elifimbenim(MERHUME)
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 13 Kas 2007
- Mesajlar
- 1,642
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 64
[FONT=Times New Roman, Times, serif]İSLAM BİRLİĞİ'NE DOĞRU[/FONT]

Önemli ve sevindirici olan nokta ise, burada karşımıza çıkmaktadır: İslam dünyasının kendi dinamiklerinin, kendi değer ve ilkelerinin gerektirdiği bir değişim projesi zaten vardır. Bu, büyük Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından bu yana, dünyanın dört bir yanında milyonlarca Müslümanın kalbinde yaşayan bir hedef olan "İslam Birliği" dir.
İslam ülkelerini, kendi ulusal sınırlarını ve yapılarını korurken, aynen Avrupa Birliği'nde olduğu gibi bir üst otoriteye bağlayacak, böylece İslam dünyasının sorunlarını hızla çözecek ve Batı başta olmak üzere diğer medeniyetlerle de barışçı ilişkiler kuracak olan böyle bir birlik, bugün mümkündür. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra gelen sömürgecilik ve sonra da Soğuk Savaş dönemleri İslam Birliği yönünde bir girişimin başlamasını engellemişti. Ancak bu gibi statükoların ortadan kalktığı, ideolojilerin değil kimliklerin belirleyici hale geldiği, kitle iletişim teknolojisinin dünyanın dört bir yanındaki Müslümanları birbirlerine daha çok yakınlaştırdığı bir dönemde, "İslam Birliği" gerçekçi bir proje haline gelmiştir.
Bu yazı dizisinde, İslam dünyasının neden böyle bir birliğe ihtiyacı olduğunu ve bu birliğin nasıl kurulabileceğini inceleyeceğiz.
Günümüz Dünyası ve Müslümanların Durumu
Bugün dünyanın siyasi, ekonomik ve kültürel dengelerine baktığımızda, bu dengelere yön veren bir kaç ayrı uluslararası güç veya güç bloku olduğunu görürüz:
1) Amerika Birleşik Devletleri
2) Avrupa Birliği
3) Uzakdoğu Ülkeleri
4) Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu üyeleri
Kuşkusuz bunlar arasında en güçlü olan unsur Amerika Birleşik Devletleri'dir. Diğer üç farklı güç bloku ise, kimi zaman ABD ile işbirliği yaparak kimi zamansa farklı pozisyonlar alarak dünyadaki olayların gelişimine kendi çıkar ve prensipleri açısından yön vermeye çalışmaktadırlar. Bu farklı güçlerin varlığı, en son yaşanan Irak krizinde de açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Ancak bu tabloda son derece çarpık bir durum vardır: Dünya nüfusunun yaklaşık beşte birini oluşturan Müslümanlar, bu tablonun içinde bulunmamaktadır. Müslümanları temsil eden, onların inançlarını, dünya görüşlerini, menfaatlerini, taleplerini ifade eden, bunları uluslararası platformlarda savunan bir merkez yoktur.
Bu nedenledir ki, Müslümanlar şu anda dünyanın şekillenmesinde, olayları yönlendiren bir konumda değildirler. Müslümanlar için, diğer güçlerin aldıkları kararlar, ürettikleri stratejiler belirleyici olmaktadır.
Bu ise Müslümanlar için kabul edilebilir bir durum değildir.
Allah Kuran'da Müslümanların "yeryüzünün halifeleri" kılındığını bildirir. (Enam Suresi, 165) Müslümanlar, tüm yeryüzünde adaletin, hoşgörünün, merhametin temsilcileri olmakla, iyiliği emredip kötülükten men etmekle sorumludurlar. Allah'ın "Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor" hükmü (Nisa, 58) Müslümanların insanlar arasında adil birer hakim konumunda olmaları gerektiğini göstermektedir. Bir diğer ayette Allah "Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz" buyurarak, Müslümanların insanların hayrı için yeryüzünde etkin olması gerektiğini bildirmektedir. (Ali İmran Suresi, 110)
Bir başka ayette de Allah, Müslüman ahlakının, yönlendirilmeyi değil adaletle yönlendirmeyi gerektirdiğini açıklamaktadır:
Allah şu örneği verdi: "İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiç bir şeye gücü yetmez ve her şeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?" (Nahl Suresi, 76)
Dolayısıyla Müslümanların, hem kendi meselelerinde hem de dünyanın tüm diğer meselelerinde, yönlendirilen değil yönlendiren olmaları, "adaletle emreden", iyiliği emredip kötülükten men eden güçlü yöneticiler olmaları gerektiği açıktır. Bu, Allah'ın Müslümanlar için takdir ettiği vazifedir.
İslam'ın Tarihteki Görkemli Medeniyeti
Nitekim Müslümanlar tarihte bu vazifeyi yerine getirmiştir. İslam, Peygamberimiz (s.a.v.) devrinden başlayarak, yeryüzünde büyük bir başarıya ve güce ulaşmıştır. Peygamberimizin (s.a.v.) vefatından sadece bir kaç on yıl sonra, Müslümanlar dünyanın en büyük "süpergücü" haline gelmişlerdir. Yalnızca askeri ve siyasi yönden değil, aynı zamanda bilim, kültür, sanat, tıp, felsefe, yaşam standardı gibi farklı alanlarda da İslam dünyası yüzyıllar boyu dünyanın merkezi ve öncüsü olmuştur. İslam tarihine baktığımızda, asr-ı saadetten bu yana geçen 14 asırın ilk 12'sinde, Müslüman devletlerin dünyanın en büyük güçleri arasında yer aldığını görürüz. Müslümanların siyasi, askeri, bilimsel, kültürel anlamda geri kalması, geçtiğimiz iki yüzyıla has olan "olağandışı" bir durumdur.
Günümüz Müslümanlarının, İslam medeniyetinin bu görkemli geçmişini iyi bilmeleri, bunun hem onur hem de sorumluluğunu taşımaları gerekmektedir. Müslümanlar, diğer inançların ve medeniyetlerin temsilcileri tarafından hep gıptayla ve hayranlıkla izlenmişlerdir. Ünlü Ortadoğu uzmanı Daniel Pipes, bir makalesinde Müslümanların kendilerine güvenlerinden bahsettikten sonra şu yorumu yapar:
"Bu özgüveni sağlayan etkenlerden biri de, İslam'ın ilk 6 yüzyılında ve daha da sonrasındaki olağanüstü başarıların hatırasıdır. Bu dönemde İslam dünyanın en ileri kültürüydü; Müslümanlar en iyi sağlık standartlarına, en uzun ortalama yaşam sürelerine, en yüksek okuma-yazma oranlarına sahiptiler. Bilimsel ve teknik araştırmaların çoğu onların kontrolündeydi ve genellikle muzaffer ordular kuruyorlardı. Bu başarı trendi, ilk baştan beri açıkça ortadaydı. MS 622 yılında Hz. Muhhammed Mekke'den göç etmiş, ancak 8 yıl sonra kente onun yöneticisi olarak dönmüştü. Henüz daha 715 yılında, Müslüman fatihler Batı'da İspanya'dan Doğu'da Hindistan'a kadar uzanan bir imparatorluk kurmuşlardı. Müslüman olmak, kazanan bir medeniyete ait olmak anlamına geliyordu." (Daniel Pipes, The National Interest, Bahar 2000, s. 87)
Kuşkusuz bugünün Müslümanlarının görevi sadece bu görkemli geçmişle övünmek değil, günümüzde ve gelecekte de İslam medeniyetini yükseltmek için çalışmaktır. Nitekim geçmiştekine benzer bir ihtişamın bugün de yeniden inşa edilmesi, Müslümanların yeniden dünyaya ışık tutan bir kültür ve medeniyet önderleri olmaları mümkündür. Ancak bu yönde yapılacak her türlü çalışmanın öncelikle, birlik ve beraberlik ruhu içinde gerçekleştirilmesi gereklidir. Kişisel menfaat endişelerini bir kenara bırakan, farklılıkları hoşgörü ile karşılayan, gücünü ve enerjisini yalnızca İslam'ın, Müslümanların ve insanlığın hayrına kullanan, çoğulculuktan yana olan, uzlaşmacı ve barışsever bir kültür Müslümanlar arasında egemen olursa, İslam dünyası, 21. yüzyılın en büyük medeniyetlerinden birini inşa edebilir. Sevgi, merhamet, anlayış, tolerans gibi İslam ahlakının da temeli olan değerler sayesinde, bugün bir kısım Müslüman ülkelerde hakim olan despot yönetimlerin de sonu gelecek, kültürel ve ekonomik olarak kalkınma sağlanacak, dünyanın çeşitli bölgelerinde baskı altına alınan, zulme uğrayan, acımasızca katledilen Müslümanlar barışa ve güvenliğe kavuşacak ve, Allah'ın izni ile, asr-ı saadet döneminin bir benzeri 21. yüzyılda yeniden yaşanacaktır.