_YUSUF_
Yönetici
- Katılım
- 26 Haz 2008
- Mesajlar
- 4,070
- Tepki puanı
- 1,043
- Puanları
- 113
- Yaş
- 43
Acizleşen Din Anlayışı
Acizleşen Din Anlayışı
Ahsen-i takvim üzere yani en güzel bir biçimde yaratılan ve daha sonra aşağıların aşağısına döndürülen İnsan, gerçekten narin, gerçekten aciz bir yaratıktır. İnsanoğlu acizliğini itiraf etse veya etmese de, bu gerçeği hissetmekte ve bir türlü hazmedemediği, hazmetmek istemediği bu gerçeğe karşı savaş vermektedir.
Acizlik vasfı, insanoğlunun ortak bir vasfı olarak kabul edildiği ve insanla bütünleştirildiği içindir ki, diğer insanlardan farklı olmak, diğer insanların yapamadıklarını yapmak, insanların ortak vasfı olan bu acizlikten uzaklaşmak, bu acizlikten kurtulmak gibi kabul edilir!.
Hiç kimsenin tırmanamadığı oldukça yüksek bir dağa tırmanan dağcı, insanların ortak vasfı olan acizliği yendiğini ve bu yüce dağa tırmanarak dağ gibi yüceldiğini zanneder. Oysa kendisinin haftalarca çabalayarak, sürüm sürüm sürünerek çıkabildiği bu zirveye, bazı hayvanlar uçarak veya koşarak gayet rahat çıkabilmektedir.
Tabi ki bu önemli değildir!.
Çünkü onun acizliğe karşı verdiği savaş, asıl itibariyle insanların acizliğine karşı verdiği savaştır.
Nitekim asıl itibariyle acizliği değil, aciz olan insanı rakip kabul eden bu yarışta biraz öne geçen kimseler, kendilerini acizlikten kurtulmuş çok özel insanlar olarak görmeye ve “Ben, ben” diyerek övünmeye başlamaktadırlar !.
Şanı yüce Rabbimiz, acizliği yendiğini zannederek aciz olduklarını unutan ve “Ben, ben” diyerek övünen tüm insanları şu ayet-i kerimelerle uyarıyor.
“İnsan bir baksın, hangi şeyden yaratıldı?”,“Dökülüp atılan bir sudan yaratıldı.”,“(O su, erkeğin) Bel kemiği ile (kadının) göğüs kemiği arasında çıkmaktadır.”
Bu ayet-i kerimelerin gereğini yapıp, bu ayet-i kerimelerin işaret ettiği gerçeğe hiç baktınız mı?
Ayaklarımın üzerinde dimdik doğrulmakla ve bazı işleri başarmakla kendimi özel görmeye veya daha açık bir ifadeyle kendimi bir halt sanmaya başladığım zamanlar, bu ayet-i kerimeleri hatırlıyor ve bu ayet-i kerimelerin işaret ettiği bir damla suya bakıyorum.
Babamın bel kemiği ve annemin göğüs kemiği arasından çıkan bu bir damla su bendim!.
Ve düşünüyorum!.
Her şeye Kadir olan Rabbim, beni bu bir damla meni, bir damla nutfe halimle meydandaki bir taşın üzerine koysa ve bir damla nutfe halindeki bene şu an ki aklımı, şu an ki fikrimi, şu an ki bilincimi verse ne yapardım?
Dünyaya nasıl bakar ve bu sümüğümsü halimle kendimi nasıl tanımlardım?
Lütfen sizler de düşününüz!.
Birçok insanın iğrendiği böyle bir sümüğümsü nutfe halinizle, meydandaki bir taşın üstünde olsanız, dünyaya nasıl bakar ve kendinizi nastl tanımlardınız?
Beş dakika güneşte kalmakla kuruyabilecek veya bir köpek yatamasıyta varlığını yitirebilecek olan bu bir damla nutfe halinizle, şu an olduğu gibi kendinizi birçok şeyden müstağni görebilir ve nefsinizi kabartarak “Ben, ben” diyerek övünebilir miydiniz?
Yoksa korunabileceğiniz, korunup gelişebileceğiniz yer olan ana rahmine girebilmeniz için, Rahman ve Rahim olan Rabbinize tüm acizliğinizle, tüm teslimiyetinizle dua mı ederdiniz?
Tabi ki dua ederdiniz, tabi ki yalvarır, yakarırdınız!. Çünkü sizleri ana rahmine yerleştirecek, burada koruyup geliştirecek ve bir insan olarak şekillendirecek olan Rabbinizdir.
“Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.”,“Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine (ana rahmine) yerleştirdik.”,“Sonra o su damlasını bir kan pıhtısı olarak yarattık; ardından o kan pıhtısını bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.”
Peki, bir damla nutfe halindeyken acizdiniz ve ana rahmine muhtaçtınız da, elli-altmış kilo et ve kemik haline geldiğiniz zaman çok şey mi değişti?
Artık ana rahmine muhtaç olmadığınız gibi, ana rahimlerini yaratan mutlak Rahim'e de muhtaç değil misiniz?
Elbetteki hayır!.
Bir damla nutfe halindeyken nasıl aciz isek, şimdi de aciziz, şimdi de muhtacız Rahman'a, Rahman ve Rahim olan Allah'a!.
Evet, insanoğlunun acizliğini ifade eden bu yaklaşımlarımız, tabi ki meselenin sadece bizimle, biz yaratılmışlarla ilgili yönünü dikkate alan mahlukat boyutudur. Oysa aynı meselenin bir de Rabbani boyutu bulunmaktadır.
Bir mahluk, bir yaratık olan insanın, yaratıcı olan Allah'a teslim olduğu ve Allah ile irtibata geçtiği bu Rabbani boyut, aciz olan insanı, muhteşem bir izzete yükselten boyuttur. Çünkü Aziz yani izzetin yegane sahibi olan Allah (c.c), kendisine teslim olan, kendisine kulluk yapan tüm mü'minleri de bu mutlak izzetinin gölgesine almakta ve bu mü'minleri de izzet sahibi yapmaktadır.
“Derler ki, “Andolsun, Medine'ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp çıkaracaktır.” Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resulünün ve müminlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.”
Alemlerin Rabbine kul olarak, tüm alemlerde izzet sahibi olan bu mü'minler, artık herşeyle Allah'a tevekkül eden ve herşeye kadir olan Allah (c.c.)'ı kendilerine dost ve yardımcı edinen mü'minlerdir.
“De ki: “Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler.”
Bu ayet-i kerimeye iman eden ve “Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez” bilincine ulaşan mü'minler, hiç kuşkusuz ki kalemle yazılan olay veya olay kahramanlarından değil, Kalem Sahibi'nden korkup, Kalem Sahibi'ne sığınan mü'minlerdir.
Peki, böylesi kulluk bilinciyle sadece Allah'a sığınıp, sadece Allah'a tevekkül eden mü'minlere Allah yeter mi?
Tabi ki abes bir soru oldu bu!.
Ne var ki bütün abesliklerimizi bilen şanı yüce Rabbimiz, bu abes sorumuzun, abeslikten münezzeh olan cevabını Kur'an-ı Kerim'de şöyle zikrediyor.
“Ey Peygamber, sana ve seni izleyen mü'minlere Allah yeter.”
Şimdi sizlere, günümüz realitesinde hiç de abes olmayan ikinci bir soru sorayım.
Alemlerin Rabbi olan Allah'a sığınıp, Allah'a tevekkül ettiğinizi iddia eden sizlere, siz müslümanlara Allah yetiyor mu?
Durun bir dakika!.
Hemen “Allah bize yeter” demeyin!. Ben sizlerden Kur'an-ı Kerim'deki cevabı değil, sizin halinizdeki, sizin yaşantınızdaki cevabı öğrenmek istiyorum.
Allah size yetiyor mu?
Allah'ın size verdiği ile yetinip, size verdiği ile dik, dimdik durabiliyor musunuz?
Yoksa başka arayışlar, başka güvenceler, başka dayanaklar peşinde misiniz?
Söyleyin, söyleyiverin ne diyorsunuz?
“Allah bizim mevlamızdır. O ne güzel mevla, ne güzel yardımcı” diyerek, sahip olmanız gereken izzet ve şerefin farkında mısınız?
Herhangi bir insan karşınıza gelip “Ben, bilmem ne holdingin genel müdürüyüm!.” veya “Bilmem ne meclisinin başkanıyım!.” diyerek böbürlendiği zaman, apaçık olan alnınızı yedi kat göklere yükseltip, başınızı da usulca Allah (c.c.)'ın kudret eline yaslayarak "Ben de alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ın kuluyum” diyebiliyor musunuz?
“Ben de alemlerin Rabbî olan Allah (c.c.)'ın kuluyum” derken, tüm hücrelerinizin müşahhas bir izzetle dolduğunu, tüylerinizin bile bu izzetle dimdik olduklarını hissedebiliyor musunuz?
Ve kendinize, kendi kendinize, “Varlık aleminde bir izzet ve şeref varsa, o izzet ve şeref Vallahi budur, Billahi budur” diyebiliyor musunuz?
Dünya ve dünyanın içindekiler küçülüyor mu gözünüzde?
Süper güç denilen devletlerin ve bu devletlere bağlı orduların, alemlerin Rabbi olan Allah'ın kuvvet ve kudreti karşısında bir hiç, gerçekten bir hiç olduklarını görebiliyor musunuz?
Ve Allah adına, Allah'ın razı olacağı yegane din olan İslam adına konuşacağınız zaman, bu izzetle doğruluyor ve en ufak bir yaprağınızı dahi kımıldatmadan bu izzetle konuşabiliyor musunuz?
Lütfen cevap veriniz!.
Allah'ın adıyla ve Allah adına başladığınız sözlerinizde, İslam adına yaptığınız konuşmalarınızda, bu izzeti hissedebiliyor, bu onuru yaşayabiliyor musunuz?
Bu açık sorulara, aynı açıklıkta müsbet cevaplarınız yoksa, “Böyle bir izzete, böyle bir onura henüz erişmedik, henüz erişemedik!.” diyorsanız, bu açıksözlülüğünüze teşekkür eder ve her müslümanın erişmesi gereken bu izzete, sizin de erişebilmeniz için duada bulunuruz.
Tabi ki susmanız gereken yerde susmanız ve din adına konuşmamanız kaydiyle!.
Çünkü yüce İslam dini, bu izzeti hisseden, bu izzeti yaşayan müslümanların temsil ve tebliğ edecekleri bir dindir. Aziz olan Allah adına konuşan müslümanların, hem konuşmalarında ve hem de tavırlarında bu izzeti yaşarcasına hissetmeleri ve müşahhas bir şekilde göstermeleri gerekmektedir.
Çünkü İslam adına yaptıkları bu konuşmalarda ve gösterdikleri tavırlarda, kendilerini değil, Allah'ın razı olacağı yüce İslam dinini temsil etmektedirler.
Nitekim bizlere, tüm müslümanlara örnek ve rehber olan Resulullah {s.a.v.)'in sünnetinde, bu gerçekliği bütün açıklığı ile görmemiz mümkündür. Kendi nefsine karşı yapılan batıl isnatları durgun ve sakin bir deniz gibi karşılayan Efendimiz (s.a.v.), Allah'a ve Allah'ın razı olacağı yegane din olan İslam'a batıl bir isnat yapıldığı zaman mübarek yüzü mü'minlik asabiyeti ile kızarmakta ve iki kaşı arasındaki damarı, sanki çattayacakmış gibi dışarı çıkmaktadır.
İşte mü'minlik işte müsümlik budur!.
Çünkü mü'minlerin ve müslimlerin yaşadıkları, sahip oldukları şeref ve izzet, nefislerinden kaynaklanan bir şeref ve izzet değildir. Dolayısıyla bu şeref ve izzetin kaynağı kendi nefisleri olmadığı için, kendi nefislerini değil,
bu şeref ve izzetin gerçek kaynağı olan Allah'ı ve Allah'ın razı olacağı yegane din olan İslam'ı önemserler, İslam'ı tenzih ederler.
Günümüzde ise durum değişmiştir!.
Kendi nefislerine yönelik haklı veya haksız bir itham karşısında renkleri değişen, hızlanan atardamarları nedeniyle bütün damarları dışarıya fırlayan, bir ithama bin itirazla karşılık vermeye çalışan müslüman markalı şaşkınlar, Allah'a ve Allah'ın razı olacağı yegane din olan İslam'a yapılan tüm saldırıları durgun ve sakin bir küçük su birikintisi gibi karşılamaktadırlar!.
Ve bunun adı hoşgörü imiş!.
Bunun adı tevazu imiş!. İslam'a göre kesinlikle hoş olmayan şeyleri hoş gören, hoş karşılayan böylesi kimselere, gayet tabi olarak hoşgörüyle değil, hoştgörüyle yaklaşıyoruz!.
Çünkü müstekbirlere karşı acizliği hoşgörü olarak adlandıranlar, halkın vekilleri karşısında, hakkın vekili sıfatıyla ezilip-büzülmeyi, büzülüp-bükülmeyi tevazu olarak görenler, kendi acizliklerini, kendi zilletlerini, Allah'a ve İslam'a nisbet eden zavallılardır!.
İşte buna sabrımız, işte buna tahammülümüz yoktur.
İslam'ın tüm müslümanlara verdiği şeref ve izzetin farkında değilseniz, bu durumunuzu makbul olmasa da makul karşılayabiliriz.
Ancak, bu izzete erişemeyen bir zavallı olarak, dünya istikbarı karşısında kendinizi aciz, kendinizi güçsüz görüyorsanız, haddinizi bilmeniz ve kuyruğunuzu büküp oturmanız gerekmez mi?
Yüce İslam dini adına, bu müstekbirlere, bu politikacılara, bu yöneticilere niye kuyruk sallıyorsunuz ki!
Diyelim ki bir mizaç meselesi bu!.
Diyelim ki kuyruk sallamak mizacınızda var!.
O halde kendi adınıza kuyruk sallayın, kendi adınıza çanak yalayın!.
Din adına niye kuyruk sallıyor, kendi acizliğinizi dine neden nisbet ediyorsunuz ki!.
Yoksa bel'am mısınız?
Bel'am mizaçlı mısınız?
Bizlere yılışık yılışık bakıyor ve “Mizacımızda din adına kuyruk sallamak var!.” mı diyorsunuz!. Şayet buysa söylediğiniz, aşağıdaki ifadedir söyleyeceğimiz.,
“Allah belanızı versin!.”
Acizleşen Din Anlayışı
Ahsen-i takvim üzere yani en güzel bir biçimde yaratılan ve daha sonra aşağıların aşağısına döndürülen İnsan, gerçekten narin, gerçekten aciz bir yaratıktır. İnsanoğlu acizliğini itiraf etse veya etmese de, bu gerçeği hissetmekte ve bir türlü hazmedemediği, hazmetmek istemediği bu gerçeğe karşı savaş vermektedir.
Acizlik vasfı, insanoğlunun ortak bir vasfı olarak kabul edildiği ve insanla bütünleştirildiği içindir ki, diğer insanlardan farklı olmak, diğer insanların yapamadıklarını yapmak, insanların ortak vasfı olan bu acizlikten uzaklaşmak, bu acizlikten kurtulmak gibi kabul edilir!.
Hiç kimsenin tırmanamadığı oldukça yüksek bir dağa tırmanan dağcı, insanların ortak vasfı olan acizliği yendiğini ve bu yüce dağa tırmanarak dağ gibi yüceldiğini zanneder. Oysa kendisinin haftalarca çabalayarak, sürüm sürüm sürünerek çıkabildiği bu zirveye, bazı hayvanlar uçarak veya koşarak gayet rahat çıkabilmektedir.
Tabi ki bu önemli değildir!.
Çünkü onun acizliğe karşı verdiği savaş, asıl itibariyle insanların acizliğine karşı verdiği savaştır.
Nitekim asıl itibariyle acizliği değil, aciz olan insanı rakip kabul eden bu yarışta biraz öne geçen kimseler, kendilerini acizlikten kurtulmuş çok özel insanlar olarak görmeye ve “Ben, ben” diyerek övünmeye başlamaktadırlar !.
Şanı yüce Rabbimiz, acizliği yendiğini zannederek aciz olduklarını unutan ve “Ben, ben” diyerek övünen tüm insanları şu ayet-i kerimelerle uyarıyor.
“İnsan bir baksın, hangi şeyden yaratıldı?”,“Dökülüp atılan bir sudan yaratıldı.”,“(O su, erkeğin) Bel kemiği ile (kadının) göğüs kemiği arasında çıkmaktadır.”
Bu ayet-i kerimelerin gereğini yapıp, bu ayet-i kerimelerin işaret ettiği gerçeğe hiç baktınız mı?
Ayaklarımın üzerinde dimdik doğrulmakla ve bazı işleri başarmakla kendimi özel görmeye veya daha açık bir ifadeyle kendimi bir halt sanmaya başladığım zamanlar, bu ayet-i kerimeleri hatırlıyor ve bu ayet-i kerimelerin işaret ettiği bir damla suya bakıyorum.
Babamın bel kemiği ve annemin göğüs kemiği arasından çıkan bu bir damla su bendim!.
Ve düşünüyorum!.
Her şeye Kadir olan Rabbim, beni bu bir damla meni, bir damla nutfe halimle meydandaki bir taşın üzerine koysa ve bir damla nutfe halindeki bene şu an ki aklımı, şu an ki fikrimi, şu an ki bilincimi verse ne yapardım?
Dünyaya nasıl bakar ve bu sümüğümsü halimle kendimi nasıl tanımlardım?
Lütfen sizler de düşününüz!.
Birçok insanın iğrendiği böyle bir sümüğümsü nutfe halinizle, meydandaki bir taşın üstünde olsanız, dünyaya nasıl bakar ve kendinizi nastl tanımlardınız?
Beş dakika güneşte kalmakla kuruyabilecek veya bir köpek yatamasıyta varlığını yitirebilecek olan bu bir damla nutfe halinizle, şu an olduğu gibi kendinizi birçok şeyden müstağni görebilir ve nefsinizi kabartarak “Ben, ben” diyerek övünebilir miydiniz?
Yoksa korunabileceğiniz, korunup gelişebileceğiniz yer olan ana rahmine girebilmeniz için, Rahman ve Rahim olan Rabbinize tüm acizliğinizle, tüm teslimiyetinizle dua mı ederdiniz?
Tabi ki dua ederdiniz, tabi ki yalvarır, yakarırdınız!. Çünkü sizleri ana rahmine yerleştirecek, burada koruyup geliştirecek ve bir insan olarak şekillendirecek olan Rabbinizdir.
“Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.”,“Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine (ana rahmine) yerleştirdik.”,“Sonra o su damlasını bir kan pıhtısı olarak yarattık; ardından o kan pıhtısını bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.”
Peki, bir damla nutfe halindeyken acizdiniz ve ana rahmine muhtaçtınız da, elli-altmış kilo et ve kemik haline geldiğiniz zaman çok şey mi değişti?
Artık ana rahmine muhtaç olmadığınız gibi, ana rahimlerini yaratan mutlak Rahim'e de muhtaç değil misiniz?
Elbetteki hayır!.
Bir damla nutfe halindeyken nasıl aciz isek, şimdi de aciziz, şimdi de muhtacız Rahman'a, Rahman ve Rahim olan Allah'a!.
Evet, insanoğlunun acizliğini ifade eden bu yaklaşımlarımız, tabi ki meselenin sadece bizimle, biz yaratılmışlarla ilgili yönünü dikkate alan mahlukat boyutudur. Oysa aynı meselenin bir de Rabbani boyutu bulunmaktadır.
Bir mahluk, bir yaratık olan insanın, yaratıcı olan Allah'a teslim olduğu ve Allah ile irtibata geçtiği bu Rabbani boyut, aciz olan insanı, muhteşem bir izzete yükselten boyuttur. Çünkü Aziz yani izzetin yegane sahibi olan Allah (c.c), kendisine teslim olan, kendisine kulluk yapan tüm mü'minleri de bu mutlak izzetinin gölgesine almakta ve bu mü'minleri de izzet sahibi yapmaktadır.
“Derler ki, “Andolsun, Medine'ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp çıkaracaktır.” Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resulünün ve müminlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.”
Alemlerin Rabbine kul olarak, tüm alemlerde izzet sahibi olan bu mü'minler, artık herşeyle Allah'a tevekkül eden ve herşeye kadir olan Allah (c.c.)'ı kendilerine dost ve yardımcı edinen mü'minlerdir.
“De ki: “Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler.”
Bu ayet-i kerimeye iman eden ve “Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez” bilincine ulaşan mü'minler, hiç kuşkusuz ki kalemle yazılan olay veya olay kahramanlarından değil, Kalem Sahibi'nden korkup, Kalem Sahibi'ne sığınan mü'minlerdir.
Peki, böylesi kulluk bilinciyle sadece Allah'a sığınıp, sadece Allah'a tevekkül eden mü'minlere Allah yeter mi?
Tabi ki abes bir soru oldu bu!.
Ne var ki bütün abesliklerimizi bilen şanı yüce Rabbimiz, bu abes sorumuzun, abeslikten münezzeh olan cevabını Kur'an-ı Kerim'de şöyle zikrediyor.
“Ey Peygamber, sana ve seni izleyen mü'minlere Allah yeter.”
Şimdi sizlere, günümüz realitesinde hiç de abes olmayan ikinci bir soru sorayım.
Alemlerin Rabbi olan Allah'a sığınıp, Allah'a tevekkül ettiğinizi iddia eden sizlere, siz müslümanlara Allah yetiyor mu?
Durun bir dakika!.
Hemen “Allah bize yeter” demeyin!. Ben sizlerden Kur'an-ı Kerim'deki cevabı değil, sizin halinizdeki, sizin yaşantınızdaki cevabı öğrenmek istiyorum.
Allah size yetiyor mu?
Allah'ın size verdiği ile yetinip, size verdiği ile dik, dimdik durabiliyor musunuz?
Yoksa başka arayışlar, başka güvenceler, başka dayanaklar peşinde misiniz?
Söyleyin, söyleyiverin ne diyorsunuz?
“Allah bizim mevlamızdır. O ne güzel mevla, ne güzel yardımcı” diyerek, sahip olmanız gereken izzet ve şerefin farkında mısınız?
Herhangi bir insan karşınıza gelip “Ben, bilmem ne holdingin genel müdürüyüm!.” veya “Bilmem ne meclisinin başkanıyım!.” diyerek böbürlendiği zaman, apaçık olan alnınızı yedi kat göklere yükseltip, başınızı da usulca Allah (c.c.)'ın kudret eline yaslayarak "Ben de alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ın kuluyum” diyebiliyor musunuz?
“Ben de alemlerin Rabbî olan Allah (c.c.)'ın kuluyum” derken, tüm hücrelerinizin müşahhas bir izzetle dolduğunu, tüylerinizin bile bu izzetle dimdik olduklarını hissedebiliyor musunuz?
Ve kendinize, kendi kendinize, “Varlık aleminde bir izzet ve şeref varsa, o izzet ve şeref Vallahi budur, Billahi budur” diyebiliyor musunuz?
Dünya ve dünyanın içindekiler küçülüyor mu gözünüzde?
Süper güç denilen devletlerin ve bu devletlere bağlı orduların, alemlerin Rabbi olan Allah'ın kuvvet ve kudreti karşısında bir hiç, gerçekten bir hiç olduklarını görebiliyor musunuz?
Ve Allah adına, Allah'ın razı olacağı yegane din olan İslam adına konuşacağınız zaman, bu izzetle doğruluyor ve en ufak bir yaprağınızı dahi kımıldatmadan bu izzetle konuşabiliyor musunuz?
Lütfen cevap veriniz!.
Allah'ın adıyla ve Allah adına başladığınız sözlerinizde, İslam adına yaptığınız konuşmalarınızda, bu izzeti hissedebiliyor, bu onuru yaşayabiliyor musunuz?
Bu açık sorulara, aynı açıklıkta müsbet cevaplarınız yoksa, “Böyle bir izzete, böyle bir onura henüz erişmedik, henüz erişemedik!.” diyorsanız, bu açıksözlülüğünüze teşekkür eder ve her müslümanın erişmesi gereken bu izzete, sizin de erişebilmeniz için duada bulunuruz.
Tabi ki susmanız gereken yerde susmanız ve din adına konuşmamanız kaydiyle!.
Çünkü yüce İslam dini, bu izzeti hisseden, bu izzeti yaşayan müslümanların temsil ve tebliğ edecekleri bir dindir. Aziz olan Allah adına konuşan müslümanların, hem konuşmalarında ve hem de tavırlarında bu izzeti yaşarcasına hissetmeleri ve müşahhas bir şekilde göstermeleri gerekmektedir.
Çünkü İslam adına yaptıkları bu konuşmalarda ve gösterdikleri tavırlarda, kendilerini değil, Allah'ın razı olacağı yüce İslam dinini temsil etmektedirler.
Nitekim bizlere, tüm müslümanlara örnek ve rehber olan Resulullah {s.a.v.)'in sünnetinde, bu gerçekliği bütün açıklığı ile görmemiz mümkündür. Kendi nefsine karşı yapılan batıl isnatları durgun ve sakin bir deniz gibi karşılayan Efendimiz (s.a.v.), Allah'a ve Allah'ın razı olacağı yegane din olan İslam'a batıl bir isnat yapıldığı zaman mübarek yüzü mü'minlik asabiyeti ile kızarmakta ve iki kaşı arasındaki damarı, sanki çattayacakmış gibi dışarı çıkmaktadır.
İşte mü'minlik işte müsümlik budur!.
Çünkü mü'minlerin ve müslimlerin yaşadıkları, sahip oldukları şeref ve izzet, nefislerinden kaynaklanan bir şeref ve izzet değildir. Dolayısıyla bu şeref ve izzetin kaynağı kendi nefisleri olmadığı için, kendi nefislerini değil,
bu şeref ve izzetin gerçek kaynağı olan Allah'ı ve Allah'ın razı olacağı yegane din olan İslam'ı önemserler, İslam'ı tenzih ederler.
Günümüzde ise durum değişmiştir!.
Kendi nefislerine yönelik haklı veya haksız bir itham karşısında renkleri değişen, hızlanan atardamarları nedeniyle bütün damarları dışarıya fırlayan, bir ithama bin itirazla karşılık vermeye çalışan müslüman markalı şaşkınlar, Allah'a ve Allah'ın razı olacağı yegane din olan İslam'a yapılan tüm saldırıları durgun ve sakin bir küçük su birikintisi gibi karşılamaktadırlar!.
Ve bunun adı hoşgörü imiş!.
Bunun adı tevazu imiş!. İslam'a göre kesinlikle hoş olmayan şeyleri hoş gören, hoş karşılayan böylesi kimselere, gayet tabi olarak hoşgörüyle değil, hoştgörüyle yaklaşıyoruz!.
Çünkü müstekbirlere karşı acizliği hoşgörü olarak adlandıranlar, halkın vekilleri karşısında, hakkın vekili sıfatıyla ezilip-büzülmeyi, büzülüp-bükülmeyi tevazu olarak görenler, kendi acizliklerini, kendi zilletlerini, Allah'a ve İslam'a nisbet eden zavallılardır!.
İşte buna sabrımız, işte buna tahammülümüz yoktur.
İslam'ın tüm müslümanlara verdiği şeref ve izzetin farkında değilseniz, bu durumunuzu makbul olmasa da makul karşılayabiliriz.
Ancak, bu izzete erişemeyen bir zavallı olarak, dünya istikbarı karşısında kendinizi aciz, kendinizi güçsüz görüyorsanız, haddinizi bilmeniz ve kuyruğunuzu büküp oturmanız gerekmez mi?
Yüce İslam dini adına, bu müstekbirlere, bu politikacılara, bu yöneticilere niye kuyruk sallıyorsunuz ki!
Diyelim ki bir mizaç meselesi bu!.
Diyelim ki kuyruk sallamak mizacınızda var!.
O halde kendi adınıza kuyruk sallayın, kendi adınıza çanak yalayın!.
Din adına niye kuyruk sallıyor, kendi acizliğinizi dine neden nisbet ediyorsunuz ki!.
Yoksa bel'am mısınız?
Bel'am mizaçlı mısınız?
Bizlere yılışık yılışık bakıyor ve “Mizacımızda din adına kuyruk sallamak var!.” mı diyorsunuz!. Şayet buysa söylediğiniz, aşağıdaki ifadedir söyleyeceğimiz.,
“Allah belanızı versin!.”