HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
İKTİSAT
53- İktisadî (ekonomik) problem, ülkelerin fakirliği değil fertlerin fakirliğidir. Diğer bir ifade ile iktisadî problem, servetin üretimi değil servetin dağıtımıdır. Zira ülkelerin, fakirlik problemi ortaya çıktığı zaman üretim artışı ve kapasite genişlemesiyle veya diğer ülkelerle birleşme neticesinde çözülebilir. Ancak bu problem her yerde olmayabilir. Fakir ülkelerde böyle bir prolem bulunabilirken, zengin ülkelerde bulunmayabilir. Bu problem hayata bakış açısı ile alakalı olmadığı gibi, o ülkelerde yaşayan halk ve ümmetlerin değişmesiyle ve onların problemlerinin değişik olmasıyla da alakalı değildir. Fakat fertlerin fakirlik problemi her zaman var olmuştur. Çünkü güçsüz insanların varlığı, insanlara tembellik hastalığının bulaşması veya aciz olan insanların mevcudiyeti, bütün toplumlarda vardır. Diğer taraftan mülk edinme içgüdüsü neticesinde insanların daha fazla mal edinme konusundaki yarışı da buna eklendiğinde, toplumun bundan uzak kalması mümkün olmaz. Bütün bu faktörler göz önünde tutulunca, fertlerin fakirlik problemi kaçınılmazdır. O halde bu problemin çözülmesi gerekir. Ayrıca bu problem hayata bakış açısıyla, halk ve ümmetlerin değişmesiyle de değişir. Zira bazı insanlar; "Ödenecek ücretin cehtle (çalışmayla) orantılı olması lazımdır ki üretime katkıda bulunmayanın fakir olması adalettir." derken, bazı insanlar da; "Kazanç temin etmekten aciz kalan kişinin yaşama hakkından mahrum edilmesinin zulüm sayılacağını" söylemektedirler. Zira onun güçsüzlüğü, yaratılışından veya elinde olmayan bir hastalıktan kaynaklanmıştır. Bundan dolayı ona yaşama imkanları sağlamak adaletin gereğidir. Ayrıca yaşamak için hayat kavgasında yarış yapmak ve mal kazanmak maksadıyla yarışa girmek tabiî bir durumdur. Bu yarış ve savaş insanlar arasında çözümü gerekli bir takım problemleri de getirmiştir. Bütün bunlar, ortada çözümü gerekli bir problemin varlığını gösteriyor ki, o da ülkelerin fakirliği değil, fertlerin fakirliği problemidir. Fertlerin fakirlik problemini çözmeye uğraşmak, ülkelerin fakirlik problemini çözmeye götürür. Bundan dolayı esas problem üretim değil dağıtım meselesidir.
54- Devletin tabiyetindeki bütün fertlerin teker teker bütün temel ihtiyaçlarının doyurulması garanti edilmelidir. Ayrıca her ferde bütün lüks ihtiyaçlarını karşılayabilme imkanı da garanti edilmelidir. Bütün tabiyete emniyet, eğitim, sağlık ve toplumu ilgilendiren diğer temel ihtiyaçlarını giderebilme imkanı garanti edilmelidir.
55- Mülkiyet üç kısımdır :
A- Ferdî Mülkiyet
B- Kamu Mülkiyeti
C- Devlet Mülkiyeti
Ferdî mülkiyet: Bizzat malla veya menfaatle takdir olunan şerî bir hükümdür. Bu hüküm, kendisine izafe edilen kimseye yararlanması ve ondan bedeli alabilmesi imkanının verilmesini gerektirir. Kamu mülkiyetine gelince: Şari‘in, toplumun müşterek olarak bir maldan yararlanmasına izin vermesidir. Devlet mülkiyeti ise: Kullanılması yalnızca devlet reisini görüş ve içtihadına bırakılmış her türlü maldır.
56- Kamu mülkiyeti, devletin görüşüne bakmadan malın tabiat ve niteliğinde mevcuttur. Eğer malın niteliği, toplumun ihtiyacı türden bir özelliğe sahipse; şehrin boş sahaları veya petrol gibi maden ise veya tabiatında ferdin mülkiyetinde olması mümkün olmayan bir mal niteliğine haiz ise, bu tabiî olarak kamu mülkiyeti sayılır. Böyle bir özelliğe sahip bir mülkiyeti devlet, ferdî mülkiyet olarak devam ettirme gücüne sahip olamaz. Eğer bir mal, yukarıda zikredilen üç nitelikten birine haiz değilse, o ferdî mülkiyet olur. Devlet böyle bir mülkiyeti zor kullanarak kamu mülkiyeti veya devlet mülkiyeti haline getiremez. Devlet mülkiyeti; içinde bütün müslümanların hak sahibi olduğu bir mal ile sınırlıdır. Bu bütün müslümanların sahip olduğu maldan başkadır. Haraç, vergi ve ganimetler gibi bütün müslümanların mülkü olmayıp onların hak sahibi olduğu mallar devlet mülkiyeti olup devletin de onu mülk edinmesi farzdır. Eğer o malda, bütün müslümanlara ait bir hak mevcut değilse o, fert mülkiyeti sayılır. Ve devletin onu mülk edinmesi helal olmaz. Bu nedenle ferdî mülkiyetten sayılan herhangi bir malın kamulaştırılması kesinlikle helal olmaz. Çünkü kamulaştırma; görünen bir maslahattan dolayı ferdî mülkiyeti devlet mülkiyeti haline gelmektedir ki bu, ferde ait bir malı rızası olmadan mülk edinmektir. Bu ise caiz değildir. Zira şeriat, bir malın rızasız alınmasını haram kılmıştır. Nitekim Allah'ın Resulü; "Bir kişinin rızası olmadan kardeşinin değneğini alması helâl olmaz." [1] buyurmaktadır. Bir malın kamu mülkiyeti olup olmadığını devletin görüşü değil, malın tabiatı ve niteliği tespit eder. Şeriat, devlet mülkiyetini de bütün müslümanların hak sahibi olduğu mallarla sınırlandırmıştır.
57- Arazi mülkiyeti ile ilgili olarak özel hükümler mevcuttur. Arazi; ziraî üretim ve bu üretimi artırmak ve sürdürmek için mülk edinilir. Arazi, herhangi bir mal gibi satın almak, hibe, miras ve bunun dışındaki mülk edinme yollarından biriyle mülk edinilebilir. Ayrıca ölü olan bir araziyi imar eden bir kimse imar ettiği yeri mülk edinebilir. Yine devlet şerî bir istilah olan "IKTA" yolu ile fertleri arazi sahibi yapar. Arazi sahibi olan bir kimsenin bu araziyi değerlendirip istifadeye sunma mecburiyeti vardır. Devlet arazi sahibini buna mecbur eder. Arazi sahibi doğrudan doğruya arazisinde kendisi çalışacağı gibi, orada işçi çalıştırarak, hayvan ve aletler kullanarak da arazisini işletebilir. Ekim için başkasına kiraya vermesi helâl değildir. Üç sene ekilip biçilmeyen arazi, sahibinden zorla alınır ve başkasına verilir. Zira Resulullah (SAV);"Kim bir ölü araziyi diriltirse (imar ederse) arazi ona aittir." [2] buyurmaktadır. Rivayet edildiğine göre Resulullah (SAV) Ebu Bekir ve Ömer (RA)'e bir yeri ikta yolu ile vermiştir. Yine Resulullah (SAV) bir başka hadisinde: "Kimin bir arazisi varsa onu eksin veya bir kardeşine ektirsin. Onu üçte bir, dörtte bir veya belli bir yiyecek karşılığında kiraya vermesin." [3] Ömer (RA) arazinin alınıp başkasına verilmesi müddetini üç sene olarak belirlemiştir. Bir kimse bir araziyi üç sene müddetle ekmeyip boş bırakırsa ve bir başkası da o araziyi ihya ederse, araziyi ihya eden hak sahibi olur. Ömer (RA) şöyle demiştir: "Araziyi boş bırakanın üçüncü yıldan sonra hiç bir hakkı yoktur."
58- Dış ticaret tabiiyetlilerin tüm fertleri için mutlak olarak mubahtır. Bu, mal ticareti olabileceği gibi para ticareti de olabilir. Ayrıca ihraç veya ithal ruhsatı diye bir ruhsat olmadığı gibi döviz işlemleriyle ilgili durumlar da söz konusu olmaz. Çünkü bu; "Allah alış-verişi helâl kıldı." [4] anlamındaki ayetle; "Peşin olmak kaydıyla istediğiniz gibi gümüşle altın alış-verişi yapınız." [5] hadisinin kapsamına girer. Bu husus hem iç hem de dış ticarete şamildir. Resulullah (SAV)'in; "Gümrük vergisi alan kimse Cennet'e giremez." [6] hadisine göre, tabiiyet niteliğini taşıyanlardan kesinlikle gümrük vergisi alınmaz. Ancak devletin tabiiyetlisi olmayan kimsenin özel bir izin almadan ülkeye girmelerine müsaade gösterilmeyeceği gibi ticaret yolu ile malları ve paralarının girmesine de müsaade edilmez. Onların mal ve paralarının İslâm ülkesine girmesi, ancak özel izinle yani ithal ruhsatları ile mümkün olur. Devlet ise bunlara izin verebileceği gibi, engel de olabilir. Çünkü tabiiyet niteliğini taşımayanlar ancak emanla İslâm ülkesine girebilirler. Diğer ülkelerin (tabiiyet niteliğini taşımayanların geldiği ülkeler) bizim tüccarlarımızdan aldıkları gümrük vergisi kadar onlardan gümrük vergisi alınır. Ebu Mecliz'in Lahik b. Hamid'den yaptığı bir rivayetle şöyle denilir: "Ömer (RA)'a; "İslâm ülkesine giren ehli harbden nasıl vergi alalım?" diye sordular. Ömer (RA) onlara; "Siz gittiğinizde sizden nasıl vergi alıyorlar?" diye sordu. Onlar; "Öşür. Yani malımızın onda birini alıyorlar." dedi. "O halde siz de onlardan o kadar alın." dedi."
59- Dış ticarette, ticaret malının kaynağına (nereden geldiğine) değil de tüccarın tabiiyetine itibar edilir. Hükmen harbî sayılan tüccarlar, kendileri veya malları için özel bir izin almadan, mallarını İslâm ülkesine ihraç edemezler. Anlaşmalı tüccarlar ise, onlarla bizim aramızda yapılmış olan anlaşmalar çerçevesinde hareket ederler. İslâm Devleti'nin tebaasından olan tüccarlar, İslâm beldelerinin ihtiyacı olan ve stratejik olan malları, maddeleri ihraç edemezler. Sahibi bulundukları herhangi bir malı ülkeye ithal etmekten de men edilmezler.
İsrail gibi bizimle aralarında fiilî harb hükümleri geçerli olan ülkelerle yapılan alış-veriş hükümleri yukarıda belirtilen hususlardan istisna edilir. İster ticarî olsun, ister ticarî olmasın onlarla cereyan eden bütün ilişkiler, bilfiil Dâr-ül Harb hükümlerine göre olur.
60- İslâm ülkesinde yabancı malların üretilmesi ve pazarlanması men edildiği gibi, herhangi bir yabancıya imtiyazların verilmesi de yasaklanır.
61- İslâm Devleti'nin Devletlerarası Para Fonu'na ve Dünya Bankası'na ortak olması caiz değildir. İslâm Devleti; Devletlerarası Para Fonu ve Dünya Bankası'ndan faydalanarak devletin, malî, iktisadî ve parasal durumunu düzeltme girişimlerinde bulunamaz. Çünkü böyle bir girişim İslâm Devleti'ni, zarara sokabileceği gibi, devletin parasına ve ekonomisine de büyük bir darbe indirir. Çünkü bu kuruluşları Amerika, ticaret ve parası ile dünyaya hükmetmek amacıyla kullanmaktadır.
Yine bunun gibi İslâm Devleti'nin; parasının değerini korumak, iktisadî durumunu düzeltmek ve kendi projelerini geliştirmek amacıyla yabancı devletlerden ve malî müesseselerden borç alması helâl değildir.
Zira böyle bir durum başta devlet olmak üzere, onun parasını, iktisadî yapısını ve egemenliğini tehlikeye düşürür. Çünkü yabancılardan borç almak, ülkenin fakirleşmesine yol açabileceği gibi, ekonomisine ve parasına da darbe indirir. Bu durum devletin borcunu kat kat artırarak onu zayıflattığı gibi, kâfir devletlerin borçlanma yoluyla İslâm Devleti'ni nüfuzu altına almasına bir vesile olur. Bu ise, onun egemenliğini zedeler ve iradesini de ipotek altına alır. Oysa böyle bir durum şer'an caiz değildir. Çünkü bu, harama bir vesiledir. Harama götüren vesile ise haramdır. Ayrıca bu borçlanma işi, ancak faizle mümkündür. Faiz ise haramdır.
Ürdün, Mısır, Türkiye, Sudan ve bunun dışındaki yabancı kâfir devletlerden borç para almalarını kendilerine reva gören devletlerin durumuna basit bir şekilde baktığımızda; bu devletlerin ekonomilerinin iyileşmediğini, projelerinin başarıya ulaşmadığını, paralarının kıymetini korumadığını, fakirliğe çare bulamadıklarını görürüz. Tam tersine bunların; paralarının değeri alt üst olmuş, fakirliği daha da artmış, ekonomisi çökmüş, projeleri başarısız olmuş, borçları katlanarak artmış, iradeleri ise, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'na ipoteklenmiştir. Bu ise, borç veren devletlerin borçlanan devletler üzerindeki nüfuzunu artırmış ve egemenliklerinin ortadan kalkmasına sebep olmuştur.
62- Sanayide aslolan ferdî mülkiyettir, kamu mülkiyeti ve devlet mülkiyeti değildir. Zira, Resulullah (SAV) bir yüzük ve bir minber yaptırmak istediği zaman bunların her birisini ferdî mülkiyet olarak bir işyerine (fabrikaya) sahip olan birisine yaptırmıştır. Resulullah (SAV) döneminde, insanlar bir takım sanayi yerleri kuruyorlardı ve Resulullah (SAV) bunlara bir şey demiyordu. Resulün sukut etmesi ise, işyerlerinin ferdî mülkiyete ait olacağına dair bir delildir. Fabrika ve işyerlerinin kamu veya devlet mülkiyetinde olduğuna dair herhangi bir nas bulunmadığına göre onlar ferdî mülkiyet olurlar.
Ancak kamu mülkiyetini ilgilendiren maddeleri üreten fabrikalar ürettikleri maddelerin hükmüne girerler. Böyle olduğu takdirde o fabrikalar, kamu mülkiyeti haline girebilecekleri gibi devletin, kamu mülkiyeti maddelerinin üretiminde ümmetin temsilcisi olması itibarı ile devlet mülkiyet haline de girebilirler. Ayrıca bazı maddeler fertlere ait olabilir. Devlet, onlardan bunları işletmek için kiralayabilir.
63- Devletin devamlı gelirleri; ganimet, cizye, haraç, definelerin beşte biri ve zekattır. Devlet her zaman bu kaynaklardan gelir elde eder. İster ihtiyacı olsun ister olmasın. Eğer bu gelirler yeterli olursa devlet bunlarla yetinir. Bu takdirde mutlak olarak devletin vergi tahsil etmesi caiz değildir. Fakat bu kaynaklar devletin harcamalarına kâfi gelmeyecek olursa bakılır: Bu gelirlerin kâfi gelmediği ihtiyaçlar zarurî ihtiyaçlar değilse ve bu ihtiyaçlar giderilmediği takdirde ne insanlar ne de devlet herhangi bir zarara uğramayacaksa, meselâ talî bir yol açmak veya mevcut kuyular yeterli olduğu halde başka kuyular açmak gibi ihtiyaçlardan dolayı devletin vergi koyması helâl olmaz. Bu talî derecedeki ihtiyaçların giderilmesi daimî gelirlerden sağlanıncaya kadar tehir edilir. Eğer bu ihtiyaçlar zarurî ise ve bunlar olmadığı takdirde beldeler ve ümmet zarara uğrayacaksa, zarurî ihtiyaçları giderecek miktarda devletin vergiler koyması caizdir. Bu husus hem müslümanlara hem de beytül mala vacip olan bir görevdir. Eğer beytül malda bu ihtiyaçları karşılayacak mal bulunmazsa bu vucubiyet, bütün müslümanlara intikal eder. Dolaylı vergi diye bir verginin konması caiz değildir. Koruma vergisi, sağlık vergisi, belediye vergisi, mahkeme vergisi ve simsariye vergisi adı altında kesinlikle vergi alınamaz.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ahmed b. Hanbel, Ensar, 22500
[1] Ahmed b. Hanbel, Mükessirin, 14109
[2] Ebu Davud, Buyu’, 2947
[3] Bakara : 275
[4] Tirmizi, Buyu’, 1161
[5] Ebu Davud, Harac, 2548
53- İktisadî (ekonomik) problem, ülkelerin fakirliği değil fertlerin fakirliğidir. Diğer bir ifade ile iktisadî problem, servetin üretimi değil servetin dağıtımıdır. Zira ülkelerin, fakirlik problemi ortaya çıktığı zaman üretim artışı ve kapasite genişlemesiyle veya diğer ülkelerle birleşme neticesinde çözülebilir. Ancak bu problem her yerde olmayabilir. Fakir ülkelerde böyle bir prolem bulunabilirken, zengin ülkelerde bulunmayabilir. Bu problem hayata bakış açısı ile alakalı olmadığı gibi, o ülkelerde yaşayan halk ve ümmetlerin değişmesiyle ve onların problemlerinin değişik olmasıyla da alakalı değildir. Fakat fertlerin fakirlik problemi her zaman var olmuştur. Çünkü güçsüz insanların varlığı, insanlara tembellik hastalığının bulaşması veya aciz olan insanların mevcudiyeti, bütün toplumlarda vardır. Diğer taraftan mülk edinme içgüdüsü neticesinde insanların daha fazla mal edinme konusundaki yarışı da buna eklendiğinde, toplumun bundan uzak kalması mümkün olmaz. Bütün bu faktörler göz önünde tutulunca, fertlerin fakirlik problemi kaçınılmazdır. O halde bu problemin çözülmesi gerekir. Ayrıca bu problem hayata bakış açısıyla, halk ve ümmetlerin değişmesiyle de değişir. Zira bazı insanlar; "Ödenecek ücretin cehtle (çalışmayla) orantılı olması lazımdır ki üretime katkıda bulunmayanın fakir olması adalettir." derken, bazı insanlar da; "Kazanç temin etmekten aciz kalan kişinin yaşama hakkından mahrum edilmesinin zulüm sayılacağını" söylemektedirler. Zira onun güçsüzlüğü, yaratılışından veya elinde olmayan bir hastalıktan kaynaklanmıştır. Bundan dolayı ona yaşama imkanları sağlamak adaletin gereğidir. Ayrıca yaşamak için hayat kavgasında yarış yapmak ve mal kazanmak maksadıyla yarışa girmek tabiî bir durumdur. Bu yarış ve savaş insanlar arasında çözümü gerekli bir takım problemleri de getirmiştir. Bütün bunlar, ortada çözümü gerekli bir problemin varlığını gösteriyor ki, o da ülkelerin fakirliği değil, fertlerin fakirliği problemidir. Fertlerin fakirlik problemini çözmeye uğraşmak, ülkelerin fakirlik problemini çözmeye götürür. Bundan dolayı esas problem üretim değil dağıtım meselesidir.
54- Devletin tabiyetindeki bütün fertlerin teker teker bütün temel ihtiyaçlarının doyurulması garanti edilmelidir. Ayrıca her ferde bütün lüks ihtiyaçlarını karşılayabilme imkanı da garanti edilmelidir. Bütün tabiyete emniyet, eğitim, sağlık ve toplumu ilgilendiren diğer temel ihtiyaçlarını giderebilme imkanı garanti edilmelidir.
55- Mülkiyet üç kısımdır :
A- Ferdî Mülkiyet
B- Kamu Mülkiyeti
C- Devlet Mülkiyeti
Ferdî mülkiyet: Bizzat malla veya menfaatle takdir olunan şerî bir hükümdür. Bu hüküm, kendisine izafe edilen kimseye yararlanması ve ondan bedeli alabilmesi imkanının verilmesini gerektirir. Kamu mülkiyetine gelince: Şari‘in, toplumun müşterek olarak bir maldan yararlanmasına izin vermesidir. Devlet mülkiyeti ise: Kullanılması yalnızca devlet reisini görüş ve içtihadına bırakılmış her türlü maldır.
56- Kamu mülkiyeti, devletin görüşüne bakmadan malın tabiat ve niteliğinde mevcuttur. Eğer malın niteliği, toplumun ihtiyacı türden bir özelliğe sahipse; şehrin boş sahaları veya petrol gibi maden ise veya tabiatında ferdin mülkiyetinde olması mümkün olmayan bir mal niteliğine haiz ise, bu tabiî olarak kamu mülkiyeti sayılır. Böyle bir özelliğe sahip bir mülkiyeti devlet, ferdî mülkiyet olarak devam ettirme gücüne sahip olamaz. Eğer bir mal, yukarıda zikredilen üç nitelikten birine haiz değilse, o ferdî mülkiyet olur. Devlet böyle bir mülkiyeti zor kullanarak kamu mülkiyeti veya devlet mülkiyeti haline getiremez. Devlet mülkiyeti; içinde bütün müslümanların hak sahibi olduğu bir mal ile sınırlıdır. Bu bütün müslümanların sahip olduğu maldan başkadır. Haraç, vergi ve ganimetler gibi bütün müslümanların mülkü olmayıp onların hak sahibi olduğu mallar devlet mülkiyeti olup devletin de onu mülk edinmesi farzdır. Eğer o malda, bütün müslümanlara ait bir hak mevcut değilse o, fert mülkiyeti sayılır. Ve devletin onu mülk edinmesi helal olmaz. Bu nedenle ferdî mülkiyetten sayılan herhangi bir malın kamulaştırılması kesinlikle helal olmaz. Çünkü kamulaştırma; görünen bir maslahattan dolayı ferdî mülkiyeti devlet mülkiyeti haline gelmektedir ki bu, ferde ait bir malı rızası olmadan mülk edinmektir. Bu ise caiz değildir. Zira şeriat, bir malın rızasız alınmasını haram kılmıştır. Nitekim Allah'ın Resulü; "Bir kişinin rızası olmadan kardeşinin değneğini alması helâl olmaz." [1] buyurmaktadır. Bir malın kamu mülkiyeti olup olmadığını devletin görüşü değil, malın tabiatı ve niteliği tespit eder. Şeriat, devlet mülkiyetini de bütün müslümanların hak sahibi olduğu mallarla sınırlandırmıştır.
57- Arazi mülkiyeti ile ilgili olarak özel hükümler mevcuttur. Arazi; ziraî üretim ve bu üretimi artırmak ve sürdürmek için mülk edinilir. Arazi, herhangi bir mal gibi satın almak, hibe, miras ve bunun dışındaki mülk edinme yollarından biriyle mülk edinilebilir. Ayrıca ölü olan bir araziyi imar eden bir kimse imar ettiği yeri mülk edinebilir. Yine devlet şerî bir istilah olan "IKTA" yolu ile fertleri arazi sahibi yapar. Arazi sahibi olan bir kimsenin bu araziyi değerlendirip istifadeye sunma mecburiyeti vardır. Devlet arazi sahibini buna mecbur eder. Arazi sahibi doğrudan doğruya arazisinde kendisi çalışacağı gibi, orada işçi çalıştırarak, hayvan ve aletler kullanarak da arazisini işletebilir. Ekim için başkasına kiraya vermesi helâl değildir. Üç sene ekilip biçilmeyen arazi, sahibinden zorla alınır ve başkasına verilir. Zira Resulullah (SAV);"Kim bir ölü araziyi diriltirse (imar ederse) arazi ona aittir." [2] buyurmaktadır. Rivayet edildiğine göre Resulullah (SAV) Ebu Bekir ve Ömer (RA)'e bir yeri ikta yolu ile vermiştir. Yine Resulullah (SAV) bir başka hadisinde: "Kimin bir arazisi varsa onu eksin veya bir kardeşine ektirsin. Onu üçte bir, dörtte bir veya belli bir yiyecek karşılığında kiraya vermesin." [3] Ömer (RA) arazinin alınıp başkasına verilmesi müddetini üç sene olarak belirlemiştir. Bir kimse bir araziyi üç sene müddetle ekmeyip boş bırakırsa ve bir başkası da o araziyi ihya ederse, araziyi ihya eden hak sahibi olur. Ömer (RA) şöyle demiştir: "Araziyi boş bırakanın üçüncü yıldan sonra hiç bir hakkı yoktur."
58- Dış ticaret tabiiyetlilerin tüm fertleri için mutlak olarak mubahtır. Bu, mal ticareti olabileceği gibi para ticareti de olabilir. Ayrıca ihraç veya ithal ruhsatı diye bir ruhsat olmadığı gibi döviz işlemleriyle ilgili durumlar da söz konusu olmaz. Çünkü bu; "Allah alış-verişi helâl kıldı." [4] anlamındaki ayetle; "Peşin olmak kaydıyla istediğiniz gibi gümüşle altın alış-verişi yapınız." [5] hadisinin kapsamına girer. Bu husus hem iç hem de dış ticarete şamildir. Resulullah (SAV)'in; "Gümrük vergisi alan kimse Cennet'e giremez." [6] hadisine göre, tabiiyet niteliğini taşıyanlardan kesinlikle gümrük vergisi alınmaz. Ancak devletin tabiiyetlisi olmayan kimsenin özel bir izin almadan ülkeye girmelerine müsaade gösterilmeyeceği gibi ticaret yolu ile malları ve paralarının girmesine de müsaade edilmez. Onların mal ve paralarının İslâm ülkesine girmesi, ancak özel izinle yani ithal ruhsatları ile mümkün olur. Devlet ise bunlara izin verebileceği gibi, engel de olabilir. Çünkü tabiiyet niteliğini taşımayanlar ancak emanla İslâm ülkesine girebilirler. Diğer ülkelerin (tabiiyet niteliğini taşımayanların geldiği ülkeler) bizim tüccarlarımızdan aldıkları gümrük vergisi kadar onlardan gümrük vergisi alınır. Ebu Mecliz'in Lahik b. Hamid'den yaptığı bir rivayetle şöyle denilir: "Ömer (RA)'a; "İslâm ülkesine giren ehli harbden nasıl vergi alalım?" diye sordular. Ömer (RA) onlara; "Siz gittiğinizde sizden nasıl vergi alıyorlar?" diye sordu. Onlar; "Öşür. Yani malımızın onda birini alıyorlar." dedi. "O halde siz de onlardan o kadar alın." dedi."
59- Dış ticarette, ticaret malının kaynağına (nereden geldiğine) değil de tüccarın tabiiyetine itibar edilir. Hükmen harbî sayılan tüccarlar, kendileri veya malları için özel bir izin almadan, mallarını İslâm ülkesine ihraç edemezler. Anlaşmalı tüccarlar ise, onlarla bizim aramızda yapılmış olan anlaşmalar çerçevesinde hareket ederler. İslâm Devleti'nin tebaasından olan tüccarlar, İslâm beldelerinin ihtiyacı olan ve stratejik olan malları, maddeleri ihraç edemezler. Sahibi bulundukları herhangi bir malı ülkeye ithal etmekten de men edilmezler.
İsrail gibi bizimle aralarında fiilî harb hükümleri geçerli olan ülkelerle yapılan alış-veriş hükümleri yukarıda belirtilen hususlardan istisna edilir. İster ticarî olsun, ister ticarî olmasın onlarla cereyan eden bütün ilişkiler, bilfiil Dâr-ül Harb hükümlerine göre olur.
60- İslâm ülkesinde yabancı malların üretilmesi ve pazarlanması men edildiği gibi, herhangi bir yabancıya imtiyazların verilmesi de yasaklanır.
61- İslâm Devleti'nin Devletlerarası Para Fonu'na ve Dünya Bankası'na ortak olması caiz değildir. İslâm Devleti; Devletlerarası Para Fonu ve Dünya Bankası'ndan faydalanarak devletin, malî, iktisadî ve parasal durumunu düzeltme girişimlerinde bulunamaz. Çünkü böyle bir girişim İslâm Devleti'ni, zarara sokabileceği gibi, devletin parasına ve ekonomisine de büyük bir darbe indirir. Çünkü bu kuruluşları Amerika, ticaret ve parası ile dünyaya hükmetmek amacıyla kullanmaktadır.
Yine bunun gibi İslâm Devleti'nin; parasının değerini korumak, iktisadî durumunu düzeltmek ve kendi projelerini geliştirmek amacıyla yabancı devletlerden ve malî müesseselerden borç alması helâl değildir.
Zira böyle bir durum başta devlet olmak üzere, onun parasını, iktisadî yapısını ve egemenliğini tehlikeye düşürür. Çünkü yabancılardan borç almak, ülkenin fakirleşmesine yol açabileceği gibi, ekonomisine ve parasına da darbe indirir. Bu durum devletin borcunu kat kat artırarak onu zayıflattığı gibi, kâfir devletlerin borçlanma yoluyla İslâm Devleti'ni nüfuzu altına almasına bir vesile olur. Bu ise, onun egemenliğini zedeler ve iradesini de ipotek altına alır. Oysa böyle bir durum şer'an caiz değildir. Çünkü bu, harama bir vesiledir. Harama götüren vesile ise haramdır. Ayrıca bu borçlanma işi, ancak faizle mümkündür. Faiz ise haramdır.
Ürdün, Mısır, Türkiye, Sudan ve bunun dışındaki yabancı kâfir devletlerden borç para almalarını kendilerine reva gören devletlerin durumuna basit bir şekilde baktığımızda; bu devletlerin ekonomilerinin iyileşmediğini, projelerinin başarıya ulaşmadığını, paralarının kıymetini korumadığını, fakirliğe çare bulamadıklarını görürüz. Tam tersine bunların; paralarının değeri alt üst olmuş, fakirliği daha da artmış, ekonomisi çökmüş, projeleri başarısız olmuş, borçları katlanarak artmış, iradeleri ise, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'na ipoteklenmiştir. Bu ise, borç veren devletlerin borçlanan devletler üzerindeki nüfuzunu artırmış ve egemenliklerinin ortadan kalkmasına sebep olmuştur.
62- Sanayide aslolan ferdî mülkiyettir, kamu mülkiyeti ve devlet mülkiyeti değildir. Zira, Resulullah (SAV) bir yüzük ve bir minber yaptırmak istediği zaman bunların her birisini ferdî mülkiyet olarak bir işyerine (fabrikaya) sahip olan birisine yaptırmıştır. Resulullah (SAV) döneminde, insanlar bir takım sanayi yerleri kuruyorlardı ve Resulullah (SAV) bunlara bir şey demiyordu. Resulün sukut etmesi ise, işyerlerinin ferdî mülkiyete ait olacağına dair bir delildir. Fabrika ve işyerlerinin kamu veya devlet mülkiyetinde olduğuna dair herhangi bir nas bulunmadığına göre onlar ferdî mülkiyet olurlar.
Ancak kamu mülkiyetini ilgilendiren maddeleri üreten fabrikalar ürettikleri maddelerin hükmüne girerler. Böyle olduğu takdirde o fabrikalar, kamu mülkiyeti haline girebilecekleri gibi devletin, kamu mülkiyeti maddelerinin üretiminde ümmetin temsilcisi olması itibarı ile devlet mülkiyet haline de girebilirler. Ayrıca bazı maddeler fertlere ait olabilir. Devlet, onlardan bunları işletmek için kiralayabilir.
63- Devletin devamlı gelirleri; ganimet, cizye, haraç, definelerin beşte biri ve zekattır. Devlet her zaman bu kaynaklardan gelir elde eder. İster ihtiyacı olsun ister olmasın. Eğer bu gelirler yeterli olursa devlet bunlarla yetinir. Bu takdirde mutlak olarak devletin vergi tahsil etmesi caiz değildir. Fakat bu kaynaklar devletin harcamalarına kâfi gelmeyecek olursa bakılır: Bu gelirlerin kâfi gelmediği ihtiyaçlar zarurî ihtiyaçlar değilse ve bu ihtiyaçlar giderilmediği takdirde ne insanlar ne de devlet herhangi bir zarara uğramayacaksa, meselâ talî bir yol açmak veya mevcut kuyular yeterli olduğu halde başka kuyular açmak gibi ihtiyaçlardan dolayı devletin vergi koyması helâl olmaz. Bu talî derecedeki ihtiyaçların giderilmesi daimî gelirlerden sağlanıncaya kadar tehir edilir. Eğer bu ihtiyaçlar zarurî ise ve bunlar olmadığı takdirde beldeler ve ümmet zarara uğrayacaksa, zarurî ihtiyaçları giderecek miktarda devletin vergiler koyması caizdir. Bu husus hem müslümanlara hem de beytül mala vacip olan bir görevdir. Eğer beytül malda bu ihtiyaçları karşılayacak mal bulunmazsa bu vucubiyet, bütün müslümanlara intikal eder. Dolaylı vergi diye bir verginin konması caiz değildir. Koruma vergisi, sağlık vergisi, belediye vergisi, mahkeme vergisi ve simsariye vergisi adı altında kesinlikle vergi alınamaz.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ahmed b. Hanbel, Ensar, 22500
[1] Ahmed b. Hanbel, Mükessirin, 14109
[2] Ebu Davud, Buyu’, 2947
[3] Bakara : 275
[4] Tirmizi, Buyu’, 1161
[5] Ebu Davud, Harac, 2548