Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İslam Gençliği Nasıl Olmalı? (1 Kullanıcı)

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
blume1122.gif

Gittikçe artış eğilimi gösteren intihar, yaralama, öldürme, cinayet, kapkaççılık, terör ve global savaş tehlikesi gibi modern çağla birlikte azgınlaşan insanın varlığını tehdit ve yok etmeye yönelik eylemlerin de dayatması ile birlikte din ve ahlak eğitimi, hem akademik hem de pratik anlamda yeniden insanlığın gündemine girmiştir. Özellikle gençler arasında İslamiyet’e ve manevi değerlere karşı büyük bir ilgi duyulmaya başlanılmıştır.

Dikkatinin kendine yöneldiği gençlik döneminde, ruh ve bedenden oluşan varlık yapısının farkına varan genç, içinde bulunduğu dünyanın sınırlılıklarına takılmadan kendini yerli yerine konumlandırabilmesi için, aşkın ve insanın varlık özüyle örtüşen evrensel değerler sistemine ihtiyaç duymaktadır. Fakat gençlik dönemindeki hakikat özlemi ve anlam arayışı, maddi değerlere ve haz kültürüne dayalı modern dünyada imkânsız gibidir.

Bu bağlamda İslam dini ve önderleri gençlere çok önem vermiş, yüce insani kemallere gençlik döneminde ulaşılabileceğini hatırlatarak, özel bir eğitim metodu sunmuştur.
İslam’ın vazgeçilemez temel esaslarından biri “Nesil güvenliği”dir. Eşsiz bir hayat nizamı olan İslam, ortaya koyduğu “Akıl, din, can, mal ve nesil güvenliği” kuralı ile insanlık için asla vazgeçilemez olan bu beş temel unsurun korunmasını kesin bir dille emretmiş, bunun temini için kesin hükümler koymuştur.

Bilindiği üzere, insan hayatındaki hemen her türlü pozitif ve negatif davranışların kökleri, küçüklük ve gençlik dönemlerine kadar uzanır, oralarda gizlidir. Ailevî hayattan tutun da okul hayatına, çevre hayatına kadar. Bütün insanlar ilk yaratılışta İslam fıtratı üzere doğarlar; yetiştiricilerinin ellerinde muhtelif dinlerle yoğrulur, ama din farkı mahfuz, karakter değişimi diye bir şey söz konusu olmaz. Zira insanoğlu kendi mahiyetini değiştirmeye muktedir değildir. Efendimiz (s.a.a) de bu gerçeği: “Bir dağın yer değiştirdiğini duyarsanız inanınız; fakat bir insanın karakterini değiştirdiğini duyarsanız inanmayınız; çünkü karakter, yaratıldığı hal üzere olur.” sözleriyle ifade buyurmuşlardır. Bu yüzden gençlik döneminde oluşan karekteristik özellikler islam-i bir şekil bulmalıdır.

İslam toplumunda tertemiz bir fıtratla -yani İslâmî hakikatleri kabul etmeye meyilli olarak- dünyaya geldiği kabul edilen yeni nesil, temiz fıtratı bozulmadan manevî değerlerle büyütülmeli, helal lokma ve İslâmî terbiye ile eğitilmeli ve böylece Kuran’ın ifadesiyle “göz nuru olacak bir nesil” yetiştirilmelidir.

Kuran-ı Kerim, Rahman'ın has kullarının; “Ey Rabbimiz! Eşlerimizden ve zürriyetimizden gözümüzün nuru olacak kimseleri bizlere ihsan eyle!” diye dua ettiklerini bildirmektedir. Gözlerimizin nuru ve sürûru, gönüllerimizi aydınlığı ve mutluluğu olacak genç nesil, dünya ve ahiret mutluluğuna vesile olan nesildir. Dualarında sık sık “Allah’ım!.. Eşlerimizi ve neslimizi bizim için bereketli eyle!” diye niyaz eden Peygamberimiz de (s.a.a.) de “Bereketli Nesil”in önemini ve değerini vurgulamaktadır.

“Yepyeni bereketli bir nesil” yetiştirme göreviyle yükümlü Efendimiz (s.a.a.), zulüm ve baskı asrı olan karanlık Orta Çağ’da, Cahiliyet Döneminde, dikenler ve ayrık otları arasında gerçekten gül gibi tertemiz pırıl pırıl bir nesil yetiştirmiştir.

Hz. Resulullah (s.a.a.) hayatını gençlere adamıştı. O, Rahmet Peygamberi olarak gençlere sonsuz sevgi, şefkat ve hoşgörü ile muamele ediyordu. O'nun getirdiği Yüce Dinin iman, cihad, takva, ihlâs, ilim, ubudiyet ve medeniyet anlayışı özellikle gençlerde derhal yankısını buluyordu. Gençler, İslâm'ı kabul etmeye yaşlılardan daha yakın idi.

Peygamberimizin bu görevi aynen eğiticiler içinde geçerlidir, mürebbiler nesilleri mahir birer usta gibi inşa etmeliler. Psikolojik ve sosyolojik zemine münasip bir yapılanmaya gitmeliler. Ayakları yerden kesilmiş his ve hevesleri birer fikir gibi algılayarak tatbik sahasına koymaya kalkışmamalılar. Bu arada belirtelim ki kuşaklar arası sıçramalara, yeni nesillerin öncekileri geçmesine, belki daha yerinde ifadesiyle –tıpkı bayrak devir teslimi gibi- onların yerlerine geçmelerine bilinçli bir şekilde müsaade etmeliler. Yaşça büyük olanlar, arkadan gelen daha kabiliyetli nesle geçiş hakkı tanımadan önce onları dengeli bir terbiyeden geçirmeli ki geçiş esnası ve sonrası saygıya ve o saygı üzerine kurulan manevî sisteme bir eksiklik gelmesin.

Gençlerde bazı eksiklikler ve kusurlar görenler, bunun sorumlularının sadece gençler olmadığını, bu konuda anne-baba, arkadaş, çevre, okul, sistem ve yönetimin olumsuz katkısı olabileceğini de göz önünde bulundurmalıdırlar. Kendi kusurlarını gençlere yükleyenler sadece kendilerini aldatmaktadırlar. Görevimiz; sevgili Peygamberimiz (s.a.a) gibi gençliğe kucak açmak, gençlerin maddî-manevî problemleriyle ilgilenmek, temel İslâmî prensiplerden taviz vermeden gençliğe destek olmak, gençlerin cesaretiyle yaşlıların deneyimini birleştirebilmektir.

Hz. Resulullah (s.a.a) “Ey gençler topluluğu” diye başlayan hadis-i şerifleriyle özellikle gençleri uyarıyordu. Gençler O'ndan aldıkları cihad aşkıyla Uhud Savaşı öncesinde Medine dışında savaşmak için can atıyorlardı. Resûl-i Ekrem’in (s.a.a) takdirine layık olan gençlik; Kitabımızda; “Rablerine iman eden genç adamlar” ifadesiyle takdir edilen Kehf Ashabı gibi imanlı, mücahid, ahlak ve fazilet sahibi, Hakkı haykırmaktan korkmayan cesur gençlik idi.

O’nun hadislerinde, “Allah’a kulluk içinde yetişen genç”, Cenab-ı Hakkın arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet günü'nde arşın gölgesinde gölgelendirilecek ve Allah’ın özel ikramına layık olacak yedi seçkin grup arasında adaletli devlet başkanı’ndan hemen sonra ikinci sırada zikredilmektedir.

Dinamizm, fedakârlık, çalışkanlık, cömertlik, ahlak, hizmet, hicret, davet, tebliğ, cesaret… Hadislerde buyrulan örnek Müslüman gencin özellikleridir.

Müslüman genç, öncelikle kendisini tüm ilim silahlarıyla kuşandırır. Elde ettiği ilmî seviyenin yeterli olduğu kanaatine varmamalı, ilim yolunda hırslı, açgözlü ve son derece gayretli olmalıdır. İlim adamının bu psikolojik özelliği, hadiste işadamının psikolojik özelliğiyle karşılaştırılarak anlatılmakta, adeta ilmî doyumsuzluk tavsiye edilmektedir: “İki açgözlü kişi vardır ki doymaz: Biri ilim taleb eden... Diğeri de mal ve servet talep eden.” kendisini hem teknik, hem sosyal açıdan, hem tarihî hem de dinî açıdan iyi yetiştirir. Okulda istediği ölçüde alamadığı, bulamadığı ama mutlaka elde etmek zorunda olduğu ilmî ve manevî seviyeyi okul dışındaki özel çalışmalarda kitap, seminer, sohbet ve konferanslarda kazanmalıdır.

Müslüman gencin ikinci önemli özelliği de takvadır. O kendisini günahlardan uzak tutar, sürekli Allah’ın rızasını kazanmak için çalışır, riza-i ilahiye yakın ve şeytandan uzak olur. Onun tek bir hedefi vardır, Allah'a daha iyi bir kul olabilmek, bunun içinde tüm haramlardan sakınır ve tüm vacipleri de en güzel şekilde yerine getirir.

Müslüman genç uyanıktır, çabuk kandırılmaz, Müslümanların sorunlarını kendisine dert edinerek, çözüm için çabalar.
Genç adam; maneviyatın doruklarındadır, Allah’ın sevgisi ve aşkına ulaşmak için en büyük eğlencesi rabbiyle münacattır. Geceleri herkes uyuduğu zaman o uyanır ve aşkının ispatı olan gözyaşlarıyla sevdiğiyle konuşur. Çünkü yüce Allah’ın Hz. Musa’ya buyurmuş olduğu bu hadisi kutsiyi iyice kavramıştır: “Ey Musa! beni sevdiğini söyleyen ve sonra sabahlara kadar uyuyan ne kadar da yalancıdır, seven sevdiğiyle olup onunla konuşmak istemez mi?”

Hüseyin Haşim

blume1122.gif
 

Nur_u Secde

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Eki 2007
Mesajlar
5,266
Tepki puanı
3,644
Puanları
163
Yaş
47
selamün aleyküm aliyecim.kanayan bir yarayı paylaşmışsın.evet gençlerimiz asi,umutsuz,kolay kolay beğemeyen,hırçın,vs...bunda tabiiki büyüklerin suçu var.ben görmedim çocuğum görsün,ben yaşamadım çocuğum yaşasın deyip maddiyatla çocuklarımızı yetiştirmeye başladık.ama en önemli şeyi unuttuk.onları maneviyatla doyurmayı.işte sorun burda.rabbim hayırlı evlatlar hayırlı gençler yetitirmemizi nasip etsin.allah razı olsun.rabbime emanet ol canım kardeşim.:H
 

azranaz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Kas 2007
Mesajlar
9
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
selamün aleyküm çok güzel bir konuya deyinmişsin kardeşim dilerim hak dinin üzerinde iman nuruyla nurlanmış bir genç nesil yetiştirmek cümlesine nasip olsun inş iman bir filizdir onu iyi yetiştirirsen bir fidan haline gelir bence paylaşımına teşekkürler selam ve dua ile
 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
İslam toplumunda tertemiz bir fıtratla -yani İslâmî hakikatleri kabul etmeye meyilli olarak- dünyaya geldiği kabul edilen yeni nesil, temiz fıtratı bozulmadan manevî değerlerle büyütülmeli, helal lokma ve İslâmî terbiye ile eğitilmeli ve böylece Kuran’ın ifadesiyle “göz nuru olacak bir nesil” yetiştirilmelidir
blume1122.gif


SELAMÜN ALEYKÜM ALİYE KARDEŞİM
EMEĞİNE VE YÜREĞİNE SAĞLIK
ALLAH RAZI OLSUN
"ALLAH'IM, NESLİMİZİ DİN'İ MÜBİN İSLAM'A
SIDK İLE MÜCEHHEZ EYLE"
(AMİN)

ALLAH'A EMANET OLUNUZ
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
-Ey islam gençliği; birinci vazifen ÜMMETİN istikbalini ve MUCADELE ruhunu ilelebet muhafaza ve mudafaa etmektir.
Varlığını idame ettirebilmenin yegane temeli İLAH-İ KELİMETTULLAH olup bu sana
ruhlar aleminden bu yana bahşedilen en büyük hazinendir
Ahir zamanda dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek.tağuti ve mustekbir güçler olacaktır.
Bir gün ŞERİAT-I GARRAYI AHMEDİYE yi müdafaa mecburiyetine düşersen içinde bulunduğun bozuk
düzenin şeytani oluşum ve dayatmaları dahi seni yıldırmamalı.
,
yaşamış olduğun asır, zalim ve despot güçler tarafından kuşatılmış olabilir,

İslama ve vahyin öğretisine kast etmek isteyen amerika, israil ve onun uşaklığını yapan fir’avni rejimlerin
yardakçıları, dünya üzerinde emsali görülmemiş bir gücün mümessili olabilirler.
Nifak ve zülüm ile ümmetin bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün kutsal mabetlerine kirli eller uzatılmış, Tevhit
davasının icra edildiği Muhammedi mektepler kapatılmış , Ezan_ı Şerifler susturulmuş olabilir. hatta ümmetin
bütün Coğrafyası işgal edilmiş olabilir.Bütün bu yaşanan zulüm den daha acı ,daha can yakıcı bir duruma da
düşebilirsin.
Seninle aynı pınardan beslenmiş, aynı boyanın rengine bürünenler dahi bir gün RAHMANİ
mesaja gözlerini kapayabilir ,nefsinin kölesi olabilir hatta ve hatta ümmetten aldığı emaneti,namusu
başkasına peşkeş çekme bedbahtlığında da bulunabilirler.
EY İSLAMIN YİĞİT MUCAHİTLERİ , EY NURLU KERVANIN MUDAVİMLERİ Firavni ve
despot rejimlerin size eziyetten başka zarar veremeyecekleri Tüm bu ahval ve şerait içinde dahi sana
düşen; anaların gözyaşları ve şehitlerin kanı üzerine saltanat kuran bu zalimlere karşı ibrahimii kıyamlarda
bulunman ve SIRAT-I MUSTAKİM üzere yılmadan yıkılmadan durmak olacaktır.
BİLİNİZ Kİ ŞEHADET BİR ÖDÜLDÜR VE LAYIK OLANA VERİLİR...
EY ÜMMET- İ MUHAMMED (sav) in onurlu davasının yılmaz bekçisi olan mucahidim; tüm bela ve
musibetlere rağmen SABRIN AĞIR YÜKÜ BÜKSE DE BELİNİ , ilk vazifen;
EMR-İ BİL MAARUF NEHYİİ ANİL MUNKERi kendine şiar edinip her ne pahasına olursa olsun Rıza-i ilahi
uğruna en değerli varlığından geçmek olacaktır...
MUHTAC OLDUĞUN KUDRET SİNENDEKİ İMANDA GİZLİDİR….
(alıntı)

 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
Gençlere..

Gençlere..

GENÇLERE

Rahman ve Rahim olan Allah(CC)'ın adıyla.

Hamd Allah(CC)'a,
salat ve selam,Efendimiz Hz.Muhammed(SAV)'e,
O'nun ailesine,arkadaşlarına ve O'nu dost edinenlere olsun.

Bismillahirrahmanirrahim;

"De ki;Size bir tek öğüt vereyim;Allah için ikişer ikişer ve teker teker kalkar,(Huzurunda divan) durursunuz,sonra düşünürsünüz.Arkadaşınızda delilikten eser yoktur.O ancak şiddetli bir azabın önünde sizi uyaran bir peygamberdir."

"De ki;Ben sizlerden bir ücret istemişsem,o sizin olsun. Benim ücretim yalnız Allah'a aittir.O herşeye şahittir."

"De ki;Hakikaten Rabbim hakkı fırlatır,O gizlileri hakkıyla bilendir."

"De ki;Hak geldi,artık batıl ne bir şey ortaya çıkarabilir, ne de geri getirebilir.(o tamamen yok olup gitmiştir.)"

"De ki;Eğer saparsam kendi aleyhime sapmış olurum.Eğer yolu bulursam bu da bana Rabbimin vahyettiği(bu Kur'an) sayesindedir.Şüphesiz O,işitendir,yakındır."

(SEBE Suresi:46-50 Ayetler)

Ey Gençler;

Bir fikir ancak kendisine olan inanç güçlü olduğu,
yolunda samimiyetle çalışıldığı,
bolca gayret sarfedildiği,
uğrunda hiç bir fedakarlıktan kaçınılmadığı zaman başarıya ulaşır.
Bu başarının dört temel ilkesi vardır.Bunlar:
İman-samimiyet-gayret-çalışma dır.
Bunların dördü de GENÇ lere ait özelliklerdir.

İmanın esası,canlı bir kalp,samimiyetin esası,temiz bir ruh,gayretin esası kuvvetli bir şuur,çalışmanın esası ise genç bir gayrettir.

Bu dördü birden yalnızca GENÇ lerde bulunur.Bu nedenle yeni ve eski tüm ümmetlerin kalkınmasının yemel direği gençlerdir.Her kalkınmanın SIRRI onlardadır.Her görüşün taşıyıp-yücelticileri onlardır.

"-Onlar Rablerine inanan gençlerdirler.Biz onların hidayetlerini artırdık."

(KEHF Suresi:13 Ayet)

Bütün bunlardan dolayıdır ki sizin göreviniz çoğalıyor, sorumluluğunuz büyüyor,ümmetin üzerinizdeki hakları arttıkça artıyor,boynunuzdaki emanet ağırlaşıyor,uzun uzun düşünmeniz,çok çok çalışmanız,zamanınızı dikkatle değerlendirmeniz,uyanık bir şekilde ileri atılmanız,ümmete gençliğinizden dolayı üzerinizde olan haklarını tam olarak ödemeniz gerekiyor.
Bazen toplumda gençler sakin ve hareketsiz olurlar.
Hayatını yaşamaya,gençliğinin tadını almaya çalışırlar.Millete ayırdığı zamandan çok kendi nefsine zaman ayırır,eğlenir,boş işlerle uğraşır,keyfinin çektiği,gönlünün arzuladığı şeylerle oyalanırlar.

Bazen de harekete geçer,ümmetin işlerinin başkalarının elinden çeker alır,düşmanlarının ele geçirdiği organizmayı kurtarmak için elinden gelen gayreti sarfeder, kaybedilmiş hakları ve gasbedilmiş değerleri yabancılardan geri alırlar.

Milletin kayıp hürriyetini ve yüksek değerlerini yeniden oluştururlar.Bu genç o zaman milleti için kendine ayırdığı zamandan çok daha fazlasını ayırır.Böyle taptığı takdirde o,zafer meydanlarında çok çabuk bir şekilde başarıya ulaşır.

Bu çabuk başarı Allah'ın ona İhsanıdır.İnşaAllah hepimiz ikinci tip gençlerden oluruz.Gözlerimiz açılır ve düşmanla karşı karşıya gelip gayretle savaşmak isteyen bu ümmetin hak ve hürriyetleri için harekete geçeriz.

Hazır olun ey insanlar.Zafer mü'min'ler için son derece yakındır.

Başarının en yücesi çalışıp gayret sarfedenler içindir.

HASAN EL-BENNA

EsselamuAleyküm Yeğenim

Çok yerinde ve faydalı bir konuyu gündemimize taşımışsınız.
Allah(CC) razı olsun..Çalışmanızı bereketli kılsın..ecrini-sevabını GENÇ ve Gayretli-çalışkan..İman yüklü Yeğenime her iki Cihan da da nasip etsin inşaAllah.

Selam ve dua ile Allah(CC)'a emanet olunuz..
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
GENÇLİĞİN KIYMETİ VE GENÇLERE VERİLECEK ÖNEM


Gençlik çağımızın paha biçilmez bir kıymeti vardır. Bu sözü birçok kimse söylemekte ve fakat insanlardan çok azı onun değerini bilmektedir. Fıkır fıkır hareketlerin depolandığı "gençlik çağının değeri hakkıyla bilinmiş ve yerli yerinde kullanılmış olursa memleketimizin geleceği için çok faydalı temeller atılmış olur. Bu anlayışı ihmâl etmemiz sebebiyle, çok değerli zamanlar boşa akıp gitmektedir. "Gençler bilebilseydi, ihtiyarlar muktedir olabilseydi" sözü, gereken çalışmanın yapılmayışı sebebiyle, üzüntümüzü dile getirmek için tekrarlanmaktadır.
Gençler, çok değerli ve meyve vermeye müsait bir fidana benzer. Olgunluk devresine ulaşıp akl-ı selimini kullanma çağına ulaşasıya kadar devamlı bir bakım ve kontrol ister. Bunlar yapılmadığı zaman yozar ve yobazlaşırlar. Gençlerimizi iyi bir halde yetiştirebilmek için yetenekli bir kültüre sahip ve yetişmiş bir kadroya ihtiyaç vardır. Topluluk ve aile muhiti olgunlaşmadığı müddetçe gençleri yetiştirmekte başarılı sonuç elde etmek mümkün değildir.
Bir milletin istikbâlini keşfetmek isterseniz, gençlerini ne şekilde yetiştirdiklerine ve mekteplerindeki tedrisat usullerine bakınız. Bu aynada, o milletin geleceğini temâşâ edebilirsiniz. Bu sırrı keşfeden milletler, kendilerine faydalı olacak yolu tutarak sevindirici terakkîler elde etmişlerdir.
Yararlı olacak bilgilerle teçhiz edilmemiş gençlerin hareketlerine, akl-ı selim ve mantıktan ziyade, "hisler" hâkim olur. Vicdanların mürebbisi ve akılların muallimi bulunan Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde "Gençlik, delilikten bir şubedir" (1) buyurmakta ve bizleri uyarmaktadır. Hayatının nevbaharını yaşayan bir gence "delikanlı" denilmesi, çok kere, dengeli hareket edemeyişi sebebiyle söylenmiş olmaktadır.
Gençleri kendi haline ve şahsî isteklerine bırakmamanın lüzumu, münakaşa götürmeyecek bir zarurettir. O, tıpkı bir su gibidir. İyi bir yö-ne sevk edilmez ise her tarafa meyl eder ve perişan bir hâle düşer. Millet ve memleketin hayrına olacak yönde kanalize edilir ve faydalı bilgilerle techiz olunur ise, memleketin ufukları pırıl pırıl olur, istiklâlimiz ile istikbâlimiz güvenilir hâle gelmiş sayılır.
Gençler; kendi düşüncelerini "ilim", takip ettikleri yolu da "saadet caddesi" zannederler. O, cazibesine kapıldığı muhitin ve kendisini kaptırdığı zevklerin etrafında dönüp dolaşan bir pervane gibidir. Bu zevklere erişmek için pervasızca hareket etmeyi kendisine şiar edinir. Hakiki ilmin ne olduğunu ve nasıl elde edileceğini ona küçük yaşta iken öğretmeli; sonu saadet ve cennete ulaşan yolu çocukluk devre-sinde göstermelidir.
Delikanlılık çağında bulunan insanlar; ilmin, tecrübenin ve aklı selimin uzağında kalmış bir enerji kaynağıdır. Âtisini gören ve istikbâlini düşünen milletler, bu enerjiyi hikmetin, basiretin ve millî harsların içinde tutmaya gayret göstermektedirler. Aksi halde dinine düşman, tarihine yabancı, vatan sevgisinden yoksun ve serseri bir güruh haline gelirler.
Gençler, hayatî ehemmiyeti bulunan meselelerde tercih yaparken bir "yol gösterici"ye muhtaçtırlar. Ahlâkî faziletleri nefsanî heveslere feda etmemek gerektiği onlara öğretilmezse yanılmaya maruz kalırlar.
Sağlam ve şaşmaz ölçüye sahip olmayan nesiller, ahlâkî faziletleri nefsanî zevklere feda etmekten çekinmezler.
Bir milletin yükselmesi, gençlerinin iyi terbiye edilmesine ve faydalı bilgilerle teçhizine bağlı bulunmaktadır. Bu cihetleri ihmal edilen bir ço-cuk ile kötü terbiye edilen genç arasında bir fark yoktur. Zira biri hiç terbiye edilmemiş, diğeri kötü yetiştirilmiş olmakta ve neticede aynı çıkmaz sokakta buluşmaktadırlar. Din ve iman ile kalp ve ruhunu, ilim ile dimağını aydınlattığımız gençler; inkarcılığı bırakıp imana, dalâleti terk edip hidayete, zulmü çiğneyip adâlete meyl edeceklerdir.
Gençler gösterişe kapılmamalı, solan ve pörsüyen fikirlere tâlip olmamalı, ilim dillerini geçici zevkler peşinde koşarak ihmâl etmemeli ve nefsanî heveslere aşırı düşkünlük göstermemelidir. Zira "hevâ ve hevesine meyli bulunmayan bir genci Allah muhakkak beğenir"(2).
Allah'ın verdiği nimetler, kıymeti bilinmeyecek ve yerli yerinde kullanılmayacak olursa boşa geçmiş ve o nimeti ihsan eden Allah Teâlâ'ya karşı "nankörlük" yapılmış olur. Sağlık ve gençlik, Cenâb-ı Hakk'ın bizlere ihsan ettiği en değerli nimetlerdendir. Bu cihete ışık tutan bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: "Beş şeyden önce beş şeyi; ölümden önce hayatını, hastalıktan önce sıhhatini, meşguliyetten önce boş vaktini, yaşlanmadan önce gençliğini, fakirliğinden önce zenginliğini ganimet bil" (3).
Ey aziz milletimizin "ümid-i istikbâli" bulunan müslüman genç! Gelecekte omuz vereceğin hizmetlerin fikir çilesini şimdiden beyninde mayalandırmaya çalış! Kendini seciye ve karakter adamı olarak yetiştir! Göreceğin hizmetin zorluklarını değil ulvîliğini dikkate al ve kendini ilim ve hikmete ver. Kalbinde iman ve dimağında irfan oldukça karşında dağlar baş eğecek, vadiler asfalt haline gelecektir.

(1)Feyzü'l-Kadir, c.4, s. 171.
(2) Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 4, s. 151.
(3) Feyzü'l-Kadir, c. 2, 16.
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
onları nasıl yetiştirdiğimizi Kıyamet Günü Allahü Teala bize sorar
Peygamber Sünnetini ,Din esaslarını öğretip öğretmediğimizi sorar
'cahil müslüman olmaktansa bırakın hristiyan olsunlar '!!!gibi laflar sarfedenler var (Allah belasını versin!) aramızda
aman dikkat edelim !
sanki hristiyanların azgın kafir olduklarını bilmiyoruz da !
bu kadar da aciz olmaz insan ,hem müslümanım der hem de bunu bilmez, biz de saf olalım duralım öylece ağzımız açık ..
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Gençliğin Mânevî Eğitiminde Temel İlkeler Ne Olmalı?



İslâm Gençliğinin Eğitimi, Cenab-ı Hakkın Teminatı Altındadır. İslâm Davasının gönüllere ve hayata hakim olması, gençliğin bu davaya gönülden sahip çıkmasıyla mümkündür. Bu davaya gönülden sahip çıkan, Allah’ın izniyle İslâm’la buluşan gençler, tarih boyunca İslam davasının yılmaz bekçileri olmuştur.

Mekke’de doğan İslam, Medine’de yepyeni bir boyut kazanmış, Medine’de İlk İslam devleti kurulmuştu. İman, ahlak, takva, ihlas, sevgi, saygı, kardeşlik, hoşgörü, hürriyet, adalet ve eşitlik gibi manevî değerler üzerine kurulu İslam Medeniyeti binasının temeli Medine’de atılmıştı.

Üç kıtaya yayılan İslam Gençleri, İslam Medeniyeti ışığını dünyanın en ücra köşesine ulaştırmak için büyük gayret sarf etmişlerdir. İslâm Medeniyeti idealini taşıyan gençler, Cenab-ı Hakkın yardım ve himayesi müjdesi ile bu meş’aleyi üç kıtaya taşımışlardır.

Gençlik için çok önemli nebevî bir müjde olan bu hadis-i şerife göre; gençliğin İslâm yolunda terbiye ve eğitimi, Cenab-ı Hakkın teminatı altınadır. Allah’a kulluk içerisinde yetişen genç adam, Allah’ın himayesindedir. Gençlerin Allah’a itaat yolunda istihdamı ve değerlendirilmesi de Allah’ın taahhüdü altındadır.

İslam Davasına Sahip Şuurlu Gençliğin Yetiştirilmesine Önem Verilmelidir.

Gençlik; manevî, ahlakî ve insanî değerlere sahip olarak İslam Medeniyeti perspektifi ile yetiştirilmelidir. Kendisini İslam Medeniyeti’nin temsilcisi olarak gören, bu davayı bir adım ileriye taşımakla yükümlü olduğu şuurunu taşıyan genç adam; alın terini, gözyaşını, vaktini ve bütün imkânını bu dava uğruna feda edebilecek bir ruha sahip olmalıdır.

Bir gün Hz. Ömer (r.a) arkadaşlarıyla birlikte otururken;

-Siz bu dünyada Cenab-ı Hak’dan ne arzu ediyorsunuz? diye sordu. Biri:

-Ya Ömer!... Ben Rabbimden bir oda dolusu altın istiyorum. Bu altınları son dirhemine kadar Allah yolunda dağıtmak istiyorum, dedi. Hz. Ömer (r.a) onu tebrik etti. Aynı soruyu bir diğer arkadaşına sordu. Diğeri:

-Ya Ömer!.. Ben Allah yolunda şehid olmak istiyorum. Kanımın son damlasına kadar, vücudum lokma lokma, lime lime oluncaya kadar çarpışmak ve böylece şehid olmak istiyorum. Allah’ın huzuruna çıkıp Rabbim bana; Ey kulum!. Niçin bunu istedin? diye sorduğunda; Ya Rabbi!.. Sadece senin rızan için istedim, demek istiyorum, dedi.

Hz. Ömer (r.a) ona da tebrik ve takdirlerini ifade etti. Orada bulunan diğer kişiler de güzel temenni ve dileklerini arz ettiler. İçlerinden biri dayanamadı.

-Ya Ömer!.. Peki!. Siz, bu dünyada Cenab-ı Hak’dan ne arzu ediyorsunuz? diye sordu. Hz. Ömer (r.a):

-Bir oda dolusu Ebu Ubeyde b. Cerrah, Muaz b. Cebel ve Huzeyfe b. Yeman (r.anhüm) gibi genç adam istiyorum. Bu gençleri en güzel şekilde yetiştirmek ve bunları dünyanın değişik bölgelerine dağıtmak istiyorum. Dünyanın her karışının İslam’la şereflenmesini istiyorum, dedi.

Gerçekten Hz. Ömer’in arzusu, temennisi büyüktü. Hz. Ömer (r.a), geniş ufuk sahibi olduğunu bir defa daha ortaya koydu. Bir oda dolusu genç adamın yetiştirilmesi!. Genç insanları dünyanın değişik bölgelerinde İslam Medeniyetinin temsilcileri olarak görevlendirilmesi!. Ne büyük bir temenni..
İdealimiz.. Bize emanet edilen bir sınıf dolusu pırlanta gibi genç insanı imanlı, dinamik, aksiyoner, enerjik, çalışkan, şuurlu, güzel ahlaklı ve hizmet aşkıyla dolu, İslam Medeniyeti anlayışıyla yetiştirmektir.

Gençlerin Farklı Özellikleri Göz Ardı Edilmemelidir.

İnanç, dinamizm, heyecan, coşku, aksiyon, açık sözlülük, yüreklilik, vefakârlık, iyilikseverlik gibi fıtrî özelliklere sahip olan genç adam bu özelliklerini hayırlı yerde kullanabileceği gibi, yanlış mecrada kullanma eğiliminde de olabilir. Her gencin birtakım yanlış eğilimleri yanında farkında olmadığımız güzel yönleri, üstün özellikleri olabilir.

Gençliğin manevî ve ahlakî kalitesinin geliştirilmesi ve istenen verimi alabilmek bu özelliklerin değerlendirilmesi ile mümkündür. Gençlerin farklı özelliklerini ve farklı güzelliklerini fark edebilmek eğitimcinin ve davetçinin en önemli görevidir.

Medineli Müslümanlardan Cahiliyet döneminde içki içenler, içki haram kılınması üzerine içkiyi tamamen terk etmişlerdi. İçki alışkanlığını terk edemeyenler için ceza uygulanıyordu.

İçki alışkanlığını bırakmayan Abdullah el-Hımar isimli gence ceza verildi. Abdullah ikinci defa içki içince kendisine yine ceza verildi. Genç, bir türlü içkiyi bırakamıyordu. Üçüncü defa içki içince yine cezalandırıldı.

Sahabeden biri ona lanet okudu. Bunun üzerine Allah Rasûlü şöyle buyurdu:

-“Ona lanet okumayın! Allah’a yemin ederim ki; Onun, Allah’ı ve Resulünü sevdiğini iyi biliyorum”.2

Peygamberimiz (s.a.v) içki içen gence ceza veriyor, ama onu toplumdan dışlamıyordu. Abdullah el-Hımar isimli bu gence sahip çıkıyor ve bu gencin sahabe tarafından bilinmeyen ya da göz ardı edilen bir başka özelliğine işaret ediyordu.

Ana İdeal Gönüllerin Manevî Değerlerle Buluşması Olmalıdır.

Medine’de sevimli bir Yahudi çocuğu vardı. Zaman zaman Peygamberimiz’e hizmet ederdi. Peygamberimiz, bu çocuğu seviyordu. Hastalandığını duyunca o yahudi çocuğun evine ziyarete gitti. Peygamberimiz çocuğa:

- “Eslim (Müslüman ol!.)” dedi. Çocuk babasına bakınca babası:

- Ebu’l-Kasım’a itaat et! dedi. Çocuk, kelime-i şehadeti söyleyerek İslâmı kabul etti. Sahabe-i Kiram denen altın nesil arasında yer aldı. Peygamberimiz, çocuğun yanından çıkarken:

-“Onu Cehennem’den kurtaran Allah’a hamdolsun, dedi.3

Sevgili Peygamberimiz gibi en muazzam şahsiyetin en son Peygamberin; hasta yahudi çocuğun evine gidip onu ziyaret etmesi, bir gönlün daha İslam’la buluşması, bir kişinin daha Hakkı görmesi ve Cennet’e bir kişinin daha girmesi arzusu ile açıklanabilir. Ne güzel bir dilek!.. Ne hayırlı bir niyet!..

Üstün Kaliteye Talip Olan Seviyeli Bir Gençlik Yetiştirme Hedef Alınmalıdır.
Her konuda ilmî, meslekî, sosyal, tarih, âhlakî, kültürel açıdan kaliteyi geliştirme ana hedefimiz olmalıdır. “Sahabe” dediğimiz İslâm Tarihinin ilk nesli, altın nesil ve örnek nesil, her konuda kaliteye talipti. Her konuda “en faziletli, en değerli” olanı arzuluyorlardı. Bunun için daima Peygamberimiz’e:

- En faziletli amel hangisidir?

- En faziletli cihad hangisidir?

- En faziletli hicret hangisidir?

- En faziletli müslümanlık hangisidir? şeklinde sorular yöneltiyorlardı.

İşte bu sorulardan biri de şu şekilde idi: Peygamberimiz (s.a.v)’e:

-En faziletli sadaka hangisidir? diye soruldu. Peygamberimiz (s.a.v)’in cevabı çok anlamlıdır.

-“(En faziletli sadaka) Kulun, Allah yolunda hizmet etmesidir ”. 4

Hizmet, görevin ihlasla yapılmasıdır. Hizmet, göreve içtenlik ve fedakârlık mayasının katılmasıdır. Böyle bir çalışma en değerli sadaka olarak kabul edilmiştir.

Genç Kızların Eğitiminde Daha Hassas Olunmalıdır.

Taze bir fidan özelliğini taşıyan genç insanın genel olarak gönlü hassastır, genç adam kırılgan bir yapıya sahiptir. Ama genç insanlar arasında özellikle genç kızlar ve genç hanımlar daha hassas ve daha titiz davranılmalıdır. Bir gül gibi nazik ve nezih genç kızlarımız; erkeklerden daha farklı ve daha nazik bir fizyolojik bünyeye; daha hassas ve daha kırılgan bir psikolojik yapıya; erkeklere göre genellikle daha şefkatli, daha merhametli olma gibi ahlakî özelliklere sahiptirler. Eğitim ve irşad erbabı, bu durumu dikkate alma ve buna göre metot geliştirme zorundadırlar.

Sevgili Peygamberimiz’in Enceşe isimli bir hizmetçisi vardı. Enceşe, güzel sesli biri idi. Gece yolculuklarında yanık yanık kasideler okurdu. Yine bir gece yolculuğunda Peygamberimiz’in hanımlarını taşıyan develeri idare etmekle görevlendirilmişti. Enceşe, yine yanık sesiyle kaside okumaya başlamış, bu güzel sesin tesiriyle devlerin yürüyüşü hızlanmıştı. Develerin üzerindeki kafeslerde bulunan hanımlar rahatsız olabilirlerdi. Bunun üzerine Peygamberimiz:

-“Ya Enceşe!.. Kristallere karşı yavaş ol!..” dedi.5

Peygamberimiz’in kendi hanımları için kullandığı ifadenin güzelliğine bakın: “Kristal!..” yani değerli ama hassas ve kırılgan... Burada edebî sanatlardan istiare sanatı güzel bir şekilde uygulanmıştır.

Bu hadis-i şerife göre; kristal eşya gibi değerli ama hassas ve kırılgan olan hanımlar ve hanım kızlar incitilmemeli, rahatsız edilmemeli, onlara titiz davranılmalıdır. Bu hadis-i şerife uyularak kız öğrenciler de aynı şekilde kristal bir vazo gibi değerlendirilmeli, hassas bir eğitim metoduna tabi tutulmalı, her konuda hassas olabilecekleri dikkate alınmalıdır.

Gençlerle Ortak Payda;

“Birlikte Cenneti Kazanmak” Olmalıdır.

Ailede, eğitimde ve yönetimde ortak arzu; Birlikte Cenneti Kazanma” arzusu olmalı, bunun için de hedefimiz çevremizi Cennete çevirmek olmalıdır. Birlikte Cenneti kazanma arzusunda olanlar arasında problemler asgarî seviyeye inecek, dünya ve ahirete mutluluğu kolaylıkla elde edilecektir.

Hz. Aişe validemiz (r.a), şöyle diyor: Bir hanım beyine hitaben:

- “Sen, benim Cennetimsin”, demelidir. Beyi de ona:

- “Asıl sen, benim Cennetimsin”, demelidir.

Yani ailede ortak payda Cenneti kazanmak olmalıdır. Ailedeki bu “Birlikte Cenneti Kazanma” ortak paydası eğitimde, yönetimde, hayatın her alanında dikkate alınmalıdır.

Hz. Aişe validemizin bu ulvî anlayışının kaynağı, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’dir. Sevgili Peygamberimiz, Husayn bin Mıhsan’ın halasına hitaben;
“(Hanımefendi!..) Senin eşinin yanındaki yerin nedir? Bir bak. Zira eşin, senin hem Cennetin, hem de Cehennem’indir”.6 demişti. Yani, sen, eşin sebebiyle Cennet’i ya da Cehennem’i kazanacaksın, diyordu.

Bu anlayışı taşıyan bir hanımın beyine sevgi ve saygısı elbette farklı olacak, karşılıklı sevgi ve anlayış üzerine kurulan böyle bir aile, huzur ve mutluluk yuvası olacaktır.

Ailedeki “Birlikte Cenneti kazanma” anlayışı, eğitimde de aynen hakim olmalıdır. Cennet odaklı bir eğitim, Cennete endeksli bir öğretim; dinî, manevî, insanî ve ahlakî değerlerin ön plana alındığı bir eğitim olacaktır.
Mükemmel bir eğitimci olarak gönderilen Allah Rasûlü’nün sevgi ve şefkat dolu eğitim anlayışını rehber olarak kabul eden; nefislere değil, gönüllere hitap eden, eğitim psikolojisi kurallarını iyi uygulayan eğitimci; Allah’ın izniyle daha başarılı olacak ve daha verimli sonuçlar alacaktır.

Eğitimdeki Başarı Ölçüsü Sayı Değil, Temel Prensiplere Bağlılık Olmalıdır.

Başarı, kalite ile doğru orantılıdır. Sadece matematiksel başarı yeterli değildir. Nice Peygamberler gelmiş, sadece birkaç kişinin hidayetine vesile olabilmişler, buna rağmen görevlerinde başarılı kabul edilmişlerdir.
950 yıllık Dine Davet süresince sadece 80 kişinin hidayetine vesile olan Hz. Nuh (a.s) en başarılı, en azimli beş Peygamber En azimli beş Peygamber7 arasında yer almıştır. Yıllarca süren Hakka Davet müddetinde sadece iki kızının iman etmesine vesile olan Hz. Lut (a.s) başarısız sayılmamıştır.

Hatta hiçbir kişinin imanına vesile olamayan Peygamberler bile görevlerini yerine getirmiş sayılmaktadırlar. Çünkü önemli olan, belirli sayıya ulaşılması değil, verilen görevin emredildiği ya da arzu edildiği şekilde yerine getirilmesidir.

Sultan Fatih döneminde Fatih Camii’ni doğu ve batıdan çevreleyen Sahn-ı Seman medreselerini ziyaret eden bir hoca efendi, baş müderrisin azami gayretini görünce dayanamaz. Baş müderrise hitaben:

-Hiç mi verim alamam? der.

-Hayır Hayır!.. Belki bu yüz öğrenciden on tanesi istediğiniz gibi yetişir der. Bunun üzerine baş müderris:

- “Ben sadece istediğim gibi bir kişinin yetişmesini yeterli görüyorum. Siz ise % 10 başarıdan bahsediyorsunuz. Desenize başarımız büyük olacak”, diye cevap verir.

Gerçekten eğitimciden beklenen, arzulanan üstün başarılı bir kişi yetişsin diye diğer öğrencilerle ilgilenme ve onları ihmal etmemedir. Gayet tabii olarak öğrencilerin tamamının başarılı olmasını istenir.. Ama başarı oranı ne olursa olsun bu eğitimciyi ve irşad adamını yıldırmamalı, başarı oranının düşüklüğü karamsarlık ve ümitsizliğe sebep olmamalıdır.


DİPNOTLAR
1)İbn Mace: Mukaddime 1 Hadis No: 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/200. 2) Buharî: Hudud 5 3) Buharî: Cenaiz 79; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/175 4)Tirmizi, Fezâilu’l-Cihad 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 5/270. 5) Buharî, Edeb 111,116; Müslim: Fezâil 73; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/172. 6)Nesaî: es-Sünenü’l-Kübra: 5/310 No: 8962; Beyhakî, Şuab: 6/418 No: 8730, Münavî: 3/60 (Hadis Hasendir.)
7) En azimli beş Peygamber (Ülü’l azm miner-rusül): Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Mustafa (aleyhimüs-selâm)’dır.
 

nihalim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
2,593
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
46
Konum
*meftun*
Web Sitesi
www.hatim-online.com
SELAMUNALEYKÜM...ALLAH c.c. razı olsun...
kardeşim ALLAH C.C. razı olsun emeğinize sağlık (TALİP abi sizden de ALLAH c.c. razı olsun)
ALLAH c.c. emanet olun...selam ve dua ile İNŞALLAH...​
 

cennet yolcusu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Eyl 2006
Mesajlar
1,177
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
SELAMÜN ALEYKÜM DAVA SAFINDA NENE HATUNLAR GİBİ ÖN SAFTA YER ALAN DEĞERLİ MÜCAHİDE KARDEŞİM ÇOK GEREKLİ BİR KONUYA DEĞİNMİŞSİNİZ RABBİM RAZI OLSUN BİR MÜSLÜMAN OLARAK KALBİM BU KONUDA KANAMAKTA DEĞERLİ KARDEŞİM RABBİM GEÇLİĞİMİZİ UYANDIRSIN GAYESİ RIZA OLAN GENÇLİK NASİP ETSİN AÇTIĞINIZ KONUNUN DEĞERİNİ BİLİP İBRET ALANLARDAN EYLESİN RABBİM NESİL PERİŞAN RABBİM KALPLERİMİZ SENİN ELİNDE KALBİMİZİ DİNİN ÜZERE SABİT KIL AMİN RABBİM SİZİ CENNET YOLUNDA DAİMİ VE BAKİ KILSIN HER KÖTÜLÜKTEN RABBİM SİZİ KORUSUN CENNETTE CEMALİYLE BULUŞUN İNŞALLAH DAİMİ SELAM VE DUAM VE BAKİ MUHABBETİMLE RAHMAN VE RAHİM OLAN RABBİME EMANETSİNİZ MÜCAHİDE KARDEŞİMB)B)
 

Sefine-i Hayat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Kas 2006
Mesajlar
987
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37

İmam Humeyni’den Müslüman Gençliğe Öğütler

1- Beş vakit namazı vaktinde kılın, gece namazı da kılmaya çalışın.

2- Vacipleri yerine getirip, haramlardan uzak durun.

3- Pazartesi ve Perşembe günleri mümkün oldukça oruç tutmaya çalışın.

4- Çok fazla uyumayın ve kuranı kerimi çokça okuyun.

5- Sözünüzde durun ve anlaşmalarınıza önem verin.

6- Sade ve gösterişten uzak giyinin.

7- Yoksullara yardım edip, her gün sadaka vermeye çalışın.

8- Çok masraf edilmiş lüks toplantılara katılmayın, kendinizde böyle toplantılar düzenlemeyin.

9- Çok konuşmayın, çok dua edin.

10- Kendinizi bilgi yönünden geliştirin, dini konuşmalara katılın.

11- Yaptığınız iyilikleri unutun ve geçmişte işlemiş olduğunuz günahları hatırlayın.

12- Spor yapmaya özen gösterin.

13- Bir İslam ülkesinin ihtiyaç duya bileceği tüm bilimleri öğrenin.

14- Her bakımdan dikkatli ve uyanık olun.

15- Kuran okumasını ve tecvid kurallarını öğrenin.

16- Aktüalite ile ilgilenin, güncel haberleri özellikle de Müslümanları ilgilendiren haberleri takip edin.

17. Maddi yönden yoksullara, manevi yönden de rabbani âlimlere bakın.

18- Her akşam yatmadan önce kendinizi hesaba çekin, gün boyu işlemiş olduğunuz günahlardan tövbe edin ve yaptığınız güzel işler içinde şükür edin.

19- Âlimlerle arkadaşlığı asla kesmeyin, sürekli onların sohbetinde bulunun.



ES SELAMUN ALEYKÜM CANIM KARDEŞİM.ÖYLE GÜNCEL Bİ KONUYA DEĞİNMİŞSİNKİ,ELLERİNE EMEĞİNE SAĞLIK.YOLUNU KAYBETMİZ GENÇLERİMİZE IŞIK OLSUN İNŞAALLAH.RAB'BİM C.C. RAZI OLSUN SENDEN,SEVABINI KAT KAT YAZSIN İNŞAALLAH.DAİMİ DUALARIMDASIN.SELAM VE DUA İLE.BAKİ MUHABBETLERE CANIM KARDEŞİM....B)
 

~Elçi~

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2007
Mesajlar
2,893
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
Esselamun aleyküm canım kardeşim
Rahman razı olsun paylaşımınızda biz gençleri konu ettiğiğiniz için.
Biz gençlere çok vazifeler düşüyor.Toplumu düzeltmek birer örnek olma açısından.
Çok hoşuma giden bir söz vardır.
Gençken ibadet yapmak mermere yazı yazmak , İhtiyarlılıkta ibadet yapmak ise kuma yazı yazmak gibidir.
Mermere yazılan yazı silinemez ama kuma yazılan yazı hemen siliniverir.
Gençliğimizde islama hizmetimizde ve ibadetlerimizde önem verelim inşaallah güzel kardeşim.
Paylaşımınız için tekrar teşekkür ederim Rabbim sevabınıza yazsın inşaallah.
Hayırlı Bayramlar Baki selam ve dua ile..B)
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Gençliğin Manevi Eğitiminde Nelere Dikkat Edilmeli?




Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki: “Allah bu dinine bağlı genç fidanları yetiştirmeye devam edecek ve bu gençleri Allah’a itaat yolunda değerlendirecektir.” (İbn Mace: Mukaddime 1 Hadis No: 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/200.)

Gençliğin Manevî Eğitiminde Öncelikler İyi Tespit Edilmelidir. Gençlere verilecek manevî eğitimde öncelikler önemlidir. Kuru, ezberci, slogan klişeler yerine; gençleri düşündürecek, ruh ve şuur verecek, onları motive edecek temel hedefler, ideal ölçüler, manevî ilkeler ve ahlakî prensipler tatlı bir dille sunulmalıdır. Bu temel ahlakî prensiplerden “ülfet”, “iffet” ve “izzet” mutlaka işlenmelidir.

Her şeyden önce ülfet (Sıcak iletişim, samimi diyalog) kurma üzerinde durulmalıdır. Aile ve çevre ile sıcak iletişim kurmanın önemi işlenmelidir. “Mü’min, başkalarıyla sıcak iletişim kurabilen ve başkalarının da kendisiyle sıcak iletişim kurabildiği kişidir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/400.)

Efendimiz (s.a.v.) Medine döneminde önce kardeşlik üzerinde durdu. Mekkeli muhacirlerle Medineli Ensar arasında kardeşlik kurdu. İslam toplumunda ilk adımın “İslâm Kardeşliği” olduğunu cihana duyurdu.

İffet (haya, namus, tesettür ve mahremiyet konularında hassasiyet) sahibi olmak, genç için çok anlamlıdır. Günümüz dünyasında gözlerin ve hayânın korunması konusunda gençler özellikle uyarılmalı, kirli gözlerle, kirli kulaklarla, kirli gönüllerle istenen huzur ve saadet ortamının kurulamayacağı üzerinde durulmalıdır. Sokak, arkadaş çevresi ve medyadaki dikenlerden, hayatın her alanındaki kirli çamurlardan korunmak için titiz olma gereği anlatılmalıdır.

İzzet (onurlu, karakterli, kişilik sahibi olma) gençliğin ana özelliklerinden biri olmalıdır. İslamî şahsiyetin inşa edilebilmesi için, İslam tarihinden mümtaz şahsiyetler, seçkin örnekler, eşsiz tablolar gençliğe tatlı bir dille, güzel bir üslûpla sunulmalıdır.

Gençliğin Manevî Kalitesinde Gelişim, “İsabetli Yönlendirme” ile Mümkündür.

Değerli şair, edîb, mütefekkir, ilim, irfan ve gönül adamı Konyalı Ali Ulvi Kurucu merhumu, 2000 yılı Temmuz ayında Medine-i Münevvere’de birkaç öğretmenle birlikte ziyaret etmiştim. Ali Ulvi Hocaefendi, bize yaşlı gözlerle eğitimin önemini, eğitimde yönlendirmenin yerini anlattı. Bize:

-Öğrencilere önce sevgi aşılayın. Önce edeb öğretin, diyordu. Bir çocukluk hatırasını nakletti. Ali Ulvi Kurucu Hocaefendi şöyle diyordu:

-Çocuktum. Oruca yeni başladığım günlerdi. Medine-i Münevvere’de sıcak bir Ramazan gününde, yaz gününde öğle saatlerinde Ramazan ayında oruç tutuyordum. Sıcaktan ve susuzluktan ağzım kurumuş, âdeta bunalmıştım. Annem, bu sabırsızlığımı görmesine rağmen, beni bu sıcak yaz gününde öğle saatlerinde Afganlı yaşlı bir dedenin fırınından pide almak için gönderdi. Aksakallı Afganlı dede belinden üstünü açmış, sıcak fırının karşısında Temis adı verilen Ramazan pidesi pişiriyordu. Ben:

-Dede! Yanmıyor musun? dedim. Bana:

-Otur evladım, dedi. Anlatmaya başladı.

Peygamberimiz’in; “Ümmetimden, kim Medine’deki sıkıntılara ve zorluklara sabrederse; ben ona kıyamet gününde şefaatçi ya da şahid olurum.” (Müslim: Hac 481; Tirmizî: Menakıb 67; Malik, Muvatta: Medine 3) buyurduğunu anlattı.

Afganlı dede Medine’nin değerini, faziletini; Medine’nin soğuğuna ve sıcağına karşı sabırlı olmanın gereğini anlattı. Anlatıyor ağlıyor, anlatıyor ağlıyordu. Onu büyük bir zevkle dinledim. O güne kadar böyle tatlı konuşan birine rastlamamıştım. Açlığımı, susuzluğumu unutmuştum. Pideleri alıp Afganlı dedeye teşekkür edip ayrıldım.

Birkaç gün sonra anneme:

-Beni yine o pideciye göndersene, dedim. Tekrar gittiğimde Afganlı pideci dede vefat etmişti. Sonra öğrendim ki o sıradan bir pideci değilmiş; o bir Medine âşıkı, o bir Rasûlullah dostu, değerli bir ilim adamı ve gönül erbabı imiş. Annem beni aslında pide almaya değil, Medine âşıkı olan bir Hocaefendiden ders almaya göndermiş. Annelerimiz böyleydi. Bizi daima hayra yönlendirirlerdi. Bizi onlar böyle yetiştirdiler. Allah rahmet eylesin.

Ali Ulvi Hocaefendi, bizlere ve öğretmenlere:

-Gençleri, öğrencileri ilim ehline yönlendirin. Allah’ın salih kullarına yönlendirin. Gönül adamlarına yönlendirin ki manevî ufukları açılsın, diyordu. Canlı örnekler unutulmayacak örneklerdir.

Gençlerin Problemleriyle İlgilenmeyi İslâmî Bir Görev Kabul Etmeliyiz.
Her yerde her zaman ve her yaşta bazı problemler yaşanmıştır, yaşanacaktır. Önemli olan problemli gençlere şefkat kanatlarını germek, problemlerini paylaşmak ve problemlerine çözüm aramaktır. Genç adamı hayatta sorunlarıyla baş başa yalnız bırakmamak, her zaman gencin yanında olmak, gençliğe sadece nasihat etmekle değil, her yönden destek olmak iman kardeşliğinin gereğidir.

Mevlânâ Celâleddin Rumî zamanında bir genç intihar etmişti. İntihar, o zaman çok az rastlanan bir olaydı. Mevlana bu haberi duyunca irkilmiş ve:

- “O mahallede hiç Müslüman yok muydu?” demiştir.

Mevlana’ya göre ailevî, ekonomik, psikolojik ya da sağlıkla ilgili bir problemi olup tıkanan, bunalan ve sonunda intihara yönelen bu gençle ilgilenmek, o bölgedeki müslümanların en önemli görevidir.

Problemli gençle gereği gibi ilgilenmeyen, onun stres ve bunalıma düşmesine kayıtsız kalan, böylece onun intihara teşebbüs etmesine göz yuman bölge halkı Mevlânâ’ya göre sorumludur. Böyleleri “gerçek Müslüman” değildir.

Gençliğe Sözden Daha Çok, Vücut Dilimizle Hitap Edebilmeliyiz.
Muhataplarımıza, cemaatimize, öğrencilerimize ve genç kardeşlerimize sadece sözle değil, aynı zamanda tavır ve davranışlarımızla örnek olarak (Lisan-ı hal ile) ders vermeliyiz. Bazen tavır ve davranışlarımız, sükûtumuz hatta duruşumuz bile sözden daha tesirli olabilir. İçtenlik ve samimiyet daima daha verimli ve yararlı olmuştur.

Yunus Emre, davet, tebliğ ve irşâd için köy köy kasaba kasaba dolaşmaktadır. Bir kasaba girişinde kilise görünce bu kilisedeki papazı Hak Dine davet etmeye karar verir. Önce kiliseye girip müsait bir yerde iki rekat namaz kılar. Huşû içerisinde yaşlı gözlerle uzun uzun namaz kılar. Namazdan sonra büyük bir ihlasla içten dualar etmeye başlar. Sessizce başladığı duaya sesli devam eder. Duasının bir yerinde:

- Ya Rabbi! Bu mabede geldim. Namazımı kıldım. Dualar ettim. Burada batıl din mensubu birileri mutlaka vardır. Onlara da hidayeti nasib eyle, diye yaşlı gözlerle dualar eder. Onu başından beri hayranlıkla izleyen papazın kalbi yumuşamıştır. Hayatında tanıdığı azizler arasında bile böyle ihlâslı birini göremeyen Papaz:

-Yeter, yeter. Müslüman oldum, der. İslâm’la şereflenir. Yunus Emre’nin içtenlikle ve ihlâsla yaptığı dualar, Allah’ın izniyle o papazın hidayetine vesile olmuştur.


(yeni dünya)
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Ahir Zamanda Genç Olmak

Bir Mayıs günü, artık orta yaşlılığa terfi etmiş biri olarak yollardaydım. Hava, tam bir bahar havasıydı. 'Ahir zamanda çocuk olma'nın bütün ağırlığını yaşayan çocuklarımızı, biraz hafiflemeleri arzusuyla, erkenden ninelerine götürmüştü hanım. Çocuklar hem nine, hem de toprak yüzü göreceklerdi. Ben ise ihtida öyküleriyle meşguldüm. Hayatında ilk kez üniversitede iken bir müslümanla, üniversite bitiminde ise İslâm'la tanışan bir hanımın önyargılarla cedelleştiği nice yıllardan sonra İslâm'a gelişinin öyküsünü Türkçe'ye aktarmaya çalışmış; bu arada, bir hayli bunalmıştım. Hava güneşliydi ve güneş yakmıyordu. Bahar beni dışarıya davet ediyor, yorgun zihnim yeni bir ihtida öyküsünün tercümesine elvermiyordu.


Çoluk çocuk emin ellerde, hava da günlük güneşlik olduğuna göre, birçok yazımın doğum vesilesi olagelmiş bir işe gönül rahatlığıyla koyulabilir; ilk anda nereye çıkacağı belirsiz biçimde, sokaklar arasında rastgele bir yolculuğa çıkabilirdim.


Çıkmıştım da. Yolun daha ilk adımında karşıma çıkan gazete manşetleri keyfimi kaçırmıştı lâkin. Zihnim manşetlere takılmış halde, sokaklar arasında yürümeyi sürdürdüm. Dar sokaklar, arabaların işgali altındaki kaldırımlar, arabalar arasından selametli bir geçit bulma çabası derken Kadıköy meydanına çıktığımda, bir sürprizle karşılaştım. Bayram değil, seyran değil, hafta sonu hiç değildi. Ama meydan ve meydanı çevreleyen her yer kalabalıktı. Kafeler, kafeteryalar, muhallebiciler, pastaneler, mağazalar, fast-food mekânları, dükkanlar, otobüsler, dolmuşlar, banklar, vapur iskelesi, otobüs durakları.. her yer doluydu. Her yaştan insan, ama özellikle de gençler doldurmuştu meydanı. Cep telefonuyla oyalanarak arkadaşını bekleyenleri de vardı, arkadaşına kavuşmuş halde gezip dolaşanı da. Kimi bir kafede tek başına oturuyor, kimi gruplar halinde gülüp eğleniyordu.


Hafta ortası bu meydanda bu kadar genç olmazdı aslında. Yoksa bir gösteri, bir olay, bir konser filan mı vardı?


Neden sonra anladım ki, bugün hafta ortasıydı, ama yine de tatil günüydü. Bugün, vaktiyle bayram olarak gençlere adanmış bir Mayıs günüydü.


Günün anlam ve önemine gecikmeli de olsa intikal ettikten sonra, bugün bu meydanı gençliği esas alarak gözlemleme düşüncesi içimde belirdi. Bir gözüm denize, bir gözüm meydana yakın vaziyette bir banka oturdum. Vaktiyle bana 'meydan okumaları' yazısını düşündüren bu mekânda gençliğe adanmış bir Mayıs günü 'gençlik okumaları'na başladım. Neye niye bakacağımı aşağı yukarı biliyordum. Ne niyetle bakmayacağımı da. Gözüme ilişen kareler arasında "Gençliğimiz acınacak halde" gibisinden hükümlere ulaşmayı sağlayacak bir seçmecilik yapmaya niyetim yoktu meselâ. Hem, "Gençliği eğitmek lâzım" gibi pedagoji özürlüsü cümleleri oldum olası sevmiyordum. "Gençler kötü durumda" demek kolay, ama genç olmak zordu; bunu çok iyi biliyordum. Rudyard Kipling gibi, ben de, "I know what it is to be young" diyebilirdim, zira vaktiyle ben de bir gençtim, gençliğin ne demek olduğunu iyi bilirdim. Ayrıca, birilerine tepeden bakmak, kişileri yönetilecek ve yönlendirilecek nesneler olarak görmek, hiç sevemediğim tavırlar arasındaydı. Dahası, her hal ve şartta, Allah'ın insanı temiz bir fıtratla yarattığına dair inancım vardı. Her insanın aynı temiz fıtratla dünyaya geldiğini sevgili Peygamberimden öğrenmiştim. O yüzden, fetret manzaralarının hakim olduğu durumlarda dahi, fetrete karşı fıtrata itimadım vardı.


Ne var ki, bu ülkede sittin senedir 'durumdan vazife' çıkaranların 'vazife'den çıkardıkları 'durum' da meydandaydı. Ve bende uyanan düşünce, meydandaki bu 'durum'dan bir 'vazife' çıkarmaktı.


O gün o meydanda o banka oturmuş halde, bu ülkede birilerinin kendi tekellerinde zannettiği birşeyi yaptım. Ortadaki 'durum'a baktım ve bu durumdan bir 'vazife' çıkardım. Ne ki, kelime anlamı dahi 'selam' ve 'barış' olan İslâm'a savaş açanların yaptığı türden bir sosyal-siyasal mühendislik vazifesi değildi çıkardığım. Bilakis, 'empati'ydi. Otuzaltı yaşına gelmiş, evlenip barklanmış, gençlikle gelen bir dizi soru ve sorundan bir şekilde kurtulmuş biri olarak gençlere dair ahkâm kesmek kolaydı; ama aslolan, empatik olmak, kendisini o gençlerin yerine koyup onları anlamaya çalışmaktı. O yüzden, o meydanda, kendi gençlik günlerime dair hafıza arşivimde kayıtlı notlardan da istifade ile, kendimi yirmi yaş genç olarak düşündüm. Onbeş, onyedi yahut ondokuz yaşında olsaydım şu ortamda ne yapardım, ne düşünürdüm, neden nasıl etkilenirdim, neye nasıl tepki verirdim; anlamaya çalıştım. Meydanda bu düşünceyle gezindim, vitrinleri bu nazarla seyrettim; mağazaları, gazete bayilerini, seyyar CD tezgahlarını, kitapçıları, kasetçileri bu nazarla taradım; yol boyu gelip geçen arabalara, insanlara bu nazarla baktım. Vâkıa ortadaydı: Genç olmak her zaman zordu ama, ahir zamanda genç olmak zorun zoruydu.


Ahir zamanda genç olmak, bir bakıma, herşeyin maddeye indirgendiği bir çağda, maddenin olanca ağırlığı ve duygusuzluğu ile üzerine çöktüğü bir karabasan yaşamaktı. Lisede yahut üniversitede okuyan yahut şu veya bu işyerinde çalışan veyahut çalışacağı iş arayan bir genç, genç olarak heveslerin ve heyecanın zirveye tırmandığı bir süreci yaşarken, her gün bir üst modeli çıkan arabaların metalik ağırlığı altında eziliyordu meselâ. İnsanların araba modeli, gömlek markası ve beden ölçüsü ile değerlendirildiği bir zamandı yaşanan.


Böyle bir zamanda 'genç' denince anlaşılan şeyin ne olduğu, 'gençlik'in neye indirgendiği, öncelikle 'gençlik ve spor' bakanlığının adından; ilaveten, sözümona gençlik filmlerinin birbirinin tekrarından öteye geçmeyen ana temasından; keza, gençlik adına çıkarılan dergilerin ruj-blucin-jöle-parfüm-gömlek reklamları arasına serpiştirilmiş bol resimli yığınla şarkıcı-manken-oyuncu-kim kiminle-in'ler ve out'lar haberinden rahatlıkla anlaşılabilirdi. Maamafih, gerek gençlik dergilerinde, gerek sair dergilerin, gazetelerin, TV'lerin, internet sitelerinin ve radyoların gençlikle ilgili yayınlarında 'gençliğin sorunları'na değinilmiyor değildi. Gelin görün ki, buralara bakınca, gençliğin 'cinsel sorunlar'dan öte bir derdinin olmadığı, genç olmanın da 'cinsel sorunlu olmak'tan ibaret olduğu pekâlâ sanılabilirdi. Sergilenen, gençliği cinselliğe indirgemekten ibaretti.


O gün o meydanda dolaşan blucinli yahut mini etekli kızların, gözucuyla onlara bakan delikanlıların, hatta o kızlar gibi giyinmeye utanan genç kızlar ile o şekilde giyinmiş kızlara bakmaya utanan delikanlıların sorunları arasında 'cinsellik'in olmadığı söylenemezdi elbette. İnsanın ete-kemiğe indirgendiği bir zamanda; gençlik adına yapılan her etkinliğin ve her yayının 'cinsellik' boyutunu muhakkak içerdiği bir zamanda; gözlerin, gönüllerin ve zihinlerin bu yöne adeta zorla ve ısrarla sürüklendiği bir zamanda, ortada bir 'cinsel sorun'un varlığı kaçınılmazdı. Ne ki, helâlinden çözüm yolunu Rabbimizin bize rahmetiyle bildirdiği bu sorunun ötesinde, gençlerin başka bir dizi sorunu vardı. Ama bunlar aklı fercine inmiş ahirzaman ukalalarınca asla yazılmazdı. İnsanların 'para'sı kadar değerli olduğu şu ortamda kendisini 'para'sızlıktan dolayı değersiz bilen kaç genç vardı acaba; bilemezdiniz. Hem, kaç gencin hayatının gayesi, 'bu zamanda herşeyin anahtarı' olduğu hükmünden hareketle, 'para'ya kilitlenmişti kimbilir? Dün caddeden son model Ferrari'yle lastikleri öttüre öttüre yol alan züppe, kaç gencin aklını çelmelemişti acaba? Babası kapıcı olduğu için kendisini değersiz zannederek okula giden kaç genç vardı? Babasının dürüstlüğünün, yumuşak huyluluğunun, dindarlığının, temizliğinin beş para etmediğini hissederek kendi geleceğini böylesi gerçek değerlere bedel 'hakim değerler'e göre kurma yönünde şeytanî iğvalara maruz kalan genç sayısı acaba ne kadardı? Hem bu sabah kaç genç kız, aynaya bakarken, siyah saçı ve esmer teni için üzülmüştü? Bugün kaç genç kız, saçını sarıya boyatmak üzere kuaföre uğramıştı? İnsanlar nazarında 'değerli,' yani 'manken gibi' olabilmek için fazladan on santim boy kazanmaya kendini mecbur bilen, o yüzden her türlü ortopedik felaketi göze alarak on santimlik topuklu ayakkabılarla yollara düşen genç kız sayısını kim biliyordu? Bu gençlerin her birinin yüreğinde kopardığımız hoyrat fırtınalardan haberdar mıydık?


Gençliği cinselliğe, genç kızlığı sarı saçlı beyaz tenli 1.70'lik manken görüntüsüne, delikanlılığı ise asgari 1.75'lik atletik bedene ve spor arabaya indirgeyen hakim anlayışın yol açtığı sorunların her biri, başlıbaşına bir inceleme konusuydu. O sorunların her biri, dünyanın her yerinde her gün binlerce, yüzbinlerce, hatta milyonlarca genci mutsuz ediyor; binlerce, yüzbinlerce aileyi kavga, öfke ve gözyaşı içinde mutsuzluğa sevkediyordu. Babası kendisine Reebok ayakkabı alamadı diye intihara yeltenen gençlerin olduğu bir dünyadaydık da, bu dünyanın bir ayakkabıyı uğrunda intihara teşebbüs edilecek hale nasıl getirdiğini analiz edebilmiş miydik?


 

cennetcicegi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Mar 2007
Mesajlar
37
Tepki puanı
0
Puanları
0
DIŞ GÖRÜNÜŞ BAKIMINDAN MÜSLÜMAN GENÇLİĞİN SEÇKİNLİK VE FARKLILIĞI







Rabbimiz Bakara Sûre’sinin 120. Âyet-i Kerimesinde şöyle buyuruyor:

“Onların milletlerine (dinlerine) uymadıkça yahudi ve Hıristiyanlar senden asla hoşnud olmazlar. (Ey Habibim, onlara) de ki: “Allah’ın hidâyeti (olan İslâm), doğru yolun tâ kendisidir. Sana gelen ilimden (Ku’an’dan) sonra eğer, onların arzu (ve heves)lerine uyarsan, senin için Allah’dan (başka koruyacak) ne bir dost ne bir yardımcı vardır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de, ibn-i Cerir’in rivâyet ettiği bir Hadiste şöyle buyuruyor:

“Sizden önceki milletlerin ahlâkına, yaşayışına arşın arşın, karış karış, kulaç kulaç uyacaksınız. Hattâ onlardan birisi kelerin teliğine girse siz de oraya gireceksiniz.”

Gerçekte genç erkek ve genç kızların bir çoğu bşıboşluklarıyla, dinsiz milletlerin giyim-kuşamına çözülme, gevşeme ve kötü yaşayışlarıyla sapık toplulukların ahlâkına uymuşlardır. Dahada ileri giderek ahlâksızlıkta onların metoduna uymuşlar, günahkârlık ve cıvıklıkta onların izinden gitmişlerdir. Böylece, maalesef, onlara göre iyi ile kötü mefhumları yer değiştirmiştir. Ama bütün bunlar kör taklîdin ve şuursuzluğun neticesidir.

Körü körüne taklit milletleri kesin helâke, yokolmaya götürür. Bu milletlerin varlıklarını sağlayan bütün güçlerini kalıcılıklarını ve şereflerinin sebeplerini yok eder. Çünkü onlar küfür, isyan ve günâh yoluna sapmışlardır. Allah (c.c.), Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyurur:

“Bir memleketi helâk etmek istediğimiz vakit, onun nimet ve refahdan şımarmış elebaşılarına emrederiz de orada (bu emre rağmen) itaatten çıkarlar. Artık o memlekete karşı azab sözü hak olmuştur. O memleketi artık kökünden helâk etmişizdir.”

Binaen aleyh; Müslüman genç dış görünüş bakımından seçkinlik ve farklılık arzetmelidir.

Bu kişiliğin hazırlanması ve şahsın oluşması bakımından en açık prensiplerdendir. Hattâ müslümana delâlet eden, onun ne olduğunu belirten, kişiliğine işaret eden en ayırıcı özelliktir.

Bunun için İslâm ve cihan Peygamberi (s.a.v.)’in, bu ümmeti terbiye ederken dış görünüşe itinâ göstermenin gerekli, şekle önem vermenin zaruri olduğuna dair verdiği açık işaretleri görüyörüz. Çünkü İslâm ümmetinin diğer ümmetlerden dış görünüşüyle de ayrılması gerekir.



Bu İtinanın Alâmetleri:



a) Temizlik: Ebû Davûd’un rivayetine göre Rasûlüllah (s.a.v.), bir yolculukta beraberindeki Sahâbe topluluğuna şöyle vasiyet etmişti:

“Sizler kardeşlerinize gidiyorsunuz. Bineklerinizi düzeltiniz, kıyafetlerinizi de düzeltiniz ki, insanlar arasında bir nişâne gibi olunuz. Zira Allah Teâlâ kötü hali ve kötü söylemeyi sevmez.”

b) Kılık kıyâfette başkalarına benzememek: Müslim Abdullah b. Amr b. El-Âs (r.a.)’den rivâyet etmiştir: “Rasûlüllah (s.a.v.) üzerimde safran boyasıyla boyanmış iki elbise görünce: -Bu kâfirlerin elbiselerindendir, bir daha onları giyme, buyurdu. Bir rivâyette: “Onları yıkasam olur mu ?” dedim. “Bilâkis yak!” buyurdu.”

Buharı ve Müslim’in rivâyetine göre Hazret-i Ömer (r.a.) Fars diyârında oturan müslümanlara şu emirnâmeyi gönderdi:

“Refah içinde gevşemekten ve müşriklerin kıyâfetini giymekten sakının.”

c) Sakal bırakmak: Müslim’in Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyeti şöyledir: “Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: -Bıyığı kısaltınız, sakalı uzatınız ve bu surette mecûsilere muhalefet ediniz.”

d) Müslüman olmayanlara benzemeyi men’etmek: Tirmzî’nin Abdullah b. Ömer (r.a.)’den rivâyetine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Biz müslümanlardan başkasına benzemeye uğraşan bizden dğildir. Yahudilere ve hıristiyanlara benzemeye çalışmayın.”

İmam Ahmed ve Ebû Davûd’un, ibn-i Ömer (r.a.)’den rivâyetine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Kim bir kavme benzerse, o onlardandır.”

Saydığımız ve bunlara benzer diğer naslardan şu neticeyi çıkarıyoruz: Müslümanın görünüşü, şekli itibariyle diğer bütün insanlarınkinden ayrı bir kişiliği vardır. Giyinişinde başkalarını taklîd etmesi caiz değildir. Çünkü o yeryüzünde en üst makama, efendiliğe, örnekliğe namzettir.
 

cennetcicegi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Mar 2007
Mesajlar
37
Tepki puanı
0
Puanları
0
DIŞ GÖRÜNÜŞ BAKIMINDAN MÜSLÜMAN GENÇLİĞİN SEÇKİNLİK VE FARKLILIĞI







Rabbimiz Bakara Sûre’sinin 120. Âyet-i Kerimesinde şöyle buyuruyor:

“Onların milletlerine (dinlerine) uymadıkça yahudi ve Hıristiyanlar senden asla hoşnud olmazlar. (Ey Habibim, onlara) de ki: “Allah’ın hidâyeti (olan İslâm), doğru yolun tâ kendisidir. Sana gelen ilimden (Ku’an’dan) sonra eğer, onların arzu (ve heves)lerine uyarsan, senin için Allah’dan (başka koruyacak) ne bir dost ne bir yardımcı vardır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de, ibn-i Cerir’in rivâyet ettiği bir Hadiste şöyle buyuruyor:

“Sizden önceki milletlerin ahlâkına, yaşayışına arşın arşın, karış karış, kulaç kulaç uyacaksınız. Hattâ onlardan birisi kelerin teliğine girse siz de oraya gireceksiniz.”

Gerçekte genç erkek ve genç kızların bir çoğu bşıboşluklarıyla, dinsiz milletlerin giyim-kuşamına çözülme, gevşeme ve kötü yaşayışlarıyla sapık toplulukların ahlâkına uymuşlardır. Dahada ileri giderek ahlâksızlıkta onların metoduna uymuşlar, günahkârlık ve cıvıklıkta onların izinden gitmişlerdir. Böylece, maalesef, onlara göre iyi ile kötü mefhumları yer değiştirmiştir. Ama bütün bunlar kör taklîdin ve şuursuzluğun neticesidir.

Körü körüne taklit milletleri kesin helâke, yokolmaya götürür. Bu milletlerin varlıklarını sağlayan bütün güçlerini kalıcılıklarını ve şereflerinin sebeplerini yok eder. Çünkü onlar küfür, isyan ve günâh yoluna sapmışlardır. Allah (c.c.), Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyurur:

“Bir memleketi helâk etmek istediğimiz vakit, onun nimet ve refahdan şımarmış elebaşılarına emrederiz de orada (bu emre rağmen) itaatten çıkarlar. Artık o memlekete karşı azab sözü hak olmuştur. O memleketi artık kökünden helâk etmişizdir.”

Binaen aleyh; Müslüman genç dış görünüş bakımından seçkinlik ve farklılık arzetmelidir.

Bu kişiliğin hazırlanması ve şahsın oluşması bakımından en açık prensiplerdendir. Hattâ müslümana delâlet eden, onun ne olduğunu belirten, kişiliğine işaret eden en ayırıcı özelliktir.

Bunun için İslâm ve cihan Peygamberi (s.a.v.)’in, bu ümmeti terbiye ederken dış görünüşe itinâ göstermenin gerekli, şekle önem vermenin zaruri olduğuna dair verdiği açık işaretleri görüyörüz. Çünkü İslâm ümmetinin diğer ümmetlerden dış görünüşüyle de ayrılması gerekir.



Bu İtinanın Alâmetleri:



a) Temizlik: Ebû Davûd’un rivayetine göre Rasûlüllah (s.a.v.), bir yolculukta beraberindeki Sahâbe topluluğuna şöyle vasiyet etmişti:

“Sizler kardeşlerinize gidiyorsunuz. Bineklerinizi düzeltiniz, kıyafetlerinizi de düzeltiniz ki, insanlar arasında bir nişâne gibi olunuz. Zira Allah Teâlâ kötü hali ve kötü söylemeyi sevmez.”

b) Kılık kıyâfette başkalarına benzememek: Müslim Abdullah b. Amr b. El-Âs (r.a.)’den rivâyet etmiştir: “Rasûlüllah (s.a.v.) üzerimde safran boyasıyla boyanmış iki elbise görünce: -Bu kâfirlerin elbiselerindendir, bir daha onları giyme, buyurdu. Bir rivâyette: “Onları yıkasam olur mu ?” dedim. “Bilâkis yak!” buyurdu.”

Buharı ve Müslim’in rivâyetine göre Hazret-i Ömer (r.a.) Fars diyârında oturan müslümanlara şu emirnâmeyi gönderdi:

“Refah içinde gevşemekten ve müşriklerin kıyâfetini giymekten sakının.”

c) Sakal bırakmak: Müslim’in Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyeti şöyledir: “Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: -Bıyığı kısaltınız, sakalı uzatınız ve bu surette mecûsilere muhalefet ediniz.”

d) Müslüman olmayanlara benzemeyi men’etmek: Tirmzî’nin Abdullah b. Ömer (r.a.)’den rivâyetine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Biz müslümanlardan başkasına benzemeye uğraşan bizden dğildir. Yahudilere ve hıristiyanlara benzemeye çalışmayın.”

İmam Ahmed ve Ebû Davûd’un, ibn-i Ömer (r.a.)’den rivâyetine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Kim bir kavme benzerse, o onlardandır.”

Saydığımız ve bunlara benzer diğer naslardan şu neticeyi çıkarıyoruz: Müslümanın görünüşü, şekli itibariyle diğer bütün insanlarınkinden ayrı bir kişiliği vardır. Giyinişinde başkalarını taklîd etmesi caiz değildir. Çünkü o yeryüzünde en üst makama, efendiliğe, örnekliğe namzettir.



Gençler!



İslâm’ın körü körüne taklîdi niçin haram kıldığını biliyor musunuz?



Çünkü körü körüne taklit kişinin ruh ve nefsi açısından yenilgiye uğradığının, kendisine inanmadığının delilidir. Onda, sevdiği ve taklit ettiği kişinin potasında kişiliğinin erimesi, varlığının kaybolması mânâsı vardır.

Sünen yazarlarıyla Ahmed b. Hanbel’in rivâyet ettiği bir hadiste Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz İslâm’ın yoluna uymayı şöyle teşvik etmektedir:

“Benim sünnetime ve hidâyet rehberi olan Raşid halifelerin sünnetine sarılın. O sünnetleri dişlerinizle tutun (onlara sarılma yolunda dişlerinizi sıkın) sonradan uydurulan şeylerden sakının. Çünkü soradan uydurulan her şey bid’attır. Her bid’atte sapıklıktır.”

Körü körüne taklit bir çoklarını dünya hayatının fitnesine ve gösterişine iter. Bu durumda olan kişi giyim-kuşama, gösterişe, şöhrete aldandığı için kibir ve gurura kapılır. Bu ise İslâm’da yasaklanan bir şeydir.



Yeniden idrak etmemiz gereken husus şudur:



Siyonizmin, masonluğun, haçlının, komünizmin, kapıtalizmin, kemalizmin ve emperyalizmin proğramları İslâm toplumlarını, içki, fuhuş, şehevî arzuları başıboş bırakmak, giyim-kuşam peşinde koşmak ve kör taklîd yoluyla bozmayı hedef alır. Bu ibâhiyecilik çağrısında ve bu hilekâr ortamda kadın, bu proğramciların ilk hedefidir. Kadın, düşünmeksizin propağanda ve fitnenin arkasından sürüklenen his dolu zayıf bir elemandır. Aynı zamanda ahlâkı bozma konusunda doğrudan etki yapan bir elemandır.

Büyük masonlardan birisi şöyle demiştir: “Kadını kazanmamız gerekir. Hangi gün kadın bize elini uzatırsa haramı ele geçirmiş olacağız ve dinin zaferini isteyen topluluklar dağılacaktır.”

Emperyalistlerin önderlerinden birisi de şöyle der: “Kadeh ve kadın... Bu ikisi Muhammed ümmetine bin topun yapamadığını yapar. Müslümanları para hırsıyla şehevî duygulara boğun.”

Siyonist ustaların protokollerinde şöyle denmektedir: “Otoridemizin kolayca sağlanması için dünyanın her yerinde ahlâkın yıkılmasına çalışmamız gerekir. Freud bizdendir. Yakında cinsel ilişkiler güneş ışığında açıkça yapılmalıdır ki gencin gözünde mukaddes diye bir şey kalmasın ve en büyük gayreti cinsel arzularını tatminden ibaret olsun. İşte o zaman ahlâk yıkılır.”

Bu düşman güçlerin ve yıkıcı plânların ardında yahudi vardır. Yahudi kendisini, metafizik alanda, ahlâkî alanda, yahudilik dışındaki dini değerleri yıkma alanında her bâtıl fikri odak noktasına oturtmuş insanların inanç düşünce ve ahlâkını bozmakta, bunun arkasında da liderliğini, köleleştirme arzusunu, otoritesini, hakimiyetini garantiye almak istemektedir.

Yahudiler Protokollerinde, ahlâk ve inanca şüphe tohumları ekmek suretiyle insanların kalblerini fesada uğratmaya bütün güçleriyle çalıştıklarını, hakkı küçültüp bâtılı büyütmek suretiyle akılları bozmaya gayret ettiklerini utanmadan ilân etmektedirler. İblîsce, kurnaz ve hîlebaz tabiatlariyla bir defa da iyi ahlâkı yıkmaya gayret göstermektedirler. Bu yolla bir çok insanın inancını, kalbini, aklını bozmuşlardır.

İnsanın hareketlerine cinsel içgüdünün hâkim olduğunu iddia eden yahudi Freud’un fikirlerini benimsediklerini ilân ederler.

İş yahudilerin insanlığı ifsâd etme yolunda özel proğramlar yapıp bunu iletişim araçları, yayınevleri, tiyatro, sinema, radyo ve televizyon proğramları yoluyla uygulamaya koyma noktasına gelmiştir. Bunun için hain uşaklar, parayla tutulmuş yazarlar onlara yardımcı olmuştur. Hilekârlıkları ve pislikleriyle genel kültür, fenler, oyun yerleri ve genelevler kanalıyla milletlerin ahlâkını bozmayı başarmışlardır. Şeytanî zekâları ve oynaklıkları sebebiyle Avruba, Amerika, Türkiye ve birçok doğu üniversitelerindeki psikoloji ve sosyoloji kürsülerini ellerine geçirmişlerdir. Bu iki ilim sayesinde halkın inanç ve ahlâkını bozabileceklerini gayet iyi bilmektedirler. Habîs proğramlarını uygulamışlardır da... Dolayısıyla bu kürsülerin hepsini ele geçirmişlerdir. Bu demektir ki, onların fikrî ve felsefî liderlikleri tamam olmuştur.

Bakınız dokuzuncu protokolde ne diyorlar: “Yahudi olmayanları doğru yoldan saptırabildik. Ahlâklarını da bozabildik. Kendimiz batıl kabul ettiğimiz bazı prensipleri telkîn yoluyla onlara öğretip kafalarını çalışamaz hale getirebildik.”

Gençler! Yahudi liderlerinin nasıl plânlar hazırladıklarını anladınız mı? İnsanların akıllarını bozmayı hedef aldıklarını gördünüzmü? İnsanların doğru düşünce, yapıcı çalışma, Allah, Peygamber, din ve vatan sevgisi yerine, oyunlarla, eğlencelerle ihtiraslarla nasıl oynadıklarına dikkat ettiniz mi?

Gençler! Gençlerimizin hippiliğe özenmesinin, kadınlarımızın günahgârlığa meyletmesinin, ülkemizde, içkinin, zinanın, kumarın ve ahlâkî düşüklüğün yaygınlaşmasının, yahudinin plânlarından olduğunu biliyor musunuz? Genç kız ve genç erkeklerden zinanın, dinsizliğin, hippiliğin, çözülmenin ve şehevî duyguların peşinde koşanların, bilsin veya bilmesin, gerçekte yahudilerin plânlarını uyguladıklarını biliyor musunuz?

Altatılan gençlerin, düşmandan gelen bu tehlikeyi tanımaları gerekir. Yaşlıların, tecrübeli terbiyecilerin ve düşünürlerin insan kalıntısı ve beşeriyet süprüntüsü şu yahudilerin plânlarını iyi tanımaları gerekir.

Müslüman bir genç, kendisi için, İslâm’a uymayan bir kıyâfeti nasıl hoş karşılayabilir?

Müslüman bir genç, toplumda ahlâksızlığa ve çözülmeye delâlet eden bir görünüşe nasıl bürünebilir?

Rasûlüllah (s.a.v.) : Bir kavme benzeyen onlardandır.” Buyurduğu halde, müslüman bir genç, kokuşan cemiyetlerin kıyâfetine bürünerek, nasıl müslüman bir toplumda günahkâr kişilerin sayısını artırabilir?

Müslüman bir genç, iyi yaptığını zannederek her modaya nasıl uyar ve her kıyâfeti nasıl giyer?

Şahsen ben, müslüman gençleri, güçlerinin yettiğince, giyimlerinde-kuşamlarında başkalarından ayrılacak bir çaba içine girmeye çağırıyorum. Bu çabayı bütün dış görünüşteki, bütün giyinişteki sahalarda yapmaya dâvet ediyorum. Bu konuda kusur işlememek onların sorumluluğudur. Bu çalışmayı, müslümanlar nizamlarına kavuşuncaya kadar yapmak zorundadırlar. O gün gelince sorumlular, nereye giderse gitsin, nerede bulunursa bulunsun müslüman şahsiyetini gösterecek bir kıyâfeti seçeceklerdir. İnşâallah o gün yakındır.

Gençler! Bu gün biz yolların ayırımındayız. İslâm âlemini yabancı prensiplerin, düşüncelerin, ahlâk ve adetlerin cereyanları kasıp kavurmaktadır. İslâmî toplumumuzda genç kız ve genç erkekler bu azgın dalgalara, bu günahkâr medeniyet görüntülerine kapılmış durumdadırlar.

Gençler! Toplumumuz hastadır. Bu toplumun insanlarını arzuları esir almış, aldatıcı şeyler onları cezbetmiştir. Bu toplumu hastahaneye, şifâ yurduna kim kaldıracaktır? Onun elinden tutup kurtuluş gemisine bindirecek, selâmet sahiline çıkaracak kimdir?

Bu toplumun kurtuluş ümidi, hidâyet ve düzelmeye kabiliyeti varsa, biliniz ki, onun kurtuluş ümidi de, kalkınmasının ve ebediliğinin sırrı da sizlersiniz ey gençler!

İbâdet, muâmele, ahlâk, görünüş, karalılık, hareket, fedakârlık, şehîdlik arzusu gibi sizi başkalarından ayıracak, size işâret edip size delâlet edecek her hususta kusursuz bir örnek olunuz. Umulur ki, insanlar size uyarlar, davetinizi kabul ederler, cemaâtinizin saflarının bir üyesi olurlar. Uğruna çalıştığınız, cihâd ettiğiniz İslâm, varlık binâsının bir yapı taşı olmaya gayret ederler.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
AHİR ZAMANDA GENÇ OLMAK /2

Ahir zamanda genç olmak zor, hem de çok zordu kısacası. Zira, ahir zamanın despotizmi, evvel zaman despotları gibi doğrudan dayatmalara kalkışıp direnç üretmiyordu, kendi tercihini size sizin kendi tercihinizmiş gibi hissettirerek dayatan sofistike teknikler kullanıyordu. Özgür olduğunu hisseden bir köle, kendi kararını verdiğini zanneden bir güdümlü kılıyordu sizi. Farkedemiyordunuz.


Kendimi herhangi bir gencin yerine koyduğum, sonuçta 'ahir zamanda genç olma'ya dair bir yazıyla ilham olunduğum o günlerin üstünden haftalar, aylar, hatta neredeyse bir yıl geçmişti ki, yine aynı mekânlardaydım. Özel bir sebebi olmasa da, özellikle kitapçıları, kasetçileri, sahafları, CD satan dükkanları, seyyar CD ve kitap tezgahlarını dolaşmak gelmişti içimden. Yüzlerce dergi, onbinlerce kitap, binlerce kaset ve CD arasından ruhuma uygun birşeyler bulmaya çalışmış, böylece müthiş bir sorgulama yaşamıştım. İnsan, bu kadar çeşidin ve bu denli büyük bir enformatik kalabalığın ortasında, aradığı şeyi nasıl bulabilirdi? Ne aradığını az çok kestirir halde dahi aradığı şeyi bulmak öylesine zorken, yalnızca 'aradığı'nı bilen, gerçeği aramak için yollara düşen, ama henüz gerçeğin ne olduğunu dahi kestiremeyen biri bu labirentin içinden nasıl çıkabilirdi?

Kehf sûresinin karamsarlık iklimini dağıtan bir ümit ışığı olarak karşıma çıktığı o günle birlikte, dünyama, yine Kur'ân'dan, gençliğe dair başkaca ümit ışıkları da girecekti. Kavminin topluca putlara taptığı bir zamanda hakikatı bulan İbrahim, ateşler içine atılıp ateşler içinde yanmayan İbrahim, Firavun sarayında Musa, Züleyha karşısında Yusuf, sapanlar ve saptıranlar arasında Yahya ve İsa.. her birinin sergilediği hal, mutlak derecede ümitsiz bir durumun asla sözkonusu olmadığının; en zor zamanlarda ve en ağır imtihan ortamlarında dahi bu zamanın ve ortamın kabını ve kalıbını kırıp hakikati bulmanın ve hakikat üzere olmanın pekâlâ mümkün olduğunun delilleri değil miydi? Put yapıcı babanın evinde puta tapmayan, putperest toplumun içinde putperestliğe zerre miskal bulaşmayan ve de ateşler içinde olup ateşte yanmayan İbrahim'in bir orta yaşlı veya yaşlı değil de bir genç olması 'ahir zamanda genç olma'nın zorluğuna dair gözlemlerle bunalan zihnime bir yol, bir iz sunamaz mıydı?


Açıkçası, zorlukta biri diğerinden geri kalmayan ortamların her birinde İbrahim de, Musa da, Yusuf da, Yahya da, İsa da, bir genç iken bu ortamların karanlığını aşmış, bir genç olarak hakikate ulaşmış, bir genç olarak aydınlanmış ve aydınlatmışlardı.


Öte yandan, bir hükümdar nebinin, Davud aleyhisselamın oğlu olarak servet ve şöhret içinde ve bilginin ve iktidarın zirvesinde dururken Süleyman, servetin, şöhretin, bilginin ve iktidarın her hal ve şartta yozlaşma sebebi olmadığının; bir gencin bütün bunların içinde pekâlâ hakikat üzere kalabileceğinin örneğiydi.


Hem, yine Kur'ân'da, bozulmuş bir ortamda bozulmadan kalabilen genç kızların da örneği vardı. Annelerin dahi bütün bir kavmin yoluna uyup yoldan çıktığı bir vasatta Lût'un kızları, keza sonunda haklarında azap inmesine sebep olan sapkınlıklarıyla Medyen kavmi içinde imanlarıyla parıldayan Şuayb'in kızları, ayrıca İmran'ın kızı Meryem bu örneklerin başındaydı.


Ahir zamanda genç olmanın zorluğuna mukabil, ahir zamanda mü'min genç olarak sapasağlam durmanın pekâlâ mümkün olduğuna işaret eden, yalnızca bu Kur'ânî örnekler de değildi. Onların yanısıra, Asr-ı Saadette de buna dair bir dizi örnek vardı. Hz. Peygamber, biiznillah, kötülüğün her türlüsüne bulaşmış Cahiliye toplumunun gençleri arasından cihana ve asırlara örnek olacak şahsiyetler çıkarmıştı. Ali, Cafer, Zübeyr, Talha, Ammar, Abdullah b. Mes'ud, Zeyd, Mus'ab, Sa'd b. Ebi Vakkas, bu vâkıanın Mekke'deki en parlak örnekleriydi. Bu tablonun Medine cephesinde de Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel, Sehl b. Sa'd, Cabir b. Abdullah, Zeyd b. Erkam, Seleme b. Ekvâ gibi yüzlerce, binlerce isim vardı. Hasan, Hüseyin, Üsame, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Abbas, Enes b. Malik, Abdullah b. Cafer gibi örnekler ise, Hz. Peygamber'in elinde yetişmiş gençler olarak, bize onun gençlerle nasıl muhatap olduğuna, dolayısıyla bizim bir gence ne şekilde muhatap olmamız icab ettiğine dair ipuçları sunuyorlardı.


Bütün bu isimleri Hz. Peygamber'in yanına çeken unsur, elbette onun elçisi olduğu hakikatti. Ancak, burada dikkat gerektiren bir husus, Hz. Peygamber'in o kudsî hakikati hakikatlı bir biçimde gençlere sunmuş olmasıydı. Zorlayan, dayatan, suçlayan, hor gören biri değildi Resûl-i Ekrem. On yaşında tanıştığı Hz. Peygambere on sene hizmet eden Enes b. Malik, o on sene boyunca kendisinden bir kere "Niye bunu böyle yaptın? Niye şunu şöyle yapmadın?" diye bir azarlama ve tersleme duymadığını; kendisi zaman zaman verilen işi unuttuğu, beceremediği, oyuna dalıp kaldığı halde bunun böyle olduğunu anlatıyordu. Amcası Abbas'ın oğlu Fadl, Veda haccı esnasında, Hz. Peygamber'in şefkat ve hikmet yüklü terbiyesinin bir örneğiyle tanışmıştı. Fadl'ın gözü az ötede gördüğü bir genç kıza kaymış; karşılıklı, bakışmışlardı. Bunu farkeden Resûl-i Ekrem (a.s.m.) "Sözde hacca gelmişsin, yaptığın işe bak!" kabilinden bir sözü asla sarfetmemiş, Fadl'a tek kelime dahi etmemiş, sadece elini Fadl'ın yanağına koyup yüzünü hafifçe başka tarafa çevirmişti. Namaz ve Kur'ân öğrenmek için kabileleri tarafından Medine'ye gönderilmiş bir grup genci, ana-babalarını özlediklerini hissettiği gün, başlarını okşayıp sırtlarını sıvazlayarak, memleketlerine göndermişti. Medine'de yetişmiş nice genç sahabinin hatırasında, Resûl-i Ekrem'in sefer dönüşü kendilerini devenin terkisine alması, koşu yarışı ve güreş gibi oyunlarında kendilerine tezahüratta bulunması, kendisine getirilen turfanda meyveyi onlara sunması, gençliğin getirdiği toylukla meramlarını en uygunsuz dille ifade ettikleri durumda dahi sabır ve tahammülle kendilerini dinlemesi.. gibi bir dizi hadise vardı.


Ve, gençlere yönelik bu nebevî tavrın belki en manidar veçhesi, onun gençlere güvenmesi ve kendilerine güven vermesiydi. Kendisi henüz Mekke'de iken Mus'ab b. Umeyr'i İslâm'ı tebliğ için Medine'ye gönderdiğinde, Mus'ab yirmidört yaşındaydı ve Medineli kalpler İslâm'la onun vesilesiyle tanışmışlardı. Üsâme b. Zeyd'i hazırladığı son sefere kumandan yaptığında, Üsâme'nin yaşı yalnızca ondokuzdu. Attâb b. Esîd'i Mekke'ye vali tayin ettiğinde, Attâb'ın yaşı ya yirmi ya da yirmibirdi. Ashabı arasında fıkhı en iyi bilen kişi olarak tarif ettiği Zeyd b. Sabit, Resûlullah'ı ondört yaşında tanımıştı ve hakkında bu söz söylendiğinde en fazla yirmiüç-yirmidört yaşındaydı.


Kısacası, Resûl-i Ekrem'in Cahiliye'yi Asr-ı Saadet'e çeviren süreçte bize verdiği derslerden biri, gençlere nasıl ve ne şekilde muhatap olunacağının dersiydi. O heyecanlı taze ruhlardan iman kahramanları çıkması için nasıl bir incelikle, hangi hikmetli üslupla kendileriyle ilgilenileceğinin dersiydi. Fetret ortamında fıtrat tohumlarını ezmeden ve kırmadan uyandırma dersiydi. Hakikatli bir biçimde sunulmak şartıyla hakikati kabule en yakın olanların, herşeye rağmen, gençler olduğunun dersiydi.


İşte bu bakımdan, Hz. Peygamber'in hayatına dair heyecanla okuduğum ilk kitaplardan birinin yazarı olarak Martin Lings'in bir sözü, hâfızamda silinmez bir yer edinmişti. Genç yaşta, yanılmıyorsam yirmibir yaşında İslâm'ı seçmiş bir İngiliz olarak Lings, yaşlılar, zenginler, ünlüler ve soylular İslâm davetine karşı direnirken gençlerin İslâm'a daha kolay biçimde yönelişlerini, yönelemeyenlerinin dahi İslâm'a diğerlerinden daha yakın duruşunu, şairâne bir duyarlılıkla, şöyle tarif etmekteydi:


"Elbette gençlerin ve zayıfların hepsi hemen ilâhî daveti kabul etmemişti; fakat hiç olmazsa küçük yaşamlarını bir klarnetin notaları gibi bölen davetin önem ve şiddetine karşı kulaklarını tıkamalarına neden olacak kendini beğenmişlikleri yoktu."


Vâkıa, her zaman için, buydu. Gençliğin hislerin ve heyecanın zirvede olması, toyluk, tecrübesizlik gibi bir dizi zorluğu olduğu gibi, bu zorlukların üstesinden gelmeyi mümkün kılacak karşı-ağırlıkları da gençlere vermişti Rabb-ı Rahîm. Genç demek, öte yandan, arayan adam demekti. Genç olmak, arayış içinde olmaktı. "Ben bileceğimi zaten biliyorum. Kimseden öğreneceğim birşey yok" türünden bir tavır, bir gencin tavrı olamazdı. Bir genç, böylece, kendisine takdim olunan bir hakikate daha baştan kulağını kapayamazdı. Bilmeye yönelik merak, öğrenmeye duyulan açlık, hayat yolculuğunun başlarında olduğunu bilmekle gelen iddiasızlık, bir genci hakikati kabulde avantajlı kılan unsurlardı.


'İsyan çağı' idi gençlik. 'Ergenlik dönemi' denilen şey, o güne kadar kendisine öğretilen herşeye karşı kuşku ve itiraz dönemiydi. Rabb-ı Rahîm, gençliğe adım atarken insana böyle bir halet-i ruhiye veriyordu ki, aklını başka akılların cebine koymasın, kendisi düşünüp tartsın, hakikate gitmesini engelleyen bütün maniaları ve dayatmaları aşsın.


Putperest bir kavimde put yapıcı Azer'in evinde İbrahim'in bir tevhid eri olarak belirmesi bu sırdandı. Firavun sarayında Musa'nın bir muvahhid olarak yükselişi de bu sırdandı. Yine bu sırdandır ki, Mekke'nin reisi Utbe'nin oğlu Huzeyfe, Mekke'nin ileri gelenlerinden Süheyl'in oğlu Abdullah ile kızı Sehle, Ebu Süfyan'ın kızı Remle, dedesi Resûlullah'a 'ebter' der ve babası İslâm'a karşı taktikler geliştirir iken Amr b. s b. Vâil'in oğlu Abdullah, Ebu Uhayha Saîd b. s'ın oğulları Halid ve Amr, ilk müslümanlar arasındaydı. Medine münafıklarının reisi İbn Ubey'in oğlu Abdullah'ın, Medineli en amansız İslâm düşmanlarının başında gelen Ebu mir Fâsık'ın oğlu Hanzale'nin ciddi ve samimi birer müslüman olmaları da bundandı.


Ne var ki, yine bu 'isyan ruhu,' doğrunun yanlış biçimde sunulduğu yerde, ters sonuçlar getirebilmekteydi. Sunulan bir doğru doğru biçimde sunulmamış; dayatmayla, zorla, zorbalıkla kabulüne çalışılmış ise, aynı genç ruh bu kez doğruyu reddedebiliyordu. Nitekim, meselâ şu topraklarda, dinî hayatın uzağındaki birçok ailenin çocukları dine yönelebilmiş iken, doğruyu doğru biçimde sunamamış olan dindar ailelerin çocukları dindarâne bir hayatın uzağına düşebiliyordu.


Sözün kısası, genç ruhlarınÑahir zaman dahilÑher zaman ve zeminde hakikati bulmalarını mümkün kılacak bir donanımları vardı; ama bu donanımın işe yaraması için, fetrete karşı fıtratın istimali şarttı, doğrunun doğru biçimde sunulması şarttı.


Şahsen, bunu böyle biliyor; o yüzden, ahir zamanda genç olmak ne denli zor olursa olsun, her gençte hakikati kabule yatkın bir potansiyelin var olduğunu düşünüyorum. Hem, halihazırda hangi vaziyette bulunursa bulunsun, her genci hakikate müşteri olabilir bir istidatta görüyorum.


Yaşadığımız çağ kalblerin esir, nefislerin ise vezir edildiği bir dönem olsa bile; şu zamanda köpekler serbest bırakılıp taşlar bağlanmış olsa bile; akıllı uslu durmanın çılgınlık, 'çılgınlar gibi eğlenme'nin ise akıl kârı bilindiği bir dönemde yaşanıyor olsa bile; ahir zaman genci hakikati gene de bulabilir. Ahir zamanın şartlarını en yoğun biçimde yaşıyor olan; nefislerin en ziyade serbest olduğu ve istediğini yapabilecek maddî imkânlara en ziyade kavuştuğu Batıda şu halde bile milyonlarca gencin İslâm'ı seçmiş olması, sayıca daha da fazlasının ise gerçeği bulmak için yollara düşmesi, bize bu gerçeği haykırıyor. 'Dindar' olmanın maddî-manevî mahrumiyet ve horlanma sebebi olabildiği şu ülkede dahi, böylesi binlerce, yüzbinlerce, belki milyonlarca genç aramızda dolaşıyor. Bu ülkede, üzerine kapı kilitlense, kendisine deli muamelesi yapılsa dahi namazından vazgeçmeyen; ulaşabildiği ve ancak gizlice okuyabildiği kitaplar saklandığı yerlerden bulunup yakılsa dahi iman yolunda yolculuğunu sürdürebilen genç erkekler; üniversite kapısında binbir mihnetle yüzyüze kalabileceğini bildiği ve ailesinde tek bir mesture olmadığı halde Rabbinin rızasını gözeterek örtünebilen genç kızlar bulunuyor.


Ahir zamanda genç olmak zor, biliyorum. Ahir zamanda mü'min genç olmanın daha kolay olmadığını da biliyorum. Ama doğuda batıda yaşanıp nazarımıza ilişen böylesi milyonlarca örnek, bize 'zor' olanın 'imkânsız' da olmadığını açıkça gösteriyor.


Ve, fetrete karşı fıtratın, hazır cevaplara karşı soruların, yanlış kapılara karşı doğru arayışların eşliğinde yaşanan bu vâkıaya bakıp, kim olursa olsun bütün gençlere arkadaş nazarıyla baktığını söyleyen bir şefkat ve hikmet erinin ruh haliyle donanalım istiyorum. Arayan her gence bu nazarla bakarken, bin türlü engeli aşıp hakikati bulabilmiş her bir gence, 'ahirzaman evliyası' gözüyle bakalım istiyorum.


Zira, ahir zamanda genç olmak, ateşler içinde olmaktır. Ahir zamanda mü'min genç olmak, ateşler içinde yanmamaktır.


Açıkçası, ahir zamanda mü'min genç, ateşler içinde İbrahim misalidir. Firavun sarayında Musa, çağın Züleyha'ları karşısında Yusuf misalidir.


Ve, ateşler içinde İbrahim'i yakmayan, Firavun sarayında Musa'yı saptırmayan, Züleyha karşısında Yusuf'u kandırmayan sırra erildiğinde, ahir zamanda mü'min genç olmanın yolu elbette görülecektir.


(Metin Karabaşoğlu)
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
İmam-ı Rabbani'den bir öğüt: Gençlik büyük fırsattır


Ey oğul! İbadete yönelme vakti gençliktir.

Akıllı olan bu vakti kaçırmaz, fırsatı ganimet bilir.

Zira iş önemlidir.

İnsan yaşlılık zamanına kalmayabilir.

Kaldığını farz edelim, derlenip toparlanmak nasip olmaz.

Böyle bir derlenip toparlanmanın mümkün olduğunu farz edelim, bir amel işlemeye güç yetiremez.

Zira o zaman, zaafın ve aczin bastırdığı zamandır.

Halbuki şu anda derlenip toparlanma durumu vardır, elde edilmesi kolaydır.

Anne-babanın hayatta olmaları Yüce Hakk’ın nimetlerinden biridir.

Senin geçimini onlar üzerine almıştır.

İşte bu mevsim fırsat mevsimidir.

Güç ve kuvvetinin yettiği mevsimdir.

Bugünün işini yarına bırakmak için şu andaki durum nasıl bir özür olabilir?

Resulullah (sas) bu manada şöyle buyurmuştur: “İşi erteleyen helak olur.”

Evet, bugün ahirete ait işlerle bir meşguliyet varsa, bu düşük dünyanın işini yarına bırakmak cidden güzel olur, tam bunun aksi ise pek çirkin bir şey olur.

Şu zaman gençlik zamanıdır.

Bu zamanda yapılan az amele biçilen itibar, bu vakitlerden başka zamanlarda yapılan amellere biçilmez.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt