Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
Şanlı ve şerefli tarihimizde birçok Fatih vardır ama bu adla anılan güzel insan, sadece Sultan Mehmed Han'dır. Çünkü o, bir muhteşem Peygamber müjdesine mazhar olmuştur.
Sultan Mehmed, veli bir padişah babanın, cevheri yüksek oğluydu. Babası bir sabah namazından sonra, Kur'an'ı Kerim okuyordu. Tam da Muhammed Süresi'ni bitirmiş, Fetih Süresi'ne başlamıştı ki, kapısı tıklatıldı.
-"Sultanım! Müjdeler olsun, bir oğlunuz oldu" dediler.
Sultan Murad Han'ın ağzından şu cümle dökülüverdi:
-"Elhamdülillah, Ravza-i Murad'da bir gül-i Muhammed açtı..."
-"Elhamdülillah, Ravza-i Murad'da bir gül-i Muhammed açtı..."
Bu kutlu çocuk adıyla ve işiyle doğmuştu. Adı Mehmed oldu, işi de fetihten fethe koşmak...
Bu asil ve şerefli millet, "Allah'ın adını yükseltmek ve o adın emri üzere adaleti her yerde tesis etmek" maksadıyla yaşamışlardır. Bu mana ve maksat için de yeryüzünde ordusuna Peygamberi'nin adını koyan tek millet olmuştur. Sultan Mehmed'de ilk Mehmed'den, Mehmed'ler Mehmed'inden; Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem'den ilhamlı bir istikamette yetişti. Güzellikleri ve adaleti yeryüzünde yaymak sevdalısı bir Mehmetçik'ti...
Devrinin bütün ilimlerinden ve yaygın dillerinden haberdardı. Bazılarında ise çok iyi yetişmişti.
Hem müttaki bir babanın, hem de ihlaslı, ilim ehli seçkin zatların gözetim ve denetimlerinde olgunlaşmıştı. Bu suretle hem kafası, hem de kalbi adını taşıdığı Güzeller Güzeli'nin istediği istikametteydi...
Sultan Fatih çapındaki bir insan, rastgele ve kendi halinde yetişebilir miydi? Bu sebeple devrinin en önemli, en derin alimlerinin rahle-i tedrisinden geçmiştir. Fıkıhta Molla Hüsrev, tefsirde Molla Gürani, Molla Yegan, Hızır Bey Çelebi, kelamda Hocazade ve riyazi ilimlerde de Ali Kuşçu'dan dersler aldı.
Fakat, asıl elinde ve gönlünde büyüdüğü hocası Akşemseddin Hazretleri'ydi. Hacı Bayram-ı Veli'nin halifesi olan Akşemseddin Hazretleri Fatih Sultan Mehmed Han'ın manevi babası olmuş, onun derunî dünyasını derinleştirmede en büyük pay, ona ait bulunmuştur.
Fakat, asıl elinde ve gönlünde büyüdüğü hocası Akşemseddin Hazretleri'ydi. Hacı Bayram-ı Veli'nin halifesi olan Akşemseddin Hazretleri Fatih Sultan Mehmed Han'ın manevi babası olmuş, onun derunî dünyasını derinleştirmede en büyük pay, ona ait bulunmuştur.
Akşemseddin önce onun kendisini fethetmesini, nefis ve şeytan surlarını aşabilmesini talim ettirmişti. Önce iyi yetişmek ve fetih için olgunlaşmak gerekiyordu. Dolayısıyla ilim, fen ve maneviyat bakımından gerekli altyapısı oluşturuldu.
Zaman zaman Fatih, bu sıralamayı bozmaya kalktığında, hocaları hemen müdahale ettiler. Mesela bir gece Molla Gürani, küçük Mehmed'in gece yarısından sonra odasında ışık gördü, meraklandı ve yanına varıp sordu:
-Şehzade Mehmed! Niçin uyumadın?
-Çalışıyordum...
-Hangi derse?
-Hangi derse?
Fatih, mahcup bir eda ile sustu. Hocası önündeki evrakı karıştırdı ve onun ne ile meşgul olduğunu anladı. Küçük Mehmet İstanbul'u fetih projeleri üzerinde çalışıyordu...
Daha bebekliğinden itibaren ecdadının İstanbul sevdasını hissetmişti. Babası ona "Oğlum, Konstantiniyye'yi fethetmelisin!" demişti. Hatta, devletin kurucusu Osman Gazi, "İstanbul'u aç, gülzar yap" dememiş miydi?
Küçük Mehmed, büyük idealini açıkladı:
-"Hocam, İstanbul'un bunca zamandır alınamaması içimi yakıyor. Peygamber Efendimiz'in aziz sahabelerinden beri hep kuşatılan ve o mübarek insanların kanlarıyla sulanmış Bizans Surları neden açılamıyor?
Küçük Mehmed, büyük idealini açıkladı:
-"Hocam, İstanbul'un bunca zamandır alınamaması içimi yakıyor. Peygamber Efendimiz'in aziz sahabelerinden beri hep kuşatılan ve o mübarek insanların kanlarıyla sulanmış Bizans Surları neden açılamıyor?
Müjdesi çoktan verilmiş olan o beldeyi fethetmenin yolu nedir? Bu soruyu kafamdan atamıyorum, uykularım kaçıyor, sabahlara kadar planlar yapıyorum..."
Molla Gürani küçük Mehmed'in büyük planını tebrik etti. Hedef çok kutlu ve ulvi idi. Ancak, böylesine muhteşem bir müjdeye mazhar olabilmek kolay değildi.
Çalışmak, olgunlaşmak, gelişmek ve bu büyük fethe maddesi ve manasıyla tam olarak hazırlanmak gerekirdi. "Dün mektebe geldi, bugün ustad olayım" dememek gerekti; Bu muazzam hedef için önce ilim, sonra da sarsılmaz bir iman, irade ve feraset sahibi olmak şarttı. Maddi ve manevi eğitim tamamlanmadan, o güzel müjdeye ulaşmak mümkün müdür?
"İstanbul mutlaka fethedilecektir. onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir!"
Bu güzellik ancak ilimle, irfanla, maneviyatla kazanılabilir. Bu kazançlara ulaşmak ise elbette kolay değildir.
Molla Gürani'nin Şehzade Mehmed'e yaptığı uyarı, tam bir eğitim gerçeğiydi. Olmadan oldurmak, yanmadan yakmak asla mümkün değildir hakikatini gösteriyordu.
Molla Gürani'nin Şehzade Mehmed'e yaptığı uyarı, tam bir eğitim gerçeğiydi. Olmadan oldurmak, yanmadan yakmak asla mümkün değildir hakikatini gösteriyordu.
O günden sonra Fatih, gecesini gündüzüne katıp, ilimde, irfanda, ahlak ve edepte derinleşmeye, incelemeye, durmaksızın tekamüle koştu.
O kadar gelişti ki, savaşta kullanacağı havan topunun bile mucidi oldu. Kendisine sunulan dervişlik lezzeti ve kuvvetiyle, nefsini ve şeytanı da manevi toplarla sindirdi. Bütün gayesi, İ'layı kelimetullah (Allah'ın adını yüceltmek) oldu. Her bakımdan o kadar gelişti ki, müttaki ve mübarek babası Sultan 2. Murad, daha 12 yaşındayken onu tahta çıkardı. Kendisi kalan ömrünü ahiret azığı hazırlamak üzere, Manisa'da geçirmeye karar verdi.
Bunu fırsat bilen Avrupa, saldırmak için harekete geçti. Sultan Mehmed babasını göreve çağırdı. Babasının "sultan artık sensin" demesine karşılık da, müthiş bir zeka pırıltısı ile şu cevabı verdi:
-"Padişah bensem emrediyorum, gelip ordunun başına geçiniz! Eğer padişah siz iseniz gelip vazifenizin başında bulununuz!..."
Sultan 2. Murad, anlaşma şartlarına uymayan düşmanlarına, hiç unutamayacakları Varna Zaferi dersini verdikten sonra, tekrar Manisa'ya döndü.