Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Islamsız mevlana törenleri.... (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
“İSLÂMSIZ” MEVLÂNÂ TÖRENLERİ
Gülçin Şenel
Konya’da Üstad Necib Fazıl’ın tabiriyle bir “Mevlânâ-Töreni-Rezaleti” daha yaşandı. 1-17 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilen Şeb-i Aruz törenleri, her sene olduğu gibi Tasavvuf Musikisi konseri, Semâ gösterileri ve bu çizgide faaliyetler eşliğinde gerçekleştirildi. Bu faaliyetler “İnanç Turizmi” gibi abes bir başlık altında gerçekleştiriledursun, devlet erkânı da bu abese iştirakten geri kalmadı. Hz. Mevlânâ’ya ait olmayan “ne olursan ol gel” mısraları, O’nun hayatı ve tefekkürüne aykırı bir sürü merasim, hümanizm saçmalıkları vesaire… Ancak bu yıl, devlet erkânının katıldığı “resmi” törenden hemen önce 16 Aralık’ta gerçekleştirilen “Semâ Töreni”nde Ömer Tuğrul İnançer yüreğimize bir nebze su serpti. Hz. Mevlânâ’nın bir şov malzemesi yapılmasından, fikirlerinin çarpıtılmasından rahatsızlığını dile getirerek, sert bir konuşma yaptı. Konuşmasının ardından, her biri devlet memuru olan semâzenlerin sahtelikler panayırı başladı ki, tâbiri caizse, baş dönmesi ve mide bulantısı eşliğinde salonu terk ettik.
İşin garib tarafı, bu şov, tekke ve zaviyeleri kapatan Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından tertib ediliyor. Bakınız olay nasıl gerçekleşiyor:
«Mevlevî dergâhı ve Mevlevîlik pratiği, diğer bütün tarikat, tekke, dergâh ve zâviyelerle birlikte 1925’te kapatıldı. Üstelik kanunu hazırlayanların başındaki kişi, yani Konya mebusu Abdülhalîm Çelebi, Mevlevî tarikatının da başındaki kişiydi. O sırada Meclis Başkanvekili olacak kadar devrimlerin içindeydi. “Bu kanunu çıkarırken ayrıcalık yapamazdık” diyecek kadar da hukuk teorisine bağlı bir milletvekiliydi. Mevlânâ’nın 22 kuşaktan torunu Esin Çelebi’den öğreniyoruz ki, Abdülhalîm Çelebi, Konya Mevlânâ Dergâhı’nın son postnişini idi. Makam çelebiliğinin getirdiği görevlerin yanısıra millî mücadeleye destek vermişti, en önemlisi, Tekke ve Zaviye Kanunu çıkmadan, Gazi Mustafa Kemal Paşa ile konuşmalar yapmış ve onun da teyidini alarak, oğlu Mehmed Bakır Çelebi'yi, Halep Mevlevîhanesi'ne şeyh olarak tayin etmişti. Kanundan iki yıl sonra Atatürk’ün özel bir izniyle Konya’daki Mevlânâ türbesi, müze olarak tekrar açıldı. Yine de Mevlevî semaları yapılamıyordu. Mevlevîlik, merkezini Suriye’nin Halep şehrine taşıdı. Ancak Suriye’deki Mevlevîlerin Türkiye yanlısı hisleri önce Fransızları, sonra da Suriye devletini rahatsız etti. Halep’teki Mevlevî merkezi kapatıldı. Mevlevî şeyhleri de ülkemize döndü. Türkiye’de ilgâ kanunundan sonraki ilk Mevlevî seması 1953’te yine özel bir izinle gerçekleşti. Konya’da bir sinemada, bir müzisyen ve üzerlerinde Mevlevî kıyafetleri olmayan iki semazenden oluşan bir grup tarafından.» (1)
Derken, daha sonra 1970’li yıllarda Mesnevî tercümeleriyle Hz. Mevlânâ’dan haberdar olmaya başlayan yabancı turistlerin Hz. Mevlânâ’ya ve türbesine olan ilgisi “Turizm yatırımı” olarak dikkat çekiyor ve artık “şov” başlıyor. Hz. Mevlânâ’nın muazzez ruhaniyeti huzurunda bir sürü gürültü patırtı kopartılıyor ve birkaç cılız ses dışında kimse bu saçmalığa dur demiyor. Üstelik, Hz. Mevlânâ’nın fikirleri, İBDA Mimarı’nın “kadavra mistisizmi” olarak tabir ettiği çeşitli Uzakdoğu mistik görüşleri ile çorba edilip çarpıtılıyor. Tahrif, Hz. Mevlânâ’yı “Dinler Arası Diyalog” sapkınlığının mimarı olarak takdim etmeye kadar vardırılıyor.
Diğer taraftan, yabancılar da yerlilerinden aşağıda kalmıyor ve Hz. Mevlânâ’nın eserleri yabancı dillere tercüme edilirken tahrifata uğruyor. Nitekim, ABD’li Psikolog İbrahim Gamard, “Mevlânâ’nın Rubaileri” isimli kitabıyla ilgili olarak şöyle diyor:
"Son olarak da bu rubaileri bir kitabta toplama ve okuyuculara sunma ihtiyacı hissettik. Çünkü Mevlânâ'nın rubaileri, ilim adamları tarafından orijinal halleriyle İngilizceye çevrilmemişti. Mevlânâ'nın rubaileri ABD'de pek çok şair tarafından değiştirilerek, içindeki 'namaz, secde, rüku ve Allah' gibi bölümleri çıkarılarak yayımlandı. İslâm'a ABD'de biraz şübheyle bakıldığı için, Mevlânâ ile ilgili yazılan kitablarda, Mevlânâ'nın din ile ilgili sözleri değiştiriliyor. (…) Bu kitabı yazmamdaki temel amacım Mevlânâ'nın Hz. M…….'e övgü dolu sözlerini, aşkını ve bağlılığını göstermekti, çünkü, ABD'de Mevlânâ'yı bir Müslüman'dan ziyade bir düşünür gibi görme eğilimindeler. Bu yüzden daha önce yazdığım kitaba İslâm ve Mevlânâ ismini verdim. Çünkü Mevlânâ'nın Hazreti M…….'in gerçek bir takibçisi olduğunu göstermek istedim". (2)
Yine Fransız Profesör Eric Geoffroy, Mevlânâ'nın son yıllarda Batı dünyasında büyük bir şöhret kazandığını; ancak Batılı eserlerde çoğunlukla Mevlânâ'nın İslâm'la ilişkisinin koparıldığını, Mevlânâ'nın Kur'an-ı Kerim'den bağımsız düşünülemeyeceğini söylüyor. ABD ve Avrupa'da Tasavvufu İslâm'dan tecrid ederek yeni bir "new age din" çıkarma çabası gözlendiğini savunuyor ve ekliyor: “Günümüzde Mevlânâ, İslâmî köklerinden koparılarak yeni bir ruhanî lider gibi sunuluyor. Bugün birçok kişi Mevlânâ'nın ön adının M……. olduğunu bilmez. Zira, Batılı çalışmalarda kimse onun gerçek adını kullanmaya cesaret edemiyor." Mevlânâ'nın feyz aldığı dostu Şems-i Tebrizî'nin Batılı eserlerde "gezgin ve hippi bir kişilik" gibi yansıtıldığını ifâde ediyor. Konya’daki Şeb-i Aruz törenleri de, Batılılarca çizilmiş İslâm’la alâkasız Mevlânâ portresinin, Türkiye Cumhuriyeti tarafından tasdik edilmiş “resmî” çerçevesini tamamlıyor.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
MEVLÂNÂ -TÖRENİ- REZALETİ
Ne korkunç bir başlık değil mi?.. Birden bire insana gelen his şu: Mevlânâ'yı korumak için mi, batırmak için mi kullanılıyor bu başlık?..
Bakın niçin?..
Mevlânâ gibi, İslâmın iç dünyasına ait ilâhî ışıklan feza çapı gönül fanusunda ışıldatan bir velî etrafında yaptıkları törenler ve gösterdikleri alâka, hele yarı resmî devlet ifadesi olarak o büyük zatı anlamak ve anlatmak bakımından gerçek mânaya o kadar uzaktır ki, «rezalet» kelimesinden başka hiçbir türlü belirtilemez.
Biricik vasfı İslâm, biricik hakikati tasavvuf ve biricik gayesi ilâhî visal olan koca velîyi, döndüre dolaştıra nihayet turist terliğine benzettiler. Şişli dönme muhitleri, Zekeriya sofraları veya ispritizma masaları mutekitlerinin hakikat ve güzellik ölçüsü çemberi içine almaya yeltendiler Mevlânâ'yı...
Yukarıdaki vasıflar dururken Mevlânâ'nın ne Türklüğü, ne şairliği, ne düşünürlüğü hayal edilebilir.
«Ben Kur'ân'ın kölesiyim; ben Ahmet-i Muhtar'ın yolunda O'nun ayak toprağıyım!» diyen bir ermişi, bağlı olduğu aşk ve iman kutuplarından ayırıp rejimin ve günün keyfine göre şekil ve mânalara büründürmek, Kur'ân'ın kölesi ve O'nun ayak toprağı olmayı kabul etmeyenlerin mânevi cinayetleri arasında en sefil olanıdır.
Allah ve Resulüne bağlı olmayanların Mevlânâ'ya bağlılık iddia etmeye ve onun mübarek adını mini etekten «Gelin Gecesi» tuvaletine, turist kokona tecessüsünden favorili züppeler cümbüşüne kadar istismar vesilesi kılmaya hakkı yoktur.
Kim bu şekilde oynamalar, zıplamalar, hırlamalar, dümbelek çalmaların dinde ve Mevlânâ'da olmadığını biliyor ve «Ben Kur'ân'ın kölesiyim» diyorsa o buyursun Mevlânâ törenine!.. (3)

1) Özcan Yüksek, “Anma Gösterileri Mevlânâ Ruhuna Uygun Düştü mü?”, Referans Gazetesi, 06.10.2007
2)
CNNTurk.com - Türkiye, Dünya, Ekonomi, Finans, Spor, Sağlık, Kültür-Sanat, Yaşam, Bilim-Teknoloji, Hava-Yol Haberleri
3) Salih Mirzabeyoğlu, Kavgam –Necib Fazıl-, c. 2, s. 230-231, İBDA Yayınları

Baran Dergisi, s. 102, 24 Aralık 2008


CUMHURBAŞKANLIĞI KÜLTÜR VE SANAT ÖDÜLÜ TURGUT CANSEVER’E

Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri, Aralık ayının ilk haftasında Çankaya Köşkü’nde düzenlenen bir törenle, dünya çapındaki kıymetli mimarımız Turgut Cansever’le beraber, Yaşar Kemal ve Dr. Alaeddin Yavaşca'ya verildi. Büyük Mimar Turgut Cansever’in bu vesileyle yeniden gündeme gelmesi, gündeme getirenler kim ve neci olurlarsa olsunlar, bizim için sevindirici bir gelişme oldu. Bilvesile, Turgut Cansever’le geçmişte bir gazetede yapılmış bir röportajdan seçtiğimiz, Büyük Doğu’nun tarih muhasebesini selâmlayan ve Büyük Doğu-İBDA ruh ve anlayış sisteminin gerekliliğine işaret eden bir bölümü dikkat nazarlarınıza arzediyoruz:
«Sözünü ettiğiniz iki asırlık kültürel yöneliş yanılgısını biraz açar mısınız?
Türkiye'deki kültürel yöneliş yanılgısı çok eskiye dayanıyor. Tanzimatçılardan daha öncelere, III. Selim dönemine. Sadelik, incelik, vakar gibi büyük asrî değerlerimize, Lâle Devri ile beraber Batı'nın barok ve rokoko özentisi karışmaya başlamış. Osmanlı sanat iradesini devam ettiren Sinan'ın talebelerinin son eserlerinden sonra Fransız saray hayatının sathî zevkleri ilericilik diye ülkeye geliyor. İthal edilen şeyler asrî değerlerimizle kıyaslanamayacak kadar süflî halbuki. III. Selim'e kadar şehirlerimizin bir meselesi yok, ama 19. yüzyıl Osmanlı entelektüelleri doğru düşünme yeteneğini kaybediyor. Neden kaybettiklerine gelince, “Bir kavmi şerre düşmedikçe helâk etmeyiz.” diyen âyet-i kerimeye bakmamız gerekiyor. Versailles önemli, Topkapı önemsiz sayılıyor. Düşünce sisteminde başlayan çözülme mimariyi de çöküşe sürüklüyor.
Peki bu çöküşün önüne geçmek için ne yapılmalı?
Mimarideki yanlışların temeli, düşünce sisteminin bozulmasının maddi alana yansıması. İnanç ve ahlaki değerlerin kaybı da düşünce sistemindeki bozulmanın arkasında yatan gerçek. Meselelerin tartışılmaya başlanması lazım. Soru sormaktan “soruyu soran, cevaplayan, ümmete öğreten ve ilk üçünü takdir eden” fayda görür. Ben soruyu sormaya çalıştım. Toplumun müsaade ettiği küçücük alanda bir şeyler yapmaya çalıştım. Bayındırlık Bakanlığı kadroları ile hiç geçinemedik ya neyse...
“Kültürel kirlenme Türk mimarisinin en büyük problemi” diyorsunuz. Teknolojinin getirdiği bir kirlenme mi bu? Yani yapılan, yapılmak istenen yeni binalar mı mesele?
Dünyada kültürel çeşitlilik kaçınılmaz. Farklı tarih ve kültürel kökenlerden gelen toplumlar farklı yaklaşımlara sahib. Ama insanın vazifesi dünyayı güzelleştirmektir. Dünyaya en büyük müdahale yapılarla olduğuna göre, mimarların görevi dünyayı güzelleştirmek. Amaçların berrak bir şekilde belirtildiği çağlar kayboldu, ahlakî amaçlar unutuldu. Bizden sonra yaşayacak insanların da dünya üzerinde hakkı var. Basit konfor ve menfaat meselelerimizle gelecek nesilleri bu haklardan mahrum ediyoruz. Esas takıldığımız fikrî ve manevî engeller. Kuleler insanlığın içine düştüğü gurur, para gibi yanılgıların ürünü. Ortaçağ Avrupa'sında sadece rahibler mimarlık yapabiliyor. Yeryüzü ile oynanıyor sonuçta.»

Baran Dergisi, s. 102, 24 Aralık 2008

DİĞER MAKALELER
- Yitirilmiş Bir Gelenek: Bed'i Besmele
- Oryantalizm ve Oryantalist Ressamlar
- "Sürrealizm Benim!"

 

ufuktuncay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2009
Mesajlar
533
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Allah Selamet versin.....

Hayretler içerisinde okudum.

Uyarılar için teşekkürler.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
images
“İSLÂMSIZ” MEVLÂNÂ TÖRENLERİ


Gülçin Şenel

Konya’da Üstad Necib Fazıl’ın tabiriyle bir “Mevlânâ-Töreni-Rezaleti” daha yaşandı. 1-17 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilen Şeb-i Aruz törenleri, her sene olduğu gibi Tasavvuf Musikisi konseri, Semâ gösterileri ve bu çizgide faaliyetler eşliğinde gerçekleştirildi. Bu faaliyetler “İnanç Turizmi” gibi abes bir başlık altında gerçekleştiriledursun, devlet erkânı da bu abese iştirakten geri kalmadı. Hz. Mevlânâ’ya ait olmayan “ne olursan ol gel” mısraları, O’nun hayatı ve tefekkürüne aykırı bir sürü merasim, hümanizm saçmalıkları vesaire… Ancak bu yıl, devlet erkânının katıldığı “resmi” törenden hemen önce 16 Aralık’ta gerçekleştirilen “Semâ Töreni”nde Ömer Tuğrul İnançer yüreğimize bir nebze su serpti. Hz. Mevlânâ’nın bir şov malzemesi yapılmasından, fikirlerinin çarpıtılmasından rahatsızlığını dile getirerek, sert bir konuşma yaptı. Konuşmasının ardından, her biri devlet memuru olan semâzenlerin sahtelikler panayırı başladı ki, tâbiri caizse, baş dönmesi ve mide bulantısı eşliğinde salonu terk ettik.
İşin garib tarafı, bu şov, tekke ve zaviyeleri kapatan Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından tertib ediliyor. Bakınız olay nasıl gerçekleşiyor:
«Mevlevî dergâhı ve Mevlevîlik pratiği, diğer bütün tarikat, tekke, dergâh ve zâviyelerle birlikte 1925’te kapatıldı. Üstelik kanunu hazırlayanların başındaki kişi, yani Konya mebusu Abdülhalîm Çelebi, Mevlevî tarikatının da başındaki kişiydi. O sırada Meclis Başkanvekili olacak kadar devrimlerin içindeydi. “Bu kanunu çıkarırken ayrıcalık yapamazdık” diyecek kadar da hukuk teorisine bağlı bir milletvekiliydi. Mevlânâ’nın 22 kuşaktan torunu Esin Çelebi’den öğreniyoruz ki, Abdülhalîm Çelebi, Konya Mevlânâ Dergâhı’nın son postnişini idi. Makam çelebiliğinin getirdiği görevlerin yanısıra millî mücadeleye destek vermişti, en önemlisi, Tekke ve Zaviye Kanunu çıkmadan, Gazi Mustafa Kemal Paşa ile konuşmalar yapmış ve onun da teyidini alarak, oğlu Mehmed Bakır Çelebi'yi, Halep Mevlevîhanesi'ne şeyh olarak tayin etmişti. Kanundan iki yıl sonra Atatürk’ün özel bir izniyle Konya’daki Mevlânâ türbesi, müze olarak tekrar açıldı. Yine de Mevlevî semaları yapılamıyordu. Mevlevîlik, merkezini Suriye’nin Halep şehrine taşıdı. Ancak Suriye’deki Mevlevîlerin Türkiye yanlısı hisleri önce Fransızları, sonra da Suriye devletini rahatsız etti. Halep’teki Mevlevî merkezi kapatıldı. Mevlevî şeyhleri de ülkemize döndü. Türkiye’de ilgâ kanunundan sonraki ilk Mevlevî seması 1953’te yine özel bir izinle gerçekleşti. Konya’da bir sinemada, bir müzisyen ve üzerlerinde Mevlevî kıyafetleri olmayan iki semazenden oluşan bir grup tarafından.» (1)
Derken, daha sonra 1970’li yıllarda Mesnevî tercümeleriyle Hz. Mevlânâ’dan haberdar olmaya başlayan yabancı turistlerin Hz. Mevlânâ’ya ve türbesine olan ilgisi “Turizm yatırımı” olarak dikkat çekiyor ve artık “şov” başlıyor. Hz. Mevlânâ’nın muazzez ruhaniyeti huzurunda bir sürü gürültü patırtı kopartılıyor ve birkaç cılız ses dışında kimse bu saçmalığa dur demiyor. Üstelik, Hz. Mevlânâ’nın fikirleri, İBDA Mimarı’nın “kadavra mistisizmi” olarak tabir ettiği çeşitli Uzakdoğu mistik görüşleri ile çorba edilip çarpıtılıyor. Tahrif, Hz. Mevlânâ’yı “Dinler Arası Diyalog” sapkınlığının mimarı olarak takdim etmeye kadar vardırılıyor.
Diğer taraftan, yabancılar da yerlilerinden aşağıda kalmıyor ve Hz. Mevlânâ’nın eserleri yabancı dillere tercüme edilirken tahrifata uğruyor. Nitekim, ABD’li Psikolog İbrahim Gamard, “Mevlânâ’nın Rubaileri” isimli kitabıyla ilgili olarak şöyle diyor:
"Son olarak da bu rubaileri bir kitabta toplama ve okuyuculara sunma ihtiyacı hissettik. Çünkü Mevlânâ'nın rubaileri, ilim adamları tarafından orijinal halleriyle İngilizceye çevrilmemişti. Mevlânâ'nın rubaileri ABD'de pek çok şair tarafından değiştirilerek, içindeki 'namaz, secde, rüku ve Allah' gibi bölümleri çıkarılarak yayımlandı. İslâm'a ABD'de biraz şübheyle bakıldığı için, Mevlânâ ile ilgili yazılan kitablarda, Mevlânâ'nın din ile ilgili sözleri değiştiriliyor. (…) Bu kitabı yazmamdaki temel amacım Mevlânâ'nın Hz. M…….'e övgü dolu sözlerini, aşkını ve bağlılığını göstermekti, çünkü, ABD'de Mevlânâ'yı bir Müslüman'dan ziyade bir düşünür gibi görme eğilimindeler. Bu yüzden daha önce yazdığım kitaba İslâm ve Mevlânâ ismini verdim. Çünkü Mevlânâ'nın Hazreti M…….'in gerçek bir takibçisi olduğunu göstermek istedim". (2)
Yine Fransız Profesör Eric Geoffroy, Mevlânâ'nın son yıllarda Batı dünyasında büyük bir şöhret kazandığını; ancak Batılı eserlerde çoğunlukla Mevlânâ'nın İslâm'la ilişkisinin koparıldığını, Mevlânâ'nın Kur'an-ı Kerim'den bağımsız düşünülemeyeceğini söylüyor. ABD ve Avrupa'da Tasavvufu İslâm'dan tecrid ederek yeni bir "new age din" çıkarma çabası gözlendiğini savunuyor ve ekliyor: “Günümüzde Mevlânâ, İslâmî köklerinden koparılarak yeni bir ruhanî lider gibi sunuluyor. Bugün birçok kişi Mevlânâ'nın ön adının M……. olduğunu bilmez. Zira, Batılı çalışmalarda kimse onun gerçek adını kullanmaya cesaret edemiyor." Mevlânâ'nın feyz aldığı dostu Şems-i Tebrizî'nin Batılı eserlerde "gezgin ve hippi bir kişilik" gibi yansıtıldığını ifâde ediyor. Konya’daki Şeb-i Aruz törenleri de, Batılılarca çizilmiş İslâm’la alâkasız Mevlânâ portresinin, Türkiye Cumhuriyeti tarafından tasdik edilmiş “resmî” çerçevesini tamamlıyor.
images


MEVLÂNÂ -TÖRENİ- REZALETİ
Ne korkunç bir başlık değil mi?.. Birden bire insana gelen his şu: Mevlânâ'yı korumak için mi, batırmak için mi kullanılıyor bu başlık?..
Bakın niçin?..
Mevlânâ gibi, İslâmın iç dünyasına ait ilâhî ışıklan feza çapı gönül fanusunda ışıldatan bir velî etrafında yaptıkları törenler ve gösterdikleri alâka, hele yarı resmî devlet ifadesi olarak o büyük zatı anlamak ve anlatmak bakımından gerçek mânaya o kadar uzaktır ki, «rezalet» kelimesinden başka hiçbir türlü belirtilemez.
Biricik vasfı İslâm, biricik hakikati tasavvuf ve biricik gayesi ilâhî visal olan koca velîyi, döndüre dolaştıra nihayet turist terliğine benzettiler. Şişli dönme muhitleri, Zekeriya sofraları veya ispritizma masaları mutekitlerinin hakikat ve güzellik ölçüsü çemberi içine almaya yeltendiler Mevlânâ'yı...
Yukarıdaki vasıflar dururken Mevlânâ'nın ne Türklüğü, ne şairliği, ne düşünürlüğü hayal edilebilir.
«Ben Kur'ân'ın kölesiyim; ben Ahmet-i Muhtar'ın yolunda O'nun ayak toprağıyım!» diyen bir ermişi, bağlı olduğu aşk ve iman kutuplarından ayırıp rejimin ve günün keyfine göre şekil ve mânalara büründürmek, Kur'ân'ın kölesi ve O'nun ayak toprağı olmayı kabul etmeyenlerin mânevi cinayetleri arasında en sefil olanıdır.
Allah ve Resulüne bağlı olmayanların Mevlânâ'ya bağlılık iddia etmeye ve onun mübarek adını mini etekten «Gelin Gecesi» tuvaletine, turist kokona tecessüsünden favorili züppeler cümbüşüne kadar istismar vesilesi kılmaya hakkı yoktur.
Kim bu şekilde oynamalar, zıplamalar, hırlamalar, dümbelek çalmaların dinde ve Mevlânâ'da olmadığını biliyor ve «Ben Kur'ân'ın kölesiyim» diyorsa o buyursun Mevlânâ törenine!.. (3)

1) Özcan Yüksek, “Anma Gösterileri Mevlânâ Ruhuna Uygun Düştü mü?”, Referans Gazetesi, 06.10.2007
2) CNNTurk.com - Türkiye, Dünya, Ekonomi, Finans, Spor, Sağlık, Kültür-Sanat, Yaşam, Bilim-Teknoloji, Hava-Yol Haberleri
3) Salih Mirzabeyoğlu, Kavgam –Necib Fazıl-, c. 2, s. 230-231, İBDA Yayınları

Baran Dergisi, s. 102, 24 Aralık 2008
 

ferahhfeza

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
10,922
Tepki puanı
8
Puanları
0
Yaş
47
Web Sitesi
ferahhfeza.blogcu.com
selamun aleykum abi..
yerinde bir yazı teşekkür ederim ..
şimdiki sema gösterileri sembolik ritüelden ,gösteri ve şölenden ibaretttir...
buna bu gözle bakmalı,izlemeli ;)
 

İPARHAN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ağu 2010
Mesajlar
279
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Ilımlı İslam hoşfendilerinin tiyatrosu bunlar...Allah ıslah etsin...
 

Nevin_1982

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
5,000
Tepki puanı
8
Puanları
38
Yaş
42
Konum
sakarya
Bu programları ılımlılaştırılmış islamı desteklemek için yapıldığını anlamamak çok kör olanların izleyeceği bir tutum!
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
selamun aleykum abi..
yerinde bir yazı teşekkür ederim ..
şimdiki sema gösterileri sembolik ritüelden ,gösteri ve şölenden ibaretttir...
buna bu gözle bakmalı,izlemeli ;)
Ve Aleyküm Selam can kardeşimiz...
Ben teşekkür ederim...
Gönlünüze bereket...
Rabbimize emanetsiniz...
O EN GÜZEL VEKİLDİR...
BESMELE...SELAM...DUA...
 
G

Goldenrose

katılıyorum ben de hayretler içerisinde okudum.
paylaşım için Allah razı olsun kardeşim. emeğinize sağlık
 

_ilknur_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Nis 2010
Mesajlar
349
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
28
böyle olması çok üzüyo beni yerinde bi yazı allah razı olsun herşeyi gösteriye çevirdiler .......
 

Tevhid Davası

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
31 Ara 2010
Mesajlar
349
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Web Sitesi
www.tevhidvesunnet.com
Şuurlu ve dertli şâir, hikmet bilinsin ve ibret alınsın diye şu mısralarında ne güzel söylemiştir:

"Kur'an okunuyor, başlarını eğdiler, huşudan değil."
"Bu bir şekildir, samimiyet yok bunda, iyi bil!"
"Bak, şarkı ve çalgı başlayınca nasıl da coştular!"
"Bil ki, buna Allah için değil şeytan için koştular!"
"Def, düdük, çalgı ve neşeli nağmeler, birbiriyle özenle Örülmüş."
"iyi amma, çalgı ve şarkılar eşliğinde ibâdet, nerede görülmüştür?"
"Acaba Kitâbullâh kendilerine niçin ağır geliyor?"
"Çünkü her biri, onda emir ve nehîler olduğunu iyi biliyor."
"Biliyorlar ki Kuran nefse karşı geliyor."
"Kalbi canlandırıp aklı "biliyor."
"Semâ toplantısı ise nefsin hoşuna gidiyor. Şeytan da oraya "gel, gel" ediyor."
"Fakat câhil ve gafil adamlar dinler mi söz?"
"Tutuşmuş yanıyorlar, sanki içlerinde bir köz"
"Hepsi kendinden geçmiş, âdeta sarhoş olmuşlar."
"içki içmemişler, vecd ve istiğrakı bulmuşlar."
"talim ve insaf gözlüğünü bir güzelce tak: Bunlara, içkicilere oynayan kadınlara bak!"
"Sonra, fetva için vicdanına bir sor: Bunların hangisine "bu, daha günahtır diyor."

2458.jpg


Ebu Bekir et-Tartûşî, sema'nın haram olduğuna dâir yazdığı eserinin baş tarafında şöyle buyurdu:
"Olanca hamd ü senamız, âlemlerin Rabbı olan yüce Allah'adır. Elbette güzel akibet, günah ve kötülüklerden sakınmasını bilen takva ehlinindi r. Zâlimlerden başkalarına düşmanlık göstermek ise doğru olmaz. Yüce Allah, bizlere hakkı hak olarak göstersinde hep hakka uyalım. Bâtılı da bâtıl olarak göstersin ki, dâima bâtıldan kaçmış olalım! Allah, cümle kullarım buna hidâyet buyursun! Bizden öncekilerin yaşayışları, gerçekten takva içinde geçmiştir. Şayet Allah'ın kullarından biri, nefsine uyup bir günah işlemiş olsa, bunu herkesten gizlerdi. Sonra bu kötülüğü bırakır, kendisini bağışlaması için yüce Allah'a yalvarırdı. Günâhını açığa vurmadığı gibi, günahta İsrar da etmezdi. Derken cehalet ve gaflet arttı, ilim ve marifet azaldı, insanlard an bâzıları, alenen günah işler oldu. Sonra durum, gittikçe daha da kötü oldu. iyilikler azalıp kötülükler çoğaldı.
Nihayet müslüman kardeşlerimizden bâzılarını şeytanlar yoldan çıkardı. Dînî şuurları ve akılları iyice zayıfladı. Kur'an'ı arkalarına atıp, oyun ve eğlenceye aşık oldular. Adeta kendileri ni buna kaptırdılar. Ken-dikendilerini aldatmak içinde, bunun kendileri ni Allah'a yaklaştıracak en iyi yol olduğunu iddiaya başladılar. Böyle inandılar, böyle telkinler de bulundula r. Böylece kendileri ne has bir yol tutup müslü-manların yolundan ayrıldılar, islâm fakîhlerine, büyük din mürşid-lerine açıkça muhalefet ettiler Bu ise, kat'iyyen iyi bir gidiş değildir.
Rabbimiz yüce Kitâbı'nda şöyle buyurur: "Kim, kendisine doğru yol belli olduktan sonra Allah'ın Elçisi'ne karşı gelir ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü bu yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir gidiş yeridir, orası!"(Nisa 115)

"Ben bu konudaki bu eserimi yazmakla, hak ve hakikati açıklamayı, bazı bâtılcılarm şüphesine cevap yermeyi, kitap ve Sünnet'ten bu husustaki delilleri göstermeyi istedim. Önce, bu hususta bizlerden daha yetkili bulunan âlimlerimizin sözlerini vermeyi uygun buluyorum . Tâ ki, bu hususta hakikatin ne olduğu iyice bilinmiş olsun."
Ehl-i sünnet imamlarından imam Mâlik, şarkı söylemeyi ve onu dinlemeyi nehyetmiştir. Ve demiştir ki: "Bir kimse, satın aldığı cariyenin şarkıcı olduğunu öğrense, bunu geri verme hakkına sahiptir."
Yine imâm Mâlik'e Medîne ehlinin şarkı hakkında ruhsat verdikleri söylenip bu hususta ne diyeceği sorulduğu zaman, o şu cevabı vermiştir: Evet Medîne ehlinden buna izin verenler vardır, fakat bu kimseler bize göre fâsıklardır."
Hanefî mezhebi imamı Ebû Hanîfe'ye gelince: "O bunu kerih görmüş ve günah saymıştır."
Küfe ehlinden imam Süfyân-i Sevrî'nin, Hammâd'm, ibrahim Nehaî'nin, Şa'bî'nin ve daha başkalarının mezhebi de böyledir. Bunların bu hususta aralannda hiçbir ihtilâf olmamıştır. Şarkının, musikinin menedilme si hakkında Basra ehli arasında da herhangi bir ihtilâf olduğu malumumuz değildir. Fakat bu hususta en şiddetli mezheb, Hanefî mezhebidir. Nitekim Hanefî mezhebi âlimleri, bütün çalgı âletlerinin dinlenilm esinin haram olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre üflenerek çalman çalgı aletleri, def ve kudüm aynıdır. Çalgı ve şarkı düşkünlerinin şahitlikleri kabul edilmez, kendileri fâsık sayılır. Hattâ onlar bu konuda derler ki: "Çalgı âletleri eşliğinde şarkı dinlemek fâsıklık, bununla zevklenip hoşlanmak kâfirliktir, yâni nankörlüktür. Onlar bu hususta Peygamber imiz'e ref an bir hadis de rivayet ederlerse de, bu sözün Peygamberimiz'e refi ve nisbeti sahîh değildir."

Şafîîlere gelince: Bizzat imam Şafiî kendisi şöyle der: "Çalgı ve şarkı, mekruh olan bir eğlencedir, muhal ve bâtıla benzemekt edir. Bunu fazlaca irtikâb eden kimse; sefih sayılır ve şahitliği red edilir."
Şafiî mezhebi âlimleri de, mezhepler ine göre bunun haram olduğunu açıklamışlar, Şafîîlere göre helâl sayıldığı iddiasını da red ve inkâr eylemişlerdir. Nitekim Kâdî Ebü't-Tayyib el-Taberi, Şeyh Ebû îshak ve Îbnü's-Sebbâğ gibi zâtlar, bu kabil açıklamalarda bulunmuştur. Şeyh Ebî Ishâk, et-Tenbîh adlı eserinde şunu söyler: "Çalgı çalmak, şarkı söylemek gibi haram kılınmış bir menfaat üzerine ücret sahîh olmaz. Kesin haram kılınmış bulunan içkinin taşınması için sahîh olmadığı gibi." Evet o böyle söyler ve bunda herhangi bir ihtilâf olduğunu da zikretmez . El-Mühezzeb adlı kitap da şöyle der: "Haram kılınmış menfaatle r için ücret caiz olmaz. Çünkü bunun kazancı haramdır. Kendiliğinden ölmüş hayvanın (meytenin) ve kanın kazancı haram olduğu gibi."
Üstadın bu sözünü, birkaç madde hâlinde gözden geçirelim: Birincisi: Çalgı ve şarkının ücreti, mücerred (sırf) haram bir ücrettir.
ikincisi: Bunun üzerine ücret tahakkuk ettirilme si batıldır.
Üçüncüsü: Bundan elde edilen kazanç, meyte ve kandan elde edilen kazanç gibidir.
Dördüncüsü: Kişinin malını, çalgıcı ve şarkıcıya vermesi caiz değildir. Çünkü bu suretle malını harama harcamış olacaktır.

Beşincisi: Ney, flüt, kaval kabilinde n bir şey çalıp eğlendirmek haramdır. Çalgı âletlerinin en hafifi bunlar sayılır. Bunlar dahi haram olursa, ud, tanbur, tanbur gibi çalgı âletleri haram olmaz mı? ilmin kokusunu almış bir kimse için, bunun haramlığını red etmek mümkün mü? Bilindiği gibi bu zâten, fâsıklarm, içki içicilerin şiarı, alâmetidir.
İmam Ebû Zekeriya en-Nevevî de böyle demiştir: "insanları heyecanlandırıp coşturan ve aslında içkicilerin şiarı (alameti) bulunan çalgı aletleri ile çalıp söylemek haramdır. Yera (ney, flüt, kaval) denilen aletin kullanılmasında ise iki hüküm vardır, imam Beğavi, "sahih olan, haram olmasıdır" demiştir.


Ebu Amr Ibni Salâh, çalgı çalınarak ve defe vurularak icra edilen bir musukîyi dinlemeni n haram olduğundan icmâ bulunduğunu söylemiş ve Fetâvâ'smda şöyle demiştir:
"İyi bilinsin ki, çalgılı bir eğlencede; eğer def, zurna, (klarnet v.s.) şarkı bir araya gelmiş bulunursa, bunu dinlemek haramdır. Dört mezhep imamlarının ve diğer islâm âlimlerinin bunda ittifakı vardır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt