Güçlünün güçsüzü ezdiği, kanun nizam diye hiçbir şeyin bilinmediği, çöl kanunu adı verilen kaba kuvvetin hüküm sürdüğü, insanların canavarlardan daha da ileri giderek kendi cinslerini parçaladığı bir zamanda, bundan tam 1400 küsur yıl önce, insanlığın yaratıcısı Allah (c.c) tarafından bir peygamber, bir kitap ve bir din gönderildi. Daha önce de defalarca uyarılmasına rağmen unutuyordu insanoğlu. Bunu pek iyi bilen yüce Yaratıcı son kez bir daha uyardı, koruyup yasattığı kulunu. Hem de en büyük bir peygamberle ve korumayı garanti altına aldığı muhteşem bir kitapla.
Herşey bundan sonra oluverdi. Sanki bu yeni din sihirli bir değnekti. Gelişinden elli yıl dahi geçmeden, büyük peygamberin toprağı henüz kurumadan, en büyük, en medeni, en güçlü bir millet oluşuverdi. Artık insan yaratanının emrine girmiş, elinde onun verdiği reçete, her işi yerli yerinde, rızasına uygun bir şekilde yapıyordu. Bu işten memnun olmayan tek kişi vardi. Zaten o insanın ilk yaratıldığı gün memnuniyetsizliğini isyanıyla açığa vurmuştu.
Evet şeytan bu işten memnun olmamış hemen harekete geçerek -başarısının bir tek sebebi olarak keşfettiği- müslümanları dinlerinden uzaklastirmaya çalışmış ve Nefs'in de yardımıyla başarmıştır. Bu arada insan unsurunun ikinci ve temel varlığı olan kadın oldukça kullanılmış ve istismar edilmiştir. islam nasıl olur da kadina değer vermez, islâm'da kadın, ya anadır, ya bacıdır, ya hanımdır. Namusu ve dini için yasayan müslümanın bu değerler yegâne varlık sebebidir.
BENIM BACIM
Şurası unutulmamalıdır ki, benim bacım, paha biçilmez değerdeki varlığını, şeytani gözlerin iğrenç bakışlarından korumak için giyindiği simsiyah çarsafıyla, imanla atan kalbiyle, irfanla çalışan aklıyla ve tavizsiz vakur karakteriyle eşsiz bir âbidedir.
Arkasına sığındığı örtü onun esaret zinciri değil, hürriyet belgesidir. Evinde oturup sokaklara çıkmaması, açılıp saçılmaması onun kokuşmuşluğuna değil, korunmuşluğuna, asaletine ve temizliğine delalettir. Kocasının getirdiği parayı yemesi, onun kapıdan karşılayıp güleryüzle içeri alması ekonomik bir zillet değil bilakis, ideal işbölümünün gereklerini yerine getirmesidir. O, alacağı bir kaç kuruş için, yolda, otobüste perişan olan; işyerinde ezilen, bazan da süflîlesen çağdaş kadından çok daha farklıdır. Onun oturuşu miskince bir bekleyiş değil büyük bir istikbale hazırlanıştır. Geleceğin mücahid erlerine ana olma istikbaline. O, Rabb'inin kendisine verdiği haklardan memnun ve fazlasıyla razıdır. Kafirlerin daha büyük değerlerini elinden çekip almak için yem olarak önüne sürdükleri sahte hürriyetlere, haklara ihtiyacı yoktur. Çünkü o, hiç bir sistemin yapamiyacaği kadar hür, hiç bir mükafatin edemiyeceği kadar mutludur. O benim bacımdır. Onun namusunu korumak ve islâm'ın koyduğu ölçüler dahilinde muhafaza etmek benim görevimdir. O, benim bacımdır. Onun namusunun dokunulmazlığı vardır. Namusunun ve namusuna gelinceye kadar en ufağından en büyüğüne bütün değerlerinin... Onun dokunulmazlığının garantisi kalbimizdeki sönmez inancımızdır.
Örtünme, kitab, sünnet ve icmâ-i ümmetle sabit kati bir emirdir. Bu katiyyeti anladiktan sonra müslüman kadinin Allah'in emrettiği sınırlar dahilinde örtünmekten başka yapacağı bir şey yoktur. Ne cahiliyye liderlerinin horlamalari ne de müslüman görünen münafikların islâm'da örtünme yoktur diye bağırıp çağırmaları onu ilgilendirir. Bu emir Allah'in emridir. Onu beğenmeyen, islâm'i beğenmiyor, onun sâr-i olan Allah'ı reddedip ona savaş açıyor demektir. Örtü hakkında Kur'ân'daki nas, iddiaların aksine oldukça açıktır. Şimdi biz bu naslardan örtünmenin farziyetini ve mahiyetini en açik bir biçimde izah eden iki tanesini bazı meal ve tefsirlere istinaden açıklayacağız. Bu açıklamamızı da herkesin tahkikine açık olması için mümkün olduğu kadar yüzeysel tutmaya çalışacağız. Bu satırları okuduktan sonra tesettür hakkında hala bir tereddüde kalan olursa, derhal kaynaklara müracaatla hakikati öğrenebilir. Ondan sonra da tatmin olamazsa, ona düsen tek şey kendisini sorguya çekerek imanını kontrol etmesidir.Ilk zikredeceğimiz delil Ahzab sûresinin 59. âyetidir. Ömer Nasuhi Bilmen bu âyet-i kerimenin mealini şöyle yapmaktadır. "— Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına de ki: Üzerlerine feracelerini sıkı sıkı örtsünler. Bu onların tanınmamaları ve eza edılmemelerine en yakın -en muvafik bir sebepdir. Ve Allah çok magfiret edendir, çok merhametli olandır." Burada, Ömer Nasuhi metinde geçen "cilbab" kelimesini "ferace" olarak terceme etmiştir. Bilindiği gibi ferace çarşafın tam karsılığıdır. Yine istanbul eski müftü vekillerinden, -umumen itibar gören bir meal sahibi- A. Fikri Yavuz da bu ayetin mealini söyle yapmıştır:"—Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, (kendilerini baştan aşağı örten) elbiselerini giyinip örtünsünler, işte böyle giyinmeleri (iffetli) tanınıp da ahlaksızlar tarafindan) eziyet edilmemelerine daha elverişlidir. Allah gafurdur, rahimdir." Bu meale göre de "cilbab", kadının vücudunu baştan aşağı örten, onları kim oldukları tanınmayacak kadar kapatan elbiseler olarak tarif edilmiştir.. Meshur Celaleyn Tefsirinde ise "cilbab" kelimesi şöyle açıklanmıştır:"Cilbab, kadının vücudunu kaplayan bir çeşit çarşaftır. Kadınlar bir ihtiyaçları için dışarıya çıktıklarında, onun (çarsafın) bir kısmını da yüzlerine çekerler. Böylece gözlerinden baska hiçbir uzuvlari gözükmez." Tefsir ve meâllerdeki: cilbab, mülâa, ferace, ve bürük malum çarsafın karsılığıdır. Peçe ve yaşmak ise yaklaşık manada yüzü örtmeye yarayan örtü anlamında kullanılır. Işte, müslümanları dinlerinden ayırmak isteyen sahte din adamları bu ayeti saptırarak örtünün farziyetini gizlemek istemişlerdir. Fakat ayet hakikati arayan bir kişi için hiç bir yorum kabul etmeyecek kadar açıktır. Kafirler istese de istemese de Allah emirlerini insanlara iletecek, dinini ebedi kılacaktır.
Meseleye mükemmel bir şekilde açıklık getiren ikinci delil de Nur Suresi, 31. âyet-i kerimesidir. Ömer Nasuhi Bilmen bu âyet-i kerimenin mealini şöyle yapmıştır:"— Ve mü'min kadınlara da söyle: —Gözlerini sakınsınlar ve avretlerini muhafaza etsinler ve zinetlerini açmasınlar, onlardan her zahir (açık) olan müstesna. Ve baş örtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve zinetlerini açmasınlar. Ancak (mahrem olanlar) müstesna. Ve zinetlerinden gizledikleri bilinsin diye ayaklarını da birbirine vurmasınlar ve cümleten Allah'a tövbe ediniz, ey müminler?... Ta ki felah eresiniz."Burada örtünmenin sınırları "zinetleri kendiliğinden gözükenler müstesna örtünün yakalar üzerinden sarkıtılması" ibaresiyle çizilmiştir. Bu sınırları daha iyi kavrayabilmek için gözlerimizi tekrar Celaleyn ibarelerine çevirelim:"— Gözlerini, (bakmalari helal olmayan seylerden) sakınsınlar, avret mahallerini (yapmaları haram olan seylerden) muhafaza etsinler. Zinetlerini de kendiliğinden gözüken azalar, (eller ve yüz) hariç göstermesinler (açığa vurmasınlar). (Çünkü her hangi bir fitne korkusu olmadığında yabanci erkeklerin bu iki uzva bakmasi haram degildir. Fakat, fitne kapısını tamamen kapama açısından bakılmamasi gerekir.) Baş örtülerini yakalarinin üzerine sarkıtsınlar (yani başlarını, boyunlarını ve gögüslerini peçe veya bürük denilen örtüyle kapasınlar. (Ellerle yüzün haricindeki gizli) zinetlerini de açığa vurmasınlar." Celaleyn tefsirinden anlaşıldığına göre, mahrem olan uzuvlar eller ve yüz hariç bütün vücuttur. Fitne korkusu oldugunda -ki sokakta behemahal vardır- bu iki uzvun da açık kalmasi caiz olmaz. Fakat Fikri Yavuz hoca da mealinde, örtülmesi gereken zinet kelimesini: "Süslerin takılı olduğu boğaz, baş, gerdan, kol, bacak ve kulaklar gibi yerler" olarak tefsir etmiştir. Ayrıca ilk türkçe tefsir sahibi meshur Elmalin Hamdi Yazır da tefsirinde "cilbab" kelimesini "Baştan aşağı örten çarşaf, ferace veya çar" olarak tefsir etmiştir. Bu iki ayetin terceme ve tefsirlerinden anlaşılacağı üzere örtünme kesin olarak farzdır, islâm'ı kabul ettiğini iddia eden bir kişinin bu kati farzı inkar etmesi asla mümkün değildir. Diğer birçok ayeti kerime de doğrudan veya dolayli olarak tesettüre işaret edilmiştir. Onlardan, tesettürün ana mesnedine, bir nevi tarihçesine ve tesettüre riayet etmemenin tehlikelerine işaret eden Araf suresi 27. âyeti de oldukça mühimdir: " Ey Adem ogulları!... Size, çirkin (avret) yerlerinizi örtecek bir elbise ve bir de süs elbisesi indirdik. Fakat takva elbisesi, işte o, hepsinden daha hayırlıdır. Bu giyim eşyasını göndermek Allah'ın ihsanına delalet eden alametlerdendir. Gerektir ki düşüne ve anlayalar. -Ey Adem ogulları!... Çirkin yerlerini kendilerine göstermek için ana ve babalarinizin elbiselerini soyarak seytan onlari nasil cennetten çikardiysa sakin size de bir bela yapmasin. Çünkü seytan ve onun dostlari sizi, kendilerini göremiyeceginiz yerlerden görürler. Biz seytanlari iman etmeyeceklere dost yaptık." Islâm hukukunun ikinci kaynağı olan sünnete baktığımızda bu meselenin hiçbir şüpheye mahal kalmayacak şekilde açıklandığını ve bizzat yaşandığını görürüz. Bu hususu isbat etmek için sadece şu, Hadis-i şerif bile hiçbir yoruma ihtiyaç bırakmaksızın kafidir: "Hz. Aişe rivayet ediyor: Ebubekir'in kizi Esma birgün uzun ve ince bir elbise üzerinde oldugu halde Rasûlullah'ın huzuruna girdi. Bu hali gören Resûlullah mübarek yüzlerini baska tarafa çevirdiler ve -Ey Esma, bir kadin buluğa erince şundan ve bundan (yüzüne ve ellerine işaret ederek) başka yerlerinin görünmesi caiz degildir diye buyurdular." Iste Islâm'in örtü hakkindaki nihai hükmü budur, Islâm peygamberinin baldızına hitaben söyledigi bu sözler bütün Islâm ümmeti için örtü hakkindaki hükmü koymuştur. Medine'ye hicret edilip tesettür ayetleri indikten sonra islâm'a inanan bütün kadinlar tereddütsüz tesettüre uymuş, eski sakat adetlerini hiç duraksamadan bir kenara bırakmışlardır Onlar örtülerine büründüklerinde ne toplumda aşağılanmış ne de hürriyetlerinden bir şey kaybetmişlerdir. Üstelik örtünürken en ufak bir sıkılganlık duymamışlar, çölün o cehennemi sıçağında asla, terlediklerinden rahatsız olduklarından söz etmemişlerdir.
Iste şu aşağıdaki hadisi şerif bu hali tasvir etmektedir: "Hz. Aişe validemiz örtünme âyetinin nazil oldugu andaki genel havayi şöyle anlatiyor: — Vallahi ben Allah'in kitabını tasdik, onun indirdiğine iman bakımından Ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nur Süresindeki örtünme âyeti nazil olunca erkekleri kendilerine varip Allah'in indirdiği âyetleri okumaya başladılar. Herkes bu emirleri zevcesine, kızına, hemşiresine ve bütün yakınlarına okuyordu. Kadınlardan hiçbiri istisna edilmemek kaydıyla yünden ve pamuktan yapılmış örtülerine büründüler ve sabah namazında Resûlullah'ın arkasında örtülerine bürünmüş olarak bulundular, sanki baslarında kargalar vardi." Sonuç olarak, Islamiyet kadına örtünmesini emretmiş, ona ve yalnızca kocası için açılma izni vermiştir. Onu güzel görünmesini ve yalnız onun için
süslenmesini emretmiştir. "Hz. Aişe Resululah (s.a.v)"den rivayet ediyor: — Bir kadın, kocasının evinden başka bir yerde elbisesini üzerinden çıkarırsa, o kadın Rabbi ile kendi arasını helak etmiştir." Yine giyimde hile yaparak, hem hevalarına uyup hem de kendilerini Allah'in emrine uyuyor gösterenler de müthiş bir şekilde tehdit edilmişlerdir, islâm'ın örtünme sınırları taviz kabul etmez. Bundan basit bir kaçamak yapmaya kalkan bir kimse onun tümüne birden isyan etmiş islâm'ın sınırları dışına çıkmış, Allah'ın lanetine uğramış olur. "Ebû Hüreyre (r.a)'dan rivayetle Resulü Ekrem şöyle buyurmuştur: — Ümmetimden henüz görmediğim cehennemlik olan iki sınıf vardır. Bunlardan bir sınıfı kadınlardır ki, giyinik oldukları halde elbisleri örtülmesi gereken yerlerini örtecek derecede kalin sık ve geniş olmadığı için onlar çıplak gibidirler. Başları da deve hörgüçleri gibidir. Onlar iffet sınırının dışına çıkıcı ve çıkarıcılardır. Onlar cezalarını çekmeden cennete giremezler." Iste bunlar, müslüman kadının el ve ayakları müstesna bütün vücutlarını örtmesini gerektiren ayet ve hadislerdir. Müslüman olan bir kişinin örtünmekten baska seçeneği yoktur. Buna rağmen tesettürü reddedenin ise islâm'la herhangi bir ilisigi yoktur. Emrin katiyyeti ve tesettürün farziyeti böylece anlaşıldıktan sonra, hala-Islâm'da tesettürün olmadığını, çarşafın kadınlarının güzelliklerini saklamak isteyen eski bir toplumdan kaldığını iddia edenlere sorarız. Onlar bu iddialarını acaba hangi delile ve hangi yetkiye dayanarak ileri sürüyorlar. Yoksa oların islâm'ın hükümlerini öğrendikleri Kur'ân'dan ve sünnetten başka bir delil kaynakları mı var? Veya peygamberin vefatından sonra Allah bu dinin kanun koyucusu olma hakkını onlara mı verdi de bizim haberimiz olmadı? Hayır, islâm dininin Kur'ân'dan ve Sünnetten baska hiç bir kaynağı yoktur. Müslümanlar hangi toplum ve hangi çağda olurlarsa olsunlar onlara bakarak yollarını bulur takip etmeleri gereken istikameti çizerler. Güçleri ve yetkileri ne olursa olsun insanlardan hiçbirisinin kendi aklina ve arzularina dayanarak islâm'in hükümleri hakkında söz söyleme, Allah'ın sınırlarıyla uğraşma hakkı yoktur. Islâm dininin kanun koyucusu yalnızca Allah'tır. Onu yorumlama hakkı sadece ve sadece Hz. Resule aittir. Kur'ân'da varid olan bir emri yok iddia eden bir şahıs ve o emri kaâle almayarak kendi bildiğince amel eden veya onu hafife alan küçümseyen bir sahsın islâm'la bütün bağları kopmuş, artık o kendi arzusu doğrultusunda kurduğu yeni dine inanmış sayılır. Kur'ân âyetleri hakkında, toplum vicdanında kurduğu korku ağlarına güvenerek sorumsuzca tasarrufta bulunmaya kalkışan kişi müslümanlar nazarında suçludur. Cezasının verilmesine kudreti mani oluyorsa, o bütün kuvvetlerin yok olup yalnızca Allah'ın sınırsız kuvvetinin baki kaldığı bir güne havale edilir. Allah'ın hesaba çekmesi şüphesiz çok çetin ve tavizsizdir.Tekrarlıyoruz; Kur'ân'da örtünme kati olarak zikredilmiştir. Zikrettiğimiz ve zikretmediğimiz âyetler örtüyü tüm boyutlarıyla anlatmıslardır. Yine Hz. Peygamber efendimizin sünneti bu olguyu anlasılmayan hiç bir noktasi kalmayacak bir şekilde geniş geniş açıklamıştır. Peygamberimizin hayatında hiç bir müslüman kadını açılmaya tevessül etmemiştir. Peygamberimizden sonra da gerek ashabında gerekse diğer Islam ümmetinde bu emirden sapma
katiyetle görünmemiştir. Tüm bunlar artık tesettür mevzûunun üzerindeki bütün şüpheleri silip atmaktadır. Müslüman kadını örtünmek zorundadır. Allah'a inandığı ve emirlerine teslim oldugu için...
Kafir toplumları, eninde sonunda tesettüre sığınmak zorundadırlar. Toplumsal mutluluğu ve huzuru sağlamak için...
Herşey bundan sonra oluverdi. Sanki bu yeni din sihirli bir değnekti. Gelişinden elli yıl dahi geçmeden, büyük peygamberin toprağı henüz kurumadan, en büyük, en medeni, en güçlü bir millet oluşuverdi. Artık insan yaratanının emrine girmiş, elinde onun verdiği reçete, her işi yerli yerinde, rızasına uygun bir şekilde yapıyordu. Bu işten memnun olmayan tek kişi vardi. Zaten o insanın ilk yaratıldığı gün memnuniyetsizliğini isyanıyla açığa vurmuştu.
Evet şeytan bu işten memnun olmamış hemen harekete geçerek -başarısının bir tek sebebi olarak keşfettiği- müslümanları dinlerinden uzaklastirmaya çalışmış ve Nefs'in de yardımıyla başarmıştır. Bu arada insan unsurunun ikinci ve temel varlığı olan kadın oldukça kullanılmış ve istismar edilmiştir. islam nasıl olur da kadina değer vermez, islâm'da kadın, ya anadır, ya bacıdır, ya hanımdır. Namusu ve dini için yasayan müslümanın bu değerler yegâne varlık sebebidir.
BENIM BACIM
Şurası unutulmamalıdır ki, benim bacım, paha biçilmez değerdeki varlığını, şeytani gözlerin iğrenç bakışlarından korumak için giyindiği simsiyah çarsafıyla, imanla atan kalbiyle, irfanla çalışan aklıyla ve tavizsiz vakur karakteriyle eşsiz bir âbidedir.
Arkasına sığındığı örtü onun esaret zinciri değil, hürriyet belgesidir. Evinde oturup sokaklara çıkmaması, açılıp saçılmaması onun kokuşmuşluğuna değil, korunmuşluğuna, asaletine ve temizliğine delalettir. Kocasının getirdiği parayı yemesi, onun kapıdan karşılayıp güleryüzle içeri alması ekonomik bir zillet değil bilakis, ideal işbölümünün gereklerini yerine getirmesidir. O, alacağı bir kaç kuruş için, yolda, otobüste perişan olan; işyerinde ezilen, bazan da süflîlesen çağdaş kadından çok daha farklıdır. Onun oturuşu miskince bir bekleyiş değil büyük bir istikbale hazırlanıştır. Geleceğin mücahid erlerine ana olma istikbaline. O, Rabb'inin kendisine verdiği haklardan memnun ve fazlasıyla razıdır. Kafirlerin daha büyük değerlerini elinden çekip almak için yem olarak önüne sürdükleri sahte hürriyetlere, haklara ihtiyacı yoktur. Çünkü o, hiç bir sistemin yapamiyacaği kadar hür, hiç bir mükafatin edemiyeceği kadar mutludur. O benim bacımdır. Onun namusunu korumak ve islâm'ın koyduğu ölçüler dahilinde muhafaza etmek benim görevimdir. O, benim bacımdır. Onun namusunun dokunulmazlığı vardır. Namusunun ve namusuna gelinceye kadar en ufağından en büyüğüne bütün değerlerinin... Onun dokunulmazlığının garantisi kalbimizdeki sönmez inancımızdır.
Örtünme, kitab, sünnet ve icmâ-i ümmetle sabit kati bir emirdir. Bu katiyyeti anladiktan sonra müslüman kadinin Allah'in emrettiği sınırlar dahilinde örtünmekten başka yapacağı bir şey yoktur. Ne cahiliyye liderlerinin horlamalari ne de müslüman görünen münafikların islâm'da örtünme yoktur diye bağırıp çağırmaları onu ilgilendirir. Bu emir Allah'in emridir. Onu beğenmeyen, islâm'i beğenmiyor, onun sâr-i olan Allah'ı reddedip ona savaş açıyor demektir. Örtü hakkında Kur'ân'daki nas, iddiaların aksine oldukça açıktır. Şimdi biz bu naslardan örtünmenin farziyetini ve mahiyetini en açik bir biçimde izah eden iki tanesini bazı meal ve tefsirlere istinaden açıklayacağız. Bu açıklamamızı da herkesin tahkikine açık olması için mümkün olduğu kadar yüzeysel tutmaya çalışacağız. Bu satırları okuduktan sonra tesettür hakkında hala bir tereddüde kalan olursa, derhal kaynaklara müracaatla hakikati öğrenebilir. Ondan sonra da tatmin olamazsa, ona düsen tek şey kendisini sorguya çekerek imanını kontrol etmesidir.Ilk zikredeceğimiz delil Ahzab sûresinin 59. âyetidir. Ömer Nasuhi Bilmen bu âyet-i kerimenin mealini şöyle yapmaktadır. "— Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına de ki: Üzerlerine feracelerini sıkı sıkı örtsünler. Bu onların tanınmamaları ve eza edılmemelerine en yakın -en muvafik bir sebepdir. Ve Allah çok magfiret edendir, çok merhametli olandır." Burada, Ömer Nasuhi metinde geçen "cilbab" kelimesini "ferace" olarak terceme etmiştir. Bilindiği gibi ferace çarşafın tam karsılığıdır. Yine istanbul eski müftü vekillerinden, -umumen itibar gören bir meal sahibi- A. Fikri Yavuz da bu ayetin mealini söyle yapmıştır:"—Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, (kendilerini baştan aşağı örten) elbiselerini giyinip örtünsünler, işte böyle giyinmeleri (iffetli) tanınıp da ahlaksızlar tarafindan) eziyet edilmemelerine daha elverişlidir. Allah gafurdur, rahimdir." Bu meale göre de "cilbab", kadının vücudunu baştan aşağı örten, onları kim oldukları tanınmayacak kadar kapatan elbiseler olarak tarif edilmiştir.. Meshur Celaleyn Tefsirinde ise "cilbab" kelimesi şöyle açıklanmıştır:"Cilbab, kadının vücudunu kaplayan bir çeşit çarşaftır. Kadınlar bir ihtiyaçları için dışarıya çıktıklarında, onun (çarsafın) bir kısmını da yüzlerine çekerler. Böylece gözlerinden baska hiçbir uzuvlari gözükmez." Tefsir ve meâllerdeki: cilbab, mülâa, ferace, ve bürük malum çarsafın karsılığıdır. Peçe ve yaşmak ise yaklaşık manada yüzü örtmeye yarayan örtü anlamında kullanılır. Işte, müslümanları dinlerinden ayırmak isteyen sahte din adamları bu ayeti saptırarak örtünün farziyetini gizlemek istemişlerdir. Fakat ayet hakikati arayan bir kişi için hiç bir yorum kabul etmeyecek kadar açıktır. Kafirler istese de istemese de Allah emirlerini insanlara iletecek, dinini ebedi kılacaktır.
Meseleye mükemmel bir şekilde açıklık getiren ikinci delil de Nur Suresi, 31. âyet-i kerimesidir. Ömer Nasuhi Bilmen bu âyet-i kerimenin mealini şöyle yapmıştır:"— Ve mü'min kadınlara da söyle: —Gözlerini sakınsınlar ve avretlerini muhafaza etsinler ve zinetlerini açmasınlar, onlardan her zahir (açık) olan müstesna. Ve baş örtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve zinetlerini açmasınlar. Ancak (mahrem olanlar) müstesna. Ve zinetlerinden gizledikleri bilinsin diye ayaklarını da birbirine vurmasınlar ve cümleten Allah'a tövbe ediniz, ey müminler?... Ta ki felah eresiniz."Burada örtünmenin sınırları "zinetleri kendiliğinden gözükenler müstesna örtünün yakalar üzerinden sarkıtılması" ibaresiyle çizilmiştir. Bu sınırları daha iyi kavrayabilmek için gözlerimizi tekrar Celaleyn ibarelerine çevirelim:"— Gözlerini, (bakmalari helal olmayan seylerden) sakınsınlar, avret mahallerini (yapmaları haram olan seylerden) muhafaza etsinler. Zinetlerini de kendiliğinden gözüken azalar, (eller ve yüz) hariç göstermesinler (açığa vurmasınlar). (Çünkü her hangi bir fitne korkusu olmadığında yabanci erkeklerin bu iki uzva bakmasi haram degildir. Fakat, fitne kapısını tamamen kapama açısından bakılmamasi gerekir.) Baş örtülerini yakalarinin üzerine sarkıtsınlar (yani başlarını, boyunlarını ve gögüslerini peçe veya bürük denilen örtüyle kapasınlar. (Ellerle yüzün haricindeki gizli) zinetlerini de açığa vurmasınlar." Celaleyn tefsirinden anlaşıldığına göre, mahrem olan uzuvlar eller ve yüz hariç bütün vücuttur. Fitne korkusu oldugunda -ki sokakta behemahal vardır- bu iki uzvun da açık kalmasi caiz olmaz. Fakat Fikri Yavuz hoca da mealinde, örtülmesi gereken zinet kelimesini: "Süslerin takılı olduğu boğaz, baş, gerdan, kol, bacak ve kulaklar gibi yerler" olarak tefsir etmiştir. Ayrıca ilk türkçe tefsir sahibi meshur Elmalin Hamdi Yazır da tefsirinde "cilbab" kelimesini "Baştan aşağı örten çarşaf, ferace veya çar" olarak tefsir etmiştir. Bu iki ayetin terceme ve tefsirlerinden anlaşılacağı üzere örtünme kesin olarak farzdır, islâm'ı kabul ettiğini iddia eden bir kişinin bu kati farzı inkar etmesi asla mümkün değildir. Diğer birçok ayeti kerime de doğrudan veya dolayli olarak tesettüre işaret edilmiştir. Onlardan, tesettürün ana mesnedine, bir nevi tarihçesine ve tesettüre riayet etmemenin tehlikelerine işaret eden Araf suresi 27. âyeti de oldukça mühimdir: " Ey Adem ogulları!... Size, çirkin (avret) yerlerinizi örtecek bir elbise ve bir de süs elbisesi indirdik. Fakat takva elbisesi, işte o, hepsinden daha hayırlıdır. Bu giyim eşyasını göndermek Allah'ın ihsanına delalet eden alametlerdendir. Gerektir ki düşüne ve anlayalar. -Ey Adem ogulları!... Çirkin yerlerini kendilerine göstermek için ana ve babalarinizin elbiselerini soyarak seytan onlari nasil cennetten çikardiysa sakin size de bir bela yapmasin. Çünkü seytan ve onun dostlari sizi, kendilerini göremiyeceginiz yerlerden görürler. Biz seytanlari iman etmeyeceklere dost yaptık." Islâm hukukunun ikinci kaynağı olan sünnete baktığımızda bu meselenin hiçbir şüpheye mahal kalmayacak şekilde açıklandığını ve bizzat yaşandığını görürüz. Bu hususu isbat etmek için sadece şu, Hadis-i şerif bile hiçbir yoruma ihtiyaç bırakmaksızın kafidir: "Hz. Aişe rivayet ediyor: Ebubekir'in kizi Esma birgün uzun ve ince bir elbise üzerinde oldugu halde Rasûlullah'ın huzuruna girdi. Bu hali gören Resûlullah mübarek yüzlerini baska tarafa çevirdiler ve -Ey Esma, bir kadin buluğa erince şundan ve bundan (yüzüne ve ellerine işaret ederek) başka yerlerinin görünmesi caiz degildir diye buyurdular." Iste Islâm'in örtü hakkindaki nihai hükmü budur, Islâm peygamberinin baldızına hitaben söyledigi bu sözler bütün Islâm ümmeti için örtü hakkindaki hükmü koymuştur. Medine'ye hicret edilip tesettür ayetleri indikten sonra islâm'a inanan bütün kadinlar tereddütsüz tesettüre uymuş, eski sakat adetlerini hiç duraksamadan bir kenara bırakmışlardır Onlar örtülerine büründüklerinde ne toplumda aşağılanmış ne de hürriyetlerinden bir şey kaybetmişlerdir. Üstelik örtünürken en ufak bir sıkılganlık duymamışlar, çölün o cehennemi sıçağında asla, terlediklerinden rahatsız olduklarından söz etmemişlerdir.
Iste şu aşağıdaki hadisi şerif bu hali tasvir etmektedir: "Hz. Aişe validemiz örtünme âyetinin nazil oldugu andaki genel havayi şöyle anlatiyor: — Vallahi ben Allah'in kitabını tasdik, onun indirdiğine iman bakımından Ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nur Süresindeki örtünme âyeti nazil olunca erkekleri kendilerine varip Allah'in indirdiği âyetleri okumaya başladılar. Herkes bu emirleri zevcesine, kızına, hemşiresine ve bütün yakınlarına okuyordu. Kadınlardan hiçbiri istisna edilmemek kaydıyla yünden ve pamuktan yapılmış örtülerine büründüler ve sabah namazında Resûlullah'ın arkasında örtülerine bürünmüş olarak bulundular, sanki baslarında kargalar vardi." Sonuç olarak, Islamiyet kadına örtünmesini emretmiş, ona ve yalnızca kocası için açılma izni vermiştir. Onu güzel görünmesini ve yalnız onun için
süslenmesini emretmiştir. "Hz. Aişe Resululah (s.a.v)"den rivayet ediyor: — Bir kadın, kocasının evinden başka bir yerde elbisesini üzerinden çıkarırsa, o kadın Rabbi ile kendi arasını helak etmiştir." Yine giyimde hile yaparak, hem hevalarına uyup hem de kendilerini Allah'in emrine uyuyor gösterenler de müthiş bir şekilde tehdit edilmişlerdir, islâm'ın örtünme sınırları taviz kabul etmez. Bundan basit bir kaçamak yapmaya kalkan bir kimse onun tümüne birden isyan etmiş islâm'ın sınırları dışına çıkmış, Allah'ın lanetine uğramış olur. "Ebû Hüreyre (r.a)'dan rivayetle Resulü Ekrem şöyle buyurmuştur: — Ümmetimden henüz görmediğim cehennemlik olan iki sınıf vardır. Bunlardan bir sınıfı kadınlardır ki, giyinik oldukları halde elbisleri örtülmesi gereken yerlerini örtecek derecede kalin sık ve geniş olmadığı için onlar çıplak gibidirler. Başları da deve hörgüçleri gibidir. Onlar iffet sınırının dışına çıkıcı ve çıkarıcılardır. Onlar cezalarını çekmeden cennete giremezler." Iste bunlar, müslüman kadının el ve ayakları müstesna bütün vücutlarını örtmesini gerektiren ayet ve hadislerdir. Müslüman olan bir kişinin örtünmekten baska seçeneği yoktur. Buna rağmen tesettürü reddedenin ise islâm'la herhangi bir ilisigi yoktur. Emrin katiyyeti ve tesettürün farziyeti böylece anlaşıldıktan sonra, hala-Islâm'da tesettürün olmadığını, çarşafın kadınlarının güzelliklerini saklamak isteyen eski bir toplumdan kaldığını iddia edenlere sorarız. Onlar bu iddialarını acaba hangi delile ve hangi yetkiye dayanarak ileri sürüyorlar. Yoksa oların islâm'ın hükümlerini öğrendikleri Kur'ân'dan ve sünnetten başka bir delil kaynakları mı var? Veya peygamberin vefatından sonra Allah bu dinin kanun koyucusu olma hakkını onlara mı verdi de bizim haberimiz olmadı? Hayır, islâm dininin Kur'ân'dan ve Sünnetten baska hiç bir kaynağı yoktur. Müslümanlar hangi toplum ve hangi çağda olurlarsa olsunlar onlara bakarak yollarını bulur takip etmeleri gereken istikameti çizerler. Güçleri ve yetkileri ne olursa olsun insanlardan hiçbirisinin kendi aklina ve arzularina dayanarak islâm'in hükümleri hakkında söz söyleme, Allah'ın sınırlarıyla uğraşma hakkı yoktur. Islâm dininin kanun koyucusu yalnızca Allah'tır. Onu yorumlama hakkı sadece ve sadece Hz. Resule aittir. Kur'ân'da varid olan bir emri yok iddia eden bir şahıs ve o emri kaâle almayarak kendi bildiğince amel eden veya onu hafife alan küçümseyen bir sahsın islâm'la bütün bağları kopmuş, artık o kendi arzusu doğrultusunda kurduğu yeni dine inanmış sayılır. Kur'ân âyetleri hakkında, toplum vicdanında kurduğu korku ağlarına güvenerek sorumsuzca tasarrufta bulunmaya kalkışan kişi müslümanlar nazarında suçludur. Cezasının verilmesine kudreti mani oluyorsa, o bütün kuvvetlerin yok olup yalnızca Allah'ın sınırsız kuvvetinin baki kaldığı bir güne havale edilir. Allah'ın hesaba çekmesi şüphesiz çok çetin ve tavizsizdir.Tekrarlıyoruz; Kur'ân'da örtünme kati olarak zikredilmiştir. Zikrettiğimiz ve zikretmediğimiz âyetler örtüyü tüm boyutlarıyla anlatmıslardır. Yine Hz. Peygamber efendimizin sünneti bu olguyu anlasılmayan hiç bir noktasi kalmayacak bir şekilde geniş geniş açıklamıştır. Peygamberimizin hayatında hiç bir müslüman kadını açılmaya tevessül etmemiştir. Peygamberimizden sonra da gerek ashabında gerekse diğer Islam ümmetinde bu emirden sapma
katiyetle görünmemiştir. Tüm bunlar artık tesettür mevzûunun üzerindeki bütün şüpheleri silip atmaktadır. Müslüman kadını örtünmek zorundadır. Allah'a inandığı ve emirlerine teslim oldugu için...
Kafir toplumları, eninde sonunda tesettüre sığınmak zorundadırlar. Toplumsal mutluluğu ve huzuru sağlamak için...