Misyonerlerin Klasik Çalışma Alanları Nerelerdir?
Hıristiyan misyon örgütlerinin hem klasik hem de postmodern çalışma alanlarından söz edebiliriz.
Aslında İmparator Konstantin’in resmi din ilan etmesiyle devlet dini haline gelen Hıristiyanlık, bu aşamadan itibaren hep bir yayılma aracı olarak kullanılmış başka deyişle emperyalizme ön–ayak olmuştur. Bu durum, XVIII ve XIX. yüzyıl sömürgecilik döneminde doruk noktaya çıkmıştır.
Ancak ne yazık ki Osmanlı, misyoner stratejilerinin emperyalizme ön–ayak oluşunun yeterince farkında olamamıştır. Hıristiyan misyon örgütleri, hem gayr-i müslimleri vahşi kapitalizmin sıçrama taşı haline getirmiş hem de bunun ötesinde etnik temele dayalı yıkıcı, bölücü ve ayrılıkçı faaliyetlere fikir ve eylem babalığı yapmışlardır. Bunun en çarpıcı örneklerinden yalnızca birisi Amerikan Protestan ABCFM’nin kurduğu Fırat/Ermeni Koleji’dir. Fırat Koleji’nin yerli ve Amerikalı öğretmen ve idarecileri Ermenileri isyan için tahrik etmişti.
Bu konuda ayık ve uyanık olması gereken ulema da genellikle basiretsiz kalmıştır. Millî şair Mehmet Akif haklı olarak bu konuda ulemadan serzenişte bulunur: “Misyonerler gece gündüz çalışırken, acaba, oturup vahy–i ilâhi mi bekler ulemâ.”
İlginçtir bunca tarihi tecrübeye rağmen bu durum şimdi de geçerlidir. Hem resmî hem de aydın çevreler misyon faaliyetlerini sıradan ve masum bir dine davet olarak algılamakta Millî Güvenlik boyutunu bilerek ya da bilmeyerek görmezlikten gelmektedir.Sorgulamadan, "görünmeyen kilise ve isimsiz hıristiyanlık" gibi postmodern sayılabilecek misyon kavramlarını hesaba katmadan kendisini ve kamuoyunu kandırmaktaydı.
Misyonerler, Hıristiyanlık propagandası yapmak için; özel okullar, hastaneler, kütüphaneler, yabancı dil öğretim merkezleri, sığınma evleri, öksüz yurtları ve pansiyonlar kurmakta, kimsesiz çocuklara çocuk köyleri kurmakta, yoksul ailelere maddî yardımda bulunmakta kitap, broşür, dergi basıp dağıtmakta çeşitli sanat etkinliklerinde bulunmaktalar.
Misyonerleri bazen bir doktor, bazen bir hemşire, bazen bir öğretmen, bazen herkesin yardımına koşan bir eleman olarak görebilirsiniz. Örneğin, “Yeni meslekleriyle de misyoner rahibe kardeşler, Hiristiyanlık prensiplerini telkin ettiler ve onları kominyon merasimine alıştırdılar. Türk müfettişleri onlara ihtar ve tehdit yöneltmelerine rağmen onlar Hıristiyanlık dualarını öğretiyorlardı.” diyor birmisyoner hatıralarında.
Sözde Barış Gönüllüleri:
Misyonerler için oldukça etkili kılıflarından birisi de “barış gönüllüsü” olmaktır.
1960’tan sonra da Anadolu’yu karış karış gezen “Barış Gönüllüleri” adlı misyonerler, Türkçe broşürler dağıtarak basın–yayın organları yoluyla da kendisini göstermiştir.
ABD ile yaptığımız ikili antlaşmalar çerçevesinde Türkiye’ye getirttiğimiz sözde barış gönüllüleri, etnik ve dinsel temele dayalı yıkıcı, bölücü ve ayrılıkçı faaliyetler yapmışlar, PKK’nın temellerinin oluşumunda rol almışlardır.
Hastalık ve Yoksulluk Simsarları:
Hastalık ve yoksulluk misyonerlerin en çok kullandıkları zaaflar arasında yer almaktadır. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi Rahibe Teresa’nın çalışmaları olsa gerek: “Özellikle Hintli yoksullara yardım amacını güden Katolik Kadın Cemaati Hayırsever Misyonerleri kurucusu olan Rahibe Teresa, 1910 yılında Üsküp’te, Arnavut asıllı bir bakkalın kızı olarak dünyaya gelmişti. Daha sonra ögretmenlik yapmak için geldiği Hindistan’da, Kalkütalı yoksullara yardım etmek istedi.1948 Hayırsever Misyonerler Cemaati’ni kurdu.Rahibe Teresa, fakirlere yardımlarından dolayı 1979 yılında Nobel Barış Ödülü’ne lâyık görülmüştü.” Rahibe Teresa için düzenlenen cenaze töreninin görkemi Batılı ülkelerin misyonerlere verdiği önemi gösteriyor olmalı:“Törene 50 ülkeden en üst düzeyde katılım olurken, ABD Başkanı ve Fransa Cumhurbaşkanının eşleriyle İspanya Kraliçesi Sofia, Belçika Kraliçesi Fabiola ve Ürdün Kraliçesi Noa da son yolculuğunda Rahibe Teresa’nın yanındalardı.
17 Ağustos Deprem’inden sonraki yardım faaliyetlerinde yeterince gördük. Resmî görevliler, yerli vakıfların yardım faaliyelerine kısıtlama getirirken misyon örgütleri yardım adı altında beyin yıkama faaliyetleri yapıyordu. Yeni Mesaj zamanında bu konuda çokça haber yapmış olduğu için değinmekle yetiniyoruz.
İstanbul’da Çocuk Hıristiyanlaştırma Köyü:
Çocuk köyleri oluşturmak da misyonerlerin yeni sayılabilecek çalışma alanlarından birisidir. Bunun bir örneği Mesaj Dergisi’nden Recep Deniz ve Oktay Doğan tarafından araştırılmıştı:“SOS– Kinderdof İnternational (SOS Çocuk köyleri Birliği) tarafından, Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı ile ortaklaşa, Gaziosmanpaşa ilçesi Bolluca mevkiinde yapılan çocuk açılışı tekrar ertelendi. SOS–Çocuk Köyleri Birliği’nin Türkiye Koordinatörü Berin Kaleli, Anadolu Ajansına verdiği haberde, Bolluca Çocuk Köyünün Şubat ayı içersinde açılacağını belirtti.
Daha önce bir günlük gazetede bir çok defa gündeme getirilen çocuk köyü, kamuoyunu oldukça meşgul ediyor. Aynı gazeteye göre masraflarının tamamına yakınını, Dünya Kiliseler Birliği’nin yan kuruluşu olarak faaliyet gösteren Uluslararası SOS Çocuk Köyleri Birliği’nin finanse ettiği köy; 2 katlı dublex, süper lüks ville şeklinde 12 evden ve idari binalar ile işletme için gerakli tesislerden oluşuyor.
Misyoner teşkilatlarının çok uzun yıllardır Türkiye’de çocuk köyü kurmak için çalıştıkları biliniyor. Özellikle 1979 yılında bu tür faaliyetlere ağırlık veren misyonerlerin çalışmaları, halkın yoğun tepkisini çekince, faaliyetler durduruldu. Müracatları birçok defa geri çevrilen bu çerçeve, vakıflarının ismini değiştirerek ve tüzüklerini Türk mevzuatına uydurarak tekrar teşebbüste bulundular. 1988 yılında, Türkiye Korumaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’nın 2. Başkanı’nın ... valiliği döneminde ihtiyaç duydukları izini kopararak, İstanbul Gaziosmanpaşa ilçesinin Bolluca mevkiinde 52.000 metrekarelik alan üzerinde “Çocuk Köyü” inşaatına başladılar. Milletlerarası Çocuk Köyleri Birliği tarafından verilen 3.5 milyon marklık yardımla yapımına başlanan köy, şu anda tamamlanmış durumda.
Psikolojik ve fizyolojik yapıları bozuk olmayan Müslüman 120 çocuğun barındırılacağı belirtiliyordu. Kanundaki bir boşluktan yararlanılarak kurulan çocuk köyü, bu sefer kimsesiz çocukların bakımını Çocuk Esirgeme Kurumu’na veren kanun engeliyle karşılaştı. Vakıf yetkililerinin köyü açabilmek için kimsesiz çocukları değil anne–baba veya velilerin noterce düzenlenen muvafakatı ile, psikolojik ve fizyolojik özürü olmayan çocukları köye almaya çalıştıkları açıklandı.
Kimsesiz çocukları koruma iddiasıyla ortaya çıkan vakfın, kanun engeliyle karşılaşınca, anne–babalı çocuklara yönelmesi ve fiziki özürlü çocukları dahil kabul etmemesinin baştaki masum görünen gayesi ile çeliştiği ifade ediliyor.
Eğer bunu başarırlarsa çocuk köyü üzerine Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurmunu’nun denetimi söz konusu olmayacak. Kanunda bu noktayı düzenleyen hüküm yok. Yetkililer; “Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’nın Bolluca’da yaptırdığı, çocuk köyleri kanuni durumunu tam olarak açık değil. Bu haliyle köy bir vakfa ait. Çocuk köyünün tam denetimi ve kontrollü de dolayısıyla vakfa ait oluyor. Şu anda bizim herhangi bir müdahalemiz söz konusu değil!” diyorlar.
Vakfın Başkanı Timur Erk, Dünya Kiliseler Birliğinin bir yan kuruluşu olan milletlerarası SOS– Çocuk Köyleri Birliği ile hiçbir alakalarının olmadığı söylüyordu. Bu konuda görüşlerine başvurulan müteahhit Haydar Soner Göker, asıl işverenin SOS– Kinderdof international olduğunu söylüyor ve “Parayı veren bunlardır. Para kimde ise patron da odur” diyordu. Köyün planlamasından., kontrolüne kadar herşeyin SOS– Kinderdorf İnternational tarafından yapıldığını ve bunların önlerindeki bütün bürokratik engellerin kaldırılması halinde en az 10 tane daha köyün kurulacağını belirtiyordu. Çocuk Köyü’nün kurulacağını belirtiyordu. Çocuk Köyü’nün girişindeki inşaat tabelasında “Kontrollük: SOS– Kinderdof İnternational, Finansman: Herman Gmeiner Fonds Deutscland vs” yazısı bulunuyor ve yayınladıkları tanıtım broşüründe bu konu açıkça ifade ediliyor...”
Hıristiyan misyon örgütlerinin hem klasik hem de postmodern çalışma alanlarından söz edebiliriz.
Aslında İmparator Konstantin’in resmi din ilan etmesiyle devlet dini haline gelen Hıristiyanlık, bu aşamadan itibaren hep bir yayılma aracı olarak kullanılmış başka deyişle emperyalizme ön–ayak olmuştur. Bu durum, XVIII ve XIX. yüzyıl sömürgecilik döneminde doruk noktaya çıkmıştır.
Ancak ne yazık ki Osmanlı, misyoner stratejilerinin emperyalizme ön–ayak oluşunun yeterince farkında olamamıştır. Hıristiyan misyon örgütleri, hem gayr-i müslimleri vahşi kapitalizmin sıçrama taşı haline getirmiş hem de bunun ötesinde etnik temele dayalı yıkıcı, bölücü ve ayrılıkçı faaliyetlere fikir ve eylem babalığı yapmışlardır. Bunun en çarpıcı örneklerinden yalnızca birisi Amerikan Protestan ABCFM’nin kurduğu Fırat/Ermeni Koleji’dir. Fırat Koleji’nin yerli ve Amerikalı öğretmen ve idarecileri Ermenileri isyan için tahrik etmişti.
Bu konuda ayık ve uyanık olması gereken ulema da genellikle basiretsiz kalmıştır. Millî şair Mehmet Akif haklı olarak bu konuda ulemadan serzenişte bulunur: “Misyonerler gece gündüz çalışırken, acaba, oturup vahy–i ilâhi mi bekler ulemâ.”
İlginçtir bunca tarihi tecrübeye rağmen bu durum şimdi de geçerlidir. Hem resmî hem de aydın çevreler misyon faaliyetlerini sıradan ve masum bir dine davet olarak algılamakta Millî Güvenlik boyutunu bilerek ya da bilmeyerek görmezlikten gelmektedir.Sorgulamadan, "görünmeyen kilise ve isimsiz hıristiyanlık" gibi postmodern sayılabilecek misyon kavramlarını hesaba katmadan kendisini ve kamuoyunu kandırmaktaydı.
Misyonerler, Hıristiyanlık propagandası yapmak için; özel okullar, hastaneler, kütüphaneler, yabancı dil öğretim merkezleri, sığınma evleri, öksüz yurtları ve pansiyonlar kurmakta, kimsesiz çocuklara çocuk köyleri kurmakta, yoksul ailelere maddî yardımda bulunmakta kitap, broşür, dergi basıp dağıtmakta çeşitli sanat etkinliklerinde bulunmaktalar.
Misyonerleri bazen bir doktor, bazen bir hemşire, bazen bir öğretmen, bazen herkesin yardımına koşan bir eleman olarak görebilirsiniz. Örneğin, “Yeni meslekleriyle de misyoner rahibe kardeşler, Hiristiyanlık prensiplerini telkin ettiler ve onları kominyon merasimine alıştırdılar. Türk müfettişleri onlara ihtar ve tehdit yöneltmelerine rağmen onlar Hıristiyanlık dualarını öğretiyorlardı.” diyor birmisyoner hatıralarında.
Sözde Barış Gönüllüleri:
Misyonerler için oldukça etkili kılıflarından birisi de “barış gönüllüsü” olmaktır.
1960’tan sonra da Anadolu’yu karış karış gezen “Barış Gönüllüleri” adlı misyonerler, Türkçe broşürler dağıtarak basın–yayın organları yoluyla da kendisini göstermiştir.
ABD ile yaptığımız ikili antlaşmalar çerçevesinde Türkiye’ye getirttiğimiz sözde barış gönüllüleri, etnik ve dinsel temele dayalı yıkıcı, bölücü ve ayrılıkçı faaliyetler yapmışlar, PKK’nın temellerinin oluşumunda rol almışlardır.
Hastalık ve Yoksulluk Simsarları:
Hastalık ve yoksulluk misyonerlerin en çok kullandıkları zaaflar arasında yer almaktadır. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi Rahibe Teresa’nın çalışmaları olsa gerek: “Özellikle Hintli yoksullara yardım amacını güden Katolik Kadın Cemaati Hayırsever Misyonerleri kurucusu olan Rahibe Teresa, 1910 yılında Üsküp’te, Arnavut asıllı bir bakkalın kızı olarak dünyaya gelmişti. Daha sonra ögretmenlik yapmak için geldiği Hindistan’da, Kalkütalı yoksullara yardım etmek istedi.1948 Hayırsever Misyonerler Cemaati’ni kurdu.Rahibe Teresa, fakirlere yardımlarından dolayı 1979 yılında Nobel Barış Ödülü’ne lâyık görülmüştü.” Rahibe Teresa için düzenlenen cenaze töreninin görkemi Batılı ülkelerin misyonerlere verdiği önemi gösteriyor olmalı:“Törene 50 ülkeden en üst düzeyde katılım olurken, ABD Başkanı ve Fransa Cumhurbaşkanının eşleriyle İspanya Kraliçesi Sofia, Belçika Kraliçesi Fabiola ve Ürdün Kraliçesi Noa da son yolculuğunda Rahibe Teresa’nın yanındalardı.
17 Ağustos Deprem’inden sonraki yardım faaliyetlerinde yeterince gördük. Resmî görevliler, yerli vakıfların yardım faaliyelerine kısıtlama getirirken misyon örgütleri yardım adı altında beyin yıkama faaliyetleri yapıyordu. Yeni Mesaj zamanında bu konuda çokça haber yapmış olduğu için değinmekle yetiniyoruz.
İstanbul’da Çocuk Hıristiyanlaştırma Köyü:
Çocuk köyleri oluşturmak da misyonerlerin yeni sayılabilecek çalışma alanlarından birisidir. Bunun bir örneği Mesaj Dergisi’nden Recep Deniz ve Oktay Doğan tarafından araştırılmıştı:“SOS– Kinderdof İnternational (SOS Çocuk köyleri Birliği) tarafından, Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı ile ortaklaşa, Gaziosmanpaşa ilçesi Bolluca mevkiinde yapılan çocuk açılışı tekrar ertelendi. SOS–Çocuk Köyleri Birliği’nin Türkiye Koordinatörü Berin Kaleli, Anadolu Ajansına verdiği haberde, Bolluca Çocuk Köyünün Şubat ayı içersinde açılacağını belirtti.
Daha önce bir günlük gazetede bir çok defa gündeme getirilen çocuk köyü, kamuoyunu oldukça meşgul ediyor. Aynı gazeteye göre masraflarının tamamına yakınını, Dünya Kiliseler Birliği’nin yan kuruluşu olarak faaliyet gösteren Uluslararası SOS Çocuk Köyleri Birliği’nin finanse ettiği köy; 2 katlı dublex, süper lüks ville şeklinde 12 evden ve idari binalar ile işletme için gerakli tesislerden oluşuyor.
Misyoner teşkilatlarının çok uzun yıllardır Türkiye’de çocuk köyü kurmak için çalıştıkları biliniyor. Özellikle 1979 yılında bu tür faaliyetlere ağırlık veren misyonerlerin çalışmaları, halkın yoğun tepkisini çekince, faaliyetler durduruldu. Müracatları birçok defa geri çevrilen bu çerçeve, vakıflarının ismini değiştirerek ve tüzüklerini Türk mevzuatına uydurarak tekrar teşebbüste bulundular. 1988 yılında, Türkiye Korumaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’nın 2. Başkanı’nın ... valiliği döneminde ihtiyaç duydukları izini kopararak, İstanbul Gaziosmanpaşa ilçesinin Bolluca mevkiinde 52.000 metrekarelik alan üzerinde “Çocuk Köyü” inşaatına başladılar. Milletlerarası Çocuk Köyleri Birliği tarafından verilen 3.5 milyon marklık yardımla yapımına başlanan köy, şu anda tamamlanmış durumda.
Psikolojik ve fizyolojik yapıları bozuk olmayan Müslüman 120 çocuğun barındırılacağı belirtiliyordu. Kanundaki bir boşluktan yararlanılarak kurulan çocuk köyü, bu sefer kimsesiz çocukların bakımını Çocuk Esirgeme Kurumu’na veren kanun engeliyle karşılaştı. Vakıf yetkililerinin köyü açabilmek için kimsesiz çocukları değil anne–baba veya velilerin noterce düzenlenen muvafakatı ile, psikolojik ve fizyolojik özürü olmayan çocukları köye almaya çalıştıkları açıklandı.
Kimsesiz çocukları koruma iddiasıyla ortaya çıkan vakfın, kanun engeliyle karşılaşınca, anne–babalı çocuklara yönelmesi ve fiziki özürlü çocukları dahil kabul etmemesinin baştaki masum görünen gayesi ile çeliştiği ifade ediliyor.
Eğer bunu başarırlarsa çocuk köyü üzerine Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurmunu’nun denetimi söz konusu olmayacak. Kanunda bu noktayı düzenleyen hüküm yok. Yetkililer; “Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’nın Bolluca’da yaptırdığı, çocuk köyleri kanuni durumunu tam olarak açık değil. Bu haliyle köy bir vakfa ait. Çocuk köyünün tam denetimi ve kontrollü de dolayısıyla vakfa ait oluyor. Şu anda bizim herhangi bir müdahalemiz söz konusu değil!” diyorlar.
Vakfın Başkanı Timur Erk, Dünya Kiliseler Birliğinin bir yan kuruluşu olan milletlerarası SOS– Çocuk Köyleri Birliği ile hiçbir alakalarının olmadığı söylüyordu. Bu konuda görüşlerine başvurulan müteahhit Haydar Soner Göker, asıl işverenin SOS– Kinderdof international olduğunu söylüyor ve “Parayı veren bunlardır. Para kimde ise patron da odur” diyordu. Köyün planlamasından., kontrolüne kadar herşeyin SOS– Kinderdorf İnternational tarafından yapıldığını ve bunların önlerindeki bütün bürokratik engellerin kaldırılması halinde en az 10 tane daha köyün kurulacağını belirtiyordu. Çocuk Köyü’nün kurulacağını belirtiyordu. Çocuk Köyü’nün girişindeki inşaat tabelasında “Kontrollük: SOS– Kinderdof İnternational, Finansman: Herman Gmeiner Fonds Deutscland vs” yazısı bulunuyor ve yayınladıkları tanıtım broşüründe bu konu açıkça ifade ediliyor...”