizi (akrabalarınızı) öğreniniz. Çünkü akraba ilişkisi ailede sevgiyi, rızkınızın artmasını, ömrünüzün uzamasını ve neslinizin devamını sağlar.” (Faydul kadir hadis no 3319 )


Dolayısıyla sılayı rahim okadar büyük bir öneme haizdir ki Peygamber s.a.v. yukarıdaki hadisi şeriflerinde, akraba ile ilişki rızgı bollaştırır ve ömrü uzatır buyurmaktadır. Demek oluyor ki Allah c.c.‘hu murad ederse, kaderini yazarak dünyaya gönderdiği ve iradesini doğru yönde kullanan kullarının kaderlerinde dünyada iken de değişiklikler yapıyor.

“Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı) dır. Şüphesiz onlar Allah’a kolaydır.” ( Fatır sûresi 11 . âyet )

yukarıdaki Âyetin Kura’n da ki yorumu şöyledir;
(önce topraktan yaratılan, insanlığın atası Hz. Adem, sonra meniden yaratılan da diğer insanlardır. Her şeyin yazılı olduğu kitap, Yüce Rabbimizin bilgisinin ve yapacağı işlerin tespit edildiği, (levh-i mahfuzdur.)

(Allah dilediğini silip iptal eder, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır.) (Rad sûresi 39. ayet)

Kâlubelâda ruhların hepsini yarattığında, Dünyaya gelecek bütün İnsanların ruhlarını bir araya toplayan Alemlerin Rabbine itaat konusunda, onları kendi kendilerine şahit tutmuştur.

Cenabı Hak onların dünyaya geldiklerinde nasıl bir kişiliğe sahip olup olmayacaklarını bilmiyor muydu? Hâşâ! Yaratandan başka kim bilebilirdi?

Dünyada hiçbir şey karşılıksız olmayacağına göre bütün bu nimetlerden istifâde ettiği için Yüce Yaradan’a hamd edecek, şükredecek, kulluk görevlerini yerine getirecektir.

Dünyadaki canlı ve cansız tüm varlıklar, Cenabı Mevlâ’nın izni ile kesintisiz İnsanoğluna hizmet ederken, İnsanoğlu da Rabbimizin yap yapma buyruklarına kesintisiz itaat etmelidir, çünkü kalubelâ’da verdiği sözü ve yemini yerine getirmek zorundadır.

Kalubelâ ile ilgili Kura’nı Kerim şöyle buyuruyor ;
“Hani Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine karşı şahit tutarak: Rabbiniz değil miyim?" diye şahit tuttuğu zaman" evet Rabbimizsin, şahidiz" dediler. (Bunu) kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu." demeyesiniz. Yahut: ‘ancak önceden atalarımız şirk koşmuşlar, Biz ise onlardan sonra gelen bir zürriyettik, şimdi o batılı kuranların yaptıklarıyla bizi helâk mi edeceksin’? demeyesiniz diye (yaptık).” (Araf sûresi 172. 173. âyetler)

Arapça da kalubelâ; (Dediler ki kesinlikle evet anlamına gelir). Yüce Rabbimiz böylece dünyaya gelecek bütün Âdem oğullarına ait ruhları bir araya topladı ve hepsi birden Allah’a itaat sözü verdiler. Dünyaya gelince de bazıları sözlerinde durmadılar.

Bu ruhların tamamı levhi mahfuzundadır. Hepsinin nasıl bir kişiliğe sahip olacağı Yaradanın ezeli ilminde vardır. Dünyaya gelmesi programlanan ruh, zamanı gelince Alemlerin Rabbi’nin emri ile ana rahmine görevli bir melek tarafından üflenmektedir. Kalubelâda verdikleri yemin ve sözlerinde durmayanlarla ilgili âyeti kerimelerde;

“Allah’a verdiğiniz sözü az bir değer (çıkar, dışlanma, kınanma korkusu, makam, moda ve inat) karşılığı değişmeyin.” (Nahl sûresi 95. âyet)

“Allah’a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah’ın, riayet edilmesini emrettiği şeyleri (bağları koparıp) terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar: işte lanet onlar içindir. Ve kötü yurt (cehennem) onlarındır.”
(Rad sûresi 25. âyet)

“Onlar ki, Allah'ın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmazlar.” (Rad sûresi 20. âyet)


Yüce Rabbimiz cümlemizi sözünde duran itaatkar bir mümin ve yukarıdaki 20. Ayeti kerimeye mazhar olmamızı nasip etsin.

“ O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada, sizi en iyi bilendir.”( Necm sûresi 32. âyet )

“Meryem oğlu İsa dedi ki; Ey İsrail oğulları, ben size Allah’ın elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberinde müjdecisiyim." (Saf sûresi 6.âyet)


Yukarıdaki Ayeti kerimede; Allâhu teâlâ böyle taktir ettiğinden ve levhi mahfuza da böyle yazdığı için Hz. İsa a.s., Peygamber Efendimiz s.a.v. in dünyaya geleceğini yaklaşık 550 yıl önce müjdelemiştir.

Peki Ayeti kerime neden Muhammed değil de Ahmed olarak buyurmuştur? çünkü bu isimlerin Arapça da manası, övgülerin tamamına erişmiş anlamını taşır, örnek verecek olursak ; Ahmed - Muhammed – Mahmud - Memduh - Hamid - Hamdi - Mihmad - Hammad ve Hamdan gibi isimler de aynı türevden gelmektedir. Arapça da, Mustafa ise arıtılmış (filtre edilmiş) tertemiz anlamına gelir.

“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Mülk Allah’ın olunca bolluğu ve darlığı dilediği gibi taksim eder. Dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları verir. Yahut hem erkek hem kız çocuğu verir, dilediğini de kısır bırakır. O her şeyi bütünü ile bilendir, gücü yeter.” (Şûrâ sûresi 49.ve 50.âyetler)

Bu âyeti kerimelerden de anlaşılıyor ki; Ana rahmine girmek için milyonlarca sperm yarışırken hangisinin gireceğini, erkek veya kız olacağını, iyi veya kötü kişiliğe sahip olup olmayacağını her şeyi önceden ve ezelden olduğunu bilen mutlak ilahi güçtür.

Bedenimizdeki damarların uzunluğunun yüz bin kilometre olduğunu, dünyayı 2,5 kez sarabildiğini ve kalbimizin günde 9000 litre yani 9 ton kan pompaladığını, bir sinek kanatlarını saniyede 500 kez çırptığını biz biliyoruz da yaratanın bilmediğini mi sanıyoruz? Hâşâ! Her şeyi bilen yaratan, odur her şey ezeli ilminde vardır.

Ebû Leheb’in yalancıktan bile olsa İmana gelmeyeceğini önceden bilen Yüce Mevlâ O hayatta iken cehennemlik olduğu hususundaki Mesed (Tebbet) sûresini indirmesi yine onun ilmi ve buyruğu dahilindedir.

Biz küçücük aklımızla, bilgisayarımıza USB belleği takarak, yüzlerce sayfayı içeren bilgileri hiç noksansız, noktasına virgülüne kadar bir saniyeden daha az bir sürede aynen ve aynı netlikte, aktarabiliyoruz.

Veya ürettiğimiz malı, laboratuarda dayanıklılığını ve diğer özelliklerini test etmek için kısa sürede 80 yıl yaşlandırıp, nasıl bir şekle dönüşeceğini önceden öğrenebiliyoruz.

Peki Allah’u teâlâ dünyaya göndermeden önce kendi yarattığı ruhların kâlu belâda verdikleri sözü ve yemini yerine getirip getirmeyeceklerini, dünyaya gelmeden önce, kimin neyin nesi olacağını bilmeyecek kadar aciz midir? Hâşâ! Hayır.

Aciz olan ; benim nasıl olsa yazım ve kaderim yazılmış, ben şeytanın her istediğini yapıyım ve onun arkasından koşturayım diyen zavallılardır.

Bizim zaman ve değer ölçülerimiz ayrıdır. İlahi zaman ve değer ölçüleri farklıdır. Cenâbı Hak katında dünyaya gelmiş ve gelecek bütün canlı ve cansız varlıkların her şeyini bilmesi onun için bir andır. Zaman mefhumu yoktur.

“Bizim buyruğumuz ancak bir göz açıp kapanana kadar bir tek andır.” (Kamer Sûresi 50. âyet)

Aksi halde Yüce Allah Mümin kullarına hâşâ zulüm etmiş olur.
“Bu dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez.” (Âli İmran sûresi 182.ayet)

“İşte bu kendi ellerinizle yaptıklarınızdır. Yoksa Allah kullarına zulmedici değildir.” ( Enfal sûresi 51. âyet )

“Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şey için zulmetmez. Fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.” (Yunus sûresi 44.âyet)


“Kim iyi bir iş yaparsa bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.” (Fussilet sûresi 46.âyet)

“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır ; sarp sağlam kalelerde olsanız bile. Kendilerine bir iyilik dokunsa, bu Allah’tan derler ; başlarına bir kötülük gelince de, bu senden derler. ‘Hepsi Allah’tandır’ de, bu kavme ne oluyor ki bir türlü lâf anlamıyorlar. Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik, buna Allah’ın şahit olması yeter.” ( Nisa suresi 78. 79. âyetler )


Yukarıdaki Âyetlerin Kur’an da ki yorumu şöyledir;
(Bu iki âyet birlikte mütalaa edilirse İslâm’ın hayır, şer, kaza ve kader mevzularında ki inanç ve düşüncesine ışık tuttuğu görülür. İnsanlar umumiyetle elde ettikleri başarı ve iyi neticeleri kendilerine mal ederler. Felâket kötülük ve başarısızlıklarını yükleyecek birisini ararlar, kendilerini kınamak ve suçlamaktan kaçınırlar. Halbuki her şeyi yaratan İlâhi güçtür ; her şey onun taktir ve kudreti ile var olur. Ancak Rabbimiz hiçbir kimse için doğrudan doğruya felâket ve kötülüğe rıza göstermez; kulun işlediği her günah, suç ve kötülükte bizzat kendi iradesi devreye girer ve Cenabı Hak kulu öyle istediği için, ve iradesini o yönde sarf ettiği için öyle yaratır ; şu halde kul iradesi yönünde iyi veya kötüyü Murad eder , Cenabı Mevlâ hâliktır kulun iradesine göre yaratır.)

Dünya hayatında kişi iradesini hangi yönde kullanırsa Yüce Rabbimiz iyi veya kötüyü onun için yaratır. Bu dünya hayatı bizim için bir testtir. Ve şu anda o teste tâbi tutulduğumuzun bilinci ve şuuru içinde olmamız gerekir.)

Yüce Rabbim müminleri Kuran ve peygamber yolundan ayırmasın. Hepimize Dünyanın ve ahiretin güzellikleri nasip etsin. Hepimizi Peygamberimiz s.a.v. me Cennette komşu eylesin.

Sevgiler ve saygılar… Hoşça kalın… Mekkavi…
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt