_YUSUF_
Yönetici
- Katılım
- 26 Haz 2008
- Mesajlar
- 4,070
- Tepki puanı
- 1,043
- Puanları
- 113
- Yaş
- 43
Muhalefet Sorunu
Muhalefet Sorunu
Ezilen halkın sorunlarını gündeme getirmek ve bu sorunları çözümleyici tavırlar oluşturmak, hiç şüphesiz ki İslami hareketten ayrı düşünülebilecek bir şey değildir. Nitekim cahili otoritenin yürürlükte olduğu beldelerde yaşayan tüm müslümanlar, tek kişi de olsalar, belirli bir etkinliğe ulaşan cemaat durumunda da olsalar, bu miislümanların mazlumlardan yana ve zalimlere karşı önemli tavırları bulunmaktadır. Müslümanların bu tavırları, öz ve keyfiyet olarak değişınemekle beraber, müslümanların bulundukları duruma ve içinde yaşadıkları toplumun kültürüne göre pratik değişimler gösterebilmektedir. Mesela İran coğrafyasında yaşayan müslümanlar ile Mısır coğrafyasında yaşayan müslümanların toplumsal muhalefete yaklaşımları farklı olduğu gibi, kazanımları da farklı olmuştur.
Bizlere örnek veya ibret olması için bu iki ayrı vakıanın aynı düzlemde veya sadece sonuçlarına göre değerlendirilmesi, hiç şüphesiz ki sağlıklı bir değerlendirme olmayacaktır. Çünkü birbirinden ayrı, birbirinden farklı vakıalardır bunlar. Nitekim Mısır ve İran toplumlarını kendi şartlarına göre mukayese edecek olursak, bu İki toplum arasındaki tarihi ve kültürel farklılıkları görmemiz mümkündür.
Geniş bir tarihi perspektif içinde Sünni toplumlarda yönetime karşı dini tasdik geleneği hakim iken. Şii toplumlarda dini muhalefet geleneği hakimdir. Sünni toplumlarda uzun asırlardır devam eden dini tasdik geleneği, dini muhalefetten kaynaklanan devrimci bazı çıkışları baltaladığı gibi, gayri İslami birçok uygulamanın İslam adına(i) tasdik edilmesine neden olmuştur. Dolayısıyla Sünni coğrafyalardaki toplumsal muhalefete dini içerik kazandırmak ile, Şii coğrafyalardaki toplumsal muhalefete dini içerik kazandırmak birbirinden oldukça farklı şeylerdir. Sünni coğrafyalarda yaşayan devrimci rnüslümanlar için başlı başına bir engel teşkil eden ve yıkılması gereken bu geleneksel yaklaşım. Şii coğrafyalarda yaşayan devrimci rnüslümanlar için yıkılması gereken bir köstek değil, beslenmesi gereken bir destek niteliğindedir. Nitekim İran İslam Devrimi asırlardır bünyesinde taşıdığı dini muhalefet geleneğinden yeterince faydalanmış, toplumsal muhalefete sağlıklı bir şekilde eğilerek bu muhalefeti, İslami harekete hız ve ivme katan dini içerikli bir potansiyel haline getirmiştir. Hatta ve hatta İslam'la alakası olmayan Halkın Mücahidlerinin muhalefetini dahi, dini içerikli aynı muhalefet çatısı altında toplayabilmiştir.
Mısır'da ise aynı sonuçlan, aynı kazanımları görmemiz mümkün değildir. Bunun bir nedeni sözünü ettiğimiz kültürel farklılıklar, bir diğer nedeni de Mısırlı müslümanların toplumsal sorunlara ve bu sorunların çözümüne yönelirken bazı yanılgılara düşmeleridir. Ancak sonuçlan ne olursa olsun, evrensel düzlemdeki bu iki vakıadan, da örnek ve ibret almamız gereken yönler vardır.
Meseleyi Sünni kültürün ve ananelerin genellikle yürürlükte olduğu Türkiye coğrafyasına göre değerlendirecek olursak, toplumsal muhalefetin genel düzlemde dini İçerikli bir muhalefet haline getirilmesinde karşılaşabileceğimiz güçlükleri görmemiz zor değildir. Dolayısıyla bu meselenin genel düzlemde çözümünden önce, genele açılabilecek kısmi düzlemlerdeki çözümleri üzerinde yoğunlaşmamız gerekecektir.
Türkiye coğrafyasındaki eğitim, sağlık, işsizlik ve pahalılık gibi sorunlar, bu coğrafyadaki mazlum insanların önemli sorunlarıdır. Nitekim geniş halk kitlelerinde yaşanan bu sorunlar, bu halk kitlelerinde önemli bir muhalefet potansiyeli meydana getirmiştir. Ne var ki ortak sorunlardan kaynaklanan bu geniş muhalefet, sisteme karşı ortak bir tepkiye dönüşmemiş ve dünya istikbarının müdahalesi ile kendi aralarında yüzlerce parçaya, yüzlerce gruba bölünmüştür. Bütün bu gruplar, zulmün varlığını kabul ve tasdik etmekle beraber, zulmün nereden kaynaklandığı ve çözümünün ne olacağı noktasında birbirinden farklı görüşler ileri sürebilmektedirler.
İşte böylesi bir durumda mazlumlardan yana ve zalimlere karşı ortak bir tavır belirleyecek olan müslümanların, toplumdaki bütün muhalif grupların durumlarını dikkate alarak kendilerini bu muhalif gruplardan ayrı ve bu muhalif grupların fevkinde tanımlamaları gerekir. Çünkü müslümanların muhalefeti, diğer muhalif gruplarda genel geçer olan sosyal veya ekonomik nedenlere dayanan bir muhalefet değildir.
Şayet herhangi bir İslami hareket, sosyal veya ekonomik zulme muhalefeti esas alarak varolmaya ve gelişmeye çalışırsa, belki belli bir dönem hızlı bir gelişim gösterebilir. Fakat böyle bir hareketin bulunduğu coğrafyada sosyal ve ekonomik zulmün dozajı, harekete nisbet edilemeyecek farklı nedenlerle azaldıkça, bu hareketin potansiyeli düşerek pelteleşme fazlalaşacak ve hareketin insiyatifi, muhalefeti yumuşatma yularına sahip olan zalimlerin eline geçecektir.
Oysa müslümanların küfri sistemlere karşı muhalefet ve mücadeleleri, öncelikle ve özellikle hakkı esas almaktadır. Mazlumdan yana olmamız, mazlumdan önce Allah'tan yana olmamızın bir neticesidir. Zalimlere olan muhalefetimiz de. onların insana veya insan emeğine karşı çıkmalarından önce, hakka ve hak ölçülere karşı çıktıkları içindir. Dolayısıyie mazlumlardan yana ve zalimlere karşı olan tavırlarımız, sadece ve sadece Allah için göstermemiz gereken tavırlardır. Nitekim besmeleyle başlayan muhalefet ve mücadelemiz, besmelede ifade edildiği gibi Allah'ın adıyla ve Allah'ın adına yapılan bir mücadeledir.
Mazlumlardan yana ve zalimlere karşı bir tavır belirleyecek olan müslümanlar, diğer muhalif gruplardan farklı böyle bir tavır geliştireceklerdir. Haktan uzaklaşan zalim işverenleri bonkörlüğe veya hakkı bilmeyen mazlumları isyana davet etmenin, hakka yakın bir neticesi olmayacaktır. Her türlü zulmün, haktan uzaklaşmanın bir neticesi olduğunu bilerek, teşhisi bu istikamette yapmamız ve yegane tedavinin de hakta olduğuna inanarak, zalimleri ve mazlumları inandığımız bu hakka davet etmemiz gerekecektir.
Hakka davet, hiç şüphesiz ki batıla karşı duyarsız veya suskun olan bir davet değildir. Hakkı açıklamak ve İnsanları hakka davet etmekle yükümlü olan müslümanlar, yaşadıkları coğrafyalarda zalim zihniyetleri ve bu zihniyetlerin toplumsal düzlemdeki zulümlerini de açıklamakla yükümlüdürler.
Dolayısıyie bu meselelerin İslami bir duyarlılık ile gündeme getirilmesi ve hakka dayalı sağlıklı bir yorumla halka yansıtılması gerekmektedir.
Zulmün tesbit ve teşhisinde, şahıslar, partiler veya devletler üzerinde durulursa, bu anlatıma kulak veren insanlarda şahıslara, partilere veya devletlere karşı belirli bir muhalefet meydana gelecektir. Oysa müslümanlar olarak oluşturmamız gereken muhalefeti, şahısların veya partilerin fevkindeki küfri zihniyetler üzerinde yoğunlaştırmamız ve bu muhalefete, detaysız bir İslami içerik kazandırmamız gerekir.
Toplumsal muhalefete dini içerik kazandırabilmek için günümüzde sık sık gündeme gelen M. Kemal aleyhtarı bazı aşın yönelişler, İslam adına tartışılması gereken yönelişlerdir. Hepimiz biliyoruz ki İslam, küfri şahıslardan ziyade, küfri zihniyetlere karşı tavır göstermekte ve bu zihniyetlere karşı savaş açmaktadır.
Ayrıca özenle dikkate almamız gereken diğer önemli husus; diğer beşeri hareketlerden farklı olan İslami hareket, batıla muhalefetten veya batıla nefretten ziyade, hakka muhabbet temeline dayanan bir harekettir. İnsanları cezbedecek gerçeklere ve güzelliklere sahip olmayan beşeri hareketler, genel olarak muhalefet temeline dayanırlar ve hareket potansiyelini muhalefetin bu nefretinden kazanırlar. İslami hareketin kalkış noktasında ise nefret değil, muhabbet bulunmaktadır.
Müslümanların hakka karşı muhabbet, batıla karşı nefret duydukları açık bir gerçektir. Ancak hakka olan muhabbet, batıla olan nefretten değil; batıla olan nefret, hakka olan muhabbetten kaynaklanır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'i genel bir perspektifte dikkate alacak olursak, İlahi vahyin gündemini batıldan ziyade hak oluşturmaktadır. İlahi vahiy insanları hakka ve hakkın güzelliğine davet etmekte, bu davetin bir gereği olarak batılı reddetmelerini istemektedir.
Mesela Mekke döneminde nazil olan ayet-i kerimelerde Lat ve Uzza uzun uzadıya anlatılmamış, İslami hareketin temelini bu putlara duyulan nefret değil, Allah'a duyulan muhabbet oluşturmuştur. Nitekim Mekke müşriklerinin dehşetli işkenceleriyle karşılaşan yiğit müslümanların direnme gücü, Lat veya Uzza'ya nefretten ziyade, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'a muhabbetten kaynaklanıyordu.
Toplumsal muhalefete dini içerik kazandırma meselesinde, bütün bunların dikkate alınması gerekecektir. Halkın ve özellikle mazlumların yaşadığı sorunlar bu dikkatle gündeme gelecek ve hakkı esas alan yorumlarla insanlara yansıtılacaktır.
Bu sorunlara, bu sorunlardan kaynaklanan muhalefet potansiyeline ve bu sorunların pratikteki çözümüne ilişkin İslami yaklaşımların belirlenmesi, oldukça hassas değerlendirilmesi gereken bir konudur. Toplumsal muhalefeti kendi içeriği ile kullanmaya kalkışmak ve halkın yaşadığı sorunları, hakka göre değil halka göre çözümleyici tavırlara yönelmek, hiç şüpheniz olmasın ki başlı başına bir sapma, bir sapkınlık olacaktır.
Yaşadığımız coğrafyadaki insanların sorunları birden fazla ve çok boyutlu sorunlar ise, bu sorunlardan hangisine öncelik vereceğimizi veya hangisine öncelik vermemiz gerektiğini, ancak ve ancak maslahat prensibini dikkate alarak belirleyebiliriz. Müslümanlar olarak biliyor ve iman ediyoruz ki, herhangi bir insanın uhrevi maslahatı, dünyevi maslahatından önce gelir.
Dolayısıyla İslam adına belirleyeceğimiz tavırlar, insanların dünyevi maslahatından önce uhrevi maslahatını gözeten tavırlar olacaktır.
Gönlümüzden geçen ve gönlümüzün istediği tavırlar, hiç şüphesiz ki bu insanların hem dünyevi ve hem de uhrevi maslahatını gözeten tavırlardır. Herhangi bir insanın kamı tok, sırtı pek olarak cennete gitmesini isteriz.
Ancak, yaşadığımız şartlarda bu ikisini bir araya getirmemiz, getirebilmemiz mümkün değil ise. herhangi bir insanın sosyal refah ile cehenneme gitmesini değil, sosyal sıkıntılar ile cennete gitmesini tercih etmek durumundayız, Çünkü öncelikli tercihimiz ve öncelikli mücadelemiz, insanların dünyevi değil, uhrevi maslahatı içindir.
İşte meseleye bu duyarlılıkla yaklaştığımız zaman, elimizdeki bazı imkanlarla insanların dünyevi sıkıntılarını çözmeye çalışmamız bile mutlaka ve mutlaka uhrevi bağlantılı olacaktır. Ancak bütün mazlumları kucaklayabilecek ve bu mazlumların önemli sorunlarını pratik olarak çözebilecek
böylesi İmkanlara henüz ulaşmamış isek, öncelikli davetimiz mazlumların uhrevi maslahatını gözetecektir. Dünyevi sorunların, uhrevi sorunların çözümlenmesiyle halledileceği: uhrevi kurtuluşa talip olan mazlumların, Allah'ın lutfu ve yardımıyla dünyevi kurtuluşa da nail olabilecekleri anlatılacaktır. Nitekim İlahi vahiyde ve Resulullah (s.a.v.)'in pak sünnetinde gördüğümüz gerçek budur.
Efendimiz (s.a.v.)'in davet ve mücadelesi insanların öncelikle sosyal refah seviyelerini değil, dinlerini değiştirmeyi amaçlıyordu. İslam'ın ilk dönemlerdeki davetini kabul eden nice müslümanın, bu daveti kabul etmekle sosyal durumları değişmemiş veya geçim sıkıntıları giderilmemişti. Hatta ve hatta İlahi daveti kabul etmekle, sosyal sıkıntılarına sıkıntı katılan birçok müslüman vardı.
Ancak bu insanların sosyal sıkıntılara yaklaşımlarında önemli, çok önemli bir değişiklik olmuştu. Daha önceleri bellerini büken, onlara oldukça ağır gelen bu kişisel sıkıntılar, hafiflemişti. hafifleyivermişti sanki!.
Bu önemli değişikliğin sebebi, yaşadıkları tüm sıkıntılara katlanma nedenindeki değişiklikti. Daha önceleri üçbeş günlük dünya hayatı için olan bu katlanma nedeni. artık Allah için. ebedi cennet hayatı için olmuştu!.
Daha önceleri bütün bu sosyal sıkıntılara sadece kendileri için katlanmalarına karşın. artık tüm bir insanlık için, tüm bir insanlığın kurtuluşu için katlanıyorlardı!.
Yegane kurtuluşun Hak'ta olduğunu biliyorlar ve bu bilinçle insanları ayet ayet, sure sure Hak'ka davet ediyorlardı. İnsanları öncelikle ve özellikle mala, makama, işe veya paraya değil, ebedi cennet hayatına çağırıyorlardı. Mazlumların bu İlahi davete icabet etmeleri, sosyal sıkıntılardan kurtulabilmek veya herhangi bir işe girebilmek için değil. ebedi cennete girebilmek içindi!.
İlk dönem müslümanlarının genellikle ferdi olan sınıriı imkanları, İlahi daveti kabul eden bütün mazlumlara değil. İlahi daveti kabul ettiği için İşkencelerle karşılaşan ve bu işkencelere gösterdiği tahammül ile İlahi daveti sadece ve sadece Allah için kabul ettiğini isbat eden Bilal gibi müminlere. Bilal gibi mazlumlara ulaşabiliyordu.
Çünkü İlahi davetin tabiatında. münafıklık ve insanları münafıklığa itecek unsurlar yoktu.
Çünkü İlahi davetin tabiatında, davetin kabul edilebilmesi için, dünyevi nimetlerin bir rüşvet gibi Ön plana çıkarılması yoktu.
Allah için yapılan İlahi davet, yine Allah için, öncelikle ve özellikle Allah için kabul edilmesi gereken bir davetti. Müminler bu bilinçle Allah'a davet ediyorlar, müslimler bu bilinçle davete teslim oluyorlardı.
Asr-ı saadet dönemindeki müslümanîarın daveti, müslümanların gündemi, İlahi vahyin belirlediği böyle bir gündemdi. Dolayısıyla bu müslünıanlarda. günümüzde olduğu gibi bir gündem sapması. bir gündem sorunu yoktu.
Muhalefet Sorunu
Ezilen halkın sorunlarını gündeme getirmek ve bu sorunları çözümleyici tavırlar oluşturmak, hiç şüphesiz ki İslami hareketten ayrı düşünülebilecek bir şey değildir. Nitekim cahili otoritenin yürürlükte olduğu beldelerde yaşayan tüm müslümanlar, tek kişi de olsalar, belirli bir etkinliğe ulaşan cemaat durumunda da olsalar, bu miislümanların mazlumlardan yana ve zalimlere karşı önemli tavırları bulunmaktadır. Müslümanların bu tavırları, öz ve keyfiyet olarak değişınemekle beraber, müslümanların bulundukları duruma ve içinde yaşadıkları toplumun kültürüne göre pratik değişimler gösterebilmektedir. Mesela İran coğrafyasında yaşayan müslümanlar ile Mısır coğrafyasında yaşayan müslümanların toplumsal muhalefete yaklaşımları farklı olduğu gibi, kazanımları da farklı olmuştur.
Bizlere örnek veya ibret olması için bu iki ayrı vakıanın aynı düzlemde veya sadece sonuçlarına göre değerlendirilmesi, hiç şüphesiz ki sağlıklı bir değerlendirme olmayacaktır. Çünkü birbirinden ayrı, birbirinden farklı vakıalardır bunlar. Nitekim Mısır ve İran toplumlarını kendi şartlarına göre mukayese edecek olursak, bu İki toplum arasındaki tarihi ve kültürel farklılıkları görmemiz mümkündür.
Geniş bir tarihi perspektif içinde Sünni toplumlarda yönetime karşı dini tasdik geleneği hakim iken. Şii toplumlarda dini muhalefet geleneği hakimdir. Sünni toplumlarda uzun asırlardır devam eden dini tasdik geleneği, dini muhalefetten kaynaklanan devrimci bazı çıkışları baltaladığı gibi, gayri İslami birçok uygulamanın İslam adına(i) tasdik edilmesine neden olmuştur. Dolayısıyla Sünni coğrafyalardaki toplumsal muhalefete dini içerik kazandırmak ile, Şii coğrafyalardaki toplumsal muhalefete dini içerik kazandırmak birbirinden oldukça farklı şeylerdir. Sünni coğrafyalarda yaşayan devrimci rnüslümanlar için başlı başına bir engel teşkil eden ve yıkılması gereken bu geleneksel yaklaşım. Şii coğrafyalarda yaşayan devrimci rnüslümanlar için yıkılması gereken bir köstek değil, beslenmesi gereken bir destek niteliğindedir. Nitekim İran İslam Devrimi asırlardır bünyesinde taşıdığı dini muhalefet geleneğinden yeterince faydalanmış, toplumsal muhalefete sağlıklı bir şekilde eğilerek bu muhalefeti, İslami harekete hız ve ivme katan dini içerikli bir potansiyel haline getirmiştir. Hatta ve hatta İslam'la alakası olmayan Halkın Mücahidlerinin muhalefetini dahi, dini içerikli aynı muhalefet çatısı altında toplayabilmiştir.
Mısır'da ise aynı sonuçlan, aynı kazanımları görmemiz mümkün değildir. Bunun bir nedeni sözünü ettiğimiz kültürel farklılıklar, bir diğer nedeni de Mısırlı müslümanların toplumsal sorunlara ve bu sorunların çözümüne yönelirken bazı yanılgılara düşmeleridir. Ancak sonuçlan ne olursa olsun, evrensel düzlemdeki bu iki vakıadan, da örnek ve ibret almamız gereken yönler vardır.
Meseleyi Sünni kültürün ve ananelerin genellikle yürürlükte olduğu Türkiye coğrafyasına göre değerlendirecek olursak, toplumsal muhalefetin genel düzlemde dini İçerikli bir muhalefet haline getirilmesinde karşılaşabileceğimiz güçlükleri görmemiz zor değildir. Dolayısıyla bu meselenin genel düzlemde çözümünden önce, genele açılabilecek kısmi düzlemlerdeki çözümleri üzerinde yoğunlaşmamız gerekecektir.
Türkiye coğrafyasındaki eğitim, sağlık, işsizlik ve pahalılık gibi sorunlar, bu coğrafyadaki mazlum insanların önemli sorunlarıdır. Nitekim geniş halk kitlelerinde yaşanan bu sorunlar, bu halk kitlelerinde önemli bir muhalefet potansiyeli meydana getirmiştir. Ne var ki ortak sorunlardan kaynaklanan bu geniş muhalefet, sisteme karşı ortak bir tepkiye dönüşmemiş ve dünya istikbarının müdahalesi ile kendi aralarında yüzlerce parçaya, yüzlerce gruba bölünmüştür. Bütün bu gruplar, zulmün varlığını kabul ve tasdik etmekle beraber, zulmün nereden kaynaklandığı ve çözümünün ne olacağı noktasında birbirinden farklı görüşler ileri sürebilmektedirler.
İşte böylesi bir durumda mazlumlardan yana ve zalimlere karşı ortak bir tavır belirleyecek olan müslümanların, toplumdaki bütün muhalif grupların durumlarını dikkate alarak kendilerini bu muhalif gruplardan ayrı ve bu muhalif grupların fevkinde tanımlamaları gerekir. Çünkü müslümanların muhalefeti, diğer muhalif gruplarda genel geçer olan sosyal veya ekonomik nedenlere dayanan bir muhalefet değildir.
Şayet herhangi bir İslami hareket, sosyal veya ekonomik zulme muhalefeti esas alarak varolmaya ve gelişmeye çalışırsa, belki belli bir dönem hızlı bir gelişim gösterebilir. Fakat böyle bir hareketin bulunduğu coğrafyada sosyal ve ekonomik zulmün dozajı, harekete nisbet edilemeyecek farklı nedenlerle azaldıkça, bu hareketin potansiyeli düşerek pelteleşme fazlalaşacak ve hareketin insiyatifi, muhalefeti yumuşatma yularına sahip olan zalimlerin eline geçecektir.
Oysa müslümanların küfri sistemlere karşı muhalefet ve mücadeleleri, öncelikle ve özellikle hakkı esas almaktadır. Mazlumdan yana olmamız, mazlumdan önce Allah'tan yana olmamızın bir neticesidir. Zalimlere olan muhalefetimiz de. onların insana veya insan emeğine karşı çıkmalarından önce, hakka ve hak ölçülere karşı çıktıkları içindir. Dolayısıyie mazlumlardan yana ve zalimlere karşı olan tavırlarımız, sadece ve sadece Allah için göstermemiz gereken tavırlardır. Nitekim besmeleyle başlayan muhalefet ve mücadelemiz, besmelede ifade edildiği gibi Allah'ın adıyla ve Allah'ın adına yapılan bir mücadeledir.
Mazlumlardan yana ve zalimlere karşı bir tavır belirleyecek olan müslümanlar, diğer muhalif gruplardan farklı böyle bir tavır geliştireceklerdir. Haktan uzaklaşan zalim işverenleri bonkörlüğe veya hakkı bilmeyen mazlumları isyana davet etmenin, hakka yakın bir neticesi olmayacaktır. Her türlü zulmün, haktan uzaklaşmanın bir neticesi olduğunu bilerek, teşhisi bu istikamette yapmamız ve yegane tedavinin de hakta olduğuna inanarak, zalimleri ve mazlumları inandığımız bu hakka davet etmemiz gerekecektir.
Hakka davet, hiç şüphesiz ki batıla karşı duyarsız veya suskun olan bir davet değildir. Hakkı açıklamak ve İnsanları hakka davet etmekle yükümlü olan müslümanlar, yaşadıkları coğrafyalarda zalim zihniyetleri ve bu zihniyetlerin toplumsal düzlemdeki zulümlerini de açıklamakla yükümlüdürler.
Dolayısıyie bu meselelerin İslami bir duyarlılık ile gündeme getirilmesi ve hakka dayalı sağlıklı bir yorumla halka yansıtılması gerekmektedir.
Zulmün tesbit ve teşhisinde, şahıslar, partiler veya devletler üzerinde durulursa, bu anlatıma kulak veren insanlarda şahıslara, partilere veya devletlere karşı belirli bir muhalefet meydana gelecektir. Oysa müslümanlar olarak oluşturmamız gereken muhalefeti, şahısların veya partilerin fevkindeki küfri zihniyetler üzerinde yoğunlaştırmamız ve bu muhalefete, detaysız bir İslami içerik kazandırmamız gerekir.
Toplumsal muhalefete dini içerik kazandırabilmek için günümüzde sık sık gündeme gelen M. Kemal aleyhtarı bazı aşın yönelişler, İslam adına tartışılması gereken yönelişlerdir. Hepimiz biliyoruz ki İslam, küfri şahıslardan ziyade, küfri zihniyetlere karşı tavır göstermekte ve bu zihniyetlere karşı savaş açmaktadır.
Ayrıca özenle dikkate almamız gereken diğer önemli husus; diğer beşeri hareketlerden farklı olan İslami hareket, batıla muhalefetten veya batıla nefretten ziyade, hakka muhabbet temeline dayanan bir harekettir. İnsanları cezbedecek gerçeklere ve güzelliklere sahip olmayan beşeri hareketler, genel olarak muhalefet temeline dayanırlar ve hareket potansiyelini muhalefetin bu nefretinden kazanırlar. İslami hareketin kalkış noktasında ise nefret değil, muhabbet bulunmaktadır.
Müslümanların hakka karşı muhabbet, batıla karşı nefret duydukları açık bir gerçektir. Ancak hakka olan muhabbet, batıla olan nefretten değil; batıla olan nefret, hakka olan muhabbetten kaynaklanır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'i genel bir perspektifte dikkate alacak olursak, İlahi vahyin gündemini batıldan ziyade hak oluşturmaktadır. İlahi vahiy insanları hakka ve hakkın güzelliğine davet etmekte, bu davetin bir gereği olarak batılı reddetmelerini istemektedir.
Mesela Mekke döneminde nazil olan ayet-i kerimelerde Lat ve Uzza uzun uzadıya anlatılmamış, İslami hareketin temelini bu putlara duyulan nefret değil, Allah'a duyulan muhabbet oluşturmuştur. Nitekim Mekke müşriklerinin dehşetli işkenceleriyle karşılaşan yiğit müslümanların direnme gücü, Lat veya Uzza'ya nefretten ziyade, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'a muhabbetten kaynaklanıyordu.
Toplumsal muhalefete dini içerik kazandırma meselesinde, bütün bunların dikkate alınması gerekecektir. Halkın ve özellikle mazlumların yaşadığı sorunlar bu dikkatle gündeme gelecek ve hakkı esas alan yorumlarla insanlara yansıtılacaktır.
Bu sorunlara, bu sorunlardan kaynaklanan muhalefet potansiyeline ve bu sorunların pratikteki çözümüne ilişkin İslami yaklaşımların belirlenmesi, oldukça hassas değerlendirilmesi gereken bir konudur. Toplumsal muhalefeti kendi içeriği ile kullanmaya kalkışmak ve halkın yaşadığı sorunları, hakka göre değil halka göre çözümleyici tavırlara yönelmek, hiç şüpheniz olmasın ki başlı başına bir sapma, bir sapkınlık olacaktır.
Yaşadığımız coğrafyadaki insanların sorunları birden fazla ve çok boyutlu sorunlar ise, bu sorunlardan hangisine öncelik vereceğimizi veya hangisine öncelik vermemiz gerektiğini, ancak ve ancak maslahat prensibini dikkate alarak belirleyebiliriz. Müslümanlar olarak biliyor ve iman ediyoruz ki, herhangi bir insanın uhrevi maslahatı, dünyevi maslahatından önce gelir.
Dolayısıyla İslam adına belirleyeceğimiz tavırlar, insanların dünyevi maslahatından önce uhrevi maslahatını gözeten tavırlar olacaktır.
Gönlümüzden geçen ve gönlümüzün istediği tavırlar, hiç şüphesiz ki bu insanların hem dünyevi ve hem de uhrevi maslahatını gözeten tavırlardır. Herhangi bir insanın kamı tok, sırtı pek olarak cennete gitmesini isteriz.
Ancak, yaşadığımız şartlarda bu ikisini bir araya getirmemiz, getirebilmemiz mümkün değil ise. herhangi bir insanın sosyal refah ile cehenneme gitmesini değil, sosyal sıkıntılar ile cennete gitmesini tercih etmek durumundayız, Çünkü öncelikli tercihimiz ve öncelikli mücadelemiz, insanların dünyevi değil, uhrevi maslahatı içindir.
İşte meseleye bu duyarlılıkla yaklaştığımız zaman, elimizdeki bazı imkanlarla insanların dünyevi sıkıntılarını çözmeye çalışmamız bile mutlaka ve mutlaka uhrevi bağlantılı olacaktır. Ancak bütün mazlumları kucaklayabilecek ve bu mazlumların önemli sorunlarını pratik olarak çözebilecek
böylesi İmkanlara henüz ulaşmamış isek, öncelikli davetimiz mazlumların uhrevi maslahatını gözetecektir. Dünyevi sorunların, uhrevi sorunların çözümlenmesiyle halledileceği: uhrevi kurtuluşa talip olan mazlumların, Allah'ın lutfu ve yardımıyla dünyevi kurtuluşa da nail olabilecekleri anlatılacaktır. Nitekim İlahi vahiyde ve Resulullah (s.a.v.)'in pak sünnetinde gördüğümüz gerçek budur.
Efendimiz (s.a.v.)'in davet ve mücadelesi insanların öncelikle sosyal refah seviyelerini değil, dinlerini değiştirmeyi amaçlıyordu. İslam'ın ilk dönemlerdeki davetini kabul eden nice müslümanın, bu daveti kabul etmekle sosyal durumları değişmemiş veya geçim sıkıntıları giderilmemişti. Hatta ve hatta İlahi daveti kabul etmekle, sosyal sıkıntılarına sıkıntı katılan birçok müslüman vardı.
Ancak bu insanların sosyal sıkıntılara yaklaşımlarında önemli, çok önemli bir değişiklik olmuştu. Daha önceleri bellerini büken, onlara oldukça ağır gelen bu kişisel sıkıntılar, hafiflemişti. hafifleyivermişti sanki!.
Bu önemli değişikliğin sebebi, yaşadıkları tüm sıkıntılara katlanma nedenindeki değişiklikti. Daha önceleri üçbeş günlük dünya hayatı için olan bu katlanma nedeni. artık Allah için. ebedi cennet hayatı için olmuştu!.
Daha önceleri bütün bu sosyal sıkıntılara sadece kendileri için katlanmalarına karşın. artık tüm bir insanlık için, tüm bir insanlığın kurtuluşu için katlanıyorlardı!.
Yegane kurtuluşun Hak'ta olduğunu biliyorlar ve bu bilinçle insanları ayet ayet, sure sure Hak'ka davet ediyorlardı. İnsanları öncelikle ve özellikle mala, makama, işe veya paraya değil, ebedi cennet hayatına çağırıyorlardı. Mazlumların bu İlahi davete icabet etmeleri, sosyal sıkıntılardan kurtulabilmek veya herhangi bir işe girebilmek için değil. ebedi cennete girebilmek içindi!.
İlk dönem müslümanlarının genellikle ferdi olan sınıriı imkanları, İlahi daveti kabul eden bütün mazlumlara değil. İlahi daveti kabul ettiği için İşkencelerle karşılaşan ve bu işkencelere gösterdiği tahammül ile İlahi daveti sadece ve sadece Allah için kabul ettiğini isbat eden Bilal gibi müminlere. Bilal gibi mazlumlara ulaşabiliyordu.
Çünkü İlahi davetin tabiatında. münafıklık ve insanları münafıklığa itecek unsurlar yoktu.
Çünkü İlahi davetin tabiatında, davetin kabul edilebilmesi için, dünyevi nimetlerin bir rüşvet gibi Ön plana çıkarılması yoktu.
Allah için yapılan İlahi davet, yine Allah için, öncelikle ve özellikle Allah için kabul edilmesi gereken bir davetti. Müminler bu bilinçle Allah'a davet ediyorlar, müslimler bu bilinçle davete teslim oluyorlardı.
Asr-ı saadet dönemindeki müslümanîarın daveti, müslümanların gündemi, İlahi vahyin belirlediği böyle bir gündemdi. Dolayısıyla bu müslünıanlarda. günümüzde olduğu gibi bir gündem sapması. bir gündem sorunu yoktu.