Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İddia Sahibi Olmak (1 Kullanıcı)

mustafa11

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ocak 2007
Mesajlar
3,063
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
istanbul-maltepe
Web Sitesi
www.mobilyaonarim.com
“İş bitti... Sebatın sonu yoktur deme; yılma...
“Ey millet-i merhume, sakın ye’se kapılma!”

Erdemli toplumun en belirgin özelliği iddia sahibi olmasıdır. Gerçekleştireceği bir iddiası olmayan toplumların bir hedefi de olamaz. Hedefi olmayan, gerçekleştireceği bir arzu ve isteği olmayan birey ve toplumlar hayata müdahil olamazlar. Hayata müdahil ol(a)mayanların hayatın öznesi olması da imkan dahilinde değildir. Altı yüz yıllık Osmanlı tarihine baktığımızda iddia sahibi olmanın ne demek olduğunu bize anlatan sayısız örneklerle karşılaşırız.
Bizler birkaç örnek vererek konuyu ortaya koymaya çalışalım.
Osmanlı imparatorluğunun kurucusu Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi iddia sahibiydi. Onun bir hedefi, bir gayesi ve bir amacı vardı. O’nun iddiası Bizans’ı ortadan kaldırmak ve Dini İslam’ı cihana yaymaktı. Onun içindir ki; beraberindekilerle birlikte gelip Anadolu Selçuklu Devletine bağlı topraklar üzerinde Bizans’a en yakın bölgeye yerleşti. "Oğul Osman, aşiretimi devlet yapmalısın!" diye de vasiyet etti.
Kendisinin vefatından sonra aynı iddiayı oğlu Osman Gazi daha büyük bir arzu ve iştiyakla devraldı.

Bu öyle bir iddia ve öyle bir keskin görüş ki; Oğlu Orhan Gazi’ye :’Oğul benim ömrüm yetmeye bilir. Sen Bursa’yı al beni o gümüş kubbenin altına göm ve git İstanbul’u gülzar eyle’ demiştir. Bakar mısınız henüz daha Bursa bile fethedilmemişken oğluna Hedef olarak İstanbul’u göstere biliyor. İşte iddia sahibi olmak, işte bir hedefe kilitlenmek, işte kendinden sonraki nesillere hedef belirlemek…
İddia sahibi insanların kendilerine güvenleri yüzde yüzdür. Bu anlamda Osman Gazi tam anlamıyla iddia sahibi ve bizler için de bu anlamda örnek bir şahsiyettir.
Henüz bıyıkları yeni terlemeye başlamış genç bir yağız delikanlıdır. Babası bu genç delikanlıyı kardeşlerinin ve büyüklerinin de olurunu alarak obanın başına geçirir. Kara Osman (yiğitliği ve cesaretinden dolayı lakabı Kara Osman’dır) Bizans’ın iki komşu tekfuru arasındaki mücadelede bir tarafı destekleyerek yardım eder. Bu durumu Amcası tenkit eder ve Yağız Kara Osman’ı amcası Dündar Bey babasına şikayet eder. Bizans tekfurlarının işine karışıyor diye. Ertuğrul Bey Osman’ı yanına çağırtır ve “Oğlum ! tekfurların işine ne diye karışırsın? Bak amcan Dündar Bey bu işi hoş karşılamıyor” deyince, Osman Bey’den daha sonra Fatih Sultan Mehmet’in de bir benzerini söyleyeceği şu müthiş cevabı verir.
“Babam eğer sen bey isen buyur buyruğunu yerine getirelim, başım üste. Ama ben bey isem lütfen benim beyliğime halel getirme” der. (1)
“Bizans tekfurlarının Derbent'te kurduğu bir tuzakta Osman Beyin yeğeni ve Sarıyatı Savcı Beyin oğlu gencecik Bayhoca şehit düşmüştü.
Osmangazi kardeşine yeğeninin cesedini gözyaşları içinde teslim ederken ağabeyi Sarıyatı Savcı Bey kardeşi osman’a şöyle diyordu:
"Nasip," dedi. "Devlet olacaksak harcını canımız, kanımızla yoğuracağız. Osman! buna alışmalıyız."(2) Derken de aynı Osman Gazi’nin Ağa Bey’inde de hedefe kilitlenmenin, iddia sahibi olmanın ne demeye geldiğini görebilmekteyiz.
Fatih’in babası II. Murad Han hazretlerine bakalım. Osmanlı devleti gibi bir
fatih_fetih.jpg
devletin tahtını oğluna terk ederek genç yaşta oğlunu Istanbul’un fethi için hazırlıyor. İşte dava adamı, işte iddia sahibi örnek bir şahsiyet.
Gözlerini ufka dikmiş bir babanın, oğlu olan genç şehzade Mehmet nasıl olur dersiniz?
Boynuz kulağı geçmez mi? Geçer elbette. Henüz 8-10 yaşlarında akranları sokaklarda koşup oynarken o Manisa’nın yüksek dağlarında uçurum kenarlarına oturup İstanbul’u fethetme hayalleri kuruyordu. Hocası Molla fenari’nin verdiği dersleri çabucak bitirip İstanbul’u fethedeceği gemilerin resimlerini yapıp bu gemileri karadan denize nasıl getireceğinin hesaplarını somut bir şekilde yazıp çiziyordu. Çünkü onun bir hedefi vardı. Çünkü onun bir iddiası vardı.
Osmanlı çocuklarını dava sahibi olarak yetiştiriyordu. Bizim evliya Çelebi gibi İngilizlerin de böyle bir gezgini diyor ki; Osmanlı çocuklarını öyle yetiştiriyordu ki, kendilerine son derece güveniyorlardı, kendinden emin ve her yerde başı dik olarak yürüyorlardı.
Hedefi olan, hedefine kilitlenen ve bu hedefini gerçekleştirmekte bir an bile tereddütü olmayan bir dava adamı olan Fatih Sultan Mehmet Han’dan çarpıcı bir örnek daha…
Macar milli kahramanı Jan Hunyad’ın Sırbistan’ı işgal edip bütün ortodoks kiliselerini
Yıkacağını söylemesi üzerine büyük bir korkuya kapılan Sırplı yöneticiler Fatih Sultan Mehmet’e bir heyet gönderdiler. Heyet Fatih’e şu teklifte bulundu:

Hunyad bizi ve inancımızı yok etmek istiyor, lütfen ülkemizi siz fethedin, bizi Hunyad’ın zulmünden kurtarın.”
Fatih Sultan Mehmed, onlara şu cümlelerle cevap verdi:
“İnşalah Sirbistan’a hakim olduğumuzda, camiler yaptıracağız, ancak kiliselerinize dokunmayacağız. Siz nerede bir cami görürseniz yanına kilise yaptırabilirsiniz.Hatta duvarını bitiştirebilirsinizde….”(2) Bu cümlelerin hoşgörü açısından değerlendirilmesini bir kenara bırakırsak Fatih’in Sirbistanı fethedeceğine olan kesin inancını görmemek mümkün değil.
Tarihimizden konuya ilişkin onlarca örnek vermek mümkündür. Bizler örnek yoksunu değiliz. Asıl yoksunluğumuz şu soru ve sorunların irdelenmesidir:
“Tanzimat’tan bu güne kadar geçen süreç, bizi iddiamızdan yoksun bırakma sürecimiydi? Osmanlı Tanzimat fermanı’nın altında Batılılara bu garantiyi vermek için imza attı.” (3)
Bu Milleti iddia sahibi olmaktan alı koymak ve hedefsiz bırakma komplosunu Sultan Abdulaziz ve Sultan II. Abdulhamid’e karşı planlayıp uygulamaya koyanlar acaba gerçekte neyi planlıyorlardı? Niçin?
“Bu milletin iddia sahibi olmasına yol açan değerler silsilesinin köküne kibrit suyu “nu dökenler kimlerdir? Nerede ve ne zaman bu ihaneti gerçekleştirdiler?
Lozan’da Batılılar tarafından muhatap alınabilmek için iddialarından vazgeçme şartı mı konuldu?
Acaba bir asırdan fazladır sürdürülen bu toplum mühendisliği projesinin tek amacı iddiasız ve hedefsiz bir millet mi oluşturmak?
Tüm bu sorular üzerinde bizler düşüne duralım, Bakın Milli şairimiz bize nasıl hedefler çizmiş:
“ Karşında ziya yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver, kalma yolundan
Alemde ziya olmasa halk etmelisin halk
Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam kalk!”
(Hakkın sesleri)
Diye seslenirken Milli şairimiz; bir yandan anlamsız ve amaçsız kalmış, hislerini ve duygularını kaybetmiş halka hedef belirlerken, diğer yandan da bizlere bir davamızın olması gerektiğini ve bu davayı gerçekleştirme yolundaki hedefimizi de kendimizin tesbit ve tayin edeceği kimlikli kişiler olmamızı işaret ediyor.
İddia sahibi olmak kimlik ve kişilik sahibi olmak demektir. Kimlik ve kişiliği olmayan insanın ne davası olur, ne iddiası ne de imanı olur. Din kimlik ve kişilik sahibi olan insanlara hitap eder. Kimliği ve kişiliği olmayan insanlara dinin bir faydası olmadığı gibi kimlik ve kişilikten yoksun bireylerin dine bir faydası ve katkısı olmaz. Bunun içindir ki, Allah Rasul’ü İslam’ın ilk yıllarında kimlik ve kişilik sahibi insanların İslam’la şereflenmesini arzu etmiştir. Yoksa “ İki Ömer’den hiç olmazsa birisini İslam’la şereflendirmesini istemesini neyle izah edeceğiz?
Özgardaşlar olmaz dargın Dargın olsa düşer yorgun.
Haykır gece, gündüz her gün
Altı asır boyu olduğu gibi
Aleme adalet dağıtacağız bir gün

Selam ve dua ile….
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt