Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ilham mı , vahiy mi ? (4 Kullanıcı)

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
İlham, insanın içine bir şey atmaktır. Genellikle Allah’ın, kulunun kalbine bir şey do¬ğur-ması anlamında kullanılır. Bu kelime Kur¬‘an'da yalnız bir yerde geçer. Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا . قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا . وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا.
“(Nefse) isyankâr¬lı¬ğını ve takvâsını ilham ede¬nin hakkı için, onu arındıran gerçekten um-du¬ğuna kavuşmuş, kirle¬tip karartan da her şeyini kaybetmiş olur.” (Şems 91/8-10)
İsyankarlık, kişinin Allah’a, in¬sanlara veya kendine karşı yanlış davranışıdır. İsyankâr, hem isyandan önce hem sonra bir huzursuzluk du¬yar. Buna iç sıkıntısı veya vic¬dan azabı denir.
Yusuf aley¬hisselamı Züleyha'dan uzaklaştı¬ran bürhan, Allah’ın “(Nefse) isyankârlığını il¬ham et¬mesi" olmalıdır. Yusuf sure¬sinin 24. âyetinde şöyle buyrulur:
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَا لَوْلا أَن رَّأَى بُرْهَانَ رَبِّهِ .
“Kadın ona tam meyletti. Eğer Rabbinin bürha¬nını gör¬me¬seydi o da kadına meylede-cekti...”
Merhameti sonsuz Rabbimiz günah işleye¬cek olan kulunu "isyana giri¬yorsun" diye uyarır. O, önce irkilir, sonra ya vazgeçer ya da bilerek günaha dalar. İşte bu, Al¬lah Teâlâ’nın “(Nefse) is-yankârlığını il¬ham et¬me¬si"dir. Artık “suçu bilerek işlemedim”, diyemeyeceği için bu ilham, Allah’ın huzurunda kişinin aleyhine bir bürhan, bir kesin delil olur.
İsyandan sonraki iç sıkıntısı da Allah’ın ilhamıdır. O, bu yolla kişiyi tev¬beye teşvik eder. Bu uyarı, Müslüman olmayan insanlara da yapılır. Bu sebeple kâfirlerin kafaları ile kalpleri arasında sürekli bir çatışma bulunur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
لاَ يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذِي بَنَوْاْ رِيبَةً فِي قُلُوبِهِمْ إِلاَّ أَن تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ.
“Kurdukları bina, kalpleri parçalanıncaya ka¬dar, içlerinde bir kuşku olarak kalmaya devam eder. ” (Tevbe 9/110)
Bu kuşku, Allah'ın merhametindendir. Belki girdikleri yanlış yoldan dönerler.
Mensup olunan cemaat veya tarikatın yanlışları da insanın içini kemirir durur. Çünkü Allah, onlara da ilham eder. Ancak o yanlışlar, tarikat veya cemaatin çimentosu olduğu için terkedemezler. Tek çare, o cemaat veya tarikatı terketmektir.
Takvâ ise nefsi korumaktır. Kişi, Allah’a, in¬san¬lara ve kendine karşı fe¬nalık yapmazsa dün-yada töhmetten, ahirette de cehen¬nemden korunur. Tak¬vaya götü¬ren davranışların neşe¬si insanın içine dolar. Bu da Allah’ın ilhamıdır. Takvâya uy¬gun davrananlarda görü¬len iç hu¬zuru ve kararlılık bu ilha¬mla olu¬şur.
Vabısa b. Mabed di¬yor ki, Muhammed sallal¬lahu aleyhi ve selleme git¬tim buyurdu ki; “İyi-likten ve günahtan sormak için mi geldin? “
Evet, dedim.
Parmaklarını bir araya getirerek göğsüne vurdu ve üç kere şöyle dedi: “Nefsine danış, kalbine danış Va¬bısa! İyilik, nefsin yatış¬tığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste te¬reddüt do¬ğuran şeydir. İsterse in¬san¬lar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bul¬muş ol-sunlar. ”
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyur¬muştur: “Seni işkillendiren şeyi bı¬rak, işkillendirmeyene geç. Çünkü doğru¬luk iç hu¬zuru verir, yalan da şüphe ve te¬reddüt doğu¬rur .”
Herkeste, iyi insan olma özentisi vardır. Kafirler de böyledir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Zaman zaman kâ¬firler, keşke müs¬lüman olsaydık” derler. (Hicr 15/2)
İçe doğan her şey ilham değildir, şeytan ves¬vesesi de olabilir. Çünkü şeytan "İnsanlara ves¬vese veren, onların içini karıştıran" bir varlıktır. Şeytan, Allah’ın elçilerini dahi yanlış davranış¬lara sürüklemeye çalışmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“(Ey Muhammed!) Senden önce gön¬derdi¬ğimiz tek bir nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi ar-zuladığında şeytan onun arzu¬suna ves¬vese karış¬tır¬mış olmasın. Al¬lah şey¬tanın ka¬rıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini pekiştirir. Allah bilir, doğru karar verir.” (Hacc 22/52)
İlham ile vesveseyi ayırabilmek için içimize gelen şeyi Allah’ın emir ve yasakları yönünden denet¬lemek gerekir.
Vahiy, ‘birine bir şeyi herhangi bir şekilde bildirmek’ demektir. Gizli, açık, işaretle, yazıyla veya elçi gönderme yoluyla olabilir . İlham da bu kapsamdadır. Zekeriya aleyhisselam, oğul müjdesi alınca kavminin karşısına çıkmış ve “... onlara şöyle vahyetmişti «Günün başında ve sonunda tesbihte bulununuz» (Meryem 19/11)
Zekeriye aleyhisselamın kavmine vahyi, onlara bir konuda yaptığı tenbih anlamındaydı.
Şeytanlar da vahiyde bulunurlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Tıpkı bunlar gibi her nebiye insan ve cin şeytanlarından, düşmanlar oluşturmuşuzdur. Aldatmak için biri diğerine yaldızlı sözler vahyeder...” (En’am 6/112)
“... Şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmelerini vahyederler. Onlara boyun eğerseniz tam müşrik olursunuz.” (En’am 6/121)
Konumuz açısından şu âyet de önemlidir:
“Allah’ın bir insanla konuşması sadece vahiy yoluyla veya perde arkasından ya da bir elçi göndererek kendi izniyle dilediğini vahyettirmesi şeklinde olabilir.” (Şûrâ 42/51)
Kur’an’da arıya (Nahl 16/68), Musa aleyhisselamın annesine ve Meryem’e yapılan vahiylerden bahsedilir. Sahih rüya da perde arkasından yapılan vahiy yani verilen bilgidir. Bunun şifresini herkes çözemediği için tabirine ihtiyaç duyulur.
Bu tür vahiyler her insana; rüya, ilham veya başka şekillerde olabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Musa'nın annesine şunu vahyettik: "Çocuğu emzir, bir şey olacağından korktuğunda onu denize bırak ama korkma ve üzülme. Biz onu yine sana döndüreceğiz ve resullerden biri yapacağız". (Kasas 28/7)
Bu tür vahiyler kesin bilgi ifade etmez. Bunu şu ayetlerden anlarız:
“Musa'nın annesinin gönlü bomboş kalmıştı. İçi rahat olsun diye kalbini pekiştirmiş olmasaydık olanı biteni nerdeyse açığa vuracaktı. Ablasına, "Onu izle" demişti. O da uzaktan gözetlemişti. Onlar fark edemiyorlardı. (Kasas 28/8-9)
Musa’nın annesi, yapılan telkinin doğruluğunu ancak çocuk kendisine döndükten sonra anlamıştı. Bunu da şu ayetler göstermektedir:
“Önceden, oradaki sütannelerini ona yasaklamıştık. Ablası dedi ki: "Sizin için onun bakımını üstlenecek bir aileyi gösterebilir miyim? Onlar ona iyi bakarlar."
Böylece onu, annesine geri verdik ki, gözü aydın olsun da üzülmesin. Bir de bilsin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir ama çokları bunu bilmezler.” (Kasas 28/12-13)
Bunlar, resullere gelen bilgi çeşidinden değildir. Resul, birinin sözünü diğerine ulaştıran kişidir. Allah’ın resulleri, Allah’ın sözlerini insanlara ulaştırırlar. Allah’ın resullerine Kur’ân’da hem resul, hem nebi denir. Nebi denmesi, vahiy aldıkları için, resul de o vahyi tebliği ettikleri içindir. Onların vahiy alış şekilleri farklıdır, daha vahyi alırken onun Allah’tan geldiği konusunda kesin bilgiye ulaşırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah bütün gaybı bilir, kendi gaybını kimseye açmaz. Dile¬diği elçi bunun dışın¬dadır. Onun da önüne ve arkasına gözcüler diker. Bunu yapar ki o (elçi), (gelen meleklerin) Allah’ın gönderdiklerini tastamam ulaştırdıklarını bilsin, onların yanında olanı kavrasın ve her şeyi bir bir hafızasına yerleştirsin. “ (Cin 72/26-28)
Ayetteki “kendi gaybını” ifadesi, resullere bildirilenin özel gayb bilgisi olduğunu gösterir. Bu bilgiyi, ancak Allah’ın Nebileri alabilirler. Bunlar, insanlara ulaştırılmak için yapılan vahiylerdir. Vahiy ve ilhamın diğer şekillerinde böyle bir şey yoktur. Bu sebep onlar, sadece ilgili kişiyle alakalıdır. Bir başkası için önemli değildir.
Ama hurafeciler, insanlara olan vahiy ve ilham sınırını aşarak kendilerini Allah’ın nebileri gibi göstermeye çalışır “Nebilere olan bize de olur, biz de vahiy alırız” diyerek yoldan çıkarlar. Allah Teâlâ bunlar için şöyle buyurur:
“Allah'a karşı yalan uydurandan, ya da kendine vahiy gelmediği halde vahiy aldığını söyleyenden yahut Allah'ın indirdiği gibisini ben de indireceğim" diyenden daha zalimi kim olabilir? …” (En’âm 6/93)
Muhammed aleyhisselam ile nebîlik bitmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
Muhammed içinizden bir erkeğin babası değildir, ama Allah'ın resulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilir. (Ahzâb 33/40)
Nebîlik bitmiştir ama resullük yani inen ayetleri tebliğ görevi devam etmektedir. Bu, her müslümanın görevidir. İçine bir şey katmadan Allah’ın sözünü Allah’ın kullarına ulaştırmamız gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلاَّ الْبَلاغُ الْمُبِينُ.
“Elçilere düşen apaçık tebliğden başka nedir?” (Nahl 16/35)


Yanlış inançlar, bulaşıcı hastalılar gibidir, çok çabuk yayılırlar. Nitekim Musa aleyhisselam, 40 günlüğüne Tur’a gidince İsrail oğulları, Harun aleyhisselama rağmen buzağı heykeli yapıp tapmışlardı. Çünkü “...buzağı tutkusu onların içlerine işlemişti...” (Bakara 2/93)
Memfis’te Apis adı verilen boğaya tapılırdı. Firavun ve hanedanının inancı buydu. Memfis, Kahire’nin 35 km. güneyinde, Nil üzerinde yer alan eski Mısır kentidir. Bu inanç daha sonra Mısır’ın diğer bölgelerine yayılmıştı. Apis bir tane olur ve ölen Apis’in başka bir boğanın bedeninde yeniden dünyaya geldiğine inanılırdı. Yeni boğayı rahipler otlaklarda arar, belirgin özellikleriyle diğerlerinden ayırır, bulurlardı. Tevrat’ta konu ile ilgili şu ifadeler vardır:
Mısır’da bildirin, Migdol’da duyurun, Nof’ta, Tahpanhes’te duyurun: Yerini al, hazırlan, çünkü çevrendekileri yiyip bitiriyor kılıç!
İlahın Apis neden kaçtı? Boğan neden ayakta kalamadı? Çünkü Rab onu yere serdi.” (Yeremya 46/14)
Bakara suresine adını veren olay budur. Bu surenin 67’den 71’e kadar olan ayetleri, İsrailoğullarının boğayı kesmemek için nasıl direndiklerini gösterir. Kesmek istemedikleri sığırın özellikleri şu şekilde anlatılır:
“Dedi ki:”O bir boğadır” diyor. “Ne koşulup toprağı sürmüş, ne de ekin sulamıştır. Sapasağlam! Hiç alacası da yok”. “Tamam! Şimdi doğru bilgiyi getirdin, dediler”. Nihayet onu kestiler. Neredeyse yapmayacaklardı.” (Bakara 2/71)
بَقَرَةٌ (bakara), بَقَر=bakar’ın tekilidir, sığır demektir. Erkeğine (ثور=sevr) denir. Âyetteki (تُثِيرُ الأَرْضَ=tusîru’l-arda) ifadesi bu sığırın erkek olduğunu gösterir. Çünkü (ثور=sevr) ile (تُثِيرُ=tusîru) aynı köktendir. (وَلاَ تَسْقِي الْحَرْثَ =velâ tesqi’l-hars) ikinci kanıttır. Yani öyle bir sığır ki; “Ne koşulup toprağı sürmüş, ne de ekin sulamıştır.” Bunları yapacak kabiliyette ama yapmamıştır. Bu bir boğadan başkası olamaz. Fiillerin müennes olması بَقَرَةٌ nın müennes-i lafzî olmasından dolayıdır.
Bakara’nın âyetleri Apis özelliğinde bir boğanın kesilmesini emretmektedir. Böylece o batıl inanç ortadan kalkacaktı.
En büyük hata, Kur’ân’ın geçmiş peygamberlerle ilgili anlattıklarından ibret almamaktır. Başlarından geçen onca olaya rağmen Musa aleyhisselamın ashabı şirkten kurtulamamıştı. Duygularını öne alan hiç kimse ondan kurtulamaz. Bunun tek yolu, din adına anlatılan her şey için delil aramak ve sonuna kadar aklı kullanmaktır.
Müslümanlar arasında bir bulaşıcı hastalık gibi yayılan yanlış inançlar, daha çok Zerdüştlerin ve Hintlilerin bazı inançlardır. Zerdüşt rahipler Allah’ın kendilerine hülûl ettiğine inanır, kendi sözlerini Allah’ın sözü sanırlar.
Bu hastalığa tutulmuş olanlardan Mevlânâ Celaleddin Rûmî bakın, kendi sözleri için neler söylüyor:
“Bu mesnevi kitabıdır. O, ulaşma ve kesin bilme sırlarını açıklamada dinin asıllarının, asıllarının asıllarıdır. O, Allah’ın en büyük fıkhıdır. Allah'ın aydınlık yoludur ve Allah'ın en açık delilidir... ”
Dinin asılları Kur’an’da, onun da asılları Levh-i mahfuz’da, onun asılları Allah Teâlâ’dadır. Kendine Allah’ın hülûl ettiğini düşündüğü için yazdığı şiirlere “O, Allah’ın en büyük fıkhıdır. Allah'ın aydınlık yoludur ve Allah'ın en açık delili” diyebilmektedir.
Sema eden bir Mevlevi, sağ elini yukarı, sol elini aşağıya dönük tutar ve Haktan alıp halka verdiğini düşünür. Ona bu yetkiyi kim vermiştir? Tarikat şeyhleri de kendilerini hep bu konumda görürler. Onların bir trafo gibi tanımlanmaları da bundandır.
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Bu hastalığa tutulmuş olanlardan Mevlânâ Celaleddin Rûmî bakın, kendi sözleri için neler söylüyor:
“Bu mesnevi kitabıdır. O, ulaşma ve kesin bilme sırlarını açıklamada dinin asıllarının, asıllarının asıllarıdır. O, Allah’ın en büyük fıkhıdır. Allah'ın aydınlık yoludur ve Allah'ın en açık delilidir... ”
Dinin asılları Kur’an’da, onun da asılları Levh-i mahfuz’da, onun asılları Allah Teâlâ’dadır. Kendine Allah’ın hülûl ettiğini düşündüğü için yazdığı şiirlere “O, Allah’ın en büyük fıkhıdır. Allah'ın aydınlık yoludur ve Allah'ın en açık delili” diyebilmektedir.
Sema eden bir Mevlevi, sağ elini yukarı, sol elini aşağıya dönük tutar ve Haktan alıp halka verdiğini düşünür. Ona bu yetkiyi kim vermiştir? Tarikat şeyhleri de kendilerini hep bu konumda görürler. Onların bir trafo gibi tanımlanmaları da bundandır.
Bütün bunlar, insanların Allah’tan önce başka varlıklara kul olmaları sonucunu doğurur.
İşte bu bir şirk hastalığıdır. Asıl görev, insanlara ilgili âyetleri tebliğ ederek şirkle mücadeleyi sürekli hale getirmektir. Yalnız Allah’a güvenip dayanandan başkası böyle bir işe soyunamaz.
şu ifadelere katılmak mümkün deildir
“… özellikle "...nurların doğrudan doğruya Kur'an ı Kerim'in feyzinden tereşşuh ettiği..." ifadelerini eleştirdiğinizi ve bu meyandaki ifadelerin itikada aykırı olduğunu… ifade ediyorsunuz.”
Tereşşüh, sızma ve damlama demektir. "...nurların doğrudan doğruya Kur'ân-ı Kerim'in feyzinden süzülüp damladığı..." şeklindeki bir sözü tevil mümkündür. Ama bir insan tutar, kendi sözünü, Kur’an’ın Arş’taki yerinden alınmış gösterirse bunun tevili yoktur. Bu şahsı bütün dünya kutsallaştırsa da bize düşen, onun hurafeleriyle mücadeledir.
Said Nursi ile ilgili sözlerimizden bir kısmı şöyledir:
“…Said Nursî şöyle der: “Kur’ân’ın gizli gerçekleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!! …Peygamber devrinde Kur’ân’ın vahiy suretiyle inmesi gibi, her asırda, Kur’ân’ın arştaki yerinden ve manevi mucizesinden feyiz ve ilham yoluyla onun gizli gerçekleri ve gerçeklerinin kesin delilleri iniyor .”
Yani Risale-i Nur, Kur’ân’ın indiği yerden Kur’ân’ın inmesi gibi vahiy suretiyle inerek onun gizli kalmış gerçeklerini ve o gerçeklerin kesin delillerini Said Nursî’ye getirmiş oluyor.
o, ilim elde etmek için bir zorluğa ve ders alma sıkıntısına ihtiyaç duymadan kendi kendine nurlanmış ve alim olmuştur .
bu sözler şüphelidir... 15 yıl medrese eğitimi nere gitti. Said Nursî’nin, Kur’ân’da açıklanmamış gerçeklerin kendine indirildiğini söylemesi ise kendi kitabının Kur’ân’dan önemli olduğu iddiasından başka bir anlam taşımaz.
Allah Teâlâ şöyle demiştir:
“Ey Elçi! Rabbinden sana indirilen her şeyi tebliğ et, eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun.” (Maide 5/67)
Said Nursî’nin iddia ettiği şeyler Peygamberimize bildirilseydi onları açıklamak zorunda olurdu. O iddia ettiği şeyler, sadece kendine bildirilmiş olmalıdır.
Risale-i Nur’un, Kur’ân’ın alındığı yerden alındığı iddiası, birkaç kez tekrarlanır. Onlardan biri şudur:
“Risale-i Nurlar, ne Doğu’nun kültüründen ve ilimlerinden, ne de Batı’nın felsefe ve bilimlerinden alınmış ve iktibas edilmiş bir nurdur. O, gökten inmiş Kur’ân’ın, Doğunun da Batı’nın da üstünde olan Arş’taki yerinden alınmıştır .”
Said Nursî, daha ileri giderek şunları söyler:
“Risale-i Nur denilen otuzüç aded Söz, otuzüç aded Mektub, otuzbir aded Lem’alar, bu zamanda, Kur’ân’daki âyetlerin âyetleridir. Yani onun gerçeklerinin göstergeleridir. Onun hak ve hakikat olduğunun kesin delilidir. Kur’ân âyetlerinde yer alan inançla ilgili gerçeklerin gayet kuvvetli belgeleridir .”
Demek ki, Kur’ân nasıl Tevrat ve İncili tasdik eden bir kitapsa, Said Nursî’nin bu iddiasına göre Risale-i Nur da Kur’ân’ı tasdik eden bir kitaptır. Bu sebeple Risale-i Nur’un âyetleri, Kur’ân âyetlerinin delili olmuştur.
Said Nursî, tek kalmamak için Hz. Ali’ye de Sekine adında bir kitap indiğini, geçmiş ve gelecek bütün ilim ve sırların o kitapta olduğunu ve orada Risale-i Nurlara işaret edildiğini de iddia eder ve özetle şöyle der:
Hazret-i Cebrail, Sekine adıyla bir sayfada yazılı İsm-i Âzam’ı, Peygamberimizin yanında Hz. Ali’nin (r.a.) kucağına düşürdü. Hz. Ali diyor ki: “Ben Cebrail’in şahsını yalnız gök kuşağı şeklinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum”. İsm-i Âzam’dan bahsederek bazı olayları anlattıktan sonra diyor ki:
“Dünyanın başından kıyamete kadar ilimler ve önemli sırlar bize, tanıklık derecesinde açıldı. Kim ne isterse sorsun, sözümüzden şüpheye düşenler zelil olurlar .”

Öyle bir sahife ki, içinde dünyanın başından kıyamete kadar olan ilimler ve önemli sırlar yer alıyor. Bu bir sahife değil, çok büyük bir kitap olur. Cebrail’in Ali’ye böyle bir kitap verdiğini kabul etmek, onu Peygamber saymaktır. O kitapta var olduğu söylenen ilim ve sırları Peygamberimizin bilmediği kesin olduğu için Ali ondan üstün bir konuma getirilmiş olur.
Bu tür iddialar için Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Vay o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar, sonra “bu Allah katındandır” derler. Hedefleri, onun karşılığında bir şeyler almaktır . Vay o ellerinin yazdığından dolayı onlara! Vay o kazandıklarından dolayı onlara!.” (Bakara 2/79)
Said Nursî, Risale-i Nurların kutsal sayılması için akla gelen her şeyi söylemiştir. Diyor ki; “Sözler” şüphesiz Kur’ân’ın nurlu parıltılarıdır. Açıklanmaya muhtaç yerleri eksik olmamakla birlikte tümüyle kusursuz ve eksiksizdir .”
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
bu kadar uzun bir yazıya gerek yok ne diyorsunuz ne yapmaya çalişiyorsunuz siz onu söyleyin önce
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
aksini söyleyen kim

müslüman kurana ve sünnete göre amel etmeli dendiğinde tabiki denir sonrada, sahabede ,tabiinde,mezhep imamlarında görülmeyen
... iddealar
....ameller
....inançlar ortaya çıkarsa , müminler adına bir sıkıntı var demektir... uğraştığımız şey kısaca budur.... yer ve mekan sınırlaması yapmadan...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
müslüman kurana ve sünnete göre amel etmeli dendiğinde tabiki denir sonrada, sahabede ,tabiinde,mezhep imamlarında görülmeyen
... iddealar
....ameller
....inançlar ortaya çıkarsa , müminler adına bir sıkıntı var demektir... uğraştığımız şey kısaca budur.... yer ve mekan sınırlaması yapmadan...

ne diyorsunuz gerçekten anlamıyorum
 

ALI72

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Nis 2012
Mesajlar
219
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
bu kadar uzun bir yazıya gerek yok ne diyorsunuz ne yapmaya çalişiyorsunuz siz onu söyleyin önce
Bu konuda sana katiliyorum Behiye kardesim benim aklimda o vardi bir söz olarak ne gerek vardi bu kadar uzun yazip bir anlatmaya bunuda.Sahiner 1 risale yazi yazmis sanki yazi yazmamisda onu bir elestirirmis gibi bir tavir sergilemistir.Mesele tek bununla kalmiyor ki bir kisiyi böyle yazip ortaya yokmaktan ibaretde degildir.Hallac-i mansur,muhyiddin ibni arabi,sadreddin konyevi,imam rabbani,said nursi bediuzzaman gibi kisiler ele alinip hakkinda bilgiler verilmektedir.Bu gibi kisilerin ele alinip islenmesinin tek bir sebebi var acik olarak bilgi vermek ve bunlari insanlardan sogutmaktan ibarettir.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bu konuda sana katiliyorum Behiye kardesim benim aklimda o vardi bir söz olarak ne gerek vardi bu kadar uzun yazip bir anlatmaya bunuda.Sahiner 1 risale yazi yazmis sanki yazi yazmamisda onu bir elestirirmis gibi bir tavir sergilemistir.
Allah sizden razı olsun sizden
bide ne demek istediğini anlasam...
sanki biz hiç kitap risale okumuyoruz...
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
körler sağırlar,
birbirini ağırlar
 

sparrow

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Mar 2012
Mesajlar
39
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
27
derdin ne bi türlü çözemedim -,-
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt