mustafa_xtar yazdı:
İnsanın yüzü Cemalullahın aynası durumundadır. Her bir insanın yüzünde ilâhi esmanın, Allahın nakışının ayrı ayrı mührü vardır. Her birimizin yüzü bir avucun içerisine sığacak kadar olduğu halde milyarlarca çeşitli oluşu, bu Ahmettir, bu Mahmuttur, bu Hatice hanımdır diye birbirinden ayırt edilebilmesi, ilâhi mührün, ilâhi nakışın eseridir. Her birimizin yüzünde ilâhi tecelli ve kudret-i sübhaniye aks eder. İmanın nuru, güneşin parlaması gibi müminin yüzünde parlar.
Fakat bu, yüzünü yaratıcısına çevirenler içindir. Yoksa Allahı bırakıp mahluka yüz çevirilirse, o insanın yüzü hayvanatın yüzü gibi olur. Ama hayvanat fıtrat-ı ilâhiye ile Rabbini bilir, mahluka yüzünü çevirmez. İhtiyacı kadar yüzünü nebatata çevirir ama yüzünü fıtrat-ı ilâhiyeye göre, Rezzak-ı Kerime çevirir. Kanaatkârdır, itaatkârdır. Allah Tealâ tarafından rızkının devamlı verileceğini bilen hayvanat, rızkı bizim gibi hırsla ambarda saklamaz, efendisinin önüne bıraktığı arpasını, buğdayını, yulafını yer, ayağıyla devirir, üstünde yatar. Bilir ki Rezzak-ı Kerim yenisini göndermeye muktedirdir. İnsan ise rızkının üstüne düğüm atar, rızkın gelmemesinden endişe eder.
İnsanoğlu yüzünü, kendini yaratan Allaha döndürmeye mecburdur. Bu yüzde iki gözü, bir dili vardır. Dil tamamen Allahın rızasını elde etmeye tahsis edilecektir. İki gözden biriyle dünyaya bakma mecburiyeti varsa, diğeriyle de kendini yaratana bakmak zorundadır. Yoksa yüzü Allahın azametine, nuruna ayna olmaz. O yüzün arkasında da bir beyin vardır. Kâmil insanların beyni bütün insanlığa nur saçacak Cevher-i Rabbaniye ile doludur.
Tevhid ile, marifet-i ilâhiye ile, Allaha olan ülfet ve ünsiyeti artırmak suretiyle yüzümüzün Allaha çevirilmesi gerçekleşir. Rasulullah s.a.v. Efendimizin getirdiği yolda istikamet sahibi olmak, insanı, nefsinin seçip benimsediği sahte mabud ve mahbuplardan Allaha çeviren yegâne yoldur. Kim Rasulullah s.a.v.in sünnetini ihya etmeye çalışırsa, muhabbet-i ilâhiye onu kuşatır.
Allah Rasulüne ittiba ederek rızaya ermek için tevbe etmek ve daima zikrullah ile meşgul olmak tek emin yoldur. İnsanın kurtuluşu, kemâlatı, nefsinin mahbuplarından, sevgililerinden yüzünü Allah Tealâya çevirmesine bağlıdır. Kulun vazifesi taat ve zikirle bunu ele geçirmektir.
Zikir öyle bir nuranî tılsım, öyle bir cevher, öyle bir Rahmet-i Rahmanın eseridir ki, kim zikri kalbine doldurursa yüzünde Sure-i Fetihteki gibi secde eseri görülür. Allahı marifet sıfatıyla tanıdığı belli olur.
Bediüzzaman Hazretleri demiştir ki:
Ey aziz olan kimse; bil ki Kelime-i Tevhidin ve Allah Tealânın Esma-i Hüsna olan ismi şeriflerini tekrar ile zikre çokça devam etmek, insan kalbini pek çok şeylere bağlayan bağları, nefsanî ipleri kırmak içindir. Nefsin tapacak derecede put ittihaz ettiği sevgililerinden yüzünü çevirmek içindir.
Bu itibarla Allahu Azimüşşanın tevhid ve esmasının tekrar tekrar zikriyle, kalbi bağlayan nefsanî sıfatların koparılmasıyla yüzümüz, yani Allahın aynası rahmet dairesine girer. Allahın kudretinin nakşı olan yüzümüz, zikirle, itaatle, amel-i salih ile nurlanır. Aksi halde nefse ve şeytana çevrilen yüz ilâhi nura mazhar olmaz; dünyada da, ahirette de kara olur.
Şu halde bu yüz ya mabuda ya da mahluka çevrilecektir. Gerçekte nefsinin menfaatini düşünen, onun iyiliğine çalışan, nefsinin şeytanla işbirliğini engeller, cehenneme düşmesini engellemek için her türlü tedbiri alır. Böylece dünyada da ahirette de kalbi pak, yüzü ak olur.
Mehmet ILDIRAR SEMERKAND